Alevi Haber Ajansi

Reklam

‘Merkezi Diyanet kadar, yerel Diyanet haline gelen belediyelerle de yüzleşilmeli’-VİDEO

PİRHA- DAD İzmir Şube Yöneticisi Asil Benler, ‘yerel diyanetler’ diyerek tabir ettiği belediyelerin Alevilere ve cemevlerine ‘fetvalar’ vererek ciddi tahakküm ve bağımlılık ilişkileri geliştirdiğine vurgu yaparak, “Yerel Diyanet olan ve Aleviliğin üzerinde sopa kaldıran belediyelerin kendi siyasi menfaatleri, seçim odaklı politikaları ekseninde Aleviliğe yön vermek istiyorlar. Cemevlerine, ‘fetva vererek’ kendi politikalarının örgütleyicisi haline getirmek istiyorlar. Alevilerin çokça şikayetçi olduğu, bedelini ödediği Diyanet’ten kurtulmak adına söylemi, eylemi ve fikriyatı olduğu gibi; ‘yerel diyanetler’ ile de yüzleşecek bir söylem, eylem ve fikriyata da sahip olması gerekiyor. Bu olmadığı takdirde, belediyeler aracılığıyla kurulan ‘yerel Diyanetler’ Aleviliği kökten bir asimilasyona uğratıyor, başkalaştırıyor” dedi.

Alevilik, bin yılların birikimiyle beslenerek günümüze kadar taşınmış bir inanç. Alevi inancının ibadethanesi dağ, taş, ağaç, akarsu, çeşme, hane (ev) kısacası tüm coğrafya olsa da  günümüz dünyasında insanların bir araya geleceği, sorunlarını konuşacağı, sosyal ve kültürel aktarımların yapılacağı alanlar oluşturulmaya başlandı.

Reklam

Köylerde köylünün bir araya geleceği evde cem erkanları yürütülürken, şehirlere yerleşen Alevi toplumu inançlarının gereğini yerine getirmek için cemevleri inşa etmeye başladı.

1990’lı yıllarda Alevi yurttaşlar kendi imkanlarıyla aldıkları arsalarda daha sonra cemevleri yaptı. Günümüzde ise daha çok belediyeler veya merkezi hükümetlerin desteğiyle cemevleri inşa ediliyor.

Belediyelerin cemevleri yapılırken verdikleri maddi desteğin sonuçları da ağır olabiliyor. 25 Eylül 2021 tarihinde Isparta Cemevinin açılışında, belediye başkanının “Bu cemevini ben yaptım” diyerek provokasyon yapması belediyeler ve Alevi kurumları ilişkisinin yeniden gözden geçirilmesi gerektiği tartışmalarını beraberinde getirdi.

Peki cemevleri; asimilasyonun kıskancında olan, inanç merkezlerine ‘cümbüş evi’, ‘sosyal tesis’, ‘kültür evi’ denilen Alevi toplumunun; inançsal ve toplumsal ihtiyaçlarını karşılıyor mu?
Hükümet ve belediyelerle doğru bir ilişki kuruluyor mu? Alevi kurumları ve inanç önderleri cemevlerini inancın gereklerini yerine getirecek noktaya taşıyor mu?

Tüm bu soruları ve daha fazlasını Alevi kurum başkanlarına, yöneticilerine, inanç önderlerine ve yazarlara sorduk.

Demokratik Alevi Dernekleri (DAD) İzmir Şube Yöneticisi Asil Benler, Aleviliğin tarihsel süreci, kesintisiz devam eden iç ve dış asimilasyon politikaları, Alevi örgütlenmesinin tarihsel seyri, cemevlerinin güncel durumu, Alevilerin yerel yönetimler/siyaset ilişkisi ve çözüm önerilerine ilişkin sorularımızı yanıtladı.

“ALEVİLİK, KONUMLANMASI İLE DEMOKRATİK UYGARLIK TARİHİ İÇERİSİNDE CİDDİ BİR ÖZNEDİR”

PİRHA: Tarihsel bir olgu olarak baktığımızda sizce Alevi inancı bu topraklarda hangi tarihsel koşulların ürünüdür ve serüveni nasıldır? Tarihsel, inançsal, kültürel ve felsefi olarak yapısı nasıl oluşmuş ve kendisini nerede konumlandırmıştır?

ASİL BENLER: İnançsal ve toplumsal kimliklerin tarih içerisindeki oluşum süreçlerini değerlendirirken, bu kimliklerin tikel tarihleri kadar evrensel tarihin derinliklerinde dolaşarak oradaki bilgilerden beslenerek toplumsal kimliklerin oluşum süreçlerine ciddi dayanaklar bulmak şarttır. Böylesi bir çıkıştan sonra Aleviliğin tarih içerisindeki izlerini aramak için doğal topluma gitmenin şart olduğu açık bir şekilde ortaya çıkmaktadır. Tarihin, diyalektik esaslı yorumunu insanlık tarihi içerisinde irdelersek şöyle bir gerçeklik ortaya çıkar. Doğal toplum dediğimiz, neolitik değerler ile kendini var eden, anacıl toplum gerçekliği, komünallik, doğrudan demokrasinin ham hali diyebileceğimiz ahlaki-politik toplum gerçekliği üzerine bir konumlanma var iken; bunun anti-tezi olarak köleciliğin merkezi devletçi uygarlık olarak kent, sınıf, devlet üçlüsü ile kendini kurumsallaştırdığı ve bu doğal toplumun kendine özgü değerlerini gasp ettiği, yer yer kadını düşürerek toplumsallığı parçaladığı, parçaladığı oranda da kendine köle devşirdiği açık bir şekilde, gerek dönemin mitolojik gerçekliklerinde gerekse arkeolojik araştırmalarda kendini gösteriyor.

