11 insan hakları savunucusu 3 ay sonra bugün hakim karşısında. Mahkeme tüm sanıkların tahliyesine karar verdi.
İstanbul Büyükada’da “insan hakları savunucularının dijital güvenliği” konulu bir atölye çalışması için biraraya gelen 10 insan hakları savunucusu, 5 Temmuz’da otele düzenlenen polis baskınıyla gözaltına alınmıştı.
Savcı Selahattin Kanbur, savunmalar ardından mütaalasını verdi: Veli Acu dışındaki tüm sanıklara adli kontrol şartıyla tahliye talep etdildi.
Taner Kılıç dosyası 16. Ağır Ceza’da görülen dosya ile aynı suç olduğu için dosyaların birleştirilmesinin uygulanmasını istedi. Bu Taner Kılıç için ilk dosyasının kapanması anlamına geliyor.
Mahkeme heyetinin paylaştığı kararda; İdil Eser (Uluslararası Af Örgütü Türkiye Direktörü), Özlem Dalkıran (Helsinki Yurttaşlık Derneği), Günal Kurşun (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Veli Acu (İnsan Hakları Gündemi Derneği), Ali Garawi (İsveç vatandaşı insan hakları eğitimcisi), Peter Steudtner (Almanya vatandaşı insan hakları eğitimcisi), İlknur Üstün (Kadın Koalisyonu), Nalan Erkem (Helsinki Yurttaşlık Derneği), Nejat Taştan (Eşit Haklar İzleme Derneği), Şeyhmus Özbekli (Hak İnisiyatifi) tüm sanıklar serbest bırakıldı.
Mahkeme kararında Tamer Kılıç’ın dosyalarına birleştirme, tanıklara davetiye gönderilemsine karar verildi. Tutuksuz sanıklar için adli kontrollerin kaldırımasına karar verildi.
Mütaala ardından söz alan Avukat Erdal Doğan, sanıklar için tahliye değil beraat istediklerini belirterek, iddianamedeki boşluklara değindi. İnsan hakları örgütlerinin hangi prensiplerle çalıştığını hatırlatan Doğan, bunlar içinde yasadışı bir nokta olmadığını örneklerle açıkladı.
Avukat Murat Dinçer “Müvekillerimize aylardır yaşatılan sıkıntılar nedeniyle sadece tahliye değil özür dilenmesini de talep ediyorum.”
Avukatlar Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ne atıfta bulunarak beraat talep etti.
Taner Kılıç ve avukatı dosyaların birleştirilme talebine itiraz etti.
İLGİLİ HABER: AF ÖRGÜTÜ’NÜN 60 YILLIK TARİHİNDE BÖYLE BİRŞEY YOK
Haziran 2017’den beri tutuklu bulunan Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı Avukat Taner Kılıç da “örgüt üyeliği şüphesiyle” yargılandığı davadan, bu iddianameye “şüpheli” olarak eklenmişti.
Cumhuriyet savcısı Can Tuncay’ın hazırladığı iddianamede, hak savunucuları hakkındaki suçlamalar: “Örgüte üye olmamakla birlikte örgüt adına suç işlemek” (TCK 220/6), “silahlı terör örgütüne üyelik” (314/2 ve 314/3) “silahlı terör örgütüne üyelik” (314/2) “terörizmin finansmanı ve casusluk”. Hak savunucularının üye oldukları iddia edilen örgütler “FETÖ/PDY, PKK/KCK ve DHKP/C” olarak geçiyor.
DURUŞMA BAŞLADI
Sivil toplum örgütleri, basın örgütleri ve uluslararası gözlemcilerin de takip ettiği duruşma, kimlik tespitiyle başladı. Tutuklu hak savunucusu İlknur Üstün Sincan Kadın Kapalı Cezaevi’nden, Uluslararası Af Örgütü Türkiye Şubesi Yönetim Kurulu Başkanı avukat Taner Kılıç ise Şakran Cezaevi’nden SEGBİS ile duruşmaya katıldı.
Türkçe bilmeyen Ali Garawi (İsveç vatandaşı insan hakları eğitimcisi), Peter Steudtner (Almanya vatandaşı insan hakları eğitimcisi) iddianameyi okuyup okumadıkları soruldu. Çevirisini okuduklarını söylediler.
Avukat Erdal Doğan, Taner Kılıç’ın dosyasının bu davadan ayırılmasını talep etti. Mahkeme Başkanı Adem Aygün’nün “Kimin avukatısınız?” sorusuna avukatlar “Bu hepimizin ortak talebi” yanıtını verdi. Avukatlar hukuki ve teknik olarak bu dosyaların birleştirilmesinin, adil yargılamaya aykırı olduğunu savundu.
Taner Kılıç’ın avukatı: “Konuya ilişkin 11 Ekim tarihli dilekçem var ama mahkeme değerlendirmedi. Taner Kılıç’ın bu davada olması saçmalıktır.” dedi. Avukatlar esasa geçilmeden önce bu noktada karar verilmesini talep etti.
ÖZLEM DALKIRAN: GİZLİLİK İBARESİ YANLIŞ
Özlem Dalkıran savunmasına “Günlerdir iddianameyi defalarca okudum. Yine de bir grup hak savunucusunun nasıl olup da ‘silahlı terör örgütü üyesi’ olduğunu çözemedim. Hayatın bir ironisi olsa gerek, stresle nasıl baş edebileceğimizi tartışacaktık, o günden beri stres altındayım. Yıllardır hak mücadelesi içinde oldum. Barışı savundum. Silahlı terör örgütü üyesi olarak yargılanmak ağır benim için. Bu toplantıya dönük gizlilik ibaresi yanlıştır. Bu toplantı gayet açık duyuruları yapılarak muhataplarına çağrı yapılmıştır” sözleriyle başladı.
Dalkıran, İnsan hakları Ortak Platformu’nun ne olduğunu ve atölyeyi nasıl örgütlediklerini mahkemeye ayrıntılarıyla anlattı. Dalkıran, otelde gizli bir şekilde toplanılmayacağını kaydederek, “Oteller kayıt alır. Gizli yapmak istesek dışardan kimseyi toplantıya çağırmazdık. Ama bizim içimizde tanımadığımız çevirmenler vardı. Gizli ise neden tanımadığımız çevirmenleri toplantıya alalım. Toplantıdan fotoğrafları sosyal medyadan paylaştık. 11 hak savunucusunun bir araya geldiği toplantının gizli ve casusluk toplantısı olarak gösterilmesi bundan sonra hak savunucularının bir araya gelmemesini amaçlıyor. İnsan Hakları kurumları bilgi gizlemez, aksine eline gelen bilgileri duyurmak ve ifşa etmektir.
Bir gazetecinin haber kaynağını açıklamaması gibi bizde elimizdeki verileri hazır hale getirene kadar açıklayamayız. Herkesin kişisel verilerini koruma hakkı var. Bu 2016 yılında yasallaştı. Bu konu sadece biz insan haklarının değil, şirketlerin de gündemindedir. Ben bu toplantının hazırlıklarını yaparak bir suç işlemiş gibi gösteriliyorum. Dediğim gibi bu toplantı yasaklı bir toplantı değildir. Toplantıya katılmak suç olamaz.
Akademisyen İştar Gözaydın ile telefonda yaptığı bir görüşmeye dair Dalkıran, “İştar’ı ben çok eskiden tanıyordum. İştar serbest bırakıldıktan sonra aradım. Onun cezaevinden çıkması da benim onu aramamda suç olamaz” dedi.
Dalkıran: Yıllarca silahlanmaya karşı mücadele ettim. 30 yıllık bir hak savunucusu olarak bunu asla kabul etmiyorum. Beraatimi talep ediyorum. İddianameye dair söyleyeceklerim bu kadar. İddiaların hiçbiri benim yasadışı bir şey yaptığımı söylemiyor. Terörle bağlantı kurulmaz.” dedi.
Büyükada’daki toplantıda ne Nuriye ve Semih’ten, ne adalet yürüyüşünden, ne de hayır Meclis’lerinden söz etmediklerini belirterek, insani duygularla yaptığı bağışları açıkladı:
“MASAK raporlarında para transferleri var. 2014’te Roboski Derneği’ne para göndermişim. Dernek üç yıl sonra KHK ile kapatılmış. Terörden yargılanan birime para göndermişim deniyor. O parayı gönderdiğimde dava yok. Zaten parayı gönderdiğim kişi de özgür dolaşıyor. Ocak ayında yine bağış yaptığım bir dernek sonrasında KHK ile kapatılmış. 3 milyon mültecinin yaşadığı bir ülkede vatandaşları bireysel bağış yapmaktan çekinir hale getirir böyle yorumlar ve tehlikelidir. Bağış yaptığım Rojova Derneği bağıştan aylar sonra KHK ile kapatıldıysa ben ne yapabilirim?”
Dalkıran: “Yıllarca silahlanmaya karşı mücadele ettim. 30 yıllık bir hak savunucusu olarak bunu asla kabul etmiyorum. Beraatimi talep ediyorum. İddianameye dair söyleyeceklerim bu kadar. İddiaların hiçbiri benim yasadışı bir şey yaptığımı söylemiyor. Terörle bağlantı kurulmaz.” dedi.
Dalkıran savunmasının ardından heyetin ve avukatların ayrıntılı sorularını yanıtladı. Bir kısım medyanın suç unsuru olarak sunduğu, toplantıda bulunduğu iddia edilen haritayı stresini kağıda yansıtmak amacıyla çizdiğini, onu çizekerken evlerine gidemeyen Suriyelileri ve Türkiye’nin diğer sorunlarını düşündüğünü ifade etti.
PETER STEUDTNER: HAK İHLALLERİNE UĞRADIM
Steudtner yedi yıldır eğitimlerde kolaylaştırıcılık yaptığını belirterek, “çalışma hayatımın çoğu insan hakları ve barışı oluşturmaya dönüktür. Mozambik’ten dünyanın çeşitli yerlerine eğitimde danışmanlık yaptım. Veri ve iletişim bütünlüğü, strese karşı gevende hissetme ve veri güvenliği çalışma alanlarım” dedi.
Steudtner, daha önce çalıştığı ülkeleri şöyle sıraladı: Mozambik, Angola, Kenya, Filistin, Nepal ve Myanmar. Bu benim Türkiye’de yaptığım ilk çalışmaydı. Çalıştığım tüm ülkelerde o ülkelerin kurallarına uydum. Hiçbir şiddet eylemini desteklemedim. Almanya’da hala zorunlu askerlik varken ben bir hastanede hizmet verdim o dönem boyunca.”
Almanya dışı ve komşu ülkelerde de bu alanda çalıştığını belirten Steudtner, “Bugün Almanya’da şiddete karşı eğitim organizasyonunda çalışmalarım devam ediyor. Kendi sözlerimin arkasında durarak da insan hakları organizasyonlarını savunuyorum.” Dedi.
Türkiye’ye stres ve travmayla baş etme başta olmak üzere, veri bütünlüğü üzerine düzenlenen konferans için geldiğini belirten Steudtner, “Stres ve travma da bunun bir parçasıydı. Bu iki unsur insan hakları alanında çalışan insanlar için önemli. Organizasyonlar kendi çalışanlarının esenliğiyle ilgileniyor. Veri bütünlüğü ve güvenliği de bir stres kaynağı, bugün hepimiz dijital tehdit altındayız. İnsan hakları çalışanları dijital tehdit ve stres altında çalışıyor.”
Bu süreçte haklarının ihlal edildiğini belirten Steudtner, insan hakları ihlallerine uğradığını, bunu rapor etmesine ve itiraz etmesine rağmen Türkiye Hükümeti’nin bunun için bir şey yapmadığını belirtti.
Özlem Dalkıran’a bu organizasyon için ödeme yapıldığını belirten Peter Steudtner, bunun insan hakları çalışmalarında sıradan bir durum olduğunu söyledi.
Gözaltı sürecinde yaşadıklarına değinen Steudtner, “Susma hakkım dahi bana söylemedi. Kimse dilimi bilmiyordu. Bir polis biliyordu İngilizce, o da beni çeşitli örgütlerin üyesi olmakla suçladı ve çok fazla bilgim olduğunu söyledi. Çok şey bildiğimi söyleyen bu polis beni casuslukla suçladı. Herhangi bir kayıt alınmayan bu sorgulamada kimlik göstermelerini talep ettim. Bu gerçekleşmedi. Sadece suçlandım. İnsanlık dışı suçlamalara ve durumla karşı karşıya kaldım. İletişim kısıtlamaları nedeniyle ailemle görüşemedim. İki çocuğum var onlarla görüşmem lazım. Adalar karakolunda bilgi işlem uzmanı olarak çok fazla şey bildiğim, planımın farklı olduğu ve ajan olduğum söylendi.”
“Terör örgütlerine destekte bulunmak çok ciddi bir suçlamadır” diyen Steudtner, “Terör örgütlerinin isimlerine bakarken bana atfedilen sadece haberlerden duyduğum PKK ve FETÖ’dür. Diğerlerinin adını bile duymamıştım. Beni bu organizasyona nasıl bağladıklarını anlamadım. Polisten bilgi saklamaktan bahsediliyor. Bizim yaklaşımımız farklıdır. Dijital tehdit altındayız, veri güvenliği başka bir şeydir.
Polis benim orijinal verilerimin bırakıldığına dair bir kanıt göstermedi. Bu nedenle bana karşı kullandıkları kanıtın daha önce orada olup olmadığını bu nedenle kontrol edemiyorum. Yine de dijital kanıtlara odaklanmak istiyorum. Bir foto dosyası adı vardı. Ama bu verilen isim resim dosyası ismi değildi. Ben öyle bir isimle adlandırmam. Avukatların erişiminde olan diğer bir dosyada ikinci bir foto dosyasından bahsediliyor. Bu benim adlandırdığım bir dosya ancak ilkini tanımıyorum foto dosyası olarak. Foto dosyasına baktığınızda talimatlar var, şunu yap, bunu yap gibi. Bunu polisten dosyalar nasıl saklanır konusuna delil olarak gösteriyorlar.”
“Benim dijital bilgilerime mudahale edilmedigine dair polis hicbir kanıt göstermedi Dosyaların biraktigim gibi olup olmadigini bilmiyorum.”
“Bu adımlar bir fotonun sd karttan bilgisayara nasıl kopyalandığını anlatır başka bir şey değil. Bu iddiaların hiçbiri suçlamalarla bağlantılı değildir. Tüm suçlamalara karşı suçsuzum diyorum ve derhal ve şartsız olarak tahliyemi talep ediyorum.”
İLKNUR ÜSTÜN: İNSAN HAKLARI İÇİN ÇALIŞTIM ARKASINDAYIM
Kadın Koalisyonu’ndan İlknur Üstün, ifadesinde kadın hakları alanında yaptığı çalışmalarından bahsetti ve bu çalışmalarla ilgili verilerin korunmasının önemine dikkat çekti.
İddianameye “toplumsal cinsiyet eşitliği, politika yapım süreçlerine katılım ve raporlama çalışmalarında çeşitli giderlerin oluştuğu ve bu giderlerin karşılanması istendiği” gibi ifadelerin girdiğini hatırlatan Üstün, “Bugüne kadar verdiğim insan hakları mücadelesinin arkasındayım, bunun suç olmadığını düşünüyorum. İddianamenin kendisi, tutukluluğumun yersiz ve haksız olduğunu gösteriyor. İddianame insan hakları ve kadın hakları mücadelesine yapılan bir suçlamadır” dedi.
“Ada’da nefes almak istiyordum ama daha ne olduğunu anlayamadan gözaltına alındım. Şimdi tutukluyum. Bu çalışmadan 15 gün önce Adalet Bakanlığı davetiyle mağdurun korunması başlıklı toplantıya katildim. Onun davetini de sosyal medyada paylaşmadım.”
“Bu suçlamalar kadın hakları ve insan hakları alanında verilen mücadeleye karşı bir suçlamadır. Beraatımı istiyorum. ”
İDİL ESER: İDDİANAMEDEKİ SUÇLAMALAR AF ÖRGÜTÜ ‘NÜN YASAL ÇALIŞMALARIDIR
Eser, Uluslararası Af Örgütü’nün tarihsel rolünden ve amaçlarından bahsederek başladığı konuşmasına, suçlamalara delil gösterilen açıklamaların derneğin uluslararası sekretaryasının yaptığı yasal açıklamalar olduğunu belirtti. “Bu açıklamaların bir kısmı farklı bakanlıklarca okunmuş, hatta cevap verilmiş açıklamalardır” dedi.
Hak savunucuları için ikincil travma tedavisinin yaygın bir uygulama olduğunu anlatan Eser, bunun nedenlerinin sorunlu bölgelerde çalışmalar olduğunu ayrıntılarıyla anlattı. Eser, Af Örgütü’nün bölge direktörü olarak bilgisayarındaki verilerinin güvenliğine de önem verdiğinden bahsetti.
“Daha önce elektronik cihazlarımı çaldırmış biri olarak bir cihazın ele geçirildiğinde tüm bilgilerime ulaşılmasından rahatsız olmak hakkım” dedi
Eser, “Kore bize gaz verme” kampanyasının kendisi işe başlamadan çok önce gerçekleştiğini, bununla birlikte insan hakları açısından çok doğru bir kampanya olduğunu ifade etti.
Herhangi bir toplantının sosyal medyadan duyurulmamasının, bu toplantının gizli olduğu anlamına gelmediğini belirten Eser, Taner Kılıç’la yaptığı görüşmelerin de ByLock kullanıcıyla iletişim olarak suç delili olarak gösterildiğini ifade etti. Eser, Kılıç’ın aynı derneğin yönetim kurulunda olduğunu hatırlattı. İddianamede yer alan bir diğer ByLock görüşmesinin de ev ararken konuştuğu emlakçı olduğunu belirtti.
PKK doktoru olduğunu söyleyen bir kişinin Af Örgütü’ne üye olmak istediğine dair iddianamede yer alan başvuruya dair de şunları anlattı:
“Af Örgütü’ne üye olmak istediğini söylemesi üzerine, sosyal medya görevlimiz kendisine bir link göndermiş. Linkte üyelik koşulları var ve daha önce şiddet geçmişi olan kişiler üye olamıyor. Bunun üzerine kendisi PKK doktoru olduğunu yazmış. Biz buna anlam verememiştik ve troll olduğunu düşünmüştük.”
Mahkeme heyetinin etkin pişmanlıktan yararlanmak isteyip istemediğini sorması üzerine, Eser “Pişman olacak bir şey yapmadım, yapmam gerekenleri yaptım” dedi.
ALİ GARAWİ: 120 GÜNDÜR KENDİMİ KARANLIKTA HİSSEDİYORUM
Garawi sözlerine sonunda duruşma salonuna çıkıp kendini savunma hakkına sahip olduğu için teşekkür ederek başladı. “120 gündür kendimi karanlıkta hissediyorum” diyen Garawi: “Bana isnat edilen suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum. Sivil toplumla çalışmam Balkanlarda ailelerini arayan mülteciler için çalışarak başladı. İşkence mağdurları savaş mağdurları ve mülteciler için çalışan kuruluşlarla çalışıyorum. Buraya gelirken he birlikte toplantıdan sonra stresten kurtulmuş ve biraz hafiflemiş olmayı istiyordum, ama tam tersi oldu.” dedi.
2004’te yapılan uluslararası insan hakları konferansında da görevli olduğunu hatırlatan Garawi: “Bu organizasyonun sponsoru Türkiye’ydi. Büyük bir sempozyumdu 800 katılımcı vardı. Herkesin yapacağı sunumdan ben sorumluydum ve dönemin Başbakanı Erdoğan da o zaman konferansın ne kadar başarılı olduğunu söyledi.” dedi.
Terör örgütleriyle ilişkilendirilmesine Garawi: “Birlikte çalışırken ve çalışacağımız kişilerde aradığımız en başta gelen şartlarımızdan biri kişilerin şiddete karşı çalışarak, şiddeti desteklememeleridir.” dedi.
Toplanda kullanılan ve bir kısım medya tarafından amacı dışı yansıtılan harita konusuna açıklık getiren Ali Garawi, haritanın, ülkeyi bölme amacını gösterdiği iddiasına karşı, yanında getirdiği dil haritalarını mahkeme heyetine sundu: “Bu Ortadoğu’nun lengüistik dil haritasıdır. İran hakkında konuştuğum için Türkçeyi dahil etmedim. Arapça, Farsça gibi dilleri dahil ettim.” Dedi. Garawi el konulduktan sonra harita yapılan değişiklikleri de heyete anlattı: İran’la ilgili haritada sınırlar kaldırılmış, başlık “Dil Haritası” kaldırılmış, renklerin neyi simgelediğini silmişler!
Garawi, gözaltına alındığında haklarının hatırlatılmadığı hatırlatarak, “Avukatım gelmeden telefonum istendi. Avukatımı bekleyeceğimi söyledim. Buna rağmen telefonum alınarak polistarafından karıştırıldı. 7 gün sonra Vatan’da telefon şifremi sordular. Ben de avukatımın yaninda vereceğim dedim. Ama daha sonra avukatımın yanındayken sormadılar.” dedi.
Günlerce haklarımı ihlal eden muamelelerle karşılaştım. İnsan hakları ihlaline karşı mücadele ediyorken insan hakları ihlaline uğradım. Kariyerimden de öte akıl sağlığım ve sağlığımdan endişe ediyorum. Derhal tahliyemi talep ediyorum. Suçlamaların hiçbirini kabul etmiyorum.” dedi.
GÜNAY KURŞUN: SUÇSUZLUK KARİNEM İDDİANAMEDE GÖZARDI EDİLDİ
Yıllara yayılan akademik kariyerini hatırlatarak savunmaya başlayan Günay Kurşun, Çukurova Üniversitesi’nde akademisyenlik görevinden KHK ile ihraç edilmesinin iddianamede yer almasına dikkat çekti. Hukukçu kimliğiyle Uluslararası Af Örgütü ve İHGD Başkanlığı yaptığını belirten Kurşun, “Sivil toplum konusunda 20 yıldır çalışmalar yürütüyorum. Hukuk ve insan hakları alanındaki çalışmalarım, teorik temellere dayanır. LGBTİ, çocuk hakları ve ayrımcılığa uğrayan kesimler hakkında 26 kitap yayınladık. Adana barosunun üyesiyim avukatım. Avukat bir kişinin gözaltına alınması ve eşyalarına el konulması noktasında farklı hukuk kuralları vardır. Bu noktada gözaltında avukat kimliğimi ibraz ettiğim halde hak ihlallerine uğradım.” dedi.
“Benim hakkımda ihbarcı bir akademisyen tarafından açılan bir dava söz konusu ben bu davada yargılanıyorum. Duruşmada savunmamı da yaptım. Bu davada iddia makamı orada yargılanıyor olmamı suç isnadı için kullanmış. Masumiyet karinesine aykırıdır. O yargılamam tutuklama gerekçesi olmuştur. Orada ‘terör örgütü’nden yargılandığım halde tutuksuz yargılandım. Burada ‘örgüt propagandasından’ tutuklu yargılanıyorum. Bunu akıl mantıkla ve hukukla açıklamak mümkün değil.”
Göz altı günlerinde kendilerinin sahip olmadığı gerekçelerin bir kısım medyada geniş yer almasını eleştiren Kurşun, “Ben neyle suçlandığımı bilmezken basın bunu nasıl öğrendi ve yargılama hakkını nasıl kendinde buldu?” dedi.
Gözaltında yaşanan insan hakları ihlallerini sıralayan Kurşun: “13 gün boyunca ışıklar açık gece gündüz algısı olmadan tutulduk. Bir bezin üzerinde uyuduk.” dedi.
“Bu muameleye bir bylokçu beni aramış diye mi maruz kaldım? Belki Sayın Hakim, sizin telefonunuzu deşifre etseler daha çok bu yönde arama çıkar. Aylarca arayıp bulabildikleri suçlar bunlar düşünün ne kadar masum bir insanım. Gerek benim gerek arkadaşlarım hakkında, dile getirilen iddiaların tek bir kanıtla karşılanmamıştır.”
Banka hesapları noktasında konuşan Kurşun, Feza Holding’den hesabına para yattığına dair iddialara da değindi. Kurşun “Today’s Zaman Gazetesi’nde insan hakları hukuku üzerine yazıyordum. Benim yazdığım gazetelerde Sayın Cumhurbaşkanı Başdanışmanı İbrahim Kalın, Beril Dedeoğlu, Markar Esenyan’da yazdı. Bahsedilen hesaba yatan para bu yazıların telif hakkıdır. Bu telif bu isimlere de ödenmiştir.” dedi.
“Hayatimda şiddetin her türüne karşı durdum. Çocukken bile kavga etmedim. Askere gitmedim bedelli yaptım bu eller silaha dokunmadı.”
“4 bin yıllık bir kural: İddia eden iddiasını kanıtlamak zorundadır. Sayın savcıdan ispat talep ediyorum. Sayın savcı beni suçlasın da savunmamı yapayım… suçlama yok. ben nasıl savunma yapabilirim? İddia dahi yok. taksitle açılmış bir dava. Usule aykırı. İdeolojik olarak birbirlerinden bu kadar farklı örgütlerin aynı amaç için çalıştığını savunan bu iddianame hukuka aykırıdır.”
“İnsan hakları savunucularından terör örgütü çıkmaz. Çıkan zaten insan haklarını savunmuyordur. Ben çocuğum 4,5 yaşında ilk kez “baba” demiş ben yanında değildim. Çocuğumun bana “baba” dediğini duymak için tahliyemi talep ediyorum.” diyerek savunmasını sonlandırdı.
NALAN ERKEM: ŞİDDETE KARŞI YILLARCA MÜCADELE EDİP TERÖRLE SUÇLANDIM
Tutukluluğu esnasında mide kanaması geçiren hak savunucusu Nalan Erkem, kelepçeli olarak muayene edilmişti. İddianamenin hiçbir somut delile dayanmadığını belirterek başlayan Erkem, IHOP üyesi sivil toplum kuruluşlarını ve nasıl çalıştıklarını anlattı. Bu kuruluşların ulusal ve uluslararası çalışmalarını anlatan Erkem, “Nisan ayında yaptigimiz geniş katılımlı değerlendirme toplantısında stresle basetme – dijital korunma en çok talep edilen konulardı. Bu nedenle bu toplantıyı düzenledik.” dedi. Toplantının gizli olduğu yönündeki iddiaları örneklerle yalanlatyan Erkem, “Bir mahkeme tutanağını bile delil olarak kabul etmeyen bir soruşturmayla karşı karşıyayız.”dedi.
Erkem cezaevinde yaşadığı hak ihlallerini mahkeme heyetine aktardı: “Mide kanamasi gecirdim. TutuklandIktan sonra iki ay tedaviye erişemedim. İki ay kanamam devam etti. Doktorların yazdığı ilaçları vermediler” dedi.
Bir avukat olarak müvekili İştar Gözaydın’la görüşmelerinin iddianameye girdiğini belirten Erkem, İştar bugün bu tip bir davadan mağdur edilmiştir ama o bile özgürken ben onunla görüştüğüm gerekçesiyle mahku oldum. Bir avukat müvekili katil bile olsa onunla görüşme hakkına sahiptir. Bir insan hakalrı üyesi terör örgütü üyesi olmaz. Kadın hakları ve kadına karşı şiddete karşı 2009’dan beri çalışmalar yürütüyorum, barolarla birlikte. Kadınlara ücretsiz ve aktif danışmanlık yapan, şiddete karşı mücadele eden bir insan olarak terör gibi şiddetin en korkunç yönüyle suçlanmak çok ağır. Beraatimi talep ediyorum.”
VELİ ACU: TOPLANTIDA SUÇ BULAMAYINCA 7 GÜN SONRA EVİMİZ BASILDI
Veli Acu savunmasına, “BM Dünya Gıda Örgütü’nde ve çalışıyorum. İnsan hakları hukuku alanında yüksek lisansıma devam ediyorum.” diyerek başladı.
“Derneklerle ilgili veri sakladığımıza dair çok şey söylendi. Bir gecede KHK’larla dernek kapatıldı. İddianamede geçen dernekler de bunlara bile dahil değil. Bizim kullandığımız materyallerin tamamı delil olarak alınmasına rağmen bunların hiçbiri iddianamede yok çünkü suç unsuru orada bulunamazdı. Gözaltına alınan kişiler bu kadar tehlikeliydi neden 7. Gün sonra evlerimize gidildi? Çünkü yeni gün boyunca toplantıya ilişkin tek suç bulunamayınca, kişisel hayatlarımıza girildi.
Erol Oktamış isimli kesinlikle tanımadığım bir kişi kariyer sitesi Linkeden üzerinden bana ulaşıp BM’de çalıştığımı gördüğü için buradan başvuru üzerine sorular sordu. Ben de iş başvurusu olduğu buradan yanıtlar verdim. Bu kişi Bylock kullanıcısıymış. Ben numarası bile bende olmayan bir kişinin Bylock kullanıp kullanmadığını nasıl bilebilirim? Ki bu kişi bile özgür şu an.
Burada yargılanan benim insanlığım. Uzun yıllardır benim karakterim olan, yardım etme kültürüm nedeniyle burada yargılanıyorum. Yıllarca başta Antep’te mülteciler olmak üzere onlara yardım etmek destek vermek için elimden geleni yaptım. Bundan sonra yardım etmek hususunda daha tedirgin olacağım.
‘Nuriye ve Semih ölmesin işine iade edilsin’ başlıklı toplu gelen mail iddianameye eklenmiş. Bir PDF kitap mailim var.
Muazzam bir barış süreci yaşadık. Bu süreçte yazdığım bir makalede kaynak olarak gösterdiğim kitaplar burada iddianameye girmiş. Bu makaleyi hocam Tanıl Bora’ya da sundum. Mahkemeye de sunuyoruz. Bu kitaplar o dönemde PDF olarak cihazımdaydı, silmiştim cihazımdan. O kitaplar bellekten bulunarak geri getirilmiş.
Bana mail üzerinden Türkiye’de kalacak yer soran, hiç tanımadığım insan hakları çalışmalarımı duyduğu için benden destek isteyen LGBT bir arkadaş Türkiye’de kalacak yer sordu. Gözaltına alındığım için ne oldu nerede kaldı onu da bilmiyorum. Savcı belki bu ifadeyi ilk kez duymuş şifre sanmış olabilir. L, lezbiyen, G, gay, B biseksüel, T trans, demektir. Bu bir şifre değildir. Hiç tanımadığım halde yardım etme isteğim onların toplumda ötekileştirilmesindendir. Eğer siz erkek gibi erkek ya da kadın gibi kadın değilseniz bu toplumda yaşamanız çok zordur. Bunu bildiğim için bu kişiye yardım etmek istemiştim.
Tam 28 gün sonra insan görmeden yaşadım. Tam 18 kilo verdim. Küçükken geçirdiğim bir kaza nedeniyle gözüm protez buna kendim bakamıyorum. 3 aylık sürelerle kontrole gitmeliyim, gidemiyorum.
Eşim 9 aylık hamile 10 gün sonra çocuğum doğacak. Ben bu doğumu görememenin tarifi imkansız acısını yaşıyorum. beraatımı talep ediyorum.”
Savunmalar ardından savcı mütalasını verdi. savcının 7 kişiye tahliye talebi salonda sevinç yarattı.
(kaynak:artıgerçek)
Yoruma kapalı.