PİRHA- Kürtler arasındaki çelişkilerden Türkiye’nin faydalandığını düşünen Gazeteci Fehim Işık, Erdoğan’ın yaratmaya çalıştığı büyük Sünni-İslam şemsiyesi altında kendisine müslümanım diyen, Erdoğan’a biat eden herkesin yeri olacağını belirtti. Işık ayrıca referandumda çıkacak bir hayırın Türkiye’yi bir anda değiştirmeyeceğini, fakat esas olarak ceberrut bir iktidar anlayışının yenileceğinin altını çizdi.
Türkiye’nin Suriye politikasında izlediği rota, soruna müdahil olma biçimi, başından bu yana büyük tartışmalara neden oldu. Büyük oranda Kürt karşıtlığı üzerinden gelişen Suriye politikası Türkiye’yi her defasında bir basamak geriye götürdü. Geçtiğimiz günlerde Cumhurbaşkanı Tayyip Erdoğan, Pakistan ziyareti öncesinde Suriye Demokratik Güçleri’nin kontrolündeki Menbic’e operasyon düzenleyeceklerini açıkladı. Erdoğan açıklamasında, “Şimdiki safha Minbic’tir’’ dedi ve her defasında tekrar ettiği gibi Minbic’in Araplara ait olduğunu, YPG ve PYD’nin Fırat’ın doğusuna geçmesi gerektiğini söyledi. ABD Merkez Kuvvetler Komutanlığı (CENTCOM) ise Erdoğan’ın bu açıklamasının ardından sosyal medya hesabında YPJ’li kadın savaşçıların fotoğrafını paylaştı.
Diğer tarafran geçtiğimiz günlerde Irak Kürdistan Bölgesel Yönetimi Başkanı Mesud Barzani Ankara’ya geldi. Barzani ziyaretinin ardından Şengal’de çatışmalar başladı.
2 Mart tarihinde peşmergeler Şengal’in Xanesor beldesinde YBŞ/YJŞ sorumluluğundaki alana girerek bu güçlerle çatıştı.
Türkiye’nin inişli çıkışlı, Suriye ve Irak merkezli Ortadoğu politikasını Gazeteci Fehim Işık’la konuştuk.
Türkiye Suriye politikasını Kürt düşmanlığı merkezli yürüttü. Bölgede şiddet odaklı çözüm arayışlarına yöneldi. Bu çerçevede isterseniz işin ABC’sinden başlayalım. Nedir Türkiye’nin Suriye politikası ve nereye evrildi?
Türkiye işin en başında Arap Baharı denen dönemde, her ne kadar dönemin Dışişleri Bakanı Ahmet Davutoğlu’nun stratejik derinlik diye ucube bir politikası olmasına rağmen, Ortadoğu’ya dönük belirgin bir hedefe sahip değildi. Kriz Suriye’ye yansıdıktan sonra bir şekliyle bu krizden nemalanıp bölgedeki yayılmacı hedeflerini yaşama geçirmek için uğraştı Türkiye. İlk etapta bölgede ciddi bir unsur olarak görmediği Kürtleri kendi yanına çekmeye dönük bir çaba içerisine girdi. 2013’te başlayan çözüm sürecini de bu noktadan bağımsız değerlendiremeyiz. Zaman içerisinde Kürtlerin Suriye’de üçüncü bir güç olarak ortaya çıkması, kendi yönetimlerini oluşturmaları, etkili bir siyasi aktör olarak dünyada görünmeye başlanması ile birlikte, Türkiye’nin temel politikası Kürtlere düşmanlık üzerinden gelişti. Çünkü kendi yanına çekerek bir yan unsur olarak görmek istediği Kürtleri orada güç olarak görmek istemiyordu. Hele bir yönetsel özerklik elde etmelerini hiçbir şekilde kabul etmedi. Bu kez tamamen Kürt düşmanlığı üzerinden bir politika geliştirdi. Başlangıçta müslüman kardeşlere destek verdi. Onlar çökünce El Nusra’yı Kuzey Afrika’dan Suriye’ye taşıdı, onlar çökünce IŞİD bölgeye girince bu kez IŞİD’e destek verdi. Özellikle Musul’un işgalinden sonra IŞİD’in bölgeye girişindeki en önemli faktörlerden biri bizzat Türk devletinin kendisidir. İŞİD’in Kürtleri zayıflatması onların yararınaydı. Ancak IŞİD Kobane duvarına çarpınca bu kez devreye bizzat kendisi girdi. Cerablus işgali de, Kobane zaferinin ardından gelen bir olguydu. Çünkü Cerablus’a fiilen girmemiş olsaydı, ortaya çıkacak tablo daha da zorlayacaktı. Bölgesel ilişkileri, Rusya ve ABD arasındaki çelişkileri kullanarak böylesi tehlikeli riskli bir oyuna girdi. Hala bu emellerinden de vazgeçmiş değiller.
Erdoğan Suriye’deki El Bab operasyonunun ardından bir sonraki hedefin ülkenin kuzeyindeki Menbic olduğunu açıkladı…
Rusya ve ABD’nin Kürtleri ellerinin tersiyle itemeyeceklerinin belirginleşmesinden sonra bu kez Türkiye provakatif yaklaşımlarla süreci tersine çevirmeye dönük olgular içerisine girdi. Örneğin güvenli bölgeyi fiilen oluşturma noktasında ABD de Rusya da Türkiye’nin Şehba dediğimiz Azez-Cerablus ve Mare’yi kapsayan bir alanda bulunmasına ses çıkarmadılar. Onların onayı ile girdi. Fakat Türkiye daha da ileri gitti, Bab’a kadar girdi. Bab’a girerken de çok zorlandı. Orada ciddi anlamda bir destek almıyordu. Destek almamasına rağmen o bölgeye kadar inince Suriye rejim ordusu ile karşı karşıya geldi ve Minbic üzerine ilerleyeceğiz iddiasında bulundu. Bu kez Rusya ile Minbic askeri meclisi bir ittifak geliştirerek bazı bölgelerin savunmasını Suriye askerlerine verdiler. Orada Türkiye ile Suriye askeri karşı karşıya geldi. Burada Türkiye’nin Rakka ve Minbic’in gündeme getirmesi içe dönük bir politik argümandır. Sahadaki gerçekliği bilen herkes Türkiye’nin oraya çok kolay giremeyeceğini biliyor. Son bir yıldır ABD her açıklamasında somut bir biçimde ‘bizim Suriye’deki partnerlerimiz Kürtlerin de bulunduğu yerel güçlerdir’ diyor . Son olarak CENTCOM kendi sayfasında Rakka operasyonunu Kürlerle birlikte yürüteceğini söyledi ve sosyal medya hesaplarında YPJ’li kadınların resimlerini paylaştı. Bunu cumhurbaşkanı ‘biz Rakka’ya da Minbic’e de gireceğiz’ dediği gün yaptı. Bunlar bize gösteriyor ki Türkiye’nin oraya girişi o kadar da rahat değil. Bunun dışında, bu operasyon oraya 3 -5 bin askerle gerçekleşebilecek bir durum değil. Oraya belki on binlerce aslerle girmek zorundasınız. Bu hergün onlarca asker ölüsünün gelmesi demek. Türkiye bunu kaldırabilecek bir güce sahip değil. Türkiye’nin oradaki varlığı ABD ve Rusya’nın onay verdiği orandadır. Dolayısıyla onay verilmediği zaman böylesi bir maceraya sürüklenmesi mümkün değil. Bunu referandum dönemine kadar kullanacağı bir argüman olarak gündeme getirecek.
Başta ABD olmak üzere Rusya’nın da katıldığı, Türkiye’nin de kendini dahil ettiği aktörler, Ortadoğu’nun şekillenmesinde önemli oranda belirleyici role sahip. Yerel güçlerle yapılan koalisyonlar, IŞİD’in varlığı, güç savaşları…Sizce nasıl bir şekillenme olasıdır?