Kent, sınıf, devlet üçlüsü ile doğa, toplum ve kadın sömürüsüyle kendini örgütleyen merkezi devletçi uygarlığa karşı doğal toplum ve komünal özelliklerinde ısrar eden toplumsal güçler sınıfsallaşmaya karşı komünalliğinde ısrar eder. Yine devletleşmeye karşı doğrudan demokrasi dediğimiz kendi politikasında ısrar eden gelenek oluşturur. Merkezi devletçi uygarlığın kendisini oluşturduğu 5500 yıllık bir süreci var. Burada bir metafor kullanacak olursak; bir nehir akışının çatallanması ve bu çatallanma ile iki uygarlığın bir arada yürümesi, yer yer mücadelesi, birbirini bastırması ve yer yer kısmi uzlaşı halinde seyrini görmekteyiz. Alevilikte tarihin bir kesitinde bu demokratik uygarlık güçlerinden esinlenerek, onun yaratığı komünal ve kadın özgürlükçü değerlerden beslenerek çok açık şekilde kendi teolojisini, kozmolojisini ve felsefesini yaratarak kendini var kıldığı ve oluşunu bu temel değerler üzerinden gerçekleştirdiği net bir şekilde gözükmektedir. Aleviliği, tarih içerisinde bu değerler üzerinde tanımlayabiliriz. Demokratik uygarlık güçlerinin doğal toplum değerlerinin  temel karakteristik özellikleri olarak önümüze çıkan ahlaki-politik toplum gerçekliğinde ısrar etme, bundan ödün vermeme ve bunun için gerekirse direniş örgütleme gibi refleksler sergilediğini görüyoruz. Bu tarihsel süreç içerisinde direnen toplumsal zümrelere tabi ki Alevi ismini veremeyiz. Bu toplumları tümden Alevi olarak değerlendirmek kültürel milliyetçiliğe çıkar. Kimi Alevi aydın ve yazarlarda bu anlayışın geliştiğini görüyoruz. İnsanlık tarihinin henüz şafağında gelişen bu komünal değerlerden birçok toplumsal kimlik, etnisite, kabile, hatta mezheplerde faydalanmıştır ve bu değerler üzerinden kendisini inşa etmiştir. Sosyal yapısını da bu değerler üzerinden güne uyarlayarak yeniden üretmiştir.

“ALEVİLİK KENDİ TOPLUMSAL DÜZENİNİ POLİTİK OLARAK İCRA EDEN KONUMDA”

Alevilikte, tarihin belli bir kesitinde bu değerlere eklemlenerek kendi felsefesini bu noktadan inşa ediyor. Günümüz Aleviliğine yüzeysel bir bakış dahi atarsak bunun gerçekliğini görebiliriz. Doğal toplumun oluşum sürecinde anacıl toplum gerçekliğinden bahsetmiştik. Bugün Alevilik, ‘Erkek, dişi sorulmaz muhabbetin dilinde’ diyerek yolunu ana yolu ve hakikati olarak değerlendirmiştir. Aleviler, ziyaretlerini doğada, ibadetini doğaya dönerek ve güneşe dua ederek yapar. Aleviliğin bağrındaki bu ekolojik değerleri, doğaya bakış açısını ve kendisini doğanın bir parçası olarak konumlandırmasını bu örneklerden görebiliriz. Aleviler, oluşturduğu sosyal yapısıyla dış güçlerin, dış yönetimlerin gerek hukuk, gerekse yönetimsel süreçlerine kendini dahil etmeden kendi toplumsal düzenini hukuksal ve politik olarak icra eden bir konumda yer alıyor. Bunu cem ile, dar denen hukuksal sistemi ile yapıyor. Alevilik, bu konumlanması ile bariz bir şekilde demokratik uygarlığın tarih içerisindeki önemli öznelerinden biri olduğunu net bir şekilde ortaya koyuyor.

“ALEVİLİK, TEMEL İLİŞKİLERİNİ NAKIŞ İŞLERCESİNE BİRBİRİNE DOKUNARAK ÖRMÜŞTÜR”

PİRHA: Devletli uygarlığa karşı komünal değerleri bünyesinde yaşatan Aleviliğin örgütlenme tarihi seyri ve koşulları nelerdir? Cemevlerinin yapılması fikri hangi ihtiyaçlar temelinde doğdu? Cemevlerinin tarihsel arka planını aktarabilir misiniz?

ASİL BENLER: Zaman, mekan ve oluş bağlamındaki gelişen tartışmalar gerek felsefenin gerek bilimin çokça ilgili olduğu tartışmalardır. Alevilik doğa ile uyumlu ve buna göre mekanını inşa eden, demokratik uygarlığın zamanı diyebileceğimiz değerleri esas alan ve kendini bu noktada var eden inançsal bir kimliktir. Alevilik gerek dağ başlarında gerek tarım toplumunun kendini örgütlediği köylerde, kendi inanç sistemini ve sosyal yapısını inşa eden bir kimliktir. Ocak sistemi içerisinde kendi ekonomik ihtiyaçlarını rızalık temelinde, toplumsal sorunlarını ve çelişkilerini cemlerinde dar denen hukuksal sistemi ile çözmeyi esas almıştır. Gerek toplumun doğayla, erkeğin kadınla, gerekse insanın insan ile kurduğu ilişkilerin tahakküm geliştirmemesi bağlamında ilerlemesi için rızalık toplumu esaslı bir ütopya geliştirmiştir. Çelişkileri, çatışmaları bu en temel ilişkilerden en görünür ilişkilere kadar nakış edercesine birbirine dokunan, ören bir sanatkarlıkla ele almıştır.

“ALEVİLİĞİN KENTLERE UYUM SORUNU KAPİTALİST MODERNİTE İLE UZLAŞAMAMASIDIR”

Kendini bu şekilde örgütlemesinden sonra asimilasyon, inkar ve katliam süreçlerinden geçen Aleviler kentlere göç etmeye başlamıştır. Bir diaspora gerçeği vardır. Kentlere göç ile başlayan zaman, mekan ve var oluş sorunu tekrardan kendisini gün yüzüne çıkarmıştır. Sömürü sisteminin tapınakları metropoller, kapitalist modernitenin kendini en iyi örgütleyebildiği, tüketim toplumu yaratabildiği, toplumu, ekolojiyi ve kadını derinlemesine kırıma uğratabildiği alanlardır.

Aleviliğin zaman, mekan ekseninde kendini oluşturmasının kapitalist modernitenin kentlerinde bir çelişki ve çakışma yaratması başlangıçta Alevilik için olumlu bir değerdir. Bahsettiğimiz sömürü sitemine balıklama dalan, ona hemen uyum sağlayan bir gerçeklik aslında toplumsallıktan vazgeçmenin göstergesi olur. Aleviliğin, kentlerde örgütlenme sorunu yaşaması, uyum sağlayamaması ve kendini yeniden üretememesi, aslında dediğimiz değerlerin birbiri ile çatışmasının ayyuka çıkmasıdır. Aleviliğin kentlere uyum sorunu demokratik uygarlık güçleri ve kapitalist modernite güçlerinin birbiri ile uzlaşmaması, tıkanmasının da göstergesidir. Bu noktada Alevi göçü cemevlerini bir ihtiyaç haline getirdi denilebilir. Bahsettiğimiz arka plan ekseninde değerlendirirsek; Alevilik kentlerde kapitalist modernitenin zamanı, değerleri, algılarıyla mı yola çıkarak kendi mekanlarını inşa edecek? Yoksa tarihteki asıl özne olduğu demokratik uygarlık güçlerinin zaman ve mekan algısıyla mı kendini tekrardan inşa edecek. Tıkanan nokta burada oluyor. Yanlış yorumlar, yer yer modernist aklın peşine takılıp Aleviliği bu noktada tekrar inşa etmeye çalışan çabalar gelişiyor. Bu anlayış eski diye tabir edilen bütün geleneksel değerleri ‘gericilik’ diyerek terazinin bir noktasına koyuyor. Kapitalist modernitenin, batının toplumsal değerlerini ‘ilericilik’ olarak sunmasını büyük bir heves ile karşılayarak, Alevi değerlerini geride bırakıp bunlara sarılıyor. Bu Alevi camiası içerisinde ciddi bir yorumdur ve yüzleşilmekten imtina ile kaçınılan bir konu olarak durmaktadır. Böyle olunca bu inşa edilen cemevinin mimarisine, sembolize edilen kültürel değerlere ve toplumsal örgütlenmeye de yansıyor.

“ALEVİLİK, KENDİ SOSYAL YAPISINDA ISRAR EDEREK VAR OLABİLİR”

Sosyal yapısını kendi icra edebilen, kendisini yönetebilen bir ahlaki-politik gerçeklikten bahsettik. Ahlak derken de; kendisini kadın bedeni üzerinden telaffuz etmeye çalışan klasik ataerkil teorilerden bahsetmiyoruz. Aksine, kadın eksenli ve toplumun özgürlük yasası olan ahlaktan bahsediyoruz. Buradaki ahlak, toplumun politika icra ederken doğruyu, güzeli ve iyiyi arayışında hemen başvurabileceği, toplumun genel kabul ettiği etik diyebileceğimiz değerlerin topyekün bir vurgusudur. Bu değerlerden feragat ederek toplumu tamamen sembollere, modernizmin dayattığı tüketim toplumuna çeken, sembolleştirdiği oranda da özü kaybettiren sözde değerlere yöneltmek Aleviliği geride bırakmak oluyor. Biliyoruz ki post modern çağda kültürler dejenere ediliyor, erozyona uğratılıyor. Erozyona uğratıldıktan sonra da işçileşen, tüketim toplumu haline gelen ve yer yer kültürünü aklına getirip onun sembolik değerlerini yaşadığını sanan boyuta itiliyor. Halbuki böylesi yaşanılacak bir Alevilik yoktur. Kentlerin toplumları yutan ve atomize eden gerçekliği içerisinde Alevilik kendi sosyal yapısında ısrar ederek ancak var olabilir. Mürşit, pir, talip, musahiplik, kirvelik gibi birbirini ören, birbirine dokunan ve birbirinden sorumlu olan toplumsal gerçekliği ayakta tutarak ancak var olabilir.

