PİRHA- ‘Aleviler: Din, Beden, Cinsiyet; Neşeden Kedere’ sempozyumunun ilk oturumunda modernleşme ve toplumsal cinsiyet konuları tartışıldı. Avukat İlhan Cihaner, “Toplumsal cinsiyet tartışmalarının Türkiye’de gereği kadar güçlü bir politik güç olmasının önündeki en temel engellerden birisi Diyanet’in bir kurucu kurum olarak yaptıkları” dedi.
Alevi Bektaşi Kültürünü Tanıtma Derneği (ABKTD), Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı (HBVAKV) ve Pir Sultan Abdal Kültür Derneği’nin (PSAKD) düzenlediği “Aleviler: Din, Beden, Cinsiyet; Neşeden Kedere” Sempozyumu devam ediyor.
Kültürpark Fuar Alanı’ndaki İsmet İnönü Sanat Merkezi’nde yapılan sempozyumda üç gün boyunca Alevilik, toplumsal cinsiyet, cinsel yönelim, cinsiyet kimliği tartışılacak.
Sempozyumun ilk gününde, “Türkiye’de Modernleşme, Kurucu Rejim ve Toplumsal Cinsiyet” tartışıldı. Dr. Cemal Salman’ın kolaylaştırdığı oturumda Sema Semih, Doç. Dr. Sevgi Uçan Çubukçu ve Av. İlhan Cihaner konuştu.
“CİNSİYET, BENİM İÇİN BİR BELA OLAGELDİ”
Sema Semih, “Toplumsal Cinsiyet Krizi ve Cinsiyet Kimliği Mücadelesi” sunumunda toplumsal cinsiyetin tarihsel seyrini aktardı. Kendi hikayesinden başlayarak, “Benim kendimi tarifleyecek kavramlarım henüz yokken ben aslında ‘kız gibiydim’ tüm dünya için. İlerleyen yıllarda özgür olabilmek, hakikat ve adaleti ortaya koyabilmek için mücadele etmekten başka bir şansım olmadığını fark ettim” dedi ve ekledi: “Judith Butler’ın da dediği gibi cinsiyet benim için de bir bela olageldi. Kaçamıyorum cinsiyetten ve cinsiyetlendirilmekten. Bundan sonra da kaçamayacağım gibi duruyor.”
Toplumsal cinsiyet kavramı ve biyolojik cinsiyet-toplumsal cinsiyet ayrımının 1960’larda seksologlar ve psikiyatristler tarafından transseksüel kişilerin varsayılan anormalliklerini açıklamak için ortaya atıldığını hatırlatan Sema Semih şöyle devam etti:
“Transseksüelite üzerine araştırmalar yapan psikiyatri profesörü Robert Stoller’a göre toplumsal cinsiyet, bir kişinin sahip olduğu feminen ve maskülen özelliklerin oranına işaret ediyordu. Stoller’ın düşüncesinde doğuşta atanan cinsiyeti erkek olan bir kişi eğer baskın olarak maskülense, bu kişi normaldi. Eğer bu kişi baskın olarak feminense, ya da feminenliğe atfedilen cinsiyet özellikleri taşıyorsa, o zaman bu kişinin cinsiyetinin tıbbi bir müdahale ile normalleştirilmesi gerekmekteydi. Dönemin baskın ve basmakalıp toplumsal cinsiyet rollerini yeniden üretseler de Stoller ve bu alanda çalışan Harry Benjamin ve John Money gibi diğer isimlerin transseksüeller hakkında ortaya attığı görüşler cinsiyeti yeniden belirleme ameliyatlarının uygulanmasını mümkün kıldı. Hasta olmayan bedene müdahale etmek istemeyen cerrahların trans geçiş ameliyatlarını gerçekleştirebilmek için bilimsel bir gerekçesi olmalıydı. Psikiyatri alanında trans “vaka”lar üzerine yapılan çalışmalar, geçiş ameliyatlarının tıbbi olarak gerekli görülmesinin meşru zeminini oluşturdu. Transları hasta olarak nitelendiren bu yaklaşımlar aynı zamanda interseks çocukların bedenlerine yapılan- şüphesiz ki hayatlarının ilerleyen dönemlerinde ciddi travmalara yol açan cerrahi müdahalelerin de maalesef önünü açtı.”
“KİMLİĞİ KÜLTÜREL VE HUKUKİ OLARAK TANINMALI”
Semih, ikinci dalga feminizmin hâkim olduğu 1960’lı yıllarda feminist kuramda epistemolojik bir değişim yaşandığını da ekledi. Semih, Türkiye’de toplumsal cinsiyet temelli mücadele açısından da 1987 yılının önemli olduğunu belirtti. Yoğurtçu Parkı’nda “Dayağa Karşı Yürüyüş” ve Gezi Parkı’nda eşcinsel ve transların şiddete karşı açlık grevini hatırlattı.
Biyolojik özcülükten beslenen, ikili cinsiyet algısına dayanan ve trans öznelliğini yok sayan yaklaşımları vurgulayan Semih, “Bugün insan biyolojisi üzerine yapılan çalışmalar göstermektedir ki, bir kişinin cinsiyetini biyolojik olarak açıklayan pek çok bileşen vardır: kromozomlar, genetik yapı, hormonlar, endokrin sistemi, üreme kapasitesi, üreme organları, cinsel organlar ve tüm bunlarla ilişkili olan diğer iç organlar. Bu unsurlar her bir kişide tutarlı değildir ve değişkenlik göstermektedir. Küresel trans hareketin en temel talebi kişinin toplumsal cinsiyet kimliğinin kültürel ve hukuki olarak tanınması ve bireyin kendisini ait hissettiği ya da ifade ettiği cinsiyet ile toplumdan saygı görmesidir. Toplumsal cinsiyet kimliği bir kişinin toplumsal cinsiyetine dair kendi derin içsel ve bireysel hissidir. Kişinin doğuşta atanan cinsiyetine karşılık gelebilir ya da gelmeyebilir. Aslına bakarsanız dünyada ne kadar insan varsa o kadar cinsiyetten bahsedebiliriz” dedi.
“TÜRKİYE MODERNLEŞMESİNİN CİNSİYETLENDİRİLMİŞ SINIRLARI”
Doç. Dr. Sevgi Uçan Çubukçu da, “Türkiye Modernleşmesinin Cinsiyetlendirilmiş Sınırları ve İhlalleri” üzerine konuştu. “Feminist hareketler ve feminist düşünce, coğrafyamızda tarih boyunca kayda değer birçok olay yaşamıştır” diyen Çubukçu, “Bu kırılma noktaları Osmanlı İmparatorluğu’nun Tanzimat Dönemi ile başlamış ve modern Cumhuriyetin oluşumu ile devam etmiştir. Bu dönemde, modernleşme paradigması içinde eşitlik de dahil olmak üzere hem kamusal hem de özel alanda kadınların yaşamlarında önemli yasal değişiklikler oldu” dedi.
“İDEAL İYİ ANNE VE İYİ EŞ”
1913’te kadınların, Telgraf şirketinde kadınların çalışması için ilk oturma eylemi yaptığını hatırlatan Çubukçu, “Osmanlı Türkiye döneminde kadınların başta talebinin neden oy hakkı değil de çalışma ve eğitim hakkı olduğunu tam da bu örneklerle anlayabiliriz. Cumhuriyet öncesindeki bu talepler cumhuriyet döneminde karşılık buldu ve kamusal alanda bir değişim yaşandı ama özel alandaki ilişkiler, hiyerarşiler değişmedi. İyi annelik ve iyi eşlikle nasıl bir ideal kadın tanımı yapıldığı ve tüm topluma yansıtıldığını belirtmek gerekir” dedi.
Çubukçu ayrıca Cumhuriyet döneminde birçok feminist kadının nasıl sessizleştirildiğini de aktardı.
“KADIN VE LGBTİ+ DÜŞMANLIĞINDA YENİ SÜRECİN KURUCUSU DİYANET”
Son konuşmacı Av. İlhan Cihaner ise “Kurucu Rejimin Toplumsal Cinsiyete Bakışı: Devrim-Reform?” başlıklı sunumunu yaptı. Toplumsal cinsiyet tartışmalarında Macaristan ile Türkiye’nin birbirinin fotokopisi gibi olduğunu vurgulayan Cihaner, “Geldiğimiz noktada toplumsal cinsiyet tartışmalarının Türkiye’de gereği kadar güçlü bir politik güç olmasının önündeki en temel engellerden birisi Diyanet’in bir kurucu kurum olarak yaptıkları. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın LGBTİ+ ve kadın düşmanlığındaki yeni sürecin belirleyenlerinden olduğunu görüyoruz” dedi.
“KADIN HAREKETİNİN SİYASETLE BAĞININ KURULMASI LAZIM”
Dinsel eğitimin ileride daha büyük sorunlara yol açacağını da vurgulayan Cihaner, kadın-erkek eşitliği tartışmalarında sınıfsal boyutun göz ardı edildiğini de söyledi. “İşsizliğin aslında özünde bir kadın sorunu olduğunu görüyor olmamız lazım” diyen Cihaner, şöyle devam etti:
“Eğer dünyada ücretlendirilmeyen ev içi emek ücretlendirilmiş olsaydı dünyada üretilen tüm değerin yüzde 70’inden fazlası olacaktı. Oysaki toplumsal cinsiyet rollerinin kadına biçtiği rol dışarıda çalışsa da çalışmasa da ev işlerini ücretsiz olarak yapması anlamına geliyor. Cumhuriyetle birlikte kadın hakları konusunda çok iyi bir başlangıç yaptığımızı ancak sonrasında bunun ne bir devrime ne de reforma dönüşmediğini çok açık bir şekilde söyleyebiliriz.”
Siyasi partilerde kadın temsilinin yetersizliğini de eleştiren Cihaner, “Kadın hareketinin siyasetle bağının mutlaka ama mutlaka kurulması lazım. Siyasal rejimin belirleyici ana unsurlarından birisi toplumsal cinsiyet ve onun belirlediği dinamikler” dedi.
PİRHA/İZMİR
Yoruma kapalı.