PİRHA- Maraş, 1978…Sokaklar yangın yeri. Tüm ayrıntılarıyla organize edilmiş, siyasilerce desteklenen vahşi nedensiz bir saldırı. Hiç bir şeyden haberi olmayan Aleviler en yakın komşusundan gelen ihanetle vahşice katledildiler. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk, bebek…Zulüm Maraş’taydı. Katliamın tanıklarından Sevim Polat, 40 yıl önce yaşadıklarını PİRHA’ya anlattı.
İnsanların yakıldığı, parçalandığı; çocukların tekmelerle yuvarlandığı, hatta anne karnındaki bebeklerin bile kurşunlandığı bir katliam. Türkiye tarihinde yaşanan ne ilk ne de son vahşet Maraş Katliamı.
Maraş, 1978, sokaklar yangın yeri. Tüm ayrıntılarıyla organize edilmiş, siyasilerce desteklenen kalleş ve nedensiz bir saldırı. Hiç bir şeyden haberi olmayan Aleviler en yakın komşusundan gelen ihanetle vahşice katledildiler. Genç, yaşlı, kadın, erkek, çocuk, bebek… Yürekleri dağlayan acılar… Ölüm, alevler, yıkım, sürgün, şiddet, yağma, ihanet, korku… Zulüm Maraş’taydı. Canlarını kurtarabilenler şanslıydı. Zira evleri, malı, mülkü talan edilmeyen bir Alevi kalmamıştı Maraş’ta.
Pek çok alanda, siyasilerin beslenebileceği unsurlar yaratabilmek için iki kutuplu bir toplum hedeflenmiştir. Kin ve nefret tohumları ekilerek hep bir kesim hedef gösterilmiş; ötekileştirilip, sindirilmeye çalışılmıştır. Alevi-Sünni, sağ-sol en çok kullanılan ayrımlar olmuştur. İşte hedeflenen bu kutuplaştırmanın ne kadar ileriye gidebileceğinin en çarpıcı örneklerinden biridir Sevim Polat’ın yaşadıkları. Komşu komşuyu kesmiş, çocuk yaşlı demeden kıyım gerçekleşmiştir. Aslında tüm dinlerin barış, sevgi ve kardeşliği öğütlediği bu dünyada neden din bir saldırı aracı olmuştur? Tek bir sebebi vardır aslında, cehalet! Bir halkın kışkırtıcı söylemler, provokatif planlar ile gözü kapalı bir şekilde gerçekleştirebildiği bu vahşet, cehaletin ne denli tehlikeli ve kullanıma açık olduğunu gözler önüne seriyor. Sevim Polat’ın da işaret ettiği gibi, cehalet bu çirkin lekenin, bu korkunç kıyımın baş aktörüdür.
Cenazelerini kaldırmak için toplanan metanetli kalabalığa tarifi imkansız acılar yaşatmak için tüm caniliğiyle örgütlenen bir güruhun saldırısıyla başlıyor bu kara vahşet. Olaydan habersiz olan Alevileri tamamen hazırlıksız yakalamak amaçlandığı için tüm çalışmalar gizli yapılmıştı. Bir anda cenazede taşlı, sopalı grubun saldırısına uğradılar. Saldırıdan kurtulanlar Yörükselim’e götürüldü. Dışarıda kıyım tüm sıcaklığıyla cereyan etmekteydi. Bu yaşananların ağır bilançosu çok sonra öğrenilecekti.
“KIZILBAŞIN BİRİ EKMEK SANDIĞIN İÇİNDE”
Sevim Polat ve ailesi o kadar büyük bir savaş, tehdit içinde ki; kendi kardeşlerine, kendi evlatlarına ulaşabilmek için birkaç gün beklemek zorunda kalıyorlar. Çocuklarının canını korumaya çalışan babası için “Kızılbaşı öldürün” naraları duyuluyor. Nasıl bir çaresizlik, nasıl bir yangın yeri? Malını, mülkünü tüm mağdurlar unutmak zorunda kaldı. İnsan kendini, kendi kanını canını zor kurtarabilmişken yıllarca uğraşıp didinip yaptığı malını, mülkünü önemsemiyor tabii. Ama yaşamak, sadece yaşamak için harcanan bunca emek, rızk ne uğruna hiç oluyor? Neye güvenerek hayata tutunulabilir ki bunlardan sonra?
Sevim Polat’ın akrabalarını, aşını, ekmeğini paylaştığı komşuları sırtından vuruyor; “Kızılbaşın biri ekmek sandığının içinde.” İnsanlığın durduğu, hayret verici bir nokta. En acısı belki de en yakınından en beklemediğinden gelen bir saldırı olsa gerek. Sadece komşularıyla sınırlı değil tabi bu ihanet. “Bir şehrin yüzde ellisi işin içinde” diyor Sevim Polat. Bu, korkunç bir tablo. Kin ve nefretle örülmüş korkunç bir vahşet.
GÜNAHLAR TOPLUCA İŞLENDİ
Sevim Polat ile akrabalarının olduğu evden bir tek beş aylık bebeği ile sağ çıkan kuzeni, katliamdan sonra davayı takip etmek için Maraş’ta bulunuyorlar. Baltayla kocasını öldüren cani hala sokakta elini kolunu sallayarak dolaşıyor. Bir insanın bundan utanmamasının tek sebebi bu günahın topluca işlenmesi olsa gerek.
Vicdanı rahat etmeyen bir kayınvalide damadını ifşa ediyor, bu olaylardan sonra. Damadının evinde bir ev dolusu caninin silahlandığına, örgütlendiğine şahit oluyor. Kim bilir duymadığımız, günümüze ulaşmayan, gizli kalmış daha nice toplantılar yapılmıştır?
Sevim Polat aslında bu cahil halkın bir maşa olduğu kanaatinde. Kimse ne yaptığını, niye yaptığını bilmiyordu. Ama olan oldu, yürekler dağlandı kor ateşlerle. “Böyle cahil insanların kurbanı olduk” diyor Sevim Polat. Barış ile gittiğin insanlar gün geliyor sana savaş açabiliyorlar. Dün yardımını aldıkları bir aileye, kimseye hiçbir zararı dokunmadığı halde, ertesi gün taşla, benzinle, odunla, baltayla saldırıyorlar.
MARAŞ BİR VAHŞET ZİNDANI; GİRİŞ YOK, ÇIKIŞ YOK
Sevim Polat’ın anlattıklarında polislerin ortadan tamamen kaybolduğunu görüyoruz. “İlk gelen asker üç hilal bayraklarını cemselerinin üstüne takıp, onlar da Alevilerin üstüne yürüdü.” Askerin ilk etapta saldırının yanında yer alması cani hareketi daha da yüreklendirdi. İş işten geçtikten sonra, olan olduktan sonra ise askerin “yardıma geldiğini” görüyoruz.
Kurandan ayet okuyamayanları diri diri kireç kuyularına atıyorlar. Sevim Polat’ın bu utanç kuyularından geçen, Kuran’ı hatmeden bir hacı olan akrabasını daha iyi bir Kuran bilgisi olduğu için yine kireç kuyusuna atmakla tehdit ediyorlar.
Bu katliamı bizzat yaşamış olan, 9 akrabası öldürülen gencecik bir kız o dönem Sevim Polat. Öldürülen öğretmen Hacı Çolak’ın akrabası. Neleri geride bırakmak zorunda kaldıklarını, ne koşullarda canlarını kurtarabildiklerini, Alevilerin yaşadığı ihaneti, onlara yapılan insanlık dışı muameleyi tüm çıplaklığıyla anlatıyor.
İsterseniz olayların başına dönelim. 2 öğretmenin öldürülmesi ve sonra gelişen olaylar. Aynı zamanda öldürülen öğretmenlerden Hacı Çolak akrabanız.
Olayı başından anlatmam gerekirse; biz Maraş’ta kimseye zararı olmayan, kendi halinde, onlara nazaran biraz medeni yaşıyorduk galiba. Hiç fark etmedik yani nasıl hazırlandılar, bu olay nasıl gelişti. Demek ki içimizden bir kişi şüphelenmedi, biri fark etseydi birbirimize haber verirdik zincirleme. Bu olay da doğmazdı. 2 öğretmen öldürülmüştü. Öldürülen öğretmenlerden bir tanesi çok yakın akrabamızdı. Biz evden onun cenazesine gittik. Yani bir cenaze haberi duyduğunuz zaman evi emniyete alayım, bir hazırlık yapayım diye çıkmazsınız. Zaten annemle babam Almanya’da çalışan işçilerdi. Henüz 2 sene olmuştu döneli. Kardeşlerim küçük. Evin en büyüğü benim. Bir akşam annemin kuzeni, “Hacı Çolak vurulmuş” diye haber verdi. Hava kararmak üzereydi. Annem panikle hazırlandı. O arada bana öldüğünü söyledi. Annemi, “yaralı” diyerek götürdü.
O zaman kaç yaşındaydınız?
Ben de 20 yaşında genç kızım. Ben de üzüldüm tabii. Onların peşine takıldım. Evde de küçük kardeşlerimin hepsini bıraktık, geri döneceğiz ya cenazeden evimize. Gittik Yörükselim Mahallesi’nde devlet hastanesine. Hastanenin önü kalabalık, gençler ateş yakmış. Orada bekledik. Öldüklerini haber aldık. Ondan sonra cenazeyi götürmek için Maraş Ulu Cami’ye götürdük. Ulu Cami’nin önünde kıyamet koptu. Yani evlerin pencerelerinden tüpler, taşlar, kiremitler, sopalar, sokak aralarından sürüyle insanlar, bir anda neye uğradığımızı şaşırdık, cenazeyi kaçırdılar. O esnada aile birbirini göremez oldu. Kıyamet koptu. O esnada askeri cemseler geldi. Askeri cemseler bizi aldı Yörükselim’e, Alevi mahallesine götürdü. Yine bizim düşüncemiz “o an siyasi bir tavır takındılar, bir olay patladı ama ertesi gün herkes evine dağılacak, bu olay bitecek” diye düşünüyorsunuz. Ama öyle olmadı. Biz gittiğimiz yerde kaldık. Evimize de gidemedik. Kimse bir yere kımıldayamadı.
Ya kardeşleriniz, onları evde bıraktığınızı belirtmiştiniz?
Gelen duyumlar; her mahallede evlerin yakıldığı, insanların öldürüldüğü ama her sokakta bir insan sürüsü akıyor. Bu kadar insanın nereden geldiğini de algılayamıyorsunuz. İşte önceden yapılan hazırlıklar. Sonra 3 gün biz eve gidemedik. Orada benim 3 küçük, onlardan büyük olan yani benden birkaç yaş küçük olan 2 kardeşim bir şekilde gelmişti. Diğer kardeşlerim evde kalmışlardı. Babam bir şekilde saklana saklana gitti yani “öldürdüler mi, evi yaktılar mı ?” diye. Eve yaklaştığında babamı koymamışlar, bir asker engel olmuş. İşte oradan saldırmışlar “Kızılbaş’ı öldürün”. Daha ev yanmamış ama asker müdahale etmiş “eğer yaklaşırsanız hepinizi tararım diye”. Babam geri eve döndü. Babam döner dönmez eve saldırıyorlar, evi yakıyorlar. Yani yakmıyorlar; bitişik nizamda müstakildi ev, bitişiğimizdeki Sünni olduğu için, Maraş’ın yerlisi olduğu için, onun evine intikal eder diye bizim eşyalarımızı yağmalıyorlar, dışarı çıkarıp bir kısmını götüremediklerini yakıyorlar. Kardeşlerimi bitişik komşu alıyor, saklıyor, bildiğiniz sandığa saklıyor.
“KIZILBAŞ’I ÖLDÜRÜN”
Kardeşlerinizin o ailede olduğunu fark etmiyorlar mı?
O arada, işte onların evlerine hücum ediyorlar; “Açın, çocukları verin, asacağız, keseceğiz” diye. Kadın ikna ediyor, onları inandırıyor; “askere teslim ettim, bende çocuk yok” diye. Birkaç gün sonra, İstanbul’dan akrabamız vardı, astsubay, o bir askeri cemseyle bizi merak edip gelmişti. Onunla birlikte ben cipin içine saklanarak, o resmi kıyafetle, eve gittik. Yani evi izah etmek istiyorum da çok zor. Bin tane insanı evin içine sokarsın, ancak o hale gelir. Kardeşlerimi sordum; komşu “bana askeriyeye teslim ettim diyor”, inanmıyorsunuz tabii.
Kardeşleriniz nerede bu arada? Nerede buldunuz?
Ben Maraş Kız Öğretmen Lisesi mezunuyum. Öğretmen okulu karargâh olmuş. Askerin bizi karargâh diye götürdüğü, benim okuduğum okul. Orada kardeşlerimi buldum. Sınıflara evleri yakılan, birbirini kaybeden insanları yerleştirmişler. Orada biz birbirimizi bulduk. Artık eşyaları, evi çok önemsemedik, can kaybımız olmadı diye.
Bir şeyi özellikle söylemek istiyorum; bu öldürülen akrabalarımız bizi ziyarete geldiklerinde hep “siz bu mahallede, bu semtte çok yalnızsınız, bizim öyle iyi komşularımız var ki biz bir yumurtanın yarısını paylaşıp yiyoruz” derlerdi. Öyle diyen komşuları bunları öldürüyor. Hatta bir tanesi bir komşusuna güveniyor, evine saklanıyor. Eskiden ekmek sandıkları olurdu; yuvarlak yufka ekmek koyarlardı, onun içine saklanıyor. O eve akın eden kalabalık belki düşünüp bulamayacaktı. Kadın bağırıyor “Kızılbaş’ın biri ekmek sandığının içinde” diye.
Kızılbaş ekmek sandığının içinde deyip yakalattıran o komşunuza daha sonra ne oldu?
Onlara hiçbir şey olmadı; yani şu an, bir kere Maraş’ın yüzde 50’si bu işin içinde. Ben yaşadıklarımı anlatmak istedim size. Başına dönerseniz, çok iyi organize edilmiş bir şeydi bu. Bu işin içinde öğretmenler var, cami hocaları var, mahalle bakkalları var, pastaneler var, postaneler var, aklınıza gelen bütün kurumlar vardı. Fakat çok iyi hazırlanmıştı bu. Kimse anlamadı. Milli piyangocular, az evvel size Sümerbank’ta çalışan birini söyledim. Biz olaydan sonra 2 oda bir yer tuttuk. Sokakta kaldık. Sağ olsun, çok yardım edip evinde barındıranlar oldu.
Siz bu katliamları yapanlarla hiç karşılaşmadınız mı?
Yani çok acı yaşandı. Onlardan, katillerden birkaçını biz yakalattık. Tesadüfen yakalattık. İçlerinden bir tek annemin kuzeni o evden sağ çıkmıştı, 5 aylık bebeği vardı. Olaydan sonra biz davaları takip etmek için bir ev kiraladık, orada beraber kaldık. Bebeğin ihtiyacını almak için çarşıya indiğimizde tesadüfen kocasını baltayla öldüren adamı gördü yolda, Maraş Belediyesi’nin önünde. Karslı komşusu, onu yakalattık. Sümerbank’ta çalışıyormuş bir tane daha, onu gittik oradan aldırdık. Yani ne kadar yattılar onu bilemiyorum tabii ki, yatmadılar da.
Katliamları yapanlar arasında komşularınız da var. Başka hatırladığınız benzer olaylar var mı?
Tabii ki… Bu zarar ziyan tespit için de şehri terk edemiyorsunuz, bekliyorsunuz. O süre içinde bize sürekli, her gün kucağında bebekle bir hanım geliyor, hiç konuşmadan gidiyor. Sonra bir gün geldi; “kapıyı, pencereyi kapatın” dedi, “ben size bir şey söyleyeceğim, bir daha da gelmeyeceğim”. “Sizin akrabanızın evine giren, o insanları o eve götüren benim damadımdı” dedi. Kadın Alevi Adanalı, kızı Maraş’ın yerlisinden birini seviyor, ikna edemiyor, evleniyor. Bu bir gün kızını özlüyor, gidiyor kızı yok evde ama evin içinde oturacak değil, ayakta duracak yer yok, insan dolu. Damadına diyor ki “bu ne, kız nerede?” Kızı, diyor “köye gönderdim hava alsın diye çocukla birlikte, ben de tarlalara işçi getirdim, amele getirdim, para kazanacağım” diyor.
“MARAŞ’I GAVURLAR BASTI, GELİN ÖLDÜRÜN”
Yani katliam için adam mı getirmiş? Katliamdan günler öncesi hazırlıklar yapıldığını gösteriyor bu durum.
Ever. Adam toplamış, bunları kimse anlamadı. Bir kere ben okurken, birkaç günlük olay değildi bu organizasyon. Ben mezun olmuştum olay patladığında, ben okurken bütün evlerimizin, bizim takip edildiğimizi biz sonradan öğrendik. Sınıfta öğretmenlerin ders arasında mezheplerden bahsetmesi, Alevi’si var, Sünni’si var derken, ben de çok iyi hatırlıyorum parmağımı kaldırıp “evet ben de Aleviyim hocam, gurur duyarım Aleviliğimden” demiştim. Bunlar ifşa etmek için kurulan bir tuzakmış ama parçaları sonradan koyuyorsunuz yerine.
Dışarıdan gelen halk genel olarak Maraş’ın dağlık köylerinden, yani çok cahil insanlar.
Evet. Yörükselim Mahallesi’nde bunlar Maraş’ın dağlık köylerinde, yani çok cahil insanlar, insan da demeye dilim varmıyor da artık demek zorundayım. Köyleri geziyorlar, diyorlar ki “Maraş’ı gavurlar bastı, gelin öldürün, eşyalarına evlerine oturun”. İki kardeş Yörükselim’de iki katlı evdeki insanları öldürüyorlar, yerleşecekler ama iki kardeş kavga ediyor. Biri diyor “üst kat benim”, öbürü “hayır ben daha çok gavur öldürdüm, üst kat benim.” Bunlar birbirine girince komşular şikayet ediyorlar. Tabii o zaman sıkıyönetim ilan edildiği için askeriye geliyor. Gidiyor, “durum ne diyor”, “böyle böyle komutanım ben gavuru daha çok öldürdüm, üst katta oturmak istiyorum ama ağabeyim alt katı veriyor bana” diyor. “Gelin” diyor, “Ben size tapusunu vereceğim”, getirdi dedi “bakın ben de bunları getirdim size, tapu vermeye getirdim bunları.” Böyle insanlar vardı yani katledenlerin içinde. Organizasyonu yapanlar başkaları. Kullanılan da cahil, ne yaptığını bilmeyen, böyle yaratıklardı. Ondan sonra ne oldu, onlar yattı mı yatmadı mı? Yatmadı kimse zaten de, böyle cahil insanların kurbanı olduk.
“BAYRAMLARDA HEPSİ EVİMİZE GELİP GİDEN İNSANLARDI”
Yaşadığınız mahallede tek Alevi eviydiniz. Sizin orada, hiç komşularınızla herhangi bir sorun yaşıyor muydunuz? Yani buna dönük ufak da olsa…
Hayır, hayır hayır! Hiç, hiç hiç olmadı. Yalnız şu öldürülen öğretmenlerden Hacı Çolak’ın kayınbabası babamın dayısıydı. Bitişik oturuyorduk. Oturduğum semtin ilkokulunda müdürdü. 12 Şubat İlkokulu’nun müdürüydü. Onu herkes bilirdi; çok aydın, Atatürkçü, ilerici bir insandı, solcuydu. Onu biliyorlardı. Yani o olaydan 1-2 sene evvel İzmir’e taşınmıştı. Onun ayağına birkaç kez çelme takıp otobüs duraklarında düşürmüşlerdi. O İzmir’e taşınmıştı. Hacı Çolak da evlendikten sonra Maraş’a yerleşti. Mersin’de yaşayan biriydi. Yani Maraş’ı tanımayan bilmeyen bir öğretmen. Daha birkaç senelik evli, 3-4 yaşında çocuğu vardı. O nedenle bizim onunla akraba olduğumuzu biliyorlardı. Hiçbir komşu bizi incitmezdi. Mahallenin bakkalı sermayesi kalmadığı zaman babama haber gönderip para isteyen bir adamdı. Bayramlarda hepsi evimize gelip giden insanlardı, çok sayıyorlardı seviyorlardı ama nasıl oldu onu çözemedik.
“ZATEN POLİSİN MÜDAHALESİNİ HİÇ GÖRMEDİK”
Devletin tutumu nasıl oldu? Mesela bu şehirde polis de vardı, en azından polis müdahale etti mi?
Evet, şimdi bu soru çok güzel oldu. Unuttuğum şeyleri hatırlatıyorsunuz bana. Zaten polisin müdahalesini hiç görmedik; polis görmedik biz. Askeriyede ilk gelen asker de eşlik etti. İlk gelen asker üç hilal bayraklarını cemselerinin üstüne takıp, onlar da Alevilerin üstüne yürüdü. Onun için zaten katliam çok oldu. Yani belki ilk etapta o furya, cahil insanlar kullanılacaktı bitecekti. Askeriyeden de kuvvet alınca organizasyon daha da büyüdü. Sonra Kayseri komandoları geldi, böyle 5-6 gün sonra. Kayseri komandoları işimize yaradı.
5-6 gün çok uzun bir süre. Onların oraya geç yollanmasının bir sebebi var mı?
Tabii vardır. Organizasyon nereden geliyorsa, onlar göndermemiştir. Zaten bizi koruma amaçlı gelecek insanlar, Maraş’a nereden giriş varsa her tarafı kapatmışlardı. Benim amcam, bir de bu öldürülen kuzenimin babası Elbistan’dan merak edip yola çıkıyorlar. Elbistan’la Maraş arasında Tekir diye bir yer vardı şimdi ilçe olmuş orası, orada kireç kuyuları açmışlardı. Yolda her gelen Alevi’yi sorguya çekiyorlar; Kuran’dan ayetler soruyorlar, bilmeyeni kireç kuyusuna atıyorlar. Şimdi kuzenimin babası da ciddi Kuran’ı hatmetmiş bir hacı. Aleviydi, ama hacıydı, Kuran’ı da çok iyi bilirdi. Bu onlara “Ben size ders vereyim istiyorsanız Kuran’dan” deyince amcama da diyorlar “senin hatırın için seni de affettik, hadi dön yoksa kuyuya atarız.” O Tekir yolunda da bir sürü insanları kuyuya attılar, kimse giremedi. Dışarıdan devlet tarafından da yardım gelmedi.
Devletin o katliamdan sonra oradaki Alevilere yönelik tutumu hiç değişti mi? Mesela Aleviler devletten herhangi bir destek gördü mü?
Zarar ziyan tespiti için geldiler. Kimisi zaten canı yanmış, mal mülk aklına gelmedi. Oradan çıkmak isteyenler de 3-5 kuruş alayım gideyim diye onu bekledi. Ben biraz özgür bir genç kızdım, bir gün birisi bana “Maraş merkezde bir düğün salonuna Ankara’dan bakanlar geldi, toplantı yapıyorlar” diye duyurdular. Annem, bir de bir komşumuz vardı. Gittik 3 kadın, salon tamamen dolu. İsimlerini hatırlayamıyorum, epey, o zamanın bakanlarından, Ankara’dan birkaç kişi daha gelmişler. Köşede oturuyoruz. Hepsi Alevileri suçlayarak konuştu. İşte sırayla “niye böyle yapıyorsunuz, niye kışkırtıyorsunuz, niye olay yaratıyorsunuz, niye kardeşçe barışık yaşamasını bilmiyorsunuz?” Ben de oturduğum yerde bağırdım. Orada bakanlardan birisi “genç kızımızın adını yazın, sırası gelince o da konuşsun” dedi. Ben “okulda tahta sırasına mı, sözlüye mi kalkacağım da benim ismimi yazıyorsunuz. Buraya niçin geldiniz? Suçlamaya geldiyseniz zaten biz yeteri kadar yaşadık. Sizin bize gereğiniz yok” dedim, ben salonu terk ettim. Yani manevi bir destek görmedi kimse. İşte o zarar ziyan tespitinden alabilenler şehri terk etti.
Özgür UTUŞ-HABER
Murat DEMİR-KAMERA
Yoruma kapalı.