Alevi Haber Ajansi

‘OHAL sürecinden bu yana devlet de toplum da çürüdü’- VİDEO

PİRHA – Gazeteci Çilem Küçükkeleş, devlet şiddetinin, toplumdaki şiddetin en büyük kaynaklarından biri olduğunu ve OHAL sürecinin hem devlette hem de toplumda bir çürüme yarattığını ifade etti. Küçükkeleş, erkekleşen toplumun, İŞİD’leşen erkekliği ortaya çıkardığına vurgu yaparak “Şiddetin önüne geçmek için toplumsal muhalefetin AKP’ye benzeyen tüm yönlerinden arınması gerekiyor. Biz kadınların da erkeklerden öğrendiğimiz tüm yönlerimizden vazgeçip kendi yol ve yöntemlerimizi kurmamız olacaktır” dedi.

Şiddet; kavramsal bir alandan çıkıp yaşamın her alanına nüfuz etmiş durumda. Kadına, çocuğa, ağaca, suya, toprağa, hayvana, iktidarlar tarafından öteki görülen kimliklere, Aleviye, mülteciye, işçiye, emekçiye, emekliye, gence, öğrenciye, öğretmene, doktora yönelik şiddet tırmanmış durumda.

Peki şiddet neden bu kadar arttı ve toplumun önemli bir kısmı tarafından normalleştirildi? Bu normalleşmede iktidarın payı nedir? Muhalefet neden şiddete karşı ses çıkarmıyor, toplumsal muhalefet neden alternatif üretmiyor?

Konuya dair Gazeteci Çilem Küçükkeleş sorularımızı yanıtladı.

“DEVLET ŞİDDETİ, TOPLUMDAKİ ŞİDDETİN EN BÜYÜK KAYNAĞI” 

PİRHA- Şiddet nedir? Şiddetin “iktidar” olgusuyla ilişkisini nasıl okumalı?

ÇİLEM KÜÇÜKKELEŞ: Şiddet deyince genelde sadece kaba şiddet akla geliyor. Dayak, zor ve öldürme gibi şeyler akla geliyor ama şiddet öyle bir şey değil. Şiddet çok zincirleme ve hayatın her alanında var. Dünya üzerinde ‘şiddet görmedim’ diyebilecek tek bir kadın yok mesela. Erkeğin ya tacizi üzerinden ya güç üzerinden ya düşünce üzerinden ya sosyal medyadan ya ekonomik anlamda mutlaka bir erkek şiddetine tüm kadınlar uğramışlardır. Ve dediğim gibi şiddet, zincirleme ve hayatın her alanında var ama elbette ki en büyük ilişkisi iktidarla var.

Özellikle Türkiye açısından konuşursak son 22 yıllık AKP iktidarı sürecinde şiddet arttı mı, görünür mü kıldı meselesi çok tartışılan şeylerden biri. Görünür kıldı evet ama aynı zamanda arttı da. Şiddet, iktidarla o kadar ilişkili ki bugün son günlerde yaşadığımız şey tam da aslında OHAL sürecinden beri OHAL’den çıkmayan Türkiye’nin geldiği nokta diyebiliriz. Devlet nasıl bir yönetim şekli uygularsa toplumlar da biraz oradan kendilerini şekillendirirler ve Türkiye’de bir oligarşik tek adam rejiminden bahsediyoruz. Tek adam, hepimizin patronu, hepimizin hakimi, savcısı, her şeyin sahibi gibi davranıyor ve elbette ki Türkiye’de erkekler açısından rol model de Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan’a dönüyor. Hakkı, hukuku, hiçbir şeyi yokken bile sokakta başka kadına erkek, ‘hamilesin niye parkta yürüyorsun?’ müdahalesini yapabilecek alana geliyor. Niye geliyor? Çünkü güç elde ettiği yer orası. Her hak erkeğin kadına ilişkin çok özel alanını daraltan, aileye hapsetmeye çalışan, görünmez kılmaya çalışan bir yaklaşım var ve bu yaklaşım elbette sadece İslami bir bakış açısıyla ilgili değil. Aynı zamanda vahşi kapitalist bir bakış açısıyla da ilgili. Türkiye’de şiddetin bugün en çok feyz aldığı, en çok güçlendiği ve alanının açıldığı yer elbette iktidar diyebiliriz. Devlet şiddeti, bugün toplumdaki şiddetin en büyük kaynaklarından biri.

“OHAL SÜRECİNDEN BU YANA DEVLET DE TOPLUM DA ÇÜRÜDÜ”

-Şiddet olgusunun sıradanlaşması ile karşı karşıyayız. Yaşam alanından, doğayı koruyana, kadından çocuğa yönelik ortaya çıkan bir şiddet sarmalı içindeyiz. Bundan yola çıkarak şiddetin sosyal, toplumsal ve ekonomik yansımaları var mıdır?

OHAL’i biraz açmak isterim. Türkiye’de OHAL süreci çok uzun sürdü ve uzun süre sonra kaldırıldığı iddia edildi ama bence hala bir OHAL sürecinde yaşıyoruz. OHAL devleti de çürüten, toplumu da çürüten bir rejim şeklidir. Doğal olarak da bu OHAL süreci aynı zamanda vahşi kapitalizmin tüm kurallarını doğaya, kadına, topluma uygulamaya devam ettiği için de şiddet elbette ki çok büyük bir oranda arttı. O kadar çok haber duyuyoruz ki, hemen bir diğerini unutup yeni bir haberle karşı karşıya kalıyoruz. Dehşet yolsuzluklar, devletin içini boşaltma, ekonominin bu boşalttığı yeri devletin kendi çabasıyla değil, toplumdan yeniden alıp kasasını doldurup ve onu bir yerlere peşkeş çekme hali öyle bir noktaya geldi ki toplumun bahçesindeki ağacı bile hiç topluma sormadan kesebileceği bir yere geldi. Mesela siz de haberini yaptınız; Antakya’da yol geçecek diye bir kadının zeytin bahçesine girip, kesip atıyorlar. Haberi yok, kamulaştırma yok, hiçbir şey yok. Aslında hiçbir kural yok yani. Doğal olarak da bu kuralsızlık içerisinde şöyle bir rejim çıktı ortaya; düşüneni asla affetmeyen ama her türlü adli vakayı tekrar tekrar sokağa salan… Mesela hep birlikte gördük, son kadın cinayetlerindeki katillerden bir tanesi 26 kez gözaltına alınmış biriydi, en azı 5 kez işlem görmüştü. Bu suçların hepsi topluma karşı işlenen suçlardır. İktidar topluma karşı işlenen suçlara cezasızlık veriyor ve bu cezasızlık sokakta öyle bir hale geliyor ki, kendi kolluk gücünü bile öldürebilecek pozisyona geliyor. Kolluk gücü bile güvende değilse, kim kendini güvende hissedebilir? Şu an bütün kadınların duygusu “sokakta hangi suçlularla beraberiz” ve “bu suçlular her an, hangimizin canına kıyabilir?” pozisyonuna geldi. Özellikle İstanbul’da vahşice işlenen iki kadın cinayeti Türkiye’deki kadınlar açısından “sokağa çıkmayın güvenli değil”, “evinize kapanın”, “Bakın erkekler bu kadar vahşi ve biz sizi bunlardan korumayacağız” mesajını verdi ve tüm kadınlar da bu mesajı aldılar.

Çok yakın bir zamanda bir arkadaşım anlattı. Metrobüste genç bir kadının bağırarak “bu ülkede kendimi güvende hissetmiyorum, nerede yaşayacağım” dediğini söyledi. Bu duygu şu anda hepimizde var. Niye? Çünkü toplumsal bütün suçlar cezasız. Özellikle kadın ve çocuğa yönelik suçlar. Ve aynı zamanda bu ülkede düşünmek ve buna itiraz etmek çok büyük bir suç. Çürüme dediğimiz şey biraz böyle aslında. Dediğim gibi, toplumun birbirine saygı duyduğu, birlikte yaşamı güçlendirdiği, dönüp birbirimizin yüzüne bakmayı unuttuğumuzu, hepimizin kendimizi devlete karşı sorumlu hissettiğimizi devlet suç saymıyorsa onu suç bilmeyip toplumdan utanmadan tekrar topluma karışma meselesi. Eskiden şu daha güçlüydü; birini öldürmüşseniz, toplum sizi kınardı, kaldığınız yerden devam edemezdiniz. Ama şimdi çok suç var, bu suça bulaşma meselesinin OHAL’le çok ilgisi var. OHAL rejimi her kirliliğini elbette tek başına, bir kişiyle yapmadı. Kara para aklamaya bile on bin insanı bulaştırdılar. Topluma bulaşarak işlenen suçlar toplumu büyük oranda çürümeye getirdi.

“BU REJİM KENDİNİ ZOR KULLANARAK AYAKTA TUTMAK İSTİYOR”

-Son yıllarda artan şiddeti -kadınlara, çocuklara, ekolojistlere, işçilere- nasıl değerlendirirsiniz?

Bu rejim kendini zor kullanarak ayakta tutmak istiyor. Bunun hiçbir kısmını toplumla konuşarak, anlaşarak, yol bularak değil, tamamen kolluk gücünün zoruyla topluma çok yoğun şiddet uyguluyor. Doğal olarak da bu şiddetin kaynağı buradan gelişince artık içerdeki şiddet de sıradanlaşıyor. Devlet suç işlerse toplumun suç işlemesi sıradanlaşıyor ve doğal olarak da ayakta kalabilmesi için toplumu suçuna bulaştırması gerekiyor. Bir diğeri, sermayeyi arkasında tutabilmesi için bu toplumu sermayeye peşkeş çekmesi gerekiyor. Bir diğeri, o kadar para üzerine kurulmuş ve yolsuzluk üzerine kurulmuş bir iktidar ki, gitmeden dağı taşı, ormanı, uçan kuşu bile satmak istiyor. Ama aynı zamanda sadece bugünün değil, yaptığı projelerle Türkiye’nin 50 yılını da satmış olmak istiyor. Şimdi bu da şiddet dışında başka hiçbir şeyle ayakta duramaz. Bir şiddet ortamı olmasa biz mesela Gezi’yi biliyoruz değil mi? Toplum Taksim’deki ağaçlar için aylarca bir mücadele sürdürdü. Şimdi aynı toplum dünya kadar, kıyamet kadar suç var ortada ama refleks o kadar güçlü gelişmeyebiliyor. O yüzden de bu gergin ortam toplumu daha sessiz kılan, kaygılı kılan ama en nihayetinde toplumun da biriktirdiği, bu birikimi de mutlaka bir şekilde dışa vuracağı bir döneme geliyor. Dediğim gibi özelde doğaya, toplumun bütün doğal kaynaklarına, kadına, çocuğa özgün şiddetle aslında biraz erkekliği de yanına alıyor. Orada beslediği erkeklik de geri dönüp bir şekilde şiddete dönüşüyor. Mesela Türkiye’nin daha önce polisle karşı karşıya gelinmemiş yerlerde mücadeleler gelişti ve o mücadele eden insanlar karşısında jandarmayı, polisi görünce çok şaşırdılar. Çünkü “benim” diyordu. Ama bir anda karşısına dikildi çok haklı mücadelesinde. Demek ki mesele hak olduğu zaman bu gerçekleşiyor kısmında bence Türkiye toplumunun zihni açıldı diye düşünüyorum. “Benim devletim, uğruna ölürüm” dediği devlet, zeytin ağacına kadar geldi, onu bile elinden almak istiyor. Toplumsal açıdan daha birlikte mücadele etme konusunda biraz daha zihinler açıldı. Ben çok önemsiyorum. Şu an da Türkiye’nin her alanında mücadeleler var. Ama bu mücadelelerin birleşeceği bir zemin bulmakta zorlanıyoruz. Tıpkı depremdeki gibi. Çürüme diyoruz ama aynı zamanda çok hızlı bir toplumsal refleks gelişti deprem için ama bu refleksi geliştiren toplum, ortak bir zemine gelmeyince herkes geri dönüp evinde oturur oldu. Şu an da Türkiye’deki eksik zemin bence bu mücadeleleri birleştirecek zeminin olmaması.

“MUHALEFETTE ZİHİNSEL DEĞİŞİME İHTİYAÇ VAR”

-Şiddetin önüne geçmek için toplumsal muhalefet ne yapmalı?

Toplumsal muhalefet bu iktidardan şikayetçiyse önce kendi modelini kendisinin oluşturması gerekiyor. Belki ilk şuradan başlamak gerekiyor. AKP’ye benzeyen bütün yönlerimizden kurtulmamız gerekiyor. Bizim de benzer örgütlenmeler, benzer iktidarlar, benzer koltuklar, benzer yandaşçı meselesinden uzaklaşmamız gerekiyor. Ve bir diğeri de bu kadar şiddet üreten bir iktidara karşı gelişen her muhalefetin kendini şiddetten arındıran bir muhalefet olması gerekiyor. Ama biz bile mesela kendine ‘sosyalistim’ diyenin bağıra bağıra topluma parmak salladığı bir siyasetle karşı karşıya kalıyoruz. Şiddetin, şiddeti beslediği, çoğalttığı, yaydığı bir yerde önce şiddetten arınmak gibi çeşitli programların muhalefette olması gerekiyor. Muhalefetin de, siyasi partilerin de, sivil toplum kuruluşlarının da cinsiyet eşitliği dersleri alması gerekiyor. Önce kendi zihinlerinin birlikte yaşam, eşit yaşam, ortak yaşam kısmında berraklaşması gerekiyor. İstanbul Sözleşmesi’ni savunan vekil, evde eşine şiddet uyguluyorsa bu gerçek bir siyaset olmuyor, sözde bir siyaset oluyor. Çünkü burada iyiliği dağıtmıyor, paylaşmıyorsunuzdur; iyi var olsun diyorsunuzdur ama iyiyi var etmeye çalışmıyorsunuz demektir. O nedenle zihinsel bir değişimin muhalefette ihtiyaç olduğunu düşünüyorum. Siz karşınızdaki kadının da kendiniz kadar bu yaşamı yaşamaya geldiğini kabul etmediğiniz sürece onu sizi var etmeye, size kendini feda etmeye gelmiş gibi görürseniz sizin gerçekçi bir kadına yönelik şiddetle mücadeleniz olamaz. Ben bugün mecliste muhalefette olan çok sayıda vekilin de ne kadar erkek kürsü kullandığını, şiddeti o kürsülerden yaydığını, toplumun birlikte yaşam kültürüne hizmet eden dilin ne kadar az olduğunu bir gazeteci olarak çok kez görüyorum. O yüzden de AKP’ye ‘kadınları korumuyorsunuz’ diyenlerin daha güçlü mücadele vermiş olması gerekiyor ki onu atfetmesi gerekiyor. Ne yazık ki DEM Parti dışında eşit temsil yok. O yüzden daha gerçekçi daha mücadele veren bir yerde olunması gerekiyor. Mücadele, kürsüde; bir pankartın arkasında fotoğraf çekilerek, ‘kadınlar eylem yaptığında yanında duruyoruz’ diyerek maalesef gerçekleşmiyor.

“AKP’YE BENZEYEN YÖNLERİMİZDEN ARINALIM, KENDİ YOL VE YÖNTEMLERİMİZİ KURALIM”

Ben son işlenen iki kadın arkadaşın cinayetinde bu hayatın durması ve bundan sonra başka hiçbir şeyin konuşulmaması gerektiğini düşünüyorum. Çünkü İŞİD’leşen bir erkeklik gördük biz. Kafa kesiyor bu erkekler. Bu aşamaya geldiler. O zaman buna karşı da bu hayatı durdurmuyorsanız böyle akmasına izin vermeyecek bir mücadele geliştirmeniz de gerekiyor. Toplumumuza da en büyük çağrım birincisi hepimiz AKP’ye benzeyen yönlerimizden arınalım, ikincisi de biz kadınların da erkeklerden öğrendiğimiz tüm yönlerimizden vazgeçip kendi yol ve yöntemlerimizi kurmamız olacaktır.

Devrim FINDIK/İSTANBUL

İLGİLİ HABERLER

‘Devletin kullandığı şiddet politikası çok içselleştirildi’ – VİDEO
>‘Toplumsal faşizme, şiddete karşı en güçlü direnişi kadın hareketi gösteriyor’- VİDEO
‘Erkek egemen sistem şiddetin sıradanlaşmasını istiyor’ – VİDEO
‘Toplumsal muhalefet, şiddet karşısında bir direnç hattı geliştirmelidir’
‘Şiddeti durduracak olan ezilenlerin ortaya koyacağı örgütlü güçtür’-VİDEO
‘Doğayı savunanlara karşı yargısal şiddet uygulanıyor’ – VİDEO

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak