PİRHA – Barış Vakfı, “Barış Açısını Savunmak ve Sivil Toplum Kurumları’nın (STK) Güçlendirme” projesi dahilinde Ankara’da toplantı düzenledi. Açılış konuşmasını Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz yaptı. Tahmaz, Türkiye’nin son 10 gündür içinde bulunduğu toplumsal ve siyasal durum açısından böyle bir günde bir arada olmanın çok kıymetli olduğunu belirterek, Barış Vakfı’nın çözüm sürecinin içerisinde kuruluş çalışmasını başlattığını hatırlattı.
Haberin Videosu
Barış Vakfı, “Barış Açısını Savunmak ve Sivil Toplum Kurumları’nın (STK) Güçlendirme” projesi dahilinde Ankara’da toplantı düzenledi. Açılış konuşmasını yapan Barış Vakfı Başkanı Hakan Tahmaz, Proje kapsamında 3. Toplantının yapıldığını belirtti.
“Toplumu barışa hazırlamamız lazım” diyerek barış isteyip müzakere talep etmenin fiilen suç olduğu bir sürecin yaşandığını altını çizen Tahmaz, konuşmasına şöyle devam etti:
“Bugün savaşa ‘savaş’ demenin suç olduğu bir süreç yaşıyoruz. Bu süreçte bir taraftan da barış fikrini büyütmeye çalışıyoruz. ‘Kürt sorunun diyalog masasının kurulması nasıl olur?’ tartışmasından çok bu ortamda çatışma çözümü çalışan STK’ların barış fikrini güçlendirmek için ne yapabilir? sorusuna cevap arıyoruz. Biz şuna inanıyoruz: Toplumda büyük bir öteki kılma ve ‘vatan elden gidiyor’ duygusunun hakim olduğu bütün siyasetin ağırlıklı kısmının böyle dizildiği bir süreç yaşıyoruz. Devletin Suriye’de izlediği politikaya içerden siyaseten çok büyük bir desteğin olduğu ya da ses çıkılamaz bir durumda olduğunu görüyoruz. Savaşa savaş döneminde ‘hayır’ denilemediği zaman barış sürecinde etkili olamazsınız. Bizim bu yaptığımız işin bir kıymeti vardır. Eninde sonunda biz masaya geleceğiz. Oraya toplumu hazırlamamız gerekir. İnsanların masaya olan ihtiyacını dillendirmemiz gerekir”
Türkiye dışında bütün dünyanın artık Kürt meselesini konuştuğunu vurgulayan Tahmaz, çözümü konuşması gerekenin siyasi irade olduğuna dikkat çekti. “Oslo sürecinde tereddütlü davranılması, çözüm sürecinde ben mi örgüt mü kârlı çıkacak? tartışmalarını sonraki süreçte de gördük. Bugün kabul etmek gerekir ki düşünce özgürlüğü denen olgunun bile tartışıldığı bir sürece geldik” diyen Hakan Tahmaz şöyle devam etti;
“Savaş halinden çıkılmadığı sürece Türkiye’de yaşanan krizin devam edeceğini söyledi. Hakan, “Güvenli bölge dediğimiz şey Suriye’nin egemenlik alanındaki topraklarda kalıcı bir müdahale. Üniversite kurmaktan, kent mahalle kurmaya ve demokratik yapısını değiştirmeye yönelik politikaların tartışıldığını biliyoruz. Bunun yolu ABD ve Rusya’da çözüm aramak değil. Birlikte konuşmaktan başka bir yol olmadığını biliyoruz. Siyasetin de dönüşmesine hizmet eden bir çalışmanın olması gerektiği Suriye müdahalesinde de ortaya çıktı.”
“STK’LAR BARIŞ SÜREÇLERİNDE NORMATİF OLARAK KATILMALI”
Toplantıda Bilkent Üniversitesi’nden Dr. Esra Dilek, “Çatışma Çözümünde STK’ların Çalışma Alanları” konusunda sunum yaptı.
STK’ların barış sürecine katılımının olumlu olduğunu ve demokratik toplum oluşturmanın barışın sağlanması ile mümkün olabileceğinin altını çizen Dilek, “STK’lar barış süreçlerinde normatif olarak katılmalılar. Ancak bunun bir de pratik açıdan önemi var. En önemli görebildiğimiz sonuçlar öncelikle çatışan tarafların toplumsal beklentilerin konuşulması için STK’lar katılmalı. Bizim çatışma çözümü alanında ‘bozucular’ dediğimiz kişilerin etkilerinin azalması açısından önemli. Bu gruplar arasında sürece katılmayıp süreci bozmak isteyenlerden bahsediyoruz. Diğer bir özellik hesap verilebilirliğin güçlendirilmesi. STK’ların katılması kimin yanlış bir karar verdiğinde ne ile hesap verdiğini bilmesi gerekiyor. Temel aktörler dışındaki insanlar açısından hesap verilebilirliği güçlendirme açısından önemli” dedi.
“SAVAŞ DENDİĞİNDE 301. MADDEDEN DAVA AÇILIYOR”
Toplantının devamında “Barış Hakkının Ulusal ve Uluslararası Hukukta Yeri” konusuyla avukat Orhan Kemal Cengiz sunum yaptı. Anayasada “Türklüğe hakaret ve devleti aşağılamak” suçu olan 301’inci maddeden sıklıkla işlem yapıldığını aktaran Cengiz şunları söyledi:
“Rahmetli Hrant Dink öldürüldükten sonra bu madde AİHM’e gitmişti. Türkiye mâhkum olmuştu. Ardından biraz yumuşatarak bazı şeyler ekledi arkasından Taner Akçam meselesi oldu. ‘Ermeni soykırımı vardır’ dediği için Türklüğe hakaretten bir soruşturma açıldı. AİHM kabul etti ve çok önemli tespitlerde bulundu. AİHM dedi ki: İfade hürriyetine müdahalede bulunmak için ortada bir yasa olması lazım. Öngörülebilir olması lazım. AİHM, ‘Devleti eleştiren ifadeleri siz bu maddelerin altında eleştiremezsiniz. Bunu yaparsanız öngörülebilirliği ortadan kaldırırsın” dedi. Ben bir hukukçu olarak tekrar 301’e dönmemize üzülüyorum üzerine kan sıçramış bir madde. Muazzam bir geriye gidiş söz konusu. 10 gündür hepimizin dili şişti. Korkunç militarist bir hava var. Konuşulması bile mümkün değil. TV muhabirleri haberleri verme biçimleri ile ordu muhabirine dönüşmüşler. Barışı konuşmak lüks bir şey oldu. Savaş dediğinizde 301’inci madden soruşturma açılıyor hakkınızda.”
Savaş sürecinde Cenevre sözleşmelerinin geçerli olduğunu aktaran Orhan Kemal, “Savaş değil diyorsan yakalana her kişi soruşturma hakkı var. Yerelde orada hastanelerde tutulanlarla savaş suçu işlendiği tespiti var Uluslararası Af Örgütün. Bir tür söylem tekeli oluşturuluyor. Bunun dışında çıktığın zaman yargılanıyorsunuz. Savaş demekle suçluyorsunuz ama barışa ilişkin bir mevzuat getirmekte uluslararası hukuk Türkiye’deki hukukun üstünde yer alıyor” diye konuştu.
“KÜRT SORUNUNDA BARIŞ DENDİ Mİ DEVLET BASKILAMAK İSTİYOR”
“Barış Dili ve Yeni Çalışma Yöntemleri” konusu ile de son sunumu Necmiye Alpay yaptı. Her dilde barış kelimesinin ilk ve öteki anlamlarının farklılışabileceğini söyledi. Barış kelimesinin Türkçe’de ‘varmak’ filinden geldiğini söyleyen Necmiye, “Toplulukların birbirine varması. Birinci anlamı dar anlamı çatışmasızlık anlamındaki sükunet. Çok temelde hak ve hürriyetlerimiz toplumu sağlamlaştıran ana zihniyet meselesi. Onlara dayanmadığınız zaman kalıcı olmuyor. Bizim toplumumuz çok uzun bir süredir uzak. Avrupa toplumları için gelişkin 2. Dünya savaşından sonra insanlıktan çıkıldıktan sonra akılları başlarına geldi ve demokrasi anlayışını geliştirdiler. Barış kelimesi sanki bir mikrop ve kötülük gibi uğraşmakla meşgulüz. Kürt sorununda barış dendi mi devlet baskılamak isteniyor. Yıllardır barış dili terimini çok kullandık. 90’lı yıllardan beri barış dili özlemi içindeyiz. Pek de net kavram değildir neyi kastediyoruz. Barış dili derken barış söylemini kastediyoruz. Bunun olmadığı yerde bir savaş söylemi veya nefret söylemi var demek oluyor. Nefret söylemi terimini toplum yeni yarattı ve böyle bir bilinç oluşturdu” diye konuştu.
Alpay ayrıca “Savaş stratejilerine karşı barış stratejileri kavramının kullanabileceğini düşünüyorum.” diyerek “Strateji kavramı savaş söz konusu olunca sizin nihai hedefinizi anlatan bir kavram. Savaştaysanız zafer kavranmak isin için stratejik hedef. Başka her türlü yoğunluk taşıyan etkinlik de strateji ve taktikler söz konusu oluyor. Barış stratejileri her tür toplumsal etkinlik için nihai hedef olarak barış toplumunu hedeflemek ve gözetmeyi kapsıyor. Siyasi baskılardan dolayı barış söyleminin çok içi açılamıyor. Gündelik hayatımızda daha başka kavramlar üretirsek o bıktırıcı etkiden kurtarmış oluruz.”dedi.
PİRHA/ANKARA
Yoruma kapalı.