İşin başında ABD orada tek güçtü. Birleşmiş Milletler şemsiyesi altında uluslararası koalisyonu oluşturdular. Rusya o zaman sessizdi. Rusya’nın Suriye’de çıkarları vardı. Tartus ve Lazkiye’de Rusya’nın askeri üsleri vardı. Buraları kaybetmek istemedi. Rusya Ukrayna sorunu gibi benzeri iç sorunlarını zora dayalı yöntemlerle kendi kontrolüne almaya başladıktan sonra, Suriye’deki çıkarlarının ciddi anlamda riske girdiğini gördü ve ben de varım dedi. Böylelikle Suriye rejimi artık kendisini daha da toparlamaya başladı. Orada ayakta durmasının temel etkenlerinden biri Rusya desteğidir. Doğu Akdeniz’in bir bütün olarak kontrolünü aldı. Bölgede çeteci grupların, muhalefet adı altında örgütlenen ama IŞİD’ten farkı olmayan grupların ilerlemesinde ciddi engel koydu. ABD bu dengeyi gözlemledi. ABD, Rusya’nın sıradan bir güç olmadığını, bölge çıkarlarının tek başına ABD eksenli dönmeyeceğini biliyordu. Deyim yerindeyse , fiili bir anlaşmaya yaptılar. Kürtlerin ağırlıklı olarak yaşadığı bölgelerde daha çok uluslararası koalisyon ve ABD destek verdi. Doğu Akdeniz’i, Şam, Halep ve İdlib’ de operasyonları büyük çoğunlukla Rusya yürüttü. Bir dönem orada çeteleri etkin bir biçimde destekleyen Türkiye bu politikalardan olumsuz etkilendi ve Rus uçağını düşürme olayı ile bu güçle karşı karşıya geldi. Türkiye daha sonra Rusya ile çatışarak birşey yapamayacağını görünce tüm kasımpaşalılık edası gitti, Rusya’dan özür diledi. Hatta Rusya sayesinde Suriye rejimi ile de biraraya geldi .Şu anda Türkiye’nin Suriye politikası 2012’deki politikası değil. 2011’de bir bütün olarak ‘Esad gitmelidir’ diyen Türkiye, şimdi Esad’la birlikte uzlaşmanın yollarını arıyor. Suriye Türkiye arasında bir uzlaşma söz konusu değilse, bu Suriye rejimi istemediği içindir. Çünkü Suriye rejimi hiçbir zaman Türkiye’yi, özellikle de Erdoğan’ı affetmiş değil. Çünkü Suriye’deki karmaşanın önemli bir kısmının Türkiye ve Erdoğan’ın politikalarından kaynaklandığı konusunda somut bilgilere sahipler.
Peki Kürtler….
Kürtler başından bu yana bir denge politikası gözetti. 3. Yol dedikleri başlangıçta belirledikleri politikada bir denge politikasıydı. Kendi alanlarımızı koruyacağız, başka bir yerde gözümüz yok, bize saldırılmadığı müddetçe biz de saldırmayacağız anlayışı vardı. Sorunların diyalogla çözülmesi gerektiğine inandılar. Minbic ve Rakka operasyonları ile birlikte farklı bir pozisyonda çıktı. Orada Kuzey Suriye, Rojava’yı bir bütün olarak kapsayan o bölgede federasyonlaşmayı öngören bir politika ile oradaki diğer halkla ortak mücadele yürütme kararı aldılar. Hatta öncesinde Gre Spi ve Tel Abyad’ın özgürleştirilmesi de böyle bir operayonun sonucuydu. Kürtler aslında tetikleyici gücü olmamış olsaydı IŞID, El Nusra’ya karşı başarılı bir operasyon yürütebilecek gücü olmamış olsaydı; belki Araplarla, diğer halklarla bu kadar kolay yanyana gelmeleri mümkün değildi. Türkiye’nin geliştirdiği uluslararası politikalar sayesinde bu durum siyasal alanda istenilen ölçüde yansımasını bulamadı. Mesela Astana toplantılarında Rusya Kürtleri oraya çağırmadı.
Türkiye’nin, desteklediği grupları çekim alanı içerisine almaya dönük bir yaklaşım vardı. Cenevre önemliydi ama yine Kürtler çağrılmadı. Kürtlerin olmadığı bir ortamda çözüm geliştirmekte mümkün değil. Bu yanlış politikaları sürdürenler siyaset alanından çekilinceye kadar bu durum devam edecek. Şu anda Türkiye bu yanlışları ile Suriye batağına gömüldü. Türkiye Suriye savaşının ayrılmaz bir parçasıdır. Suriye’deki çetelerle geliştirdiği ilişki, sonra onlardan vazgeçmeleri ile IŞİD, El Nusra’nın Türkiye’de yaptığı bombalı saldırıları görüyoruz. Türkiye uyarıları dinlemedi.
Türkiye Irak meselesine de aynı minvalde yaklaştı. Retoriği düşmanlık üzerinden. Barzani’nin geçtiğimiz günlerdeki ziyaretinin ardından Şengal’e saldırılar başladı. Orada nasıl bir politika izlemek istiyor Türkiye?
Kürt kimliği düşmanlığı üzerinden değil de, kendisine biat etmeyen, kendisi ile uzlaşmayan Kürt’e düşmanlık üzerinden yürümeye başladı. İran’ın Sünni versiyonunu oluşturmaya kalktı. Büyük bir Sünni-İslam şemsiyesi altında kendisine müslümanım diyen, halifeliği geri getirmeyi niyetlenen Erdoğan’a biat eden herkesin yeri olacak. Bu Türkiye’deki siyasette de böyledir. AKP’de Ermeniler var ama Erdoğan’a biat edenler, Kürtler var keza. Hepsinin ortak özelliği biat etmiş olmalıdır. Erdoğan için uzlaşılacak, ya da uzlaşılmayacak Kürtler vardır. Ne yazıkki Kürtler arasındaki çelişkiden Erdoğan yararlandı. KDP ile yakın ilişkilere girmesi bu politikaların sonucudur. KDP Türkiye ile ticaret ilişkilerini ilerletmede sakınca görmedi.
Kürdistan’da tam olarak işleyen bir parlamento, hükümet söz konusu olsaydı bugün bu tablo ile karşı karşıya gelmeyecekti. Ne yazık ki YNK, Goran, KDP arasındaki çelişkilerden bölge devletleri yararlanıyor.
Peşmergeler’in Şengal’e saldırısını nasıl değerlendiriyorsunuz?
Şengal meselesi ise çok farklı. Şengal IŞİD tarafından işgal edilmeden önce orada PKK yoktu, orada peşmerge gücü dışında öznel ayrı bir güç yoktu. Fakat IŞİD’in Şengal’i işgal etmesiyle birlikte bölgede peşmerge kalmayınca, peşmergeler IŞİD’e karşı geri çekilmek zorunda kalınca, bölgede Şengalli gençler ve PKK gerillaları etkin bir mücadele sürdürdü. Binlerce Ezidinin kurtarılmasında orada bulunan HPG’liler ciddi bir rol üsttlendi. Bunların Rojava’ya geçişlerine koridor sağladı. Bu tablo ortaya çıktıktan sonra Şengal toprakları özgürleştirilip, IŞİD oradan kovulunca oradaki güçle siz uzlaşarak sorunları çözmek zorundasınız. PKK açıklamasında kendilerinin Şengal’de kalma gibi bir hedeflerinin olmadığını söyledi. Ancak Şengal’de IŞİD saldırılarının ortaya çıkardığı sorunlar çözülebilmiş değil. Ezidi toplumunun neredeyse son kalan topraklarını koruyabilecek önlemler alınmalı. Bunun askeri, yönetsel boyutu tartışılmalıdır, fakat birlikte yapılmalıdır, bir taraf olarak değil. Bölgede Güney Kürdistan Hükümeti’nin kendilerini yalnız bıraktığına inanan ayrı askeri örgütlenmeleri oluştu. Onlar da o bölgenin parçası. YBŞ ve YJŞ bu temelde oluştu. Şengal’deki bu güçleri silah zoruyla çıkarmak yeni bir çatışmanın da habercisi. Nihayetinde öyle bir çatışma başladı. Bunun önüne geçmek lazım. Kürtler arasındaki sorun çatışmalarla çözülmez. Bu çatışma bölge devletlerine, özellikle de Türkiye’ye hizmet eder.
Sorun diyalog ve müzakere ile çözülür. Bunun içinde tarafların görüşüp somut adımlar atması gerekir. Şunu hatırlatalım; Kürtler kendilerini yönetme taleplerini ortaya koyduğu anda herkes masayı devirdi. Bu 93’te, 96’da, 98’de PKK liderinin yakalanmasından sonra gelişen tüm süreçlerde, en nihayetinde Oslo ve Dolmabahçe’den sonra yapılan mutabakatlardan sonra da böyle oldu. Türkiye’de şimdi çok farklı bir sürece girildi.
Evet çok farklı bir sürece girdik. Başkanlık sisteminin önünü açan bir anayasa değişikliği için referanduma gidilecek. Cumhuriyet tarihinden bu yana ilk defa sistem değişikliğinden bahsediyoruz. Referandum ve olası sonuçları hakkında ne düşünüyorsunuz?
Türkiye’deki mevcut anayasanın ne eskisi, ne de şimdiye kadar yapılan değişiklikler, ne de referanduma sunulan değişikliklerin hiçbiri zerre kadar Kürtlerin lehine değil. Türkiye’de anayasada her zaman 4 madde varlığını koruduğu sürece bu böyledir. Yeni bir hegemonyaya doğru ilerleyen bir durum söz konusu. 1923’te kurulan Kemalist cumhuriyet, Türkler dışındaki herkesi yok sayan cumhuriyet, şimdi Erdoğan ile birlikte Erdoğanist ve İslamist bir noktaya doğru gidiyor. Erdoğan’ın 16 Nisan’da referandumda elde etmek istediği resmiyet budur. Şu andaki fiiliyatı meşrulaştırmak istiyor.
Türkiye’de farklı diller, kültürler var. Siz bunları tek tipleştirerek birarada barındıramazsınız. Cumhuriyet bunu 90 yıldır başaramadı. Bu baskılara rağmen bu aidiyetler varlığını korudu. Alevi kimliği de aynı şekilde. 90 yıl boyunca cemevlerini yasakladılar, eğitim sistemini bütün olarak Alevi karşıtlığı üzerine yaptılar, buna rağmen görüyoruz ki baskılara rağmen Aleviler kimliklerini terketmediler.
Türkiye’deki tüm olguları kendi lehine kullanan 15 Temmuz darbe girişiminden sonra bir allahın lütfu sayıp toplumsal muhalefeti susturan Erdoğan, bundan sonra referandum barikatını istediği gibi aşarsa, geri dönüşsüz bir noktaya ilerler Türkiye. Ortadoğu’da da ciddi bir bölgesel savaş söz konusu olabilir.
Referandumda büyük bir hayır cephesi var. İslami bir kesim, MHP’li bir kesim,CHP, HDP, demokrasi güçleri hayır diyor. Herkesin hayır deme nedenleri farklı.Peki sizce neden hayır denmeli?
Bir MHP’li hayır derken , aslında o MHP’linin korumak istediği bir ırkçı anlayış var. Oysa ilerici devrimci insanlar, o hayırdan demokratik özgür bir yaşam çıkarmak istiyor. Hayırlarımızın aynı olması mümkün değil. Türkiye’de geniş bir kesim MHP’liler gibi hayır demiyor. Aleviler, Kürtler, aklınıza gelebilecek tüm baskı altında kalmış kimlikler, önemli bir çoğunluktur. Bunların tümü hayırdan sonra özgür demokratik eşit bir yaşamı inşa etmek istiyor. Hayırı aşabilirsek, bu ; ırkçılığın, faşizmin ne olduğunu bilenlerin kazanım hanesine yazılacaktır.
Bazı kesimler ‘hayır desek bile değişen bir şey olmayacak’ diyor…
Hayır demekle birlikte barışçıl bir dönemin kapısının aralanacağını düşünüyorum. Türkiye’yi bu noktaya getiren Erdoğan’ın şiddet yanlısı tutumudur. Dolayısıyla Erdoğan iktidarının zayıflaması devrimcilerin ilericilerin güçlü olabileceği bir pozisyona gitmesi anlamına gelecektir. Erdoğan her seçimde ‘ben olmasam istikrar olmaz’ diyordu, 1 Kasım seçimlerinden sonra istikrar için oy istediler. Oysa oy verdikleri bizzat şiddeti uygulayan zihniyetin kendisi. Hayır, Türkiye’yi bir anda değiştirmiyecek, hayır o eski ucube anayasayı kabul ettiğimiz anlamında da değildir. Esas olan anayasa değişiklikleri değil, esas ceberrut bir iktidar anlayışının yenilmesi.
Elif SONZAMANCI
Yoruma kapalı.