Alevi Haber Ajansi

Düşleri yarım bırakan Suruç katliamının ardından kalan acı ve adaletsizlik-VİDEO

PİRHA- Barışa, umuda, sevgiye ve ortak bir yaşamı hakim kılmaya giden gencecik 33 can bundan tam 4 yıl önce Suruç’ta katledildi.

Bundan 4 yıl önce 20 Temmuz 2015 tarihinde SGDF üyesi sosyalist gençler ellerinde kitaplar ve