Alevi Haber Ajansi

Hasan Ali albümü Budela’yı PİRHA’ya anlattı: Aslında bu bir gönül borcu-VİDEO

PİRHA – Sanatçı Hasan Ali’nin 2014’de çıkardığı ‘Zeri ra’ albümünden sonra Kırmancki, Kurmanci ve Türkçe toplam 14 eserden oluşan ‘Budela’ albümü KOM ve MİR Müzikten çıktı. PİRHA’ya konuşan Hasan Ali, “Bu albümün eserleri bu albümün gitmesi gereken yer aslında mana dünyamızda mülkiyetten uzak, insanı esas alan, insan-ı kamil olma yolunda bir tuğla örme ya da bir adım atma adına projelendirilmiş bir söylemdir” dedi. 

HABERİN VİDEOSU

1977 yılında Erzincan’ın Tercan ilçesine bağlı Başbudak Köyü’nde doğan Hasan Ali Sezer, 2002 yılından beri İstanbul’da sınıf öğretmenliği yapıyor. Söz yazarlığı, besteci ve yorumcu kişiliğine, üniversite yıllarında kurduğu müzik grubuyla başladı. Muhalif kimliğiyle de tanınan ve şu ana kadar üç albümü çıkan Hasan Ali, diğer albümlerinde olduğu gibi son çıkarttığı albümde de yok olma tehlikesiyle yüz yüze olan Kırmancki (Zazaca) şarkılar yer alıyor. ‘Budela’ albümü 14 eserden oluşuyor. Altısı kendisine diğerleri ise Pir Sultan, Hıdır Ağırdağ, Ali Haydar Güçlü, Ekin Turan, İbrahim Çelebi ve Tacim Yıldız’a ait. Eserlerini de yeni bir ezgiyle duyurma ihtiyacı duymuş.

Yeni albümüne ilişkin PİRHA’ya konuşan Hasan Ali, müzik hayatına nasıl başladığını, albümlerinde nelere dikkat ettiğini, neyin önemli olduğunu ve son ‘Budela’ albümüne dair birçok soruyu cevapladı.

Müzik hayatınız nasıl başladı? 

Benim müzik hayatım öncelikli olarak üniversitede başladı. Üniversitede ben bir öğrenci derneği başkanıydım alternatif müzik alanına dair ihtiyaçlarımız, kaygılarımız, sıkıntılarımız vardı. Bunun üzerinden bir arayışın içerisindeydik ve doğal olarak da o arayış bir noktada gelip bizi buldu. Üniversitede özellikle üniversite gençliğinin sorunları üzerinden örgütlenme yaparken de ayrıca Türkiye toplumu içerisinde var olan ezilen bütün kesimlerin müziklerini dinleyerek bir şekilde kendimizi ifade etmeye çalıştık. Her Alevi çocuğunun yaşadığı durumların benzerini bizler de yaşadık. Evimizde eski ozanların şarkı ve türküleriyle büyüdük. Doğal olarak yaşama bir şey katabilme adına da kendi kültürümüzü, kendi dilimizi, kendi kimliğimizi esas alarak yürümeyi, oradan bir şekilde yol kat etmeyi tercih ettik. Doğalında müzik hayatına böylece start vermiş oldum. Profesyonel müziğe 2009’da başladım ve ilk albümüm de 2009 yılında çıktı. 2009 itibariyle gelişen profesyonel müzik hayatım şimdi bu yeni albümle birlikte farklı bir evreye dönüştü.

Peki, bundan önce çıkardığınız 3 albümde neye önem verdiniz? Neyin üzerinde durdunuz?

İlk albümüm olan ‘Rüzgar’ albümünü 2009’da çıkardım. Ağırlıklı olarak kendi eserlerim ve bestelerimin olduğu bir albümdü. Çoğunluğu Türkçe olan albümümde iki tane Zazaca eserim vardı. Ne tesadüftür ki o iki eser kitleler tarafından çok ciddi beğeni aldı. Bu beğeni sonrası ben ikinci albümüm Şemige (Eşik) albümümü yarı Türkçe yarı Zazaca Türkülerle eşit yaptım. Sonrasında baktık ki oradaki Zazaki eserlerimiz pozitif yönde daha ciddi tepki alıyor üçüncü albümüm 2014’te Zeri Ra’yı çıkardım. Zeri Ra, albümümde daha çok Alevi inancının, kültürünün diğer dillerdeki ifade edilişine yer verdim. Ve bundan dolayı halktan çok ciddi bir geri dönüşüm aldım. En çok dinlenen ve bilinen ‘Heyder’ eseri ‘Zeri Ra’ albümümde yer alıyordu. Onun dışında Kırmancki dediğimiz Zazaki eserler gerçekten ciddi anlamda insanların ruhuna işledi ve bu doğrultuda yaptığımız çalışmalar belli bir kitleye ulaşmış oldu.

“BEDRİ RAHMİ DER Kİ: 3 DİL BİLECEKSİNİZ”

Bu son albümü yaparken de bu yürüdüğümüz yolu esas aldım. İlk albümümde iki Kırmancki eser yer alırken ikinci albümümde yarı yarıya, üçüncü ve dördüncü albümde Kırmancki eserler Türkçe eserleri aşmış düzeydedir. Bedri Rahmi Eyüpoğlu’nun çok güzel bir sözü vardır. Der ki ‘Ne zaman bir köy türküsü dinlesem şairliğimden utanırım’ ve der ki ‘En azından 3 dil bileceksiniz. Biri anadiliniz size ana sütü kadar değerli ve ucuz ve bedava.’ O üç dil şimdi benim bugün Kırmacki üzerinde çalışma yapmama yol gösteren şeylerden biridir.

“KIRMANCKİ YOK OLMAKLA YÜZYÜZE”

Son albümünüzde de ana dilinize geniş yer vermişsiniz. Şöyle bir şey gördük; her yeni albümünüzde ana dil kullanımına daha fazla yer veriyorsunuz. Peki sizce ana dilinizin kullanımı neden daha önemli?

Şunu söyleyeyim belki çok iddialı bir söz olacak ama Kırmancki müzikal literatürde aslında özel bir dildir. Kırmancki yani Zazaki olarak söylenen ezgilerin fonetiği, diyalektiği diğer dillere nazaran daha estetik duruyor müziğin üzerinde. Müzikte birinci ve önemli olan şey budur. Çünkü sanatın genel arayışı estetik üzerinedir. Bu estetiği bugün de çok rahat yakalayabilirsiniz. İkincisi ve en önemlisi bu dil yok olmakla yüz yüze. Bugün çocuklarımız bu dili konuşamaz durumdalar. Belki 10 yıl, 20 yıl veya 50 yıl sonra bu dil yeryüzünden yok olacak. Böyle bir tehlike ile karşı karşıyayız. Bu dili yaşatan en önemli şey bence klamlardır. Klam, Şuare şekilde adlandırılır Kırmancki içerisinde. Bu farklı adlandırmaların nedeni de yöresel ağızdan kaynaklıdır. Bu adlandırılmadan ziyade bu dilin ileri ki zamanda var olmasına katkı sunmuş olursunuz. Aslında bir gönül borcu. Diğer dillerde müzik yapmanın dezavantajları yok mu? Tabi ki var. Türkiye’de yaşıyorsunuz ve ağırlıklı egemen olan dil Türkçe. Bu dil üzerinden yaptığınız müzik daha çabuk kitlelere ulaşabilir, daha çok kitleyle etkileşim haline girebilir ve daha popüler olabilirsiniz. Ama kaygınız popüler olmaktan ziyade bir kültürü yaşatmak, bir dili yaşatmak. Bu olunca ve karşılık bulunca da doğalında bu tip çalışmalara daha ağırlık verdik. Bunu yansıtmak da benim için onur vericidir. Bunu temsil etmek, bunun kıyısında durmak ya da buna vakıf olmak bence milyonlar kazanmaktan daha önemli, değerli ve daha kıymetli bir şeydir.

“DAMLADAN DERYAYA TALİP OLMUŞ YOL EHLİNE BUDELA DENİR”

Son albümünüz olan Budela’ya gelecek olursak; ‘Budela’ ne demek? Albüme bu ismi verirken esin kaynağınız nedir?

‘Budela’ bestesini yaptığım bir deyişin içerisinde geçiyordu. Benim pirlerim Varto Rakasan’lıdır. Seyid Nesimi derler. Keramet sahibi olduklarına inanılır. Onun oğlu Ali Baba’nın cemler öncesi talipleriyle buluşmasında okuduğu duaları birlikteliğini sağlayan bir birleşimdir. ‘Budela’ aynı zamanda Seyid Nesim’nin dualarının kaynaklık ettiği bestesi bana ait olan bir eserdir. Neden peki albümü komple ‘Budela’ olarak tanımladık? Çünkü biz şöyle düşündük damladan deryaya talip olmuş yol ehline ‘Budela’ denir. ‘Budela’ birçok kelime gibi Türkçeye özü boşaltılarak geçmiş. Mesela ‘adi’ sözü Ezidilerin en üst mertebesinde olan kişinin ismidir. Ama bunu dejenere etme adına adi normal hayatta, argoda lümpende kullanılan bir söylemdir. ‘Budela’ da aynı şekilde Türkçede saf, deli ya da bir şey bilmeyen, aklı ermeyen anlamında kullanılıyor. Aslında Budela dinsel anlamda yedilerin ismi olarak tanımlanmıştır. Sırra eren, sırra kadem basan ama yedi yerde aynı anda görülebilen ulu kişilere, abdal kişilere Budela denmiştir. Bizim bölgede Budelayı Xaq derler ya da Budelayı Qureyş derler. Yani bu kişiler aslında ermiş, abdal konumunda olan kişilerdir. Bu yolu yürürken dünyanın bütün çıkarlarından muaf tutarlar kendilerini. Ne senin yazdığın kuralları, ne onun belirlediği çıkarları, ne benim ördüğüm duvarları hiçbirini kâle almazlar. Onlar bu dünyada gelip geçici ve bir nesnenin, doğanın herhangi bir parçası şeklinde yaşam sürdüren kişilerdir.

“KENDİ ÖZ SUYUYLA BESLENEN İNSANLARA İHTİYACIMIZ VAR”

Budela’da albüme şöyle kaynaklık etti. Aslında bizim mülkiyetten uzaklaşmış, insanı, doğayı, tabiatı daha iyi anlayan, çıkar dünyasının yarattığı savaşlara karşı bir şekilde bent olmak isteyen kendi özünü yitirmemiş, kendi öz suyuyla beslenen insanlara ihtiyacımız var. Dünyayı yeniden yaratacak olan ya da yeniden ona anlam katacak olan insanlar bunlar. O yüzden Budela’nın bir sonraki aşamasının en azından söylediğimiz eserler babında yaptığımızda buna işaret ettiğini gördük. Yani ben kendimi bir Budela olarak tanımlamıyorum. Bu albümün eserleri bu albümün gitmesi gereken yer aslında mana dünyamızda mülkiyetten uzak, insanı esas alan, insan-ı kamil olma yolunda bir tuğla örme ya da bir adım atma adına projelendirilmiş bir söylemdir Budela. Albüme bu anlamda aldığım tepkiler de genelde iyi.  Umarım ona erişen, onu dileyen, onunla hemhal olan insanlar bunun farkına varırlar. Bir de albüm tanıtımımızda şunu ifade ettik: Bu çıkarlar dünyası, bu çıkarlar dünyasından bir çıkar yol aramak isteyenler kırkların ceminde hemhal oldukları o vakit iyiyle kötü, güzel ile çirkin, yüksek ile alçak arasında bir patikada kendini bulurlar ve o patika kıvrıla, kıvrıla uzanmıştır. Yani o bir dervişin çile yürütmesi gereken anlamda bir patikadır. O yüzden bu insanlar kadim insanlar, değeri bilinmeyen, değeri keşfedilmemiş insanlar ki bugün Ortadoğu’nun bütününü ele aldığınızda bunun ne kadar büyük ihtiyaç olduğunu daha iyi görmüş oluyor insan.

“GELENEKSEL VE MODERN YAKLAŞIM BİRARADA”

Peki ‘Budela’ albümü kaç eserden oluşuyor ve kimin eserleri var?

‘Budela’ albümü 14 eserden oluşuyor. Bu 14 eser içerisinde 6 tane beste bana ait. Onun dışında kalan eserlerin Kırmancki olan boyutunda Dersim diline yani Kırmancki üzerinden bu dile emek vermiş Dersimli ozanlarımız var. İşte en başta Ozan Rençber var, Hıdır Ağırdağ , Ali Haydar Güçlü, Ekin Turan, Bülent Özcan, İbrahim Çelebi, eskilerden Dertli Kemter, Maraş bölgesi hakikatçilerinden Tacım Yıldız, Pir Sultan Abdal’ın eserleri var. Bunların genelde eserlerini ben yeni bir ezgiyle duyurma ihtiyacı duydum. Örneğin Tacim Dede’nin, Pir Sultan’ın, Dertli Kemter’in, İbrahim Çelebi’nin müzik ve bestesini ben yaptım. Yani bu besteler genelde şu kaygıyla yapıldı; önceki yapılan müziklerin kitlelerle buluşma açısından eksik kaldığına inandığım için bu çalışmayı birebir baştan bir atölye çalışması gibi yapmak istedim. Buradan iki yaklaşım yürüttüm albümü yaparken. Birincisi modern yaklaşım, diğeri geleneksel yaklaşım. Bu iki yaklaşımı da albümün içerisinde bulabilirler. Yani geleneksel yaklaşımdaki eserlerin çoğu akustik eserlerdir. Akustik yapılmış diğer eserler biraz daha dijital biraz daha batı enstrümanlarıyla renklendirilmiş eserler. İkisi bir arada olur mu diye öncesinde birçok sıkıntım oluştu ama şu an çok iyi. Yani ikisini beraber vermek daha iyi oldu.

Albümünüzde başka hangi dillerde eserler var?

Albümde 14 tane eser var. Bu eserlerden 7’si Kırmancki, 2 tanesi Kurmanci dediğimiz biri Malatya yöresine ait, biri de Koçgiri yöresine ait eser. Koçgiri bölgesine ait olan eser Türkçe, Kürtçe bir eser. Onun dışında kalan 5 eserde Türkçe eserler. Bu eserleri bu defasında bölgesel bir kaygıyla örmedik aslında. Şimdi Maraş’tan Koçgiri’ye, Koçgiri’den Kürecik’e, Malatya’ya, Malatya’dan Kayseri’ye, Kırkısrak’a, Kırkısrak’tan tutun Dersim’e Erzincan’a buralara yayılmış bir albüm konseptimiz var. Bunun nedeni de şu aslında; Dersim algısının Tunceli’den ibaret olmadığının vurgusu var albümde. Çünkü Dersim çok büyük bir eyalet. Bugün Dersim’den göç etmek zorunda kalmış, yüzlerce yıl önce başka yerlere yerleşmiş insanlar var. Oralı olduklarını düşünenler var. Doğalında bunun bir bütün olduğu bütünselliğin de bu şekilde ifade edilebileceği kaygısı üzerinden yürüdük.

“AYNI DİLİ KONUŞAN, AYNI İNANCI TAŞIYAN İNSANLARI BİR ARADA TUTABİLME KAYGISI VARDI”

Dersim yöresine ait eserlerden biri ve en önemlisi benim daha önce akustik olarak seslendirdiğim sosyal medyada ciddi etki yaratan eserlerden biriydi. Ozan Rençber’in ‘Derdo’ eserine biz gittik Dersim’de bir klip çektik. O eseri hem Dersim’in coğrafi yönüne hem de Dersim’in yaşadığı durumu aşikar etmek için böyle bir ihtiyacın içerisine girdik. Ayrıca albümümüzde Varto yöresinin büyük ozanlarından olan Baba Devreş’e ait bir eser var. Baba Devreş ‘Roza Şaye’ eseri Dersim 38’i anlatan ama Dersim 38’i sadece bir yöntem üzerinden anlatmamış yani orada yaşanan zulmü de anlatmış, orada yaşanan kahramanlığı da anlatmış. Yaklaşık 7 dakika sürüyor eser. O zaman selinin de bir anlamı var benim için. Yani daha doğrusu komplike bir şey yapmaya çalıştık, bölmeye çalıştık belgelere dahi dağıtmaya çalıştık. Buna ihtiyaç vardı diye düşünüyorum. Çünkü şu sanal ayrışmayı işte sen Vartolusun, sen Erzincanlısın, sen Erzurumlusun, sen Dersimlisin ya da Tuncelilisin ayrışmasını ortadan kaldırabilecek dil, kimlik, inanç noktasında birleşen aynı dili konuşan, aynı inancı taşıyan, aynı kültüre sahip insanları bir arada tutabilme kaygısı da vardı. O yüzden bu konsepti değerli ve anlamlı buldum ve bunun üzerinden yürüdüm.

“ALBÜMÜN İLK TANITIM KONSERLERİNİ DERSİM MAMİKİ’DE YAPACAĞIZ”

Klip çektik dediniz. Albüm tanıtım konserleriniz oldu mu?

Albüm daha yeni çıktı. O yüzden henüz bu fiiliyata geçmedi. Ama şöyle bir projemiz var; öncelikli olarak ilk albüm tanıtım konserini Dersim’de organize edeceğiz. Tarihide belli. Umarım bir aksaklık olmazsa 4 Kasım’da ilk albüm tanıtım konserini Dersim Mamiki’de yapacağız. Çünkü albümün eserlerinin genelde hitap ettiği kitle, alan, coğrafya orası olduğu için bunu çok önemli ve değerli buluyorum. İstanbul’da kentlere sığınıp kalmak veya daralıp kalmak çok doğru değil. Yani kültürü yoğun yaşayan insanlara bunu ulaştırmak daha önemli daha elzem diye düşünüyorum. Onun dışında tabi ki Ankara, İzmir, İstanbul konserleri yapacağız ama bununla da sınırlı değil yurtdışı üzerinden dört, beş tane tanıtım konseri planlıyoruz. İşte Frankfurt, Paris, Londra, Viyana buralarda tanıtım konserleri yapacağız. Yani bu albümü herkese ulaştırma adına, canlı ulaştırma adına elimizden ne geliyorsa onu yapacağız. Bu anlamda birçok dostlarımız bize destek sunuyorlar. Desteklerini esirgemiyorlar. Onu da ifade etmek istiyorum.

Albümünüz çıktı, şu ana kadar nasıl tepkiler aldınız?

Çok ilginçtir teaseri yayınladığımızda on binlerce insan ilgi gösterdi buna. Şu an itibariyle teaserin gördüğü ilgi normal standartlarda eser üzerinde görülen ilgileri aşmış durumda. Çünkü teaserlar çok fazla dinlenmez normalde. Bir dinlenir, iki dinlenir, üç es geçilir. Öyledir. Ama benim için de şaşırtıcı oldu çünkü biz bunu bir promosyon çalışması olarak örgütledik zaten. Albüm çıkmadan bir ay öncesinden bu tanıtımlara başladık. Albüm çıkmadan üç ay öncesinden albümün klipini yaptık.  Sonu itibariyle tepkiler çok güzel. Çünkü çok modern işler de yaptık. Hedefine ulaşacağına çok fazlasıyla inanıyorum. Her ne kadar televizyonlarımız kapatılmış olsa da klibimizin yayınlanacağı mecralar olmamış olsa da ama biz kendi alternatif alanlarımızı yaratıp bizim sesimizi kısmaya, bizim müziğimizi susturmaya çalışanlara bir nebze cevap olmak isteriz. Bu anlamda Tv10’da çok önemliydi benim için.

“TV10 EZİLMİŞLERİN BİR KELAMIYDI”

Tv10 kapatılalı bir yıl oldu. Siz de Tv10’da bir yıl boyunca program yaptınız. Aslında siz TV10’la kendi kitlenize sesinizi çok net olarak duyurabiliyordunuz. Şimdi klip yaptınız ama yayınlayabileceğiniz televizyon kanalı yok. Tv10 sizin için neyi ifade ediyordu?

Tv10 aslında kapatılma gerekçesi ne kadar absürt olsa da özü itibariyle bu ülkede yaşayanların inançsal anlamda ezilmiş olanların, kimlik olarak ezilmiş olanların bir kelamıydı. Yani o kelam oradan doğru yayılıyordu. Sadece bu kimliksel ya da inançsal düzeyde olan bir şey de değildi. Yani işçiler, emekçiler orada bir şekilde kendi haberlerine ulaşabiliyorlardı. Bunu ifade edebiliyorlardı. Bir mecraydı onlar için. Yani bu burjuva medyanın hepsini toplasanız bir Tv10 yapmaz. Çünkü Tv10’da hem lokma usulü bir algı vardı hem de herkese açıktı. Yani isteyen oraya telefon açık derdini canlı yayında ifade edebiliyordu. Bu mecranın kapatılmasının, bu mevziinin dağıtılmasının temel nedeni de insanların birbiriyle etkileşimini daraltma ve onları yok etme perspektifidir.

“O SU YOLUNU BULUP DEVAM EDECEK”

Hayranım olan, beni izleyen dinleyen insanlardan aldığım genel tepki ‘Çok güzel klip yapmışsın nerede yayınlayacaksın?’ diyor. ‘Çok güzel albüm yapmışsın nasıl duyuracaksın?’ Bu kaygıyı sadece ben değil dinleyiciler de yaşıyor. Çünkü hakikaten Hakk’ın ve Hakikatin Sesi şiarıyla yola çıkmış ve milyonlara ulaşabilmiş bir televizyon şimdi de baskıyla, zorla bir şekilde alaşağı edilmiş ve kitleler o noktada kendi alternatiflerini yaratma ihtiyacı duyuyorlar. Nasıl yaratıyorlar bunu sizi takip ederek, sosyal medya üzerinden bir şekilde ağ kurarak ya da kendine alternatif saydığı haber ajanslarından, gazetelerden bir şekilde ucuna tutunarak sürdürmeye çalışıyorlar. Ama ben şuna inanıyorum yani bunun sesi ne kadar güçlü çıkarsa bu yine aynı şekilde eskisi gibi kendine bir mecra yaratacak. O su yolunu bulup, devam edecek.

Yani benim için Tv10 çok değerli bir kurum. Sadece oraya emek verdiğimden kaynaklı değil bu oranın işleyiş biçimi, oranın algısı, oranın insanlarla olan ilişkileri ve insanların ona bakış açısıyla bir değer. O değeri yakalayabilecek yani şu an bir medya kurumunun yani görsel sunum yapan televizyon niteliğindeki bir medya kurumunun olduğunu düşünmüyorum. O yüzden umarım bizler kendi alternatiflerini yeniden yaratma çabası içerisine girip bu buzu kırarız diye düşünüyorum. Ondan sonrası zaten bir şekilde kitlelere ulaşacak. Sadece Tv10 değil, Tv10 ile birlikte kapatılan bir sürü televizyon var, bir sürü yayın organı var. Bizim gibi alternatif müzik yapan ya da bir dilin, bir inancın, bir kültürün meramını ortaya çıkarmaya çalışan insanlar artık maalesef ki maalesef sadece sosyal medya üzerinden bir çırpınış içerisindeler. Ben bir an önce Tv10 mantığıyla yoğrulmuş, onun bilinciyle yola çıkmış bir yapılanmaya, bir görsel medyaya çok ihtiyaç olduğunu düşünüyorum.

Son olarak Türkiye’de yaşananlardan bağımsız değilsiniz bir sanatçı olarak. Yaşananlar hakkında ne söylemek istersiniz?

Ölü toprağı serpilmiş bir ülkedeyiz. Bütün her şeye bir şekilde kilit vurulmuş. Ama bir tek şeyi kıramazlar o da umudun yarattığı cesaret. Şimdi ben insanların elbette ki umudunun biraz sönümlendiğini görebiliyorum. Bunu reaksiyon olarak çok ciddi ortaya koyamadıklarını da görüyorum. Ama bu birikme bence bir volkana dönüşme olasılığı olan bir birikmedir. O olduğu taktirde bugün yaşadığımız bize korku cumhuriyetini, korku toplumunu dayatanlara en büyük cevap olacak. Bugün birçok siyasi, fikrinden ve zikrinden kaynaklı cezaevlerinde yatıyor. Bugün sanatçılar değişik cezalara çarptırılıyor. Bunun ötesinde suskun kalmak ya da onu ifade etmemek bir anlamda egemenlerden yana olma pozisyonunu da beraberinde getiriyor. Çünkü ezilenlerin kendine sıkı sıkıya sarılmak ve bir olmaktan başka hiçbir çaresi yoktur. Yani ezenlerin ortaya koyduğu ezme reaksiyonunu ortadan kaldıracak yegâne güç odur. O yüzden sanatın da böyle bir gücü var. Sanat suskun olduğu müddetçe, biçare olduğu müddetçe sözün ve kelamını esirgediği müddetçe biz buradan çıkamayacağız büyük olasılıkla. O yüzden bence müziğin sesi ya da sanatın sesi her şeyi eski haline eski noktasına getirecektir diye düşünüyorum.

Hasan Ali, söyleyişimizden sonra ‘Roza Şaye’ ve ‘Tekkemiz Meyhane’ eserlerini seslendirdi.

Semra ACAR – İsmet SEFER/İSTANBUL

 

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak