PİRHA-Maraş Katliamı mağdurlarından olan Duman ailesinin yaşadıklarını ailenin çocuklarından Newroz Duman anlattı. Gerici grupların saldırısı sebebiyle 15 yaşındaki kardeşi ile annesini yitiren Newroz Duman, maruz kaldıkları katliam esnasında babasına “Beni sen öldür” diyen anne Ümmühan Duman’ın yaşadıklarını aktardı.
Maraş Katliamı’nda “Beni sen öldür” diyen Ümmühan Duman, hayatına son vermeden önce yazdığı mektupta felç olduğunu, çocuklarına annelik yapamadığını, mezarını Maraş’ta katledilen oğlu Memed’in mezarının yanına yapılmasını vasiyet etti. Duman, yaşadıklarından ötürü canından bezdiğini, ölümünden kimsenin sorumlu olmadığını da yazmıştı.
Ümmühan Duman’ın kızı Newroz, 1978 Maraş Katliamı’nda kardeşinin öldürüldüğünü, annesinin ise beline sıkılan kurşundan dolayı felç olduğunu söyledi. Newroz Duman, Maraş Devlet Hastanesindeki bir hemşirenin, annesini öldürmek için zehirlediğini belirterek, anneannesinin erken fark etmesi sonucu anne Duman’ın kurtarıldığını aktardı. Yaşananlar sonrasında annesini Adana Devlet Hastanesine götürdüklerini anlatan Newroz Duman, Anne Duman’ın yürümeyeceğini öğrenince en az 4 kere intihara kalkıştığını, 5. Denemede intiharın ölümle sonuçlandığını söyledi.
Newroz Duman, annesinin, Adana’da hastanedeyken hemşirelerin verdiği ilaçları biriktirip toplu içip intihar girişiminde bulunduğunu da sözlerine ekledi.
Paylaşılan bilgiler doğrultusunda anne Duman’ın, bir gün evdeki çocuklara başının çok ağrıdığını söyleyip buzdolabındaki ilaçları istediği, kutuları boşaltıp “Bak bu boş, başka birini getir” dediği, nihayetinde elde ettiği ilaçları toplu alarak intihar etmek istediği anlatıldı.
Anne Duman’ın, en son bir çocuğa eczaneden aldırdığı tahtakurusu ilacı intihar ettiği anlatılır. Ümmühan Duman’ın, intihar etmeden önce kaleme aldığı mektubun orjinali ve düzeltilmiş hali aşağıda…
‘BEN ÜMMÜHAN DUMAN’
Bu benim son gecemdir. Newroz ve Nazife bana baktığınız için size çok teşekkür ederim.
Ferizenin, Deryanın vede Günayın mabalı boynunuza.
Duamı alınız kızım.
Kimsenin kanına girmeyin.
Ben canımdan bezdim. Onun için kendimi zehirledim. Kim aldı derseniz bir çocuğu kandırıp getirttim.
Benim mezarımı Memedimin mezarının böğürüne köyün.
Sevdiğim eşim.
Bizi ayıranlar bizim gibi olsunlar. Beş çocuğum yetim kaldı. Çocukların mabalı boynuna. Bir buçuk senedir yetimler. Ben onlara Anne olamadım. Felçim.
Rica ederim kimseye suç bulmayın.
İmza…”
“ACILARIM ÇOĞALSA DA MAHMUTHAN’I ACILARIMLA ÜZMEYECEĞİM”
Yazar Aziz Tunç ise ‘Beni Sen öldür’ Maraş / 78 isimli kitabında Duman ailesinin yaşadıklarını şu şekilde anlatmıştı:
“Ümmühan Duman Sünni’ydi. Ama Mahmuthan Aleviydi. Sevmişlerdi birbirlerini gençlik yıllarında. Basit bazı ufak tefek itirazlara rağmen evlenebilmişlerdi. O zaman engellemeler olmazdı. Çok fazla sorun edilmezdi böyle durumlar. Hele ki her iki taraf da yoksulsa ve birbirlerine dayanmak, birbirleriyle var olmak zorunda olduklarının farkındalarsa. Mahmuthan da Ümmühan da böyle ailelerdendiler. Köyün yoksul ailelerindendi her iki aile de.
Dolayısıyla birbirlerine karşı aşağılayıcı tutumlar içine girmelerinin geçerli bir nedeni yoktu.
Ümmühan ve Mahmuthan karşılaştıklarında birbirlerinin dikkatini çekmişlerdi. Daha sonraki karşılaşmalarında, bakışmalarında kaçak bir aşk dolmuştu yüreklerine. O aşk Ümmühan ölene kadar hep devam etti. Evlendiklerinden bir süre sonra köylüleri, Mahmuthan’ı rahat bırakmadılar. Taciz ettiler, yolunu kestiler, evini taşladılar. Tarlasını sulamasına engel oldular. “Kürtler ve Aleviler bu köyde yaşayamaz!” dediler. “Bu köy onlara mezar olacak!” dediler. Ümmühan, eşi Mahmuthan’la birlikte yaşadı tüm baskı, saldırı ve zulümleri. Köylerinde Mahmuthan’a ve ailesine saldırdıklarında çok söylediler Ümmühan’a Mahmuthan’ı bırak diye. O direndi ve inandı kaderinin Mahmuthan’la olduğuna. Mahmuthan’la yaşayıp Mahmuthan’la öleceğine. Mahmuthan ve ailesi, köylülerle yaptıkları bir kavga sonrasında, büyük bir katliamdan tesadüfen kurtulmuşlardı. Bunun üzerine Mahmuthan hapse girmişti. Mahmuthan hapse girdiğinde de çok ısrar ettiler, çok zorladılar, ‘Mahmuthan’ı bırak’ diye. ‘Bu Alevi Kürdü boşa!’ diyenler her gördüklerinde soruyorlardı ‘Ne zaman bırakacaksın
bu gâvuru?’ diye.
Ama inandı bir kez Ümmühan. Güvendi ve vazgeçmedi inancından. Bekledi Mahmuthan’ı. Hapiste ziyaretine gitti, moral vermek için. Yakınmadı, ağlamadı onun yanında. Gözyaşlarını ondan gizledi. Acısını onunla paylaşmaya kıyamadı. Yalnız yaşanan acılar çoğalırmış derlerdi. O da ‘Acılarım çoğalsa da Mahmuthan’a aktarmayacak, onu acılarımla üzmeyeceğim.’ diyordu. Sevincini taşıdı Mahmuthan’a dört duvar arasında. Onu utandırmamaya, onu üzmemeye göre kurdu hayatını. Evin geçimine katkıda bulundu Mahmuthan’ı beklerken. Çocuklara baktı, tarlaya gitti, evin işlerini yaptı, usanmadan, yorulmadan.
Mahmuthan cezaevinden çıktığında, Ümmühan, hemen sarıldı onun ellerine. Bıraktı kendisini onun yüreğine. Ne dediyse yanında yer aldı. Mahmuthan’ın söylediklerine hep inandı. ‘Olmaz.’ demedi, ‘Olur mu acaba?’ diye aklında bir şüpheye yer vermedi.
Eski köylerini bırakmış sürgün olmuşlardı. Bulundukları yeni köyden de iş yoktu, tarla takım yoktu. Düşmanları kendi köylerine gitmelerine hoş bakmıyorlardı. Gidip yeni bir bela almak doğru değildi. Bu yokluktan ve zulümden kaçmak, çocuklarına ve kendilerine yeni bir yurt bulmak zorundaydılar. Göksun’ün Düğünyurdu köyüne gitmeye karar verdiler. Ve gittiler oraya. Köylerinde topraklarını bıraktırdılar. Dirliklerini düzenlerini bozdular. Sersefil
ettiler, kendilerini de çocuklarını da. Kürt olmaktı, Alevi olmaktı bütün bu zulümlere sebep.
Gittikleri köyde geçimlerini çıkartamadılar. Ekmek buldularsa suyu, suyu buldukların da ekmeği bulamadılar. İş imkânı yok, gelir yoktu. Oradan bir süre sonra Maraş’a gitmeye karar verdiler. Bu arada çocukları oluyordu, Mahmuthan’la Ümmühan’ın. Her gelen, rızkıyla gelir diyorlardı, doğan her çocuk yeni bir umut ve güç kaynağı oluyordu. Newroz olduğunda arkasında Nazife, Firuze, Mehmet, Günay gelmişlerdi. Çocuklarla hayatları renklenmişti. Sorunlara karşı daha çok dirençle, zevkle mücadele ediyorlardı.
Maraş’a geldiklerinde her şeye yeniden başlamışlardı. Yaşadıkları tüm kötü günlerin geride kaldığını düşünüyor onların sözünü bile etmiyorlardı artık. Maraş’ta bir süre değişik işler yapan Mahmuthan bir bakkal dükkânı açarak ticaret yapmaya başladı. İşleri iyi gidiyordu. Bir süre sonra bir arsa aldı ev yaptı. Daha sonra işlerini büyüterek devam etti ve yeni bir arsa alarak bir inşaata daha başladı.
Kıran günlerinde Ümmühan Duman ve ailesi bu mutluluk ve umut dolu günleri yaşıyordu. Bu günlerde Ümmühan Duman, iki oğlu üç yetişkin kızıyla, otuz altı yaşında genç bir kadındı.
Öğretmenlerin cenazesi ve sonrasında olanları Duman ailesi biliyordu. Kızları törene katılmışlar, saldırılara maruz kalmışlardı. Kızlar eve geç geldikleri için babalarından azar işitmişler, anneleri araya girerek sorunu tatlıya bağlamıştı. Duman ailesi de akşam yapılan saldırı hazırlıklarını görüyor ve kaygılanıyorlardı. Ancak onlar da durumun büyüklüğünü tahmin edememişlerdi.
Sabah olduğunda, mahalledeki gerilim herkesi etkileyecek kadar yüksekti. Çok sürmeden, sokaktaki hareketlilik saldırganlığa dönüştü. Ümmühanların evinin önüne doluştular. Yangın çıkartmak için evin üstüne ateşler atılıyordu. Alt kattaki bakkal dükkânına girerek yakmaya ve yağmalamaya başladılar. Silah sıkıyor, hakaret ediyorlardı. Evden çıkmalarını teslim olmalarını istiyorlardı. İçeridekiler, önce evin odalarında saklanmaya çalıştılar. Evi yakmak için atılan paçavraları alıp dışarı atıyorlardı. Buna rağmen evin sergileri, perdeleri, tutuşmaya başlamıştı. Evdekiler bulundukları odadan masa altlarına girmeye çalışıyorlardı.
Mahmuthan’ın tabancası vardı. İlk geldiklerinde birkaç el ateş etti, dışarıya. Ancak bu kadar kalabalığın ve bu kadar silahın olduğu bir yerde tek bir tabancayla ateş etmek hiçbir işe yaramayacağı gibi, saldırganları tahrik ederek daha vahim sonuçların doğmasına yol açar diye düşünüyordu Mahmuthan. Bu nedenle tabancayı kullanmıyor, kullanamıyordu. Belki bunları kızdırmadan kurtulmak mümkün olabilir diye düşünüyorlardı.”
“BENİ SEN ÖLDÜR!”
“Eve saldıranlar kapıyı zorluyorlardı. Kapı kırıldı kırılacaktı. Çatırtı sesleri geliyordu. İçeri girmeleri an meselesiydi. Mahmuthan’ın tabancası elindeydi. Kapının çatırtısı ortalığı kapladı. Doluştular içeriye, yakarak, yıkarak, vurarak. Ümmühan, içeri girenlere ve birkaç saatten beri yaşadıklarına bakarak bu olan bitenin ne anlama geldiğini görebiliyordu. Öldüreceklerdi kendilerini. Bunca kin, bunca nefret kimseye iyi şeyler yaptırmazdı. Bunu daha önce yaşadıklarından biliyordu. Köyde saldırdıklarında da böyle olmuştu.
Çocuklarıyla birlikte, aynı odanın bir köşesine sinmişlerdi. Mahmuthan ayaktaydı elinde silahıyla. Diğerleri birbirlerine kenetlenmiş vaziyetteydiler. Herkes ağlıyordu. Ümmühan çocuklarının ağlamalarına dayanamıyor, daha çok ağlıyordu. Bu güne kadar onları hiçbir biçimde ağlatmamış, ağlamalarına yol açan hiçbir davranışa izin vermemişti. Şimdi onlar ağlıyorlardı ve Ümmühan bir çare bulamıyor onlara ‘Ağlamayın.’ diyemiyordu.
Gürültüyle kırılan kapıdaydı bütün gözler, kulaklar, tüm benlikler. Açılacak kapı ölüm kusacaktı. Kapıyla birlikte çatırdayan bir ailenin yaşamıydı. Ve gelen sesler kapının açılmasının iyice yaklaştığını gösteriyordu. Umutları iyice tükendi, Ümmühan’ın. Çocuklarıyla koyun koyuna oturuyorlardı. Onlara iyicene sokuldu, kollarını doladı, sıkı sıkı sarıldı, sardı onları kendisine. İşte tam bu anda verdi o kan donduran kararını Ümmühan ve döndü kocası Mahmut’a, ‘Bunlar bizi sağ koymayacaklar, bize ölümden beter kötülük yapacaklar. Çocuklarıma yapacakları kötülükleri görmeye dayanamam. Onlara bu fırsatı verme, beni sen öldür!’ dedi. Bunları söylerken ağlıyordu, ancak cümleler net ve açıktı.
Gözyaşlarıyla ıslanan yüzü berraktı. Mahmut, önce anlayamadı. Bir an durdu, söylenenleri anladığında ise, büyük bir şaşkınlık içine girdi. Yüzünü döndü, yüreği kabardı, uygun olsa hüngür hüngür ağlayacaktı. Mahmuthan’da şok etkisi yaratan, Ümmühan’ın söyledikleri ve sözlerindeki kararlılığı idi. Bu kadarını beklemiyordu.
Ümmühan tekrar etti söylediklerini; ‘Mahmut bunlar bizi sağ komazlar, bunların çocuklara yapacakları kötülükleri görmektense beni sen öldür yalvarırım.’ dedi. Ağlaması, az önceki gibi değildi, hıçkırarak ağlıyordu Ümmühan. Muhammet ve diğer çocuklar duyduklarına inanamıyor, anlayamıyorlardı. Mahmut’un gözlerinde yaşlar iniyordu, yanaklarını ıslatarak.
Kapı açılmış, içerisi dolmuştu saldırganlarla. Zorlanan kapı açıldığında ilk olarak Mahmuthan’ı dışarıya çıkarttılar, döverek. Ümmühan, giden eşinin ardından bakarken, masanın altında saklanan oğlunu gizlemeye çalışıyor, onu bekliyordu. Sonra Ümmühan’ı
saçlarında sürükleyerek çıkarttılar. Arkasından da oğlu Muhammet’i.
Mahmuthan’ın çocuklarından ikisi evdeydi. Çocuklardan altı yaşındaki Günay, o katliam esnasında, belki can havliyle, belki birilerinin telkiniyle, bir yaşındaki kardeşi Derya’yı sırtına alarak başka bir eve gitmişti. Yaşar adlı Türk Sünni bir komşuları, o çocukları evine alarak kurtulmalarını sağlamıştı. Diğer çocuklar, evde değil, her birisi bir taraftaydılar.
Evden çıkartılan Muhammet, Ümmühan ve Mahmuthan evlerinin önünde esir alınmış durumdaydılar. Esirlere vuran vuranaydı. Ölümüne vuruyorlardı.
Ümmühan, oğlu Muhammet’e bir şey yapmasınlar diye yalvarıyor ve onlara Müslüman olduğunu göstermeye, ispat etmeye çalışıyordu. Bütün bildiği İslami bilgileri hiç sekmeden arka arkaya okuyordu. Kendisinin Sünni olduğunu, oğlunun adının Muhammet’in adı olduğunu belirtiyor ve anlatıyordu. ‘Ben de sizin gibi Müslüman’ım, Sünni’yim, namazı da bilirim, orucu da tutarım.’ diye yalvarıyordu. Bütün bunları dinlemediler. Muhammet’e de Ümmühan’a da Mahmuthan’a da sıktılar kurşunlarını. Üçü de vuruldu. Yan yana düştüler. Ümmühan oğluna doğru yatıyordu. ‘Muhammet…’ diye sayıklıyor, ona ulaşmaya çalışıyordu. Mahmuthan yarasına baktı ilk, kendine gelir gelmez. Yarasının derin olmadığını fark etti. Zorlanarak ayağa kalktı. Ümmühan yakınındaydı. Sayıklar gibiydi. Ona baktı ve hızla Muhammet’e döndü. Muhammet’te ses çıkmıyordu. Oğlu ölmüştü. Mahmuthan’ın yüreği yanıyor, yarası kanıyor, gözyaşları, yağmur gibi akıyordu. Bir babayı kurşun yarası mı daha çok acıtır, oğlunun ölüsünü görmek mi?
Eşi, Ümmühan da yaralıydı. Az ötede inliyor, sürünerek oğlunun yanına gitmeye çalışıyordu. Mahmuthan eşine doğru yürüdü, yaralı ayağını çekerek. Onu sırtına almak için uğraştı bir süre. Zor bela alabildi Ümmühan’ı sırtına. Hastaneye taşımak için yürüdü. Oğlunu orada, sokakta ve cansız bırakarak. Yol boyu gözyaşlarını ve yarasında akan kanları döküyordu Mahmuthan. Ümmühan kendisinden geçmişti. Hastanede bakmadılar. İttiler oradan oraya. Üstün körü bakan doktor, onlara şehir dışına gitmelerini söyledi. Çıktılar oradan. Mahmuthan’ın aklı ve yüreği geride kalan oğlu Muhammet’teydi. Ne olmuştu acaba? Cenazesini gören olmuş muydu? Orada yatıyor muydu, sahipsiz? Ümmühan ne olacak, kurtulacak mıydı? ‘Beni öldür!’ demişti. Ne kadar da kararlı ve netti bunu söylerken. Bunları düşünüyordu Mahmuthan.
Muhammet’in cenazesini yakınları alıp gömmüşlerdi. Muhammet’in cenazesi paramparça edilerek tanınmaz hale getirilmişti. Kaşından gözünden tanıyabilmişlerdi ancak. Muhammet’in yokluğuna alışamadı Ümmühan.
Ümmühan şehir dışında tedavi oldu. Bütün çabalara rağmen, tam olarak iyileşemedi, yatalak kaldı. Doktorlar bu durumun değişemeyeceğini söylüyorlardı. Ümmühan yaralarla ve yatalak yaşamaya alışamadı. Oğlunun yokluğunu kabul edemiyor, öldürülmüş olmasına alışamıyordu. Yaşadıkları onun bütün yaşam sevincini yok etmişti. Genç kızlarını kendi eliyle gelin edememiş, oğullarına gelin getirememişti. En küçük çocuğu henüz bir yaşında bile değildi. Kararını vermişti. Eşi Mahmuthan’a söyleyemiyordu ama birçok insandan bu konuda yardım istemeye başlamıştı. Artık ‘Dayanamıyorum.’ diyordu.
Kocasına ‘Yanıma gel.’ diyor, yanına çağırıyordu. Ona, ‘Kızlarıma, çocuklarıma iyi bak.’ diyerek başlıyordu ağlamaya. Sonra ‘Ağaçlar çiçeğini açtı, ben bir çift yiğide gelin getiremedim.’ diye başlıyordu yürek sızlatan ağıtlar yakmaya.
Kızlarına güzel elbiseler giydirip onları seyretmeyi seviyor, bundan zevk alıyordu. Öldürülen oğlu Muhammet için ‘Yiğidimin yanına kimsenin mezarını koymam, kendi mezarımı yaptıracağım.’ diyordu, öyle de yaptı.
Daha fazla çekemedi oğlunun hasretini. Dayanamadı onun yokluğuna. Ve bir gün yatağında ölü bulundu. İki katlı evleri ve bakkal dükkânları vardı, Ümmühanların. Ayrıca başka bir evleri daha vardı. Mahmuthan katliamdan sonra Maraş’ta yaşamıştı, bir süre. Bu arada evlerini terk etmeye zorlanmış, defalarca taciz edilmişlerdi. Oğlu Günay Maraş’ta okurken sürekli olarak baskılar yaşamış rahatsız edilmişti. Bunlarla yetinmeyen katliamcılar Mahmuthan’ı rahatsız etmek için aşağılık ve ahlaksız yöntemlerle tacizlerini sürdürmüşlerdi.
Böylece Mahmuthan hem göçmeye zorlanmış, hem de mülkleri elinden alınmaya çalışılmıştı. Mahmuthan’ın göçmesi için birçok oyun oynanırken bir yandan da mülklerini ucuza bırakıp gitmesi için ayrıca belediye eliyle zorlamalar yapılmış, çeşitli evrak sahtekârlıklarıyla Mahmuthan’ın mülkleri ucuz yolla gasp edilmiş ve göçmek zorunda bırakılmıştı.”
Elif TABAK – Eren GÜVEN / LONDRA
İLGİLİ HABERLER:
1-Maraş Katliamı tanığı Mahmut Duman: Henüz ailemin mezarına gidemedim, yüreğim dayanmaz!
2-Aleviler, katledilen Duman ailesinin Maraş’taki evinin önüne karanfil bıraktı!
Yoruma kapalı.