“ALEVİ CAMİASI, MODERNİZMİN İLERİCİLİK GİBİ DURAN YANLARIYLA YÜZLEŞEBİLMELİ”

Katı bireycileşme, bu toplumsal gerçekliğe sırt dönme Aleviliğin tüketilmesidir, hatta Aleviliğin düşmanıdır. Alevilik ve Alevi camiası, önümüzde bir sorun olarak duran modernizmin ilericilik gibi duran yanlarıyla tekrardan yüzleşmeyi başarabilmeli. Bununla yüzleşmediğimiz takdirde ortaya çıkan sonuçların ne kadar Alevice olacağı, Aleviliği ne kadar yaşatabileceğini ve bizlerin ne kadar Alevi kalabileceğini tartışmalı kılan bir noktadadır. Bu noktaları tartışmazsak, boynumuza taktığımız kolyelerden veya türkü barlara sığdırılan temburlarımızdan yaşadığımızın Alevilik olduğunu sanacağız. Böylesi bir yanılsama ile yaşayarak aslında tarihsel köklerimizden uzaklaşarak tamamen kendi kabuğuna çekilmiş ve adı henüz konulmamış bir gerçeklikten bahsedeceğiz.

“MERKEZİ HÜKÜMET VE YEREL İKTİDARLAR CEMEVLERİNİN POLİTİKASINI BELİRMELEYE BAŞLADI”

PİRHA: Yasal statüye kavuşmamış cemevleri gerçekliği var. Değişik adlar altında açılan bu cemevilerinin (sosyal tesis, kültür merkezi vs) büyük çoğunluğu yerel yönetimler veya merkezi hükümetler tarafından yapılıyor. Cemevi yapım süreçleri ve sonrasındaki bağımlılık ve tahakküm ilişkilerini nasıl okuyorsunuz?

ASİL BENLER: Cemevlerinin yapım süreçleri ilk zamanlarda Alevilerin öz gücüne dayanarak kendi lokmalarıyla, katkı ve dayanışmalarıyla kurulduğunu tarihsel süreçten biliyoruz. Belli bir aşama sonrasında Alevilerin sol ve sosyalizmle ilişkilenmesinden sonra Alevileri sisteme entegre etme, bu hak arayışlarından mahrum bırakma ve oraya yönelmesinin önüne geçme adına gerek Diyanet eksenli merkezi hükümetler, gerekse de yerel iktidarlar bu konuya el atmıştır. Bu el atma durumu sonrasında cemevlerinin politikasını belirleyen hale gelmiş, yönetimleri kendi siyasetlerine yakın insanlardan seçerek belirlemeye yönelmişlerdir. Bu ciddi tahakküm ve bağımlılık ilişkileri geliştiriyor. Resmi olarak kabul edilmeyen, asimilasyonu fiziki ve kültürel anlamda süreç olarak işletilen bir inançtan bahsediyoruz. Resmi olarak tanınmayan bir inancın ibadet yerini ‘inşa eden’ egemenlerin, bu noktada çıkar ve faydalanma eksenli rol oynayacağının göstergesi haline geliyor.

“YEREL DİYANET OLAN CHP’Lİ BELEDİYELER CEMEVLERİNE FETVA VERİYOR!”

Özellikle Isparta Cemevinde gelişen tartışmalardan sonra cemevlerinin gündem haline geldiğini takip edebildik. Nedeninin ise, Isparta Cemevini inşa ettiğini söyleyen belediyenin AKP’li olması bariz şekilde gözükmesidir. Bu tartışma sürecinde haklı tepki ve eleştiriler oldu. Cemevleri haktır, Alevilerin ibadethanesidir ve amasız fakatsız tanınması gereken bir gerçekliktir. Isparta’da yaşanan bu sorun aslında yıllardır CHP’li belediyelerin olduğu yerellerde sessiz sedasız, bazen üstü örtülerek, bazen de Alevi toplumunun gözünün içine batırılarak hali hazırda yaşananlarla bağlantılıdır.

Şu noktada bir itiraz geliştirmek istiyorum. Cemevlerinin olduğu bölgelerdeki belediyelerin siyasi parti olarak CHP’nin elinde olması kimi Alevilerin sessiz kalmasına neden olmaktadır. Bu sessizlik, aslında çokça karşı çıktığımız bize zorunlu din derslerini, asimilasyonun çeşitli farklı politikalarını dayatan Diyanet’in yerel versiyonunun çok daha köklü bir şekilde içimize, hatta cemlerimize kadar sızacak şekilde bizler üzerinde tahakküm kurduğunun göstergesi haline geliyor. ‘Yerel Diyanet’ kavramı belki tartışmalı gelebilir, biraz değinmek gerekiyor. Bilindiği gibi Diyanet’in, esas aldığı dine fetvaları vardır. Onu icra edenler ve hocaları bu dinin mekanlarında bu fetvaların propagandasını yapar, örgütler. Yerel Diyanet diyerek Aleviliğin üzerinde sopa kaldıran yerel iktidarlar, belediyelerin nasıl işlediğini de gösterecek olur isek; kendi siyasi menfaatleri, seçim odaklı politikaları ekseninde Aleviliğe yön vermek istiyorlar. Cemevlerine, ‘fetva vererek’ kendi politikalarının örgütleyicisi haline getirmek istiyorlar.

“MERKEZİ DİYANET KADAR YEREL DİYANETLER İLE YÜZLEŞMELİYİZ”

Bu noktada ortaya çıkacak olanın Alevilik olmayacağı kesindir. Yüzleşmekten kaçınılan nokta birazda budur. Bu noktada gelişen durum, ‘Kemalizmi yayma vakıfları’ haline gelen cemevleri gerçekliğini ortaya çıkarmaktadır.

Merkezi iktidarlar, belediyeler tabi ki ‘vatandaşı’ haline getirdiği toplumlardan aldığı vergilerle ‘hizmet’ yapıyorlarsa yaparlar. Karşılık bekleme gibi bir durumda olmamaları gerekir. Aleviler, bu tahakküm ilişkilerinden sıyrılmak için kendi güçleriyle, dayanışmalarıyla ibadethanelerini örmelidir. Alevilerin çokça şikayetçi olduğu, bedelini ödediği Diyanet’ten kurtulmak adına söylemi, eylemi ve fikriyatı olduğu gibi; ‘yerel Diyanetler’ ile de yüzleşecek bir söylem, eylem ve fikriyata da sahip olması gerekiyor. Bu olmadığı takdirde merkezi Diyanet’e karşı her Alevi de bir bilinç gelişiyor, ama belediyeler aracılığıyla kurulan ‘yerel Diyanetler’ Aleviliği kökten bir asimilasyona uğratıyor, başkalaştırıyor. Ortaya çok farklı sorunlar çıkıyor. Alevi toplumunu bölmeye varacak noktalarda sorunlarla yüz yüze geliyoruz. Bunların hepsi ile toptan yüzleşmek, cemevlerini kendimiz yapabilecek örgütlülüğe kavuşmak, kendi felsefemizle birlikte yolumuzu icra edecek bir dayanışma ağını örebilmemiz gerekiyor. Bu olmadığı sürece de merkezi ve yerel Diyanetler Aleviliğe ‘fetva’ vermekte ve orada Aleviliğin inkarı gelişmektedir.

“KALDIRILAMAYAN CENAZELER; PİR SULTAN, ŞEYH BEDRETTİN VE SEYİT RIZA GERÇEKLİĞİDİR”

Bahsettiğimiz ‘yerel Diyanetlerin’ fetva gerçekliğini örnekler ile güçlendirecek olursak; toplumsal değerler adına bedel ödeyen insanların cenaze erkanları kimi cemevlerinde ‘gönüllü’ olarak kaldırılmamaktadır. Aslında orada kaldırılmayan Pir Sultan’ın, Şeyh Bedrettin’in, Baba İshak’ın ve Seyit Rıza’nın gerçekliğidir. Çünkü; bunlarda aynı değerler için bedel veren, toplumsallığın özgürlüğü temelinde mücadele eden insanlardır. Buda, verilen ‘fetvaların’ ne kadar etkili olduğunu gösteriyor. Bahsettiğimiz bu tahakküm ilişkileri oturduğu noktada, cemevlerinin artık bir ibadethane misyonundan çıkartıldığını, hangi siyasi partinin etkinliği varsa artık onun ilçe örgütü, temsilciliği gibi çalışan bir boyuta indirgeniyor. Bir bütün olarak Aleviliğin geride bırakıldığı ve yaşatılmak istenilenin tamamen asimilasyon siyaseti olduğu bariz şekilde görülüyor.

“ALEVİLİĞİN ÖZEL GÜNLERİ MEVKİ-MAKAM SAHİPLERİNCE SİYASİ ŞOVA ÇEVRİLİYOR”

Bu tahakküm ve bağımlılık ilişkilerine en güncel olarak verilecek örneklerden birisi de aşure törenleri ve Aleviliğin özel günleridir. Kimi belediye başkanları, makam-mevki sahipleri, şöhretli insanların gelerek bu özel günlere katılması, orayı siyasi şova dönüştürmesi bu bahsettiğimiz gerçekliğin en temel örneklerinden birisidir. Bizler, Alevilik gibi sözlü tarihe sahip olan bir inancın mensupları, dönüp tekrar tekrar bakmamız, okuyarak üzerine yoğunlaşmamız gereken bir mitolojiye sahibiz. Buda Kırklar Meclisi mitolojisidir. Alevilik, Kırklar Meclisi mitosunda peygambere bile nişanını attırmış ve nişanını attırdığı oranda da toplumsal ünvarlarından soyutlayarak Can olarak kabul etmiştir. Peygamberin bile toplumsal unvanını dışarıda bıraktırarak Can olarak kabul eden bir inancın böylesi özel günlerinin belediye başkanlarınca, makam-mevki sahiplerince şov aracı haline getirilmesine izin vermemeli, karşı çıkmalıyız.

“SÜREKLER MERKEZİLEŞTİRİLEREK KONTROL ALTINA ALINMAYA ÇALIŞILIYOR”

PİRHA: Alevilerin hali hazırdaki siyaset ilişkisi ve demokratikleşme çabaları hangi aşamadadır? Alevilerin siyaset ilişkisi nasıl olmalıdır?

ASİL BENLER: Aleviliğin gerek içsel gerekse dışsal olarak egemenler tarafından merkezileştirme gibi bir sürece sokulmak istendiği okunabiliyor. Bir süreği merkez seçip diğer sürekleri oraya bağlama gibi içsel bir çaba var. Dışarıdan da basına yansıdığı kadarıyla Alevi Diyanet Başkanlığı gibi bir girişim söz konusu. Hedeflenen nedir dersek, özgünlükler barındırmakla birlikte benzer yorumlar yapabiliriz. Alevilikte bilinen en temel sözlerden biri, ‘Yol bir sürek bin bir’ sözüdür. Bin bir süreğin aynı yolu izlediği bir noktada, bu özgün yapısı hegemonyaya açık değildir. Bu yapıyı bir araya getirerek merkezileştirmek, merkezileştirdiği oranda da o merkezi işbirlikçileştirerek kontrol altına alma gibi bir çaba var. Bu yöntemle sisteme yedeklenmek isteniyor.

“ALEVİLİĞİN KENDİ SİYASETİNİ İCRA ETMESİ EN TEMEL SAVUNMASIDIR”

Cemevleri ve siyaset ilişkisinde tehlikeli olduğunu düşündüğümüz bir nokta var. Buna kimi aydın ve yazarlarda düşüyor. Özellikle birçok Alevi, kurum yöneticisi Pir Sultan’ın bilindik bir deyişinde geçen, ‘Siyaset günleri gelip geçmeden açılın kapılar şaha gidelim’ sözünden kendine dayanak bularak, ‘İşte Pir Sultan bile siyasete karşıydı’ diyerek kendilerini ifade etme gibi çaba içerisine giriyorlar. Halbuki Pir Sultan’ın yaşadığı dönemde siyaset kavramının idam ile eşdeğer olduğunu ufak bir araştırma ile bilince çıkarabiliyoruz. Pir Sultan, bu yok ederek sömürü ilişkilerine çeken, toplumsal kültürümüzü asimile eden siyasetten ‘kaçması’ aslında Aleviliğin en büyük siyasetidir. Biz, buradan siyasetsizliği değil, Alevi siyasetinin doğru tanımını çıkarmalıyız. Pir Sultan’ın bu tanımı bahsettiğimiz inkara, asimilasyona ve idama çeken siyasetin Seyit Rıza’ya da bedel ödettirdiğini hepimiz biliyoruz. Seyit Rıza, barış için eşitlik düzeyinde bir müzakereye çağırılıyor. Sonucu idamla biten bir bedel ödetiliyor. Aleviliğin bu siyasetten kaçması aslında Aleviliği koruma anlamında bir savunmadır. Ama Aleviliğin kendi siyasetini, kendi politikasını icra etmesi de Aleviliğin en temel savunmalarından biridir.

“ALEVİLİĞİ SİYASETTEN SOYUTLAMAK EN BÜYÜK ASİMİLASYON SİYASETİDİR”

Peki bu nasıl gelişiyor? Alevilik kendi politikasını, ahlakını kendi cemlerinde ördüğü sosyal yapılarla icra eden bir gerçeklikte duruyor. Bu gerçeklikten feragat ettiğimiz noktada Aleviliğin toplumsal örgüsünü reddetmiş oluyoruz. Toplumsal örgüsünü reddettiğimiz noktada Alevilik ulus-devletleşmelerin klasik ‘vergi mükellefi vatandaşları’ haline gelir ve oranın hukuku, yönetimi ile temas kurarak tamamen ona eklenir.  Halbuki Aleviliğin böyle bir yorumu yok, bu yorum içerisinde kendine yer açacak noktada değildir. Bu olur ise geriye sadece semboller kalır. Alevilik, bunların hepsinin karşıtında kendi toplumsal politikasını icra eden, kendi kendine yeten ve sorunlarını kendisi gideren bir siyasete sahip. Aleviliği bu siyasetten soyutlamaya çalışmakta bahsettiğimiz en tehlikeli asimilasyon siyasetine çıkar.

“HERKESTEN ÇOK ALEVİLERİN DEMOKRATİK SİYASETE İHTİYACI VAR”

Cemevlerinde çokça karşılaştığımız, ‘Burası siyaset yeri değildir’ söylemi aslında kültürel soykırıma yatırılmış bir inanca ‘bıçağa boynunu uzat’ demektir. Aleviliği herhangi bir siyasetin arka bahçesi haline getiren, kariyeri için kullanan şahsiyetlerin önüne geçmek amaçlı bunların karşısında siyasi bir örgü kurarak Aleviliğin siyasetinin ne olması gerektiğini tartışmalıyız. Herkesten çok belki de Alevilerin demokratik siyasete ihtiyacı vardır. Toplumsal bellekten aldığımız güçle tekrardan bu sorunların üzerine gitmeliyiz. Siyaset ile kurduğumuz ilişkinin Aleviliğe kazandıran ve Aleviliğin var olma mücadelesini desteleyen bir noktada tekrardan örmemiz gerektiğine inanıyorum.

“SEYİT RIZA’NIN SÖZÜ, ALEVİ DEMOKRATİK SİYASETİNİN ANEKTOTUDUR”

Aleviliğin toplumsal taleplerini ve kurumlarını bireysel kariyer olarak kullanan insanları açıklayan tarihsel bir anlatımız var. Bu Hızır Paşa gerçekliğidir. Alevi toplumu içerisinde yaşayan Hızır Paşa devlette önemli bir görev almak için Pir Sultan’dan izin almak istiyor. Pir Sultan da tebessüm ederek, ‘Sen Ankara’ya vali olursan gelir önce beni asarsın’ diyor. Bunun olmayacağına dair bir şeyler söylüyor ve belli bir zaman diliminden sonra Pir Sultan’ın deyimi gerçekleşiyor. Kendi pirine, kendi toplumuna karşıt bir konuma geliyor. Bir diğer örnek ise Seyit Rıza’nın idama giderken söylediği ve gerçekten bir perspektif olarak önümüzde duran sözlerdir. Bu kandıran, halkları ayartan, toplum kırıma uğratan ve kendi toplumsal politikasından feragat etmeye yönelten siyasete karşı, ‘Ben sizin yalan ve hilelerinizle başa çıkamadım bu bana dert oldu, ama bende sizin önünüzde diz çökmedim buda size dert olsun’ diyerek bir çıkış yapıyor. Başlangıçtaki yalan ve hile egemen noktadaki siyaseti belirtirken, diz çökmeyen Seyit Rıza gerçekliği de Alevi demokratik siyasetinin politik arka planını önemle vurgulayan anektotlar oluyor. Bu noktada yorumlarımızı tazelemeli ve demokratik siyasetimizi gerçekleştirerek tekrardan varlık-yokluk mücadelesini doğru temelde sürdüren hale gelmeliyiz.

“LAİKLİĞİN YERİNİ ULUS-DEVLET VE MİLLİYETÇİLİK ALIYOR”

PİRHA: Buradan devamla ‘laiklik’ kavramı üzerinde biraz durabiliriz. Alevilerin, soykırımlardan kurtulmak adına ‘laiklik’ kavramına sarılması ve sonrasında ulus-devletin yoğun politik saldırıları ile birlikte içerisine çekilmek istendiği ‘milliyetçilik’ bataklığını nasıl değerlendirilmeli? Bu milliyetçilik bataklığının Alevi toplumuna ve kurumlarına yansıması ne şekilde olmuştur?

ASİL BENLER: Laiklik kavramının, aydınlanma dönemi zihniyet değişimlerinden sonra toplumların gündemine geldiği, Fransız devrimi ile biraz daha derinlik kazandığı ortaya çıkmakta. Ortaya çıktıktan sonra halkların ve egemenlerin laikliği farklı ele aldığını tarihteki araştırmalarımızdan gözlemleyebiliyoruz. Özellikle, Türkiye’de eksik bırakılarak çarpıtılan, Diyanet ile at başı yürütülen laikliğin tarihsel kökenini araştıracak olur isek şu gerçeklik ortaya çıkacaktır. Ruhban sınıfıyla, feodaller ile hesaplaşmaya tutuşan burjuvazi sınıfı laikliği temel bir dayanak haline getiriyor. Bunu da söylem olarak halklara sunuyor ve bu bir karşılık buluyor. Burjuvazi, egemen konumda ki kendisine meşruluk kazandırmak adına laikliği çok fazla kullanan bir sınıf olarak karşımıza çıkıyor. Din ve devlet işlerinin birbirinden ayrılması olarak klasik bir tanıma tabi tutulan laiklik, bu noktada din ve devletin oluşturduğu ve Ortadoğu’daki ismi şeriat olan iktidar gerçekliğini parçalayarak dinin yerine ulus-devleti getiriyor. Din ve devletin işlerini ayırdığını iddia ettiği noktada ulus ve devleti bir araya getiriyor ve din yerine de milliyetçiliği geçer akçe haline getiriyor. Bu noktada burjuvazinin örgütlediği kapitalist modernitenin, dini milliyetçilik ve tanrısı da ulus-devlet haline geliyor.

“ALEVİLİK ‘LAİKLİK’ İLE ULUS-MİLLİYETÇİLİĞİNE ÇEKİLMEK İSTENDİ”

Çok kaba bir metafor olarak görülebilir ama;  bunun ibadetlerinin de ulusal marşlar, kutsal günler, anmalar vs. ile icra edildiğini görebiliyoruz. Artık insanlara buyuran, motive eden ve manevi yanlarına dokunan yanlar din olmaktan çıkıyor ve yerine millet, ulus denen kavramlar oturtuluyor. Laikliğe bu kadar sarılan burjuvazinin ulusal pazar yaratıp ve bu ulusal pazara milliyetçikle beslediği laiklik birlikteliği ile hakim olma çabası var. Bu pazarda, dinden boşalttığı yeri milliyetçilikle örüyor, milliyetçilik ile de kendisine ulusal sınırlar kuruyor ve bu sınırların hakimi haline gelerek kendisine bir pazar inşa ediyor. Tabi ki dinden de tamamen vazgeçmiyor.

Türkiye ölçeğinde laikliği değerlendirir isek; Diyanet ile at başı yürütülerek aslında dinin toplumlar üzerinde kullanılmaya çok müsait olan bir araç görüldüğü için her zaman yanı başında tutuluyor. Aleviliğin laiklik ile kurduğu teması bu noktada değerlendirmek gerekir. Alevilik, halifelik ve şeriat ile yönetildiği söylenen düzenlerden çok çekti. Fiziki soykırımlardan, katliamlardan geçirildi. Alevilerin bundan kurtulmak adına laiklik söylemine sarılması başlangıçta haklı bir sürükleniştir. Burada Aleviliğin laiklik ile birlikte milliyetçilik zehrine çekilmek istendiği nokta çok tehlikedir. Hatta üzeri örtülmek istenen ve atlanan bir noktadır. Evet, Alevilik şeriattan sıyrıldı ama laiklik ile birlikte egemen ulus milliyetçiliği yani Türk milliyetçiliğine çekilmek istendi. Çünkü, laikliğin sahibi olarak görülen politik yapılar aynı zamanda milliyetçiliğinde sahibiydi. Bununla kurulan temaslar sonrasında Aleviliğin en bilindik teması olan, ’72 millete bir nazarda bakan’ karakteristik özelliği bu noktada zehirlenmeye neden oldu. Bu zehirlenme cemevlerine, Alevi aydınlarına, topluma yansıyarak ciddi bölünmelere neden oldu. ‘Yol bir sürek binbir’ dediğimiz noktada sürekleri de ‘bire’ indirgeyen pratikler açığa çıktı. Cemevleri, Aleviliğe inanmış bir ulusal gerçekliğin sembolleri ve onun değer atfettiği şahsiyetlerin resimleri ile süslendi. Ama, Aleviliğe inanmış diğer ulusal sürekler buralarda kendini bulamamaya başladı ve buralardan zaman zaman uzaklaşarak, zaman zaman ise kendisinin orada eridiğini hissetmeye başladı. Bu noktalar ile de yüzleşmek gerektiğine inanıyorum.

“ALEVİLİK  MECLİSLEŞEREK DEMOKRATİK SİYASETİNİ ÖRGÜTLEMELİ”

PİRHA: Tüm bu sohbetlerimiz ve söyledikleriniz üzerinden Alevilik kendi sözünü ve kendi özgün siyasetini yürütüp tekrar toplumsallığını nasıl inşa edebilir sizce? Çözüm önerileriniz nelerdir?

ASİL BENLER: Çözüm önerileri konusunda birkaç şey vurgulayacak olursak; zaman, mekan ve oluş ekseninde bir değerlendirmeye tekrar gitmek gerekiyor. Bu eksenli bir değerlendirmeye gittiğimizde Aleviliğin kendi kökleri, ayakları, edep ve erkan ölçüleri üzerinde tekrardan ‘yaşanan bir Alevilik’ durumuna gelmesi için göze çarpan ilk çözüm önerisinin toplumsal mekanlarımıza tekrar geri dönüş olması esaslı olduğu açığa çıkıyor.

Ziyaretlerini, ibadet mekanlarını ve kendi coğrafyasını arka planda bırakan ve metropollere göç eden Alevilerin ilk önüne koyması gereken şeyin toplumsal mekanlarına geri dönüşün olduğu bariz görülüyor. Toplumun bir bütün bunu yapabilecek durumda olmadığı söylenilebilir. Diğer boyutta çözüm önerisi diye sunabileceğimiz bir diğer şey ise Alevilerin konfederal örgütlenme ile meclisleşerek bunu sokağına, ibadethanelerine, ilçe ve il düzeyine taşıyarak, aşağıdan yukarıya doğru tersten piramit şeklinde örerek,  kendisini ifade edecek öz yönetim ve demokratik siyaset modellerine taşırması gerekiyor. Bu olmadığı noktada ulus-devletlerin ‘vatandaş’ tanımları içerisinde bireycileşen, toplumsal kültürleri yutan bir noktada Aleviliğin yaşam şansı bulmasının söz konusu olmadığı gerçekliği ile yüz yüze geleceğiz. Bu sorunda Aleviliği eritmeye devam edecek. Alevilik kendi ocak sistemi, mürşit, rehber, pir, talip, musahip ve kirvelik gibi toplumsal örgüsüyle işleyen bir sistemdir. Bu sistemi bir dakikalığına bile boşlamak Aleviliğin kendisinden vazgeçmek anlamına geldiği için tekrardan yüzümüzü bunlara dönerek, meclisleşerek, kentlerde yaşam hakkımızı savunacak dayanışmayla rızalık esaslı, kadın eksenli, ekolojik bir örgütlenmeyi önümüze koymalıyız.

ERSİN ÖZGÜL/İZMİR

İLGİLİ HABERLER:

1-‘Alevi hareketi Alevilik ve siyaset ilişkisini belirlemeli; Alevi meclisi oluşturulmalı’
2-‘İçinde talip olamadığımız cemevleri gerçekliği ile karşı karşıya kaldık’
3-‘Türkiye’de bugün ne kadar cemevi varsa yasadışı ve gecekondu statüsündedir’
4- ‘Aleviler sistemli bir politikayla kontrol altına alınmak isteniyor’
5- ‘Neden bu kadar çok cemevi var, neden içinde Alevi az?’
6-‘Alevilerin devlete olan hizmetlerinin iki torba çimentoyla eş tutulması zulümdür’-VİDEO
7-‘Artık yönümüzü kendi öz gücümüz olan talip hanelerine çevirmeliyiz’
8-‘Alevilerin kendi cemevlerini yapabilecek güçleri vardır’
9-‘Alevilerin sorunu anayasaldır, çözümü de meclistir’
10-‘Cemevleri koz haline geldi; Alevilerin özgürleşmesinin önü kesilmek isteniyor’
11-‘Alevi kurum yöneticileri, Alevilerin menfaatini koruyan çizgide siyaseti kurmalıdır’
12-‘Cemevleri binaları kutsanmamalı; hiyerarşiyi reddeden yatay örgütlenme yapmalıyız’
13-‘Tekke ve Zaviyeler Kanunu kaldırılmadan Alevilik tanınmaz’
14-‘Aleviliği derneklere sığdıramayız, yozlaştırır’
15-‘İktidarın bir elinde havuç, bir elinde sopa politikasına biat etmemeliyiz’
16-‘Mücadelemizin yegâne amacı sadece cemevlerinin ibadethane olarak kabul edilmesi mi?’
17-‘Büyük binalarla inancın ihtiyaçlarını ya da sorunlarını çözemeyiz’

Reklam

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak