Alevi Haber Ajansi

Musa Anter’i şiirleri ile destanlaştırdı: O destan olarak yaşadı, destanlaşmalıydı-VİDEO

PİRHA- Şair Vejdin Çiçek, Musa Anter’i anlattığı, ‘Musa Anter Destanı’ şiir kitabını PİRHA’ya anlattı. Çiçek, Anter’e dair sessizliğin canını acıttığını ve yazma kararı aldığını belirterek, “Niye destan denilebilir? Musa Anter başka bir dilde anlatılamazdı. Musa Anter hikaye olmaz, olamazdı. Çünkü; hayatı hep destan olarak yaşamış. Kimlik, ülke ve toplum savaşı vermiş. Musa Anter’in bendeki izdüşümünü, hayatını, ailesinden duyduklarımı bu kitapta bir bütün ele almaya çalıştım” dedi.

Gazeteci Yazar Musa Anter 20 Eylül 1992 tarihinde, Kültür ve Sanat Festivaline katılmak üzere gittiği Diyarbakır’da uğradığı silahlı saldırı sonucu katledildi. Diyarbakır Devlet Güvenlik Mahkemesi’nin olayın ardından başlattığı soruşturmanın 1992/2598 numaralı dosyasında uzun yıllar bu cinayetin “faili gayri muayyen” olarak kaldı ve kalmaya devam ediyor.

Musa Anter cinayetinin “derinlerine” inilmesi de toplumsal hafızamızın ve vicdanımızın çok derinden kırıldığı bir dönemin aydınlanmasını ve asıl faillerin açığa çıkmasını sağlayacak.

Basın özgürlüğü ve faili meçhuller denilince akla ilk gelen isimlerden biri olan Musa Anter hakkında çok kez kitaplar yazıldı, tiyatro oyunları oynandı. Şair Vejdin Çiçek ise onu şiir-destan olarak yazarak Musa Anter adına bir ilki gerçekleştirdi.

Şair Vejdin Çiçek, ‘Destan gibi yaşadı ve ancak destanla anlatılabilirdi’ dediği Musa Anter Destanı kitabında, Musa Anter ile karşılıklı diyalogları, tarihsel anlatımlar ve iz bırakıcı anılarından yola çıkarak destanını nakış nakış işlemiş.

Yaşamının her anının destansı yaşadığını ifade ettiği Musa Anter’in, onu tanıyanlar tarafından yeterince görülmemesinin ‘sessizliğini’ can yakıcı bulan Çiçek, yazmaya karar verdiğini söylediği Musa Anter Destanı ile her anı hatırlanmayı hak eden bu yaşanmışlığa ses olmak istediğini söylüyor.

Vejdin Çiçek’le, Musa Anter ile karşılıklı diyalogları, tarihsel anlatımlar ve iz bırakıcı anılarından yola çıkarak ele aldığı ‘Musa Anter Destanı’ kitabını konuştuk.

“HAYATIN TEKNİK AMELESİYİM”

PİRHA: Vejdin Çiçek kimdir? 

VEJDİN ÇİÇEK: Mardin Derik doğumluyum. 1986 yılından beri İzmir’deyim. Bir yanım hala doğduğum yerde. Kendimi hayatın teknik amelesi olarak tanımlarım. Bir yanım inşaat, bir yanım şiir, bir yanım hikaye. Doğduğumuz topraklarda Türkçe bizler için çok uzaktı ve kazma sapı ile öğrenmiştik. Yazma ise kendi içimize kaçmalarımızdı veya yaşanmamışlıkları yaşamaydı. Herkes gibi ben de yazmaya öyle başladım. Yazdıklarımızın bir tek bizde kalmaması, bir şeye çevirmemiz gerekiyordu.

“ŞİİRE SIĞINDIM”

-Yazma güdüsü sizde nasıl oluştu ve şiir sizin için ne anlam ifade ediyor? 

Şiir, kendini çabuk ve en kısa yoldan ifade edebilmeydi. Hepimiz en çok kendimiz ile konuşuruz. Konuştuklarımızı bir yere aktarabiliyor isek bir şeyler çıkıyor. Bizlerin yaşanmamışlığı çok fazla. O yaşanmamışlığı toplum içerisinde bağırsan, ‘kesin delidir’ derler. Ama bunu kağıda döktüğün zaman farklı şeyler ortaya çıkıyor.

Yaşanmamışlıkları biraz açabilir misiniz?

8 yaşından bu yana hayatın içerisindeyim ve hep çalıştım. Hep bir kendini var etme, kendini kanıtlamanın emeği vardı. Batı’ya geldiğinde ise yol, dil bilmiyorsun ve kör gibisin. Hem toplumda hem de kendi içerisinde kendini ifade edebilmenin kanalını arıyorsun. Farklı insanlar, dil ve kültürle karşılaşıyorsun. Kendini bir şekilde kabul ettirmen gerekiyor ve bu da şiirdi diye düşünüyorum. Ben de şiire, yazıya sığındım. Topluma anlatamadığımı şiir ile başardım.

“KÜRTÇE YAZABİLMEMİM KANALI YOKTU, İLERİDE DÜŞÜNÜYORUM”

-Kürtçe’yi kazma sapı ile öğrendiğinizi söylediniz. Kitaplarınızı Türkçe bastınız. Bunun Kürtçe’ye bir haksızlık olduğunu düşünüyor musunuz?

Basılmış iki kitabım var ve biri de editede. İki Kürtçe şiir kitabım var. Kürtçe eğitimden geçmediğim için yazım noktasında eksik kaldı. Yazıyı kendimiz öğrendik. Kürtçe gramer ile yazabilmemim kanalı yoktu. Kürtçe yazdıklarımı İsveç’te bulunan Kürt Akademisi2ne dahi yolladım. Dönüşleri ise bunun sokak dili yazıldığı yönünde eleştiriydi. Bölgenin dilini biliyorum ama akademik anlamda çok eksiktim. Yazdıklarımı ise cesaret edip yapamadım. İleriye dönük düşünüyorum.

‘Yanan Külde Vuruldum’ kitabı 2020’de çıktı. İnternet üzerinden gayet ilgi gördü. Yüreğimiz birilerinin yüreğine dokundu. Demek ki bizlerin yaşadıkları onlarda da etki etti. Yazdığın, kitap olmayana kadar senindir. Kitaplaştıktan sonra senin değildir; kim kendini ne kadar onda görüyor ise onundur.

“MUSA ANTER’E SESSİZLİK CANIMI ACITTI VE YAZMAYA KARAR VERDİM”

-Musa Anter Destanı şiir kitabını yazma süreci nasıl gelişti?

Musa Anter’in ailesini tanırım ve iyi bir bağım vardır. Musa Anter’i tanıdıktan sonra annesi Fesla Ana, Musa Anter’i sadece bir dili olsun diye okula göndermiş. Bunu da bizzat ben yaşadım ve Musa Anter bende böyle doğdu. Musa Anter topluma mâl olmuş ve evrenselleşmiş biri. Ama ne Türk ne de Kürt halkında yeteri değeri gördüğünü, anlaşıldığını düşünmüyorum. Evet kendisi için besteler, şarkılar yapılmış, birkaç kitap yazılmış ama bana göre yeterli değildi. Bendeki Musa Anter, koca heykellerinin dikilmesi gereken biriydi. Musa Anter yaşamı çok uzak bir tarih değil. Onunla tanışmış, ekmeğini yemiş, bir şeyler paylaşmış insanların sessizliği biraz canımı acıttı. Acıttığı için de ne olursa olsun bunu yazmam gerekiyor dedim. Belki de yazdığım hiçbir şeydir. Ben hayatın teknik amelesiyim. Ama bu kadar tanıyan insanlar neden onu yazma gereği duymamış? Onu tanıyanlar, ‘belki de bu kadar hakkı olmalıydı’ diyebilmeli. Buradan yola çıkarak ‘Musa Anter Destanı’ kitabını yazdım.

“O HEP DESTAN OLARAK YAŞADI, DESTANSI ANLATILMALIYDI”

-Musa Anter hakkında kitaplar yazıldı, tiyatro oyunları oynandı. Siz ise onu şiir destan olarak yazarak bir ilki gerçekleştirdiniz. Destan ve 3 şiirden oluşan bu kitapta her bölüm için ne yol izlediniz? 

Niye destan denilebilir? Musa Anter başka bir dilde anlatılamazdı. Musa Anter hikaye olmaz, olamazdı. Çünkü, hayatı hep destan olarak yaşamış. Kimlik, ülke ve toplum savaşı vermiş. Zonguldak’ta maden ocağında ölen bir insanın feryadını gündeme taşımış, bir Kürt’ün feryadını da yazmış. O yüzden destan olmalıydı ve haddim olarak bunu becerebildiğim kadar yazabildim. Musa Anter’in bendeki izdüşümünü, hayatını, ailesinden duyduklarımı bu kitapta bir bütün ele almaya çalıştım.

Musa Anter Destanı kitabı toplam 3 şiirden oluşuyor. Kitapta bir ağıtla yola çıktım. Kızı Rahşan Anter anlatmıştı. Musa Anter’in mezarı başına gelen yakın bir arkadaşı ağıt yakıyor. Hem Allaha hem de Musa Anter’e isyan ederek neden öldüğünü soruyor. Oradan yola çıkarak ağıtı yazdım.

“KARŞIMA OTURTTUM VE SOHBET ETTİM”

Tabi tek bir şiirle, haddim olmayarak Musa Anter’i karşıma oturtarak sohbet ettim ve o günün koşullarına dair bir şiir yazdım. Üçüncü şiiri tamamen onun hayatı ile birleştirdim. Hayatı ölene kadar mahkeme salonlarında geçmişti. Ölmüş olsa da davaları halen sürüyor ve halen o mahkeme salonunda. Tekrar kendisini o mahkeme salonuna oturttum. Mahkemelerinden alıntılarını onun diliyle, yaşanmışlıkları ile işledim. Ben bir hakim olamadım ama yine de karşısına bir hakim oturttum ve mahkeme salonundan şehadetine kadar götürmeye çalıştım.

Bu çalışma 1,5 yılımı aldı. Musa Anter’i yazmak hem çok kolay hem de çok zordu. Ailesini tanıyor olmam o yönü çok kolaylaştırdı. Bu fikri ilk Mazlum Vesek vermişti ve kitabın editörü de o oldu. Yapamam diye bir çok kez vazgeçtim. Ona olan vefa borcu ve emeğine saygı bir yerimden tuttu ve beni salladı. Kötü de olsa bu çıkmalı dedim ve iyi ki çıkarmışız.

“KİTAP, BASILMAYA CESARET EDİLEMEDİ”

-Basım süreci nasıl gelişti? Zorluklar yaşadınız mı?

İlk yayın evi çıkartmak istediğini söyledi ve önümüze çok uzun bir süreç koydu. Kitabı Musa Anter’in ölüm yıldönümü olan 20 Eylül’e yetiştirmek istiyordum. Vazgeçtik. Başka bir yayın evine gönderdik. Onlarda burada bir değişiklik, şurada bir değişiklik yap diyerek basmaya cesaret edemedi. Musa Anter’i yazıyorsam bu Musa Anter gibi olmalı. Onun yaşamına, diline uymalı. Ondan kopuk bir şey yazarsam da bir anlamı kalmazdı. Oradan da geri çektik ve daha önce de çalıştığım Pupa yayınları bizleri kırmayarak kitabı bastı.

“MUSA ANTER DOKUNDUĞUM, HİSSETTİĞİMDİ”

-Son olarak bu ‘içe kaçmalar’ olarak tanımladığınız çalışmalarınız devam edecek mi? 

Aslında hepimiz yazıyoruz. En çok kendimiz ile konuşuyoruz. Dokunduğumuz veya bize dokunan her şeyin muhasebesini yapıyoruz. Böylece çoğalıyorsun ve buradan besleniyorsun. Sohbet esnasında küçük bir dokunuş tetikliyor. Dokunmadığım, hissetmediğim hiç bir şeyi yazamam. Musa Anter dokunduğum, hissettiğimdi. Bundan yazdım ve yazmaya devam edeceğim. Yazmadığım zaman kendimi eksik hissediyorum. Kendi içime kaçmadığım zaman eksiğim ve o kaçmalarımdan bir şeyler çıkarmaya devam edeceğim…

Ersin ÖZGÜL-İsmail SİVASLI/İZMİR

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak