DAİŞ’in işgal ettiği Musul’u kurtarma operasyonu ikinci haftasına girdi. DAİŞ’ten sonra Musul kimin eline geçecek? Nasıl bölüşülecek? Statüsü ne olacak? konusunda Türkiye-Irak-İran ve büyük paylaşım mücadelesi başladı. Türk devleti tüm gücüyle Musul’da Kürt etkinliğini önlemeye ve Musul’un Sünni Arapların eline geçmesini sağlamaya çalışıyor.
Tıpkı Birinci Dünya Savaşı gibi, Üçüncü Dünya Savaşı da dönüp dolaşıp en sonunda gelip Musul üzerinde odaklandı. Mehmet Bayrak, Musul ve Kerkük üzerinde 200 yıldır yapılan pazarlıkları yazdı.
Gerek son Osmanlı Meclis-i Mebusanı‘nda, gerekse Ankara’daki ilk Millet Meclisi’nde kabul edilen Misk-i Milli sınırları, Anadolu ve Mezopotamya’da yaşayan Türklerle Kürtler‘in yaşadıkları coğrafyayı kapsıyordu. Nitekim, Osmanlı Meclis-i Mebusan’ının 28 Ocak 1920’de yaptığı gizli oturumda kabul ettiği ve daha sonra Ankara Hükümetince de benimsenen Misak-i Milli’nin daha 1. maddesinde “Mütareke çizgisinin içinde ve dışında kalan yerlerin İslam ve Osmanlı çoğunluğunun oturduğu bölgelerin hepsi, hüküm ve fiil bakımından Anayurttan hiçbir sebeple ayrılmaz” deniliyordu. Mustafa Kemal de, 1 Mayıs 1920’de yaptığı Meclis konuşmasında; “Hududu Milliyemiz İskenderun cenubundan geçer, Şarka doğru uzanarak Musul’u, Süleymaniye’yi, Kerkük’ü ihtiva eder” demektedir. (1)
İsmet İnönü de esas olarak Türklerle Kürtler‘in yaşadıkları toprakları kucaklayan Misak-ı Milli sınırlarına verdikleri önemi, Lozan öncesinde şöyle vurguluyordu: “Bizim uğrunda her türlü fedakârlığa katlandığımız gayelerimiz çok mütevazi ve çok haklıdır. Bu gayeler iki kelime içindedir: Misak-ı Milli” (2)
Ancak, Mustafa Kemal daha Ocak-1923’de Musul sorununa gerçek yaklaşımını şu sözlerle açıklar: “Musul bizim için çok önemlidir. Birincisi, Musul’da sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları vardır… İkincisi, onun kadar önemli olan Kürtlük sorunudur. İngilizler orda bir Kürt Hükümeti kurmak istiyorlar. Bunu yaparlarsa, bu düşünce bizim sınırlarımız içindeki Kürtlere de yayılır. Buna engel olmak için sınırı güneyden geçirmek gerekir.” (3)
Görüldüğü gibi, Mustafa Kemal Musul’u sahiplenmeyi iki gerekçeye bağlıyor: birincisi, sınırsız servet oluşturan petrol kaynakları; ikincisi ise Kürt sorunu…
Oysa, aynı dönemde Meclisteki Kürt milletvekilleri daha içtenlikli bir tavır sergileyerek, başka nedenlerle bölünmeye karşı çıkıyorlardı. İki yıl sonra idam edilen Bitlis Mebusu Yusuf Ziya Bey, ayakta alkışlanan konuşmasında; Musul ve Kerkük’ün dışarıda kalmasının yaratacağı sorunlara dikkat çekerek, bu sorunun ertelenmeden mutlaka Lozan’da çözümlenmesini istiyordu: “Musul’u ertelemek, Musulsuz barış yapmak, barış sonrası Doğu Anadolu’da önemli bir cephe hazırlamak demektir. Türk-Kürt, işbirliği yaparak yaşamazlarsa ikisi için son yoktur. Bugünkü vaziyet böyle geliyor; toplumsal durumumuz bunu gösteriyor. Dolayısıyla herhangisi herhangisine ihanet ederlerse ikisi için de son yoktur. Kürdün birliği, Kürdün itaati, Kürdün iki parçaya ayrılmasında değil, bir parça halinde idare edilmesindedir.” (4)
Yusuf Ziya Bey, konuşmasının sonunda, galip gelen İngiltere’nin direngenliği karşısında Musul’un elden çıkacağını görerek, sözlerini şöyle sürdürür: “Ben Musul’u istemiyorum, Musul’u kime verirlerse versinler; Süleymaniye’yi Kerkük’ü almakla Türk’ün Kürd’ün birliği onunla sağlanmış olur.”(age)
Bu iki yaklaşım, bir bakıma Musul-Kerkük sorunu ortaya çıktıktan bu yana devam ediyor. Kürtler, Kürt bloğunun parçalanması adına hayıflanır ve eşitlik temelinde Türk-Kürt bütünleşmesini savunurken; Türk yönetimleri soruna petrol kaynakları ve Kürt haklarını önleme temelinde yaklaşmışlardır. Geçmişten beri ibretle izlenen bu politika, günümüzde de tüm çıplaklığıyla devam etmektedir.
Bin yıllık Türk-Kürt kardeşliği veya sınırın ötesindekilerin beridekilerle akrabalığı gibi söylemlere rağmen; uzun bir süre Türkiye, İran, Irak ve Pakistan’ın asli, Amerika ve İngiltere’nin gözlemci üye olduğu Merkezi Antlaşma Teşkilatı CENTO aracılığıyla; kimi zaman pek de anlaşmadığı bu ülke rejimleriyle işbirliğine girilerek Kürt haklarına karşı bir ittifak kurulur. Zaman olur bu halka karşı sınır-ötesi operasyonlar düzenlenir… Öyle ki, Balkanlar’da ya da Kafkaslar‘da Türkler‘e karşı büyük duyarlılık gösteren Türkiye; Kürt sorunu yüzünden Irak’taki Türkmenleri bile görmezden gelir…
Oysa, şimdi yeni ve önemli bir sürece giren Güney Kürdistan dolayısıyla, özelde Musul-Kerkük üzerinde Türkmenler adına hak iddiasında bulunuyor ve yeni tezler geliştiriyor…
Öyleyse, bu bölgenin dününe ve yakın geçmişine birlikte göz atalım.
Osmanlı belgelerinde Musul-Kerkük
Osmanlı döneminde Kerkük, Musul Vilayetine bağlı bir sancak konumunda olduğu için bu iki şehri birlikte anmak gerekiyor. Musul-Kerkük bölgesi, gerek içinde yer aldıkları Mezopotamya coğrafyası, gerek petrol kaynakları gerekse insan dokusu açısından bir bütünlük göstermektedirler. Öte yandan, tarihte Yukarı Cezire olarak nitelendirilen bölgede yer alan bu şehirler, Kürdistan’ın doğal uzantısı olan bir coğrafyada kurulmuşlardır.
Ünlü coğrafya bilgini Prof. Besim Deakot, bu gerçekliği şöyle vurgulamaktadır:
“Musul havalisi, gerek engebeli tabiatı, gerekse iklimi ile, arazisi alüvyon birikmesinden meydana gelmiş, yağışları yetersiz ve tabii bitkiler âlemi bakımından yarı-çöl durumunda bulunan Irak’tan pek farklı olduğu gibi, nüfusunun yapısı ve yaşayış tarzı ile de daha çok Diyarbekir bölgesine benzemekteydi.
Esasen Musul havalisi, Birinci Dünya Savaşı sonlarına kadar, Batının coğrafya eserlerinde genellikle Irak’tan ayrı olarak Yukarı Elcezire bölgesi içinde sayılıyordu.” (5)
16. yüzyılın sonlarında Osmanlı ordusuyla birlikte bölgeyi gezen Kâtip Çelebi de, “Keşfü’z-Zünun” adlı eserinde Mezopotamya bölgesini Kürdistan, Cezire ve Irak olmak üzere üçe ayırıyor. Bu ve benzeri kaynaklardan yola çıkılarak günümüzde ulaşılan yaygın kanı, “El-Cezire bölgesinin, Osmanlıların Musul ve Şehrizor’unu, günümüzün Kuzey Irak’ını içine alan bölge” olduğudur. (5/b)
Bu topraklar, geçmişte Doğulu, daha sonra Batılı yönetimlerin hep ilgi kaynağı olagelmiştir.
Milattan önceki yıllarda Musul bölgesinin de içinde yer aldığı Mezopotamya’da çok önemli uygarlıkların kurulduğu bilinmektedir. Bunların en önemlileri Asur ve Babil uygarlıklarıdır. Asur devleti, bu topraklarda yaklaşık 1300 yıl varlığını sürdürüyor.
Asur devletinin merkezi şehirlerinden biri olan Musul Vilayeti, bu devletin yıkılmasından sonra sırasıyla İranlılar‘a, Büyük İskender‘e, Seloküslüler‘e ve Sasaniler‘e geçiyor. Halife Ömer döneminde ele geçirilerek İslam topraklarına katılıyorsa da daha sonra Abbasi halifeleri döneminde Bin-i Mervan, Bin-i Hemdan, Selçuklular, Atabegler, Eyyubiler, Cengizler, Timurlar, Akkoyunlular, Karakoyunlular ve Safevilerin eline geçtikten sonra Çaldıran Savaşıyla Yavuz Sultan Selim tarafından fethedilerek Osmanlı yönetimine geçiyor. (6)
Görüldüğü gibi, Musul bölgesi, tarihte belli bir milliyete mal edilemeyecek birçok yönetimin eline geçiyor. Şemseddin Sami, Abbasi Halifeliğinden sonraki kozmopolit yönetim değişikliklerini şöyle değerlendiriyor:
“Abbasi Halifeliğinin zayıf düşmesiyle, İslam Memleketlerinin her tarafında birtakım emirler ve melikler ortaya çıkmaya başladığı sırada, Kürt reislerinden birçok adamlar da Musul, Diyarbekir ve Cezire yörelerinde birer kale veya memleket ele geçirip birçok küçük hükümetler kurmuşlarsa da, tüm kıtayı (Kürdistan’ı MB) yönetim altına alarak, soy, milliyet esasına dayalı bir hükümet kurmayı düşünmemişlerdi. Nihayet bu cinsiyete mensup olan meşhur Selahaddin-i Eyyubi Mısır’da devlete nail olup, kendisi ve çocukları Şam, Halep, Hicaz ve Yemen’de hüküm sürdükleri ve evlatlarıyla akrabalarının yönetimi altında birçok seçkin hükümetler kurdukları zaman bile hüküm ve nüfuzları dışında kalmış idi.”(7)
Bu süreçte Musul, Mervani Kürtleri‘nin merkezi şehirlerinden biri; Irak Selçukluları ile Atabekler’in başkenti konumundadır. Musul çevresi, bu aşamada Bizans İmparatorları yakınında güçlü bir ordugâh oluşturulmak üzere Irak’tan ayrılarak yeni kurulan Elcezire vilayetinin iki büyük ordugâhından biri haline getirilir. Ordugâhın diğeri ise Harran’dır. Aynı zamanda Diyarbekir, Azerbaycan ve Ermeniyye kıtaları da bu ordugâhlara bağlanmıştır. Görüldüğü gibi, Musul ve çevresi tarih boyunca değişik kozmopolit yönetimlerce yönetilmiş, ancak her halükârda Kürt halkı ve ülkesiyle bir bağlantı içerisinde olmuştur.
Musul’un bu niteliği, yakın dönem Türk askeri kaynaklarına da yansımıştır: “Musul’un kuzeyinde ve Süleymaniye bölgesinde Arap yoktu. Buralarda Kürtler yaşamaktaydılar. Türkler de Kerkük, Erbil ve Altunköprü bölgelerinde bulunuyorlardı. (…) Ovalarda çöllerdeki Araplar ve diğer bölgelerdeki Kürtler, daha çok göçebe ve yarı-göçebe aşiretler halindeydiler. Aşiret reisleri aşiretlerinin kayıtsız şartsız hakimi ve idarecisiydi. Osmanlı Devleti, aşiret reislerinden bazılarına paşalık rütbesi ve nişanlar vermesine karşın, bunlar üzerinde tam bir otorite kurmaya muvaffak olamamıştı.” (8)
Aynı dönemde bölgede Kürtler, Araplar, Türkmenler dışında Êzîdî Kürtler, Keldaniler, Süryaniler, Ermeniler, Yahudiler ve az sayıda Latin ve Protestan’ın yaşıyor olması, bölgenin kozmopolit yapısını açıklıkla ortaya koyuyor. (9)
Bölgenin idari yapısı ve rakamlar
Kuşkusuz bu noktada nüfus oranları önem kazanıyor. O halde, bölgenin idari yapısı temelinde bu rakamlara göz atmakta yarar var. Hemen belirtelim ki, Osmanlı istatistikleri genellikle rakamları milliyet esasına göre değil, din esasına göre veriyorlar. Ancak konu uluslararası organlara yansıyınca milliyet esasına dayalı rakamlar öne çıkıyor. (10)
1306/1890 tarihli Musul Vilayeti Salnamesi’nde; Musul vilayeti ahalisi 3 kümeye ayrılır. Büyük bölümü Kürtler‘den oluşan birinci kümenin Musul, Şehrizor, Süleymaniye, Akra, Duhok, Zaho, Sincar, Erbil, Selahiye (Kifri), Revanduz, Gülanber, Köysancak, Ziybar gibi yarı-medeni denebilecek köy ve kasabalarda yaşadıkları belirtilir. İkinci kümede değerlendirilen Kürtler‘in diğer bölümününse aşiret ve kabile halinde yarı-göçer olarak yaşadıkları ve daha çok hayvancılıkla geçindikleri bildirilir.
Üçüncü kümeninse tamamen bedevi olan aşiretlerden oluştuğu; ilk iki kümeye girenlerin yazımının yapıldığı, ancak bu son kümenin genelde yazım dışı kaldığı vurgulanır. (II)
Tarihteki ilk Türkçe ansiklopedi kabul edilen Şemseddin Sami’nin Kamusü’l-Alam adlı eserinde; Musul, “Cezire‘nin kuzeydoğu bölümü ile Kürdistan‘ın güneydoğu bölümünden oluşan ve Dicle’nin iki yanında yer alan bir il” olarak nitelendirilir ve nüfusu 300.280 olarak verilir.(12) Bu nüfusun 159.680’i Musul’da, 89.000’i Şehrizor’da, 51.600’ü Süleymaniye’de yaşamaktadır. O tarih itibarıyla henüz idari yapı değişmeden, Musul’da yaşayan Kürtler‘in nüfusu 59.380’i Müslüman, 14.900’ü Êzîdî olmak üzere toplam 74.280 olarak verilmektedir. Geriye kalan nüfus ise, Arap, Türkmen, Keldani, Süryani, Yakubi, İsrailliler‘den ve diğer mezheplerden oluşmaktadır. (age,s.186-187)
Aynı eserde, Kerkük, “Kürdistanın Musul ilinde Şehrizor sancağının merkezi” olarak nitelendirilir ve halkının yapısı şöyle yansıtılır: “Halkının dörtte üçü Kürd, geriye kalanları da Türk, Arap vs. 760 İsrailli ve 460 Keldani de vardır.” (age.s.151)
Ali Cevat’ın, ünlü Lugat’ında ayrıntıya girilmeksizin Musul’un nüfusu 300.280 olarak verilir. (13)
Ali Rıza’nın Atlaslı Memâlik-i Osmaniye Coğrafyası’nda; 1902 tarihi itibarıyla Musul şehrinin nüfusu 61.000, Musul vilayetine bağlı Süleymaniye kasabasının nüfusu 15.000, Kerkük kasabası 30.000, Sincar kasabası 7.000, Erbil kasabası 6.000, Köysancak kasabası 10.000, Amadiye kasabasının nüfusu ise 5.000 olarak verilir. (14)
Aynı dönemde Musul’a bağlı Tuzhurmato, Gülanber, Rizan ve Kifri kasabaları mevcuttur ki, ünlü divan şairi Fuzuli, bu bölgede yaşayan Bayati Kürt aşiretine mensuptur. (15)
Ali Tevfik’in Memâlik-i Osmaniye Coğrafya Lugati’nde; “Musul Vilayetinin, Elcezire bölgesinin kuzeyinde yer aldığı, doğuda İran’la ve kuzeyde Van, Bitlis ve Diyarbekir vilayetleri, batıda ise Zur mutasarrıflığı ile çevrili” olduğu belirtildikten sonra söz konusu vilayetin yaklaşık nüfusu 500.000 olarak verilir. (16)
İbrahim Hilmi’nin Memâlik-i Osmaniye’nin Cep Atlası adlı eserinde, 1907 tarihi itibariyle yeni idari bölünmeye tabi tutulan Musul Vilayetinin toplam nüfusu 351.200 kişi olarak verilir. (17) Adı geçen esere göre; Musul merkez sancağının nüfusu 65.000, Kerkük sancağı 30.000, Süleymaniye sancağı 15.000 ve Köysancak’ın nüfusu 10.000 olarak verilir.
Bu tarihte Musul Vilayetinin idari bölünmesi şöyledir:
I- Musul Sancağı
1-İmadiye Kazası
2- Zaho Kazası
3- Duhok Kazası
4- Akra Kazası
5- Sincar Kazası
II- Kerkük Sancağı
1-Revanduz Kazası
2-Köysanak Kazası
3-Raniye Kazası
4-Erbil Kazası
5-Selahiye (Kifri) Kazası
III-Süleymaniye Sancağı
1-Gülanber Kazası
2-Mamuretü’l-hamid Kazası
3-Bazyan Kazası
4-Şehr-i Bazar Kazası
Aynı esere göre, toplam olarak Musul Vilayetine bağlı 3 Sancak, 14 Kaza, 28 Nahiye ve 3394 Köy bulunmaktadır. (age.s.220-221)
Hemen belirtelim ki, Kerkük sancağı 1309/1892 yılı ortalarına kadar resmi yazışmalarda Şehr-i Zor olarak geçerken, bu ismin, Diyarbekir ve Halep’in güneyinde yer alan Zor Mutasarrıflığı ile olan benzerliğinin birçok idari karışıklığa yol açmasından dolayı değiştirilmesine karar verilmiş ve 1893 tarihinden itibaren Kerkük ismi kullanılmaya başlamıştır.
Uluslararası nitelikteki İslam Ansiklopedisi’nin “Kerkük” maddesinde; Irak Hükümetinin kurulmasından sonra kırsal kesimdeki nüfusun ve göçebelerin gelip şehre yerleşmesiyle Kerkük’teki Kürt nüfusunun oldukça fazlalaştığı savunulur. (20) Oysa, yukarda da vurgulandığı gibi, daha 1890’lı yıllarda Şemseddin Sami, Kerkük sancağı nüfusunun dörde üçünün zaten Kürt olduğunu söylüyordu.
Osmanlı Devleti’nin 1870’li yıllardan itibaren yaptığı düzensiz nüfus sayımlarında, halk Müslim, Rum, Ermeni, Katolik, Yahudi, Protestan (1881-83 Sayımı gibi) veya İslam, Keldani, Süryani, Katolik, Ermeni, Protestan, Rum, Yahudi, Yakubi, Yezidi, Maruni (1895 ve 1906/7 sayımı) gibi unsurlar şeklinde ele alınır. (21) Ancak Ordu Raporları gibi belgelerle, aşiret temelinde etnik toplulukların –kesin olmayan-sayıları belirlenebiliyor.
Tablo-1’de 1905 tarihli Osmanlı Ordu-yu Humayun Raporu’na göre, Musul ve Şehrizor (Kerkük) Vilayetlerindeki Kürt Aşiretleri görülmektedir. (18)
1905 Senesinde Musul ve Şehrizor Vilayetlerinde Göçebe, Yarıyerleşik ve Yerleşik Kürt Aşiretleri
Tablo-1
Adı Fırkaları Nüfusları Bölgeleri
Yezidi 38 18.980 Sincar
Tayyârî 14 48.100 İmadiye
Sûrçî 4 14.900 Akra, Revanduz
Sûrçî 1 250 Erbil, Altınköprü
Kakaî 1 220 Erbil, Kelek
Kakaî 1 850 Dakuk
Rizârî 2 630 Revanduz
Herkî 12 12.270 Akra, Revanduz
Şirvan 1 4.670 Revanduz
Mezûrî 2 4.400 Revanduz
Bradost 3 4.500 Revanduz
Hoşnâv 2 7.500 Köysancak
Pişkelî 1 3.500 Raniye
Bezîrî 1 2.140 Raniye
Mandımıra 1 430 Raniye
Belbâs 7 1.800 Raniye
Aker 5 2.610 Raniye
Yerli Babulî 2 435 Raniye
Susnî 1 265 Raniye
Körk 1 341 Raniye
Balekî 2 1.360 Revanduz
Şeyh Bızınî 2 2.710 Erbil
Pişter 3 5.260 M. Hamid
Kafroş 1 1.588 Çemçemal
Bâne 1 2.310 Bane
İsmail Azîzî 7 2.275 Süleymaniye
Berzenci 2 2.730 Süleymaniye
Guvara – 650 Süleymaniye
Adı Fırkaları Nüfusları Bölgeleri
Caf 25 45.460 Süleymaniye
Palânî 7 1.330 Karatepe
Hemavend 6 840 Çemçemal
Şuvan 3 4.500 Şuvan
Talabânî 1 1.670 Karatepe
(Kaynak: Osmanlı Ordu-yu Humayın Raporu-1905)
Aşağıdaki 2 nolu tablodaysa, Kerkük iline bağlı Kürt aşiretleri görülmektedir (19)
Tablo-2
Yönetim Bölgesi Aşiret Bölümleri
Kerkük İli Şerefbeyani Koraki
Emirhanbeğî
Azizbeyî
Kahar
Nadirî
Kerkük İli Delo Camrızi
Pencenkeştî
Kaşkehrızî
Tarkondveysî
Kazaniye
Kerkük İli Berzenci
Kerkük İli Ömermil
Kerkük İli Tilşani
Kerkük İli Zengene Faris Ağa
Rüstem Ağa
Kerkük ili Cebbari
Kerkük İli Leylani
Kerkük İli Talabanî
Kerkük İli Şuvan
Xaniqin ilçesi Süremiri Kelheri
Totik
Yönetim Bölgesi Aşiret Bölümleri
Mamecan
Eyne
Anteri
Xaniqin ilçesi Bacillan Cumur
Kazanlu
Xaniqin ilçesi Kahur
Xaniqin ilçesi Geze Sadeleguhta
Baramserkala
Xaniqin ilçesi Palani
Xaniqin ilçesi Zende Muhammed
Salih Ağa
Ulyan
Tahiran
Gani
Xaniqin ilçesi Davude
Xaniqin ilçesi Salihi
Xaniqin ilçesi Şeyh Bezinî
Xaniqin ilçesi Kakeyî
Xaniqin ilçesi Keganlu
Xaniqin ilçesi Beybanî
Xaniqin ilçesi Zerğuş
Xaniqin ilçesi Hilani
Xaniqin ilçesi Feylî
Xaniqin ilçesi Gevazi
(Kaynak: M. Emin Zeki, Kürdistan Tarihi, Beybun Yayınları, ank. 1992, sh.170-171)
YARIN: Güney Kürdistan’ın yakın geçmişi
MEHMET BAYRAK
Yoruma kapalı.