PİRHA – Diyanet’in yetkilerini genişleten kanunun Meclis’ten geçmesi kamuoyunun tepkisine yol açtı. Yazar Ali Yıldırım, dinin devletin elinde bir araca dönüştüğünün altını çizerek “Tüm kamusal alanı dinselleştirmek istiyorlar. Türkiye’de bu anlamda sivil bir din yok, devletin dini var ve devlet böyle alanları düzenlemek istiyor!” dedi.
Türkiye Büyük Millet Meclisi’nde 13 Mayıs’ta yapılan oylama ardından Bazı Kanunlarda ve 660 Sayılı KHK’da Değişiklik Yapılmasına Dair Kanun Teklifi, kabul edilerek genel kuruldan geçti.
Meclis’te kabul edilen değişiklikle birlikte Diyanet İşleri Başkanlığı’nın yetki ve faaliyet alanı genişlemiş oldu. Hukuk ve teoloji konularında yetkin bir isim olan Ali Yıldırım, Diyanet’in okul ve hastanelerde faaliyet yürütecek olmasını yorumladı.
“DİN, DEVLETİN ELİNDE BİR ARACA DÖNÜŞMÜŞ”
“Esas sorun, Diyanet’in varlığıyla ilgili” diyen Yıldırım, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Diyanet’in orada ya da burada hizmet sunması, yani kendi başına elbette değerlendirilir. Fakat iktidar, Diyanet eliyle tüm kamusal alanın dinselleştirilmesi gibi bir politika izliyor. Yani aslında bu bir devlet politikası. Yani Türkiye’de gördüğümüz gibi bir devlet dini söz konusu. Bir devlet dini var ve bütün işler, güçler bu devlet dini üzerinden inşa ediyor. Din, devletin elinde bir araca dönüşmüş durumda. Bu hizmetler meselesi de tırnak içinde iktidarın esas olarak bir yandaş toplama ya da kendi kitlesini bloke etme amacından başka bir şey değil. İş yapıyoruz diyor. Çünkü oralara kadrolar atanıyor. Oralara atanan kadrolar, iktidarın sonradan destekleyicisi haline geliyor. Devletin emrinde bir din, devletin eliyle icra edilen bir din meselesinin esas olarak tartışılması lazım. Fakat Türkiye’de Aleviler dışındaki hiçbir çevrenin, bu konuda ciddi bir itirazının olmadığını görüyoruz.
İNSANLAR DİNDEN UZAKLAŞIYORLAR
Diyanetin okullara, cezaevlerine, hastanelere, şimdi de öğrenci yurtlarına girmesi; aslında din değil, devlet giriyor buralara. Yani devletin hizmetinde din giriyor. Ve dinin çıkarlarıyla devletin çıkarları burada ortaklaşıyor. Çünkü din, kendisine hayat hakkı bulmaya çalışıyor.
Şimdi bu manevi danışmanlık hizmeti, Diyanet üzerinden değerlendirildiğinde orta yerde tamamen bir maneviyatsızlık üreten durumla karşı karşıyayız. İnsanlar dinden uzaklaşıyor. Din buysa ki pratikte sergilenen haksızlığın, hukuksuzluğun bir aracı, üstünü örtme işlevi gören bir mekanizmaya dönüşmesi karşısında hani yoksulluğun övülmesi, iş cinayetlerinin ‘kader’ olarak gösterilmesi gibi…
Dinle sarılan insanların, büyük bir vicdansızlık, haksızlık, hukuksuzluk içerisinde olduğunun pratikte görülmesi şu sonucunu veriyor; din buysa biz bu dinden değiliz. Yani ‘bu din bizim dinimiz değil’ türü ciddi bir yaklaşım. Devlet işte kendisi açısından bu yarayı, bu gedikleri kamu eliyle düzeltmeye, sarmaya çalışıyor. Şu anda Türkiye’de çok ciddi bir diyanet vesayetinden söz etmek mümkün. Yani eskiden asker vesayeti falan derlerdi ama o böyle çok görünen bir şey değildi. Ama Diyanet vesayeti hayatın her alanında kendisini hissettirmek istiyor. Bütün kamusal alanları dinselleştirmek gibi bir tavırları var. Fakat iyi, güzel olan o ki bu çabaları pek de sonuç vermiyor. Yani pratik hayat bunların bu muratlarının gerçekleşmesine engel oluyor.
Fakat mesela şunu merak ettim. Dünkü bu kanun oylandığı zaman AKP, MHP dışındaki siyasi partiler, bu kanuna karşı ne yapmış, nasıl bir tavır ortaya koymuşlar? Maalesef Alevi toplumunun da genel olarak seküler toplumun da oy verdiği partiler, bu alanda ciddi bir duyarsızlık sergiliyor. Ya da onlar da dindar çevrelere ve şirin gözükme politikasının bir parçası oluyorlar diyebiliriz.”
“AKLA DA İŞİN DOĞASINA DA AYKIRI”
Söz konusu kanunla birlikte Diyanet göçmenler, engelliler, bağımlılar, afetzede kesimleri de bünyesine dahil edecek. Ali Yıldırım, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın, bu alanlarda da “manevi danışmanlık hizmetleri” verecek olmasını “Dine bu kadar parayı niye harcıyorlar?” sorusuyla cevapladı. Yıldırım, şunları aktardı:
“Onlar açısından, bu para boşa harcanan bir para değil. Biat eden bir toplum yaratma dertleri var. Bu biatçı toplum, yani yatırımları, siyasi iktidarın kendi varlığını devam ettirmeye yönelik. Yani onlara bir oy deposu olarak bakılıyor.
Bir engelliye, dinin söyleyeceği hiçbir şey yoktur. Bir depremzedeye din ne söyleyebilir? Eğer din, bunu bir ‘alın yazısı’ bir ‘takdiri ilahi’ olarak değerlendiriyorsa dezavantajlı gruplara söyleyebileceği bir şey yoktur dinin. Ne söyleyecek yani din? ‘Sen işte engellisin, yukarıdaki böyle takdir etmiş’… Ya da deprem oldu. Depremin nedeni ne? İşte bir ara söylüyorlardı. Yok efendim ‘laikler azdı da bilmem ne yaptı’ gibi. Şimdi depremi bir kader olarak gören bir anlayıştan bu anlamda dezavantajlı gruplara manevi destek üretmesini beklemek zaten akla da işin doğasına da aykırıdır. Ama akılsız değiller; yani bu kadar parayı buraya yatırmaları boş beleş bir yaklaşım değil. Bir parça da olsa ‘orada biatçı bir anlayışı ne kadar yayabilirsek iyi’ diye düşünüyorlar.
Yani engelliye, ötekiye, göçmene, depremzedeye yaklaşım konusu; ‘bir hizmet veriyoruz’ denildiği zaman insanların kolay kolay itiraz edebilecekleri alanlar değil bu alanlar. Yani ‘sen niye engelliye yardım ediyorsun?’ denilemez. Bir de işin böyle psikolojik bir yanı var. Ama hizmetin içeriği, esas olarak onun maddiyatını düzeltmek olması gerekirken sen ona manevi destek sunuyorsun! Bu da zaten hani işin somut durumla, götürdüğün hizmet arasında uzaktan yakından bir ilişkisi söz konusu değil.”
“TÜRKİYE’DE DİN TAMAMEN YOĞUN BAKIMDA!”
Öğrenci yurtlarının, tarikat ve cemaatlerle anılması ardından şimdi de Diyanet’in çalışma alanı olarak uyarlanması, tartışmanın bir başka boyutu oldu. Ali Yıldırım, söz konusu kanunun ilgili bu maddesini ise şu cümlelerle eleştirdi:
“Tüm kamusal alanı dinselleştirmek istiyorlar. Türkiye’de bu anlamda sivil bir din yok, devletin dini var ve devlet böyle alanları düzenlemek istiyor! Tarikatlardaki mesele de şudur; hukuka uyuyor mu uymuyor mu diye bakarsın. Ama burada devletin yaptığı iş, bizzat devlet politikası haline getirmek. Yani devletin hizmet verdiği bütün alanlarda dini referanslar geliştirerek işi yürütmeye çalışıyor. Tehlikeli olan bu. Yani burada laiklik ilkesi tamamen sözde kalmış durumda. Din tamamen Türkiye’de yoğun bakımda. Zorla yaşatılan bir din var. Yani sonuç veriyor mu? Bence sonuç vermiyor. Yani din artık toplumda karşılık bulmuyor. Emekçiler ile sermaye sahibi arasında büyük bir ayrım ortadayken, dinin buralarda bir şey söylemesi bir anlam taşımıyor. Daha doğrusu söyleyeceği bir lafı olmadığı için bir anlam taşımıyor diye düşünüyorum.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER: Meclis eliyle Diyanet’e bir yetki daha!
Yoruma kapalı.