PİRHA- Maraş Katliamı’nın 41. yılı dolayısıyla mecliste bir basın toplantısı düzenleyen HDP İstanbul Milletvekili Zeynel Özen , katliamın 12 Eylül darbesine zemin hazırlamak için tertip edildiğini söyledi.
HDP İstanbul Milletvekilleri Özen ve Musa Piroğlu, Maraş Katliamı’nın 41. yılı nedeniyle Meclis’te basın toplantısı düzenledi. Açıklamaya Britanya Alevi Federasyonu Başkanı İsrafil Erbil, Hamit Kapan, Doğan Erdoğan ve Hasan Gül katıldı.
Maraş Katliamı’nın Türkiye tarihinin en vahşi ve karanlık katliamlarından biri olduğunu ifade eden Özen, “O dönemde Türkiye’de bir kaos vardı. Egemenler ülkeyi yönetemiyordu. Bunun için kaos, karışıklık, çatışmalar çıkartarak 12 Eylül darbesine hazırlık yaptılar” dedi.
Toplumun provokasyonlarla tahrik edildiğini, her gün beş, on kişi öldürülerek darbe için şartların oluşturulduğunu dile getiren Özen, saldırıların yedi gün boyunca sürdüğünü ancak güvenlik güçlerinin olaylara müdahale etmediğini hatırlattı. Özen, ayrıca katliamla ilgili mahkemeye çıkarılan ve ceza alan sanıkların kısa süre içerisinde çeşitli gerekçelerle serbest bırakıldığını, esas faillerin de bulunamadığını söyledi.
Zeynel Özen, her yıl katliamı anmak için Maraş’a gittiklerini ancak çeşitli engellemelerle karşılaştıklarını ifade etti.
Cumartesi günü de katliamın yaşandığı Maraş’a gideceklerini ve yaşamını yitirenleri anacaklarını söyleyen Özen, “O topraklar bizim topraklarımız ne yaparlarsa yapsınlar gideceğiz. Orada şehitlerimizi anarak karanfil bırakacağız. Yetkililer güvenlik önlemlerini sonuna kadar alabilir ama insanların oraya gelip karanfil bırakmasının önüne geçmesinler. Çorum ve Sivas’ta kimse engellenmiyor ama bize neden bu yapılıyor?” dedi.
Açıklamanın devamında şunlar kaydedildi:
“KATLİAM, NATO İÇİNDE GLADYO’NUN YANSIMADISIR”
Bu topraklarda yaşayan insanlar Kürt-Türk, Alevi-Sünni yıllarca hep bir arada yaşadık. Maraş katliamı gibi büyük acıların sorumluların emperyalistler ve yerli işbirlikçileri olduklarını biliyoruz. NATO’nun yeşil kuşak projesinin uygulanabilmesi için kimleri kullandıklarını CIA’nın o dönemki Ankara şerefi Paul Henze’nin açıklamalarından görüyoruz. O dönem 70’lerde Türkiye’de yaşananlar; NATO içindeki Gladyo örgütlenmesinin Türkiye’ye yansımasıdır. Din elden gidiyor hikayesiyle, masum insanlar solcuları ve Alevileri katletmeleri için kullanılmışlardır. Maraş Katliamı da bu anlamda ülkemizin halen yüzleşilmeyen kara lekelerinden birisidir. Ecevit’in hakka yürümesinin ardından çekmecesinden çıkan notlarda da bu katliamın hangi güçler tarafından göz göre göre yapıldığını görüyoruz.
Maraş Katliamı, 19-26 Aralık 1978 tarihlerinde Maraş’ta meydana gelen özellikle Alevilere ve solculara yönelik bir katliamdır. Her aşaması planlı ve organize olduğu tescil edilmiş bu katliamda resmi rakamlara göre yedi gün süren olaylar sırasında 111 insan öldürülmüş, Alevilere ait 200’ün üzerinde ev yakılmış, 100’ü aşkın işyeri tahrip edilmiştir. Gayrı resmi rakamlar ise bu tablonun çok daha korkunç boyutlarda olduğunu ortaya koymaktadır.
“KATLİAMLARIN FİNALİ EN KANLI MARAŞ’TA GERÇEKLEŞTİ”
Ülkemizde 70’lerin son dönemlerinde, egemen güçler ve sermaye işçilerin örgütlenmesinden dolayı ülkeyi istedikleri gibi yönetememekteydi. Emperyalistlerin istediği gibi bir faşizmi getirebilmek için özellikle; Malatya, Sivas, Maraş, Adıyaman ve Hatay gibi Alevilerin yoğun yaşadıkları yerlerde çatışmaları körükleyerek bir yeşil hattın yaratılması amaçlandı.
Bu olayların temeli 7 Nisan’da Ankara’da Umut Postanesi’ne 3 tane paket gönderildi. Birisi Hamid Fendoğlu’na Malatya’ya, birisi Memiş Özdal’a Pazarcık Belediye Başkanı’na, birisi de Abdulkadir Aksu’ya. Hamid Fendoğlu’na giden bomba kendisinin ve 2 yakınının ölümüne neden oldu. Memiş Özdal paketi kabul etmedi, postaneye geri verdi. Postacılar paket çok güzel olduğu için açtılar ve 1 postacı öldü ama üçüncü bombanın akıbeti belli değil. O zaman Adıyaman Emniyet Müdür Yardımcısı Abdülkadir Aksu’ydu. Daha sonra Maraş olayları döneminde Emniyet Müdürü olan ve daha sonra AKP’de İçişleri Bakanlığı yapan bir insan.
Bu olaylar 41 yıl önce, 17-20 Nisan 1978 tarihleri arasında Malatya ilinde solcuları ve Alevileri hedef alan bir katliam gerçekleştirilmiştir. Üç gün boyunca devam eden saldırılarda Alevilere ve solculara ait yüzlerce ev ve işyeri yakılıp yıkıldı. Toplam 960 işyeri ve konut tahrip edilmiştir. Onlarca insan yaralandı. Resmi rakamlara göre 8 yurttaş yaşamını yitirmiştir. Ardından 3-4 Eylül 1978 tarihlerinde Sivas’ın Alevi yoğunluklu Alibaba mahallesinde gerçekleşen katliamda 10 Alevi yaşamını yitirdi. 100’e yakın kişi yaralandı. 1000’den fazla iş yeri, bina ve ev tahrip edildi. Sonrasında Adıyaman ve Hatay Kırıkhan gibi birçok yerde de benzeri hadiseler yaşandı. Bunların finali de maalesef en kanlı şekilde Maraş’ta gerçekleşti.
“DERİN DEVLET, PARAMİLİTER GÜÇLER VE FAŞİSTLER İŞBAŞINDA”
Bu anlamda efsane yüzbaşı dedikleri Ali Çelik Ankara’da Maraş’a bomba sevkiyatı yaptığı biliniyor. Bunlar daha sonra 15 Nisan’da bir operasyonla ETKO’nun elinde yakalandı. ETKO, “Esir Türkleri Kurtarma Ordusu”dur. O bombaların nerede kullanılacağı birebir üstünde yazıyordu ve o bombaları provokasyon için alıyorlardı. Yani planda bu bombalar MİSK’e, ülkü ocaklarına, camiye ve sinemaya atılacaktı. Fakat bunlar daha önceden yakalandı.
Aleviler, zamanında bataklık olan Pazarcık bölgesine sürgün olarak gönderilen insanlardır. Bataklık zamanla bir kanalla kurutuldu, daha sonra Gavur Gölü dediğimiz bir kanalla Amik Ovası’na boşaltılması nedeniyle, orada çok değerli, verimli, yılda 3 defa ürün alınan bir toprak haline geldi. Daha sonra bunun üzerine oraya 76’da da Kartalkaya Barajı yapıldı ve o baraj tüm ovayı suladı. Yani altın değerinde topraklar oluştu. Bu da tabii ki Alevilerin ekonomik olarak güçlenmesini, sosyal hayatta ve ticari hayatta daha ileri çıkmasını sağladı.
1978 yılında Edem Yağ Fabrikası vardı, orada MHP, Adalet Partisi toplantılar yaptılar, dediler ki “Özellikle o dönemde Ecevit iktidarda, sol iktidarda, bu hükümetten kurtulmak gerek. O döneme gelindiğinde sol sosyalist bir hareket gelişti, öbür tarafta Aleviler ekonomiden büyük oranda pay almaya başladı. Maraş merkezde Alevi nüfus gittikçe çoğaldı ve ondan sonra 1977’deki seçimlerde CHP çok güçlü olarak çıktı. Bu seçimlerde güçlü çıktıktan sonra özellikle derin devlet, paramiliter güçler, faşistler artık bunun önüne geçmek için planlar yaptı. Bu planlar 78’in başında başladı. Bunun başlangıcı olan olay; 4 Nisan 1978’de Alevilerin gittiği bir kıraathane önce bombalandı, sonra otomatik silahlarla tarandı, o zaman 80 yaşında olan Gışkin dedemiz ( asıl adıyla Sabri Özkan) orada katledildi.
Sonrasında olayların silsilesine geldiğimizde 19 Aralık’ta ilk sinema bombalandı. O zaman ülkücülerin getirdiği sinema filmi Güneş Ne Zaman Doğacak! Ama bu bombalamaları daha sonra ETKO üyesi olan itirafçı İsmet Çalışır bizzat anlattı; bir ses bombası yani kimseyi öldürmeyecek, tahribat yapmayacak ama tahrik edecek, provokasyon yapacak Bir bomba atıldı. 20 Aralık’ta yine Yörükselim Akın Kıraathanesi vardı sol sosyalistlerin ve Alevilerin gittiği bir kıraathane, o kıraathane tarandı ve bombalandı.
21 Aralık’ta TÖB-DER üyesi olan 2 solcu öğretmen Hacı Çolak ve Mustafa Yüzbaşıoğlu öldürüldü ve cenazeler hastaneye götürüldü, hastanede aslında otopsi bitti ancak cenaze sahiplerine verilmedi, 22’si beklendi, 22’sinde de cenaze zamanında verilmedi. Yani o zamanki hastanede çalışanlar memurlar var tanıdığımız, onların verdiği bilgi Çetin Diker’in yani hastane müdürünün tam cenazeyi namaz vaktine denk getirip vermesiydi.
“MARAŞ, KATLİAMDAN ÖTE SOYKIRIM, ÇÜNKÜ SAVUNMASIZDI”
Tüm hazırlıklar yapılmış, 19’unda evlerin nüfus sayımı ve kapı numaralarını kontrol etmek amacıyla evler işaretlendi. İş yerlerine de MHP, ülkü ocakları veya değişik işaretlerle yani Alevi, solcu olmayanların iş yerleri işaretlendi ki tahrip olmasın. Zaten olaylardan sonra da gördük ki bir tane iş yerleri tahrip olmamıştı ve yani tüm plan mükemmel gidiyordu, hazırlanmış, 22’sinde cenaze verildi, cenaze camiye yaklaştığı zaman camiden oradaki müftü de fetva verdi: “Aleviler camileri yaktı yıktı”, halı parçaları kesip göstererek “kalan budur” diye her tarafta yaygara koparıldı. Ve orada zaten önceden o caddenin iki tarafında binaların üzerine bu faşistler yerleşmiş. Taş yağmuruyla oradaki cenazeye katılanlara saldırdılar. Çok güçlükle, yaralananlara rağmen yukarı Yörükselim Mahallesi’ne çekilebildiler.
23’ünde tam katliam başladı. 23’ünde artık Yörükselim’e amansız bir saldırı yapıldı ama Yörükselim ve Karamaraş’ta bir savunma da vardı. Karamaraş’ta özellikle yani bugün saygıyla yad edeceğimiz, anacağımız, benim de yoldaşım olan Yolboyu muhtarı Mehmet Mengücek, mahallenin girişinde üslendi, mahalleye 3 gün boyunca, katliamcı güçlerin hiçbirisini mahalleye sokmadı.
Yörükselim’e geldiğimizde, Yörükselim merkezinde de direniş vardı, katliam etkili olmadı ama o çevrelerin dış kenarında Yörükselim tam Maraş’ın en üst mahallesiydi. Orada kenardaki tüm evler yakıldı yıkıldı ve insanlar katledildi.
Aslında Maraş’ta yaşananlar bir katliamdan da öte bir soykırımdır. Çünkü katliamda, iki güç karşı karşıya gelir, biri birini yener, katleder ama insanlar burada savunmasızdı. Mesela 70-80 yaşındaki Gışkin Dede veya Cennet Çimen, 80 yaşındaki bir kadın, gözü de kör ve hamile kadınların karınları yarılarak ceninleri çıkarıldı ve Ali Tıraş diye bir çocuk kolları bacakları kesildi, 4 gün sonra bir kazanın içinde kaynatılmış olarak bulundu. Yani bu bir katliam değil, aslında Alevilerin soyunu tüketmek, geleceğini bitirmek için yapılan bir soykırımdır. Ama ne yazık ki diğer mahallelerde Alevilerin tek tek oturduğu Dumlupınar, Namık Kemal Mahallesi, birçok mahallede insanları savunan yoktu ve birçoğunda en ilginç olanı, en can yakıcı olanı komşusu, akşama kadar birbirine gelen giden komşuları tarafından öldürüldüler.
“12 EYLÜL FAŞİST CUNTASININ HAZIRLIĞI”
Resmi rakamlarda 111 kişi katliamda öldü dendi ama bu daha fazla ve hala yani cenazesinin nerede olduğunu, mezarının nerede olduğunu bilmeyen aileler var. Devlet de bu konuda sorumluluğunu yapmadığı gibi, bu tür insanlar gidip başvurduğunda veya kendi şehitlerini, kendi çocuklarını anmak için gittiklerinde, anasını babasını anmak isteyen insanlar her yıl Maraş’ın dışı ablukaya alınır. O anmaları başlatanlardan biriyim. Hatta İstanbul’dan kalkan otobüsler kalktığı yerden kaldırılmaz, Ankara’daki otobüsler veya o çevre ilçelerdeki, köylerdeki arabalar hareket ettirilmez.
Yani bunların hepsi 12 Eylül faşist cuntasının hazırlığıdır. Çünkü hemen ertesinde 13 ilde sıkıyönetim ilan edildi, daha sonra bu 24’e çıkarıldı. 24 ilde sıkıyönetim ilan edildi. Amerikan Büyükelçiliği’nin memuru olan Alexander Pack’ın orada o partilerle, o sağ faşist güruhla toplantılar yaptığını, görüştüğünü de çok iyi biliyoruz. Sonuç olarak Maraş katliamı 804 sanıklı Maraş Katliamı davasında; 22 kişi idam, 7 kişi müebbet hapis, 321 kişi de 1 ile 24 yıl arasında ceza aldı. Katliamda önemli rol oynayan 68 kişiye ise ulaşılamadı. Fakat en sonunda getirilen bir afla bu davadaki tüm katiller salıverildi. Maraş katliamı davasındaki 3 mağdur avukatı da faili meçhul cinayetlere kurban gitti.
“ACILARIN ÜSTÜNÜ ÖRTMEK İHANETTİR”
Ülkemizin demokratik gelişimi kendi tarihiyle yüzleşmeden gerçekleşemez. Bugün sorumluluk makamında oturanların bu katliamlara yaklaşımı, ne yazık ki demokrasi ve toplumsal barış noktasında daha çok yol almamız gerektiğini ortaya koyuyor.
Biliyorsunuz ki yıllardır, katliama uğrayan vatandaşlarımızı anmak isteyenler engellemelerle, baskılarla ve şiddetle karşılaşıyor. Bu durumu akılla, izanla açıklamak mümkün değildir. Sağlıklı bir devlet aklı, katliamın hedefindeki insanların kimliğine, kültürüne, inancına bakmaksızın bu tarihle hesaplaşabilmeli, mağdurlara ve ailelerine güven temin etmelidir. Oysa ülkemizde hep bunun aksi uygulamaları görmekteyiz. Böylesi temel bir Anayasal hakkın kullanılmasına engel olunması ne demokrasiyle ne hukukla ne vicdanla bağdaşmıyor.
Oysa bu acılarla yüzleşmemek, üstünü örtmek ülkemize fayda sağlamayacağı gibi en büyük ihanettir. Acılardan ders çıkarmayıp yüzleşmemek, tekrarlanmasına fırsat vermek demektir.
“MARAŞ DIŞINDA ANMALARA YASAK KOYULAN YER YOK “
Demokrasinin gelişmesi için önceliğimiz; bu farklı kültür, inanç ve etnik kimlikteki insanlarımıza ana sütü kadar helal olan bu eşit yurttaşlık haklarını tanımaktır. Ülkemizde gerçek bir kardeşleşme ve güçlü bir birliktelik yaratmanın yolu da buradan geçmektedir. Bugün farklılıklarımıza bir ayrışma aracı, bir ayırımcılık vesilesi olarak bakılmaktadır. Başta siyasi irade olmak üzere özellikle toplumumuzun bu hassas noktalarına büyük bir dikkatle yaklaşılması gerekmektedir. Ne zaman ki farklılıklarımızı birer zenginlik olarak görürüz, işte o zaman gerçek bir kardeşliğin ve toplumsal barışın önünü açmış oluruz.
Bu katliamın ardından tam 41 yıl geçmesine rağmen herhangi bir yüzleşmenin gerçekleşememesi, hatta katledilen insanların yakınlarının katliamın yıldönümlerinde şehre gidip anma yapmalarının yasaklanması acılarına acı katan bir yaradır. Bugün Maraş dışında böyle anmalara yasak konulan başka bir yer yok. Acılarını yaşadıkları yerde yaslarını tutmalarına dahi izin verilmeyen bu insanların sarılamayan yaraları yürekleri kanatmaya devam ediyor. Her anmamızda bize bu katliamı bir daha yaşatıyorlar.
Bir başka yürek yakan konu ise; Kahramanmaraş Şeyh Adil Mezarlığı’nda topluca gömüldüğü belirtilen Maraş katliamı kurbanlarının mezar yerlerinin halen yetkililer tarafından açıklanamamasıdır. Bununla ilgili uzun süredir devam eden bir dava sürecinde bir sonuca varılamadığı için, artık Avrupa İnsan hakları Mahkemesine intikal etmiştir. Katliam kurbanlarının yakınlarının yaralarına daha fazla tuz basmamak için bu mezar yerlerini tespiti için gerekli çabalar gösterilmeli ve kaybolduğu belirtilen bu mezarlar tespit edilerek sorumlu kişiler yargılanmalıdır.
Son olarak özellikle Maraş’tan ayrılmak zorunda kalıp yurtdışında yaşayan canlarımıza sesleniyorum: Topraklarımıza sahip çıkalım. Mücadeleyi yükseltmemiz gerekiyor ve Maraş’ta yapacağımız anmaya tüm canları davet ediyoruz.
(HABER MERKEZİ)
Yoruma kapalı.