Alevi Haber Ajansi

‘Toplumsal muhalefet, şiddet karşısında bir direnç hattı geliştirmelidir’

PİRHA- Doç. Dr. Hatice Çoban Keneş, kadınlara ve çocuklara yönelik artan şiddetin, patriarkal/erkek egemen düzenin ve cinsiyetçi iktidar yapılarının bir sonucu olduğuna dikkat çekti. Keneş, “Bu durum, devletin ve iktidar sahiplerinin şiddeti önlemek yerine meşrulaştırıcı politikalar ve uygulamalar geliştirdiğini göstermektedir. Toplumsal muhalefet, şiddetin sıradanlaşması karşısında yapısal sorunlarla yüzleşen ve bu sorunlarla mücadele eden bir direnç hattı geliştirmelidir” dedi.

Şiddet; kavramsal bir alandan çıkıp yaşamın her alanına nüfuz etmiş durumda. Kadına, çocuğa, ağaca, suya, toprağa, hayvana, iktidarlar tarafından öteki görülen kimliklere, Aleviye, mülteciye, işçiye, emekçiye, emekliye, gence, öğrenciye, öğretmene, doktora yönelik şiddet tırmanmış durumda. Peki şiddet neden bu kadar arttı ve toplumun önemli bir kısmı tarafından normalleştirildi? Bu normalleşmede iktidarın payı nedir? Muhalefet neden şiddete karşı ses çıkarmıyor, toplumsal muhalefet neden alternatif üretmiyor?

Konuya dair Munzur Üniversitesi İletişim Fakültesi‘nde Öğretim Üyesi olan Doç. Dr. Hatice Çoban Keneş sorularımızı yanıtladı.

“KADIN CİNAYETLERİ İKTİDARIN TAHAKKÜM MEKANİZMASININ EN GÖRÜNÜR YANSIMALARIDIR

PİRHA- Şiddet nedir? Şiddetin “iktidar” olgusuyla ilişkisini nasıl okumalı?

DOÇ. DR. HATİCE ÇOBAN KENEŞ: Şiddet, bireyler, gruplar ve toplumlar arasındaki güç ve iktidar ilişkilerinin somut bir yansımasıdır. Şiddet olgusu yalnızca bireylerarası çatışmalarda değil, aynı zamanda toplumsal yapılar, devletlerarası ilişkiler ve ideolojik mücadelelerde de köklü bir şekilde yer bulur. Bu olgu, toplumsal düzenin sürdürülmesi, güç dengelerinin korunması ve iktidarın pekiştirilmesi süreçlerinde etkin bir araç olarak kullanılabilir. İktidar üzerine önemli düşünceleri olan Michel Foucault’nun da belirttiği gibi iktidar, bireylerin yaşamlarının her alanına nüfuz eder ve şiddet, bu iktidarın sürdürülmesinde bir araç olarak kullanılır.

Özelikle kırılgan konumları dolayısıyla kadınlara ve çocuklara yönelik artan şiddet, patriarkal/erkek egemen düzenin ve cinsiyetçi iktidar yapılarının bir sonucudur. Bu şiddet, sadece bireysel bir saldırganlık olarak değil, toplumsal eşitsizliklerin derinleşmesinin bir yansıması olarak görülmelidir. Nitekim Türkiye’de kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet olayları, bu güç dengesizliklerini perçinlemekte ve toplumsal düzenin devamlılığı için bir baskı aracı haline gelmektedir.

Kadın cinayetleri ve çocuk istismarları, iktidarın tahakküm mekanizmasının en görünür yansımalarıdır. Bu şiddet vakalarında faillerin çoğu kez ya serbest bırakılması ya da hafif cezalar alması, şiddetin meşrulaştırıldığını ve sıradanlaştığını gösterir. Bu, şiddetin sadece bireysel bir öfke patlaması olmadığını, derin toplumsal yapısal sorunlarla bağlantılı olduğunu ortaya koyar.

“ŞİDDET, TOPLUMSAL, EKONOMİK VE KÜLTÜREL YAPILARLA İÇ İÇE GEÇMİŞ BİR OLGUDUR”

-Şiddet olgusunun sıradanlaşması ile karşı karşıyayız. Yaşam alanından, doğayı koruyana, kadından çocuğa yönelik ortaya çıkan bir şiddet sarmalı içindeyiz. Bundan yola çıkarak şiddetin sosyal, toplumsal ve ekonomik yansımaları var mıdır?

Şiddetin sıradanlaşması, toplumsal yapının çözülmesi ve güven duygusunun kaybolması gibi sonuçlara yol açar. Şiddet artık yalnızca bireylerarası bir çatışma aracı olmaktan çıkmış, aynı zamanda toplumda derin bir korku ve güvensizlik yaratmıştır. Kadınlar kamusal alanlarda şiddet korkusuyla dolaşamazken, çocuklar da fiziksel ve duygusal travmalarla büyümektedir. Bu durum, toplumsal dokuyu zedelerken, şiddet karşısında bireylerin savunmasız kalmasına neden olur. Nitekim sadece 4 Ekim 2024 tarihinde birkaç saat içinde İstanbul’da yaşanan kadına yönelik erkek şiddeti ülkemiz açısından durumun vahametini ortaya koymaktadır. Semih Çelik, 4 Ekim 2024 tarihinde İstanbul’da yarım saat arayla iki genç kadını bir gösteri yapar gibi katletti.  Bu cinayetler, erkek şiddetinin ve cezasızlık politikalarının kadınları nasıl savunmasız bıraktığını bir kez daha gözler önüne sermektedir. Özellikle İkbal Uzuner’in ailesinin yaptığı açıklamalara göre, Çelik hakkında defalarca şikayette bulunulmuş, ancak hiçbir sonuç alınamamış. Bu durum, kadınların devlet tarafından korunmadığı ve erkek şiddetinin önlenmesinde ciddi eksiklikler olduğunu bir kez daha göstermektedir. Aynı gün, Taksim İstiklal Caddesi’nde iki erkeğin bir kadına tecavüz girişiminde bulunması ve faillerin serbest bırakılması, ancak sosyal medyanın baskısı üzerine tekrar tutuklanmaları, hukuki sistemin ne kadar kırılgan ve adaletsiz olduğunu gösteriyor. Bu olaylar, Türkiye’de şiddetin sıradanlaştığını ve toplumun her kesiminde derin bir korku ve güvensizlik yarattığını ortaya koymaktadır. Bu yalnızca kadın cinayetleri ve cinsel saldırılarla sınırlı değil; çocuklara yönelik şiddet de aynı şekilde toplumu derinden yaralıyor. Örneğin, Narin Güran isimli 8 yaşındaki çocuğun kendi ailesi içinde öldürülmesi, tüm mahallenin ağız birliği ile susması, failler arasında olan mahalle muhtarı amcasının iktidar mensuplarıyla ilişkisi ve cinayetin hala tam olarak çözülememiş olması adaletin olmadığı duygusunu pekiştirmektedir. Türkiye, kadınlar ve çocuklar için adeta bir mezarlığa dönüşmüş durumda. Bu nedenle şiddet bu kadar yaygın iken sıklıkla haber diline yansıyan ve dolaşıma sokulan bireysel sorunlara, örneğin “uyuşturucu kullanıyordu”, “alkollüydü”, “psikolojik sorunları vardı” gibi mazeretlerle açıklamak, gerçeği ıskalamaktır. Şiddet, bu bireysel olayların ötesinde toplumsal, ekonomik ve kültürel yapılarla iç içe geçmiş bir olgudur ve bu yapısal sorunları ele almadan şiddetin köklerine inmek mümkün değildir.

Ekonomik yoksunlukların ve güvencesiz olmanın da şiddet ile doğrudan ve dolaylı ilişkilerini görmek gerekir. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmamaları, onları şiddete karşı daha kırılgan hale getirir. Kadınlar iş gücüne katılımda eşit fırsatlara sahip olmadıklarında, ekonomik güvencesizlik şiddeti artırıcı bir faktör haline gelir.  Ya da ekonomik sorunlar karşısında hem erkek şiddeti açısından hem şiddetin hedefi açısından kadınlar ve çocuklar kırılgan konumdadırlar. Bu açıdan toplumsal cinsiyet eşitsizliği, eğitimsizlik ve yoksulluk gibi yapısal sorunlar, şiddetin yalnızca bireylerarası bir çatışma değil, aynı zamanda ekonomik adaletsizliklerin ve toplumsal eşitsizliklerin bir yansıması olarak karşımıza çıkar.

“ŞİDDETİ, PATRİARKAL YAPILARIN BİR UZANTISI OLARAK OKUMAK GEREKLİDİR”

-Son yıllarda artan şiddeti -kadınlara, çocuklara, ekolojistlere, işçilere- nasıl değerlendirirsiniz?

Son yıllarda kadınlara, çocuklara, ekolojistlere ve işçilere yönelik şiddet vakalarındaki belirgin artış toplumsal eşitsizliklerin, hukuki yetersizliklerin ve ekonomik kırılganlıkların bir sonucudur. Kadın cinayetleri, çevrecilerin öldürülmesi ya da işçilerin çalışma şartları yüzünden maruz kaldığı şiddet, toplumda yaygın olan tahakküm ilişkilerinin ve iktidar mekanizmalarının şiddet yoluyla kendini devam ettirdiğinin bir göstergesidir.

Şiddetin bu denli yaygınlaşması, yalnızca bireylerarası bir sorun olmaktan çıkıp toplumsal bir sorun haline gelmiştir. Özellikle kadınlara ve çocuklara yönelik şiddet, patriarkal normlar ve toplumsal cinsiyet eşitsizliklerinin bir sonucudur. Bu durum, devletin ve iktidar sahiplerinin şiddeti önlemek yerine meşrulaştırıcı politikalar ve uygulamalar geliştirdiğini göstermektedir. Bu anlamda şiddeti, toplumsal iktidar ilişkilerinin ve patriarkal yapıların bir uzantısı olarak okumak gereklidir.

“TOPLUMSAL MUHALEFET ŞİDDETİN KÖKENİNE İNMELİ”

– Şiddetin önüne geçmek için toplumsal muhalefet ne yapmalı?

Toplumsal muhalefet, şiddetin sıradanlaşması karşısında yapısal sorunlarla yüzleşen ve bu sorunlarla mücadele eden bir direnç hattı geliştirmelidir. Şiddetin yalnızca bireysel öfke patlamaları ya da adli vakalar olmadığı, toplumsal eşitsizliklerin ve adalet mekanizmalarındaki yetersizliklerin bir sonucu olduğu kabul edilmelidir. Bu kapsamda toplumsal muhalefetin atabileceği bazı adımlar şunlardır:

Toplumsal Cinsiyet Eşitliğinin Güçlendirilmesi; kadınlara ve çocuklara yönelik şiddetin temel sebeplerinden biri olan toplumsal cinsiyet eşitsizliği ile mücadele edilmelidir. Kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları, sosyal hayatta eşit temsile sahip olmaları, şiddetin azalmasına katkı sağlayacaktır.

Hukuki Reformlar ve Yargının Güçlendirilmesi; kadın cinayetleri, cinsel saldırılar ve çocuk istismarları gibi suçlar için daha caydırıcı cezalar uygulanmalı ve adalet mekanizmaları güçlendirilmelidir. Sosyal medya baskısıyla hareket eden bir adalet sistemi yerine, hukukun işlerliği sağlanmalıdır.

Ekonomik Eşitsizliklerin Giderilmesi; kadınların ekonomik bağımsızlıklarını kazanmaları, onları şiddete karşı daha korunaklı hale getirecektir. Bu nedenle toplumsal muhalefet, kadınların iş gücüne katılımını destekleyen politikalar için mücadele etmelidir.

Dayanışma ve Şiddetsiz Direniş; toplumsal muhalefet, şiddetsiz direniş yöntemleri ve geniş kapsamlı dayanışma ağları kurarak şiddetin her türüne karşı güçlü bir toplumsal direnç inşa etmelidir. Kadınlar, çocuklar, LGBTİ+lar, işçiler ve ekolojistler arasında güçlü bir dayanışma oluşturulmalı ve bu gruplar arasında sürekli bir destek hattı kurulmalıdır.

Sonuç olarak, toplumsal muhalefet şiddetin kökenine inerek, adalet sistemindeki eksiklikler, toplumsal cinsiyet eşitsizlikleri ve ekonomik adaletsizliklerle yüzleşmeli, şiddetsiz bir toplum inşa etmek için yapısal dönüşümler için mücadele etmelidir.

Nuray Atmaca/DERSİM

İLGİLİ HABERLER

‘Devletin kullandığı şiddet politikası çok içselleştirildi’ – VİDEO
>‘Toplumsal faşizme, şiddete karşı en güçlü direnişi kadın hareketi gösteriyor’- VİDEO

‘Erkek egemen sistem şiddetin sıradanlaşmasını istiyor’ – VİDEO

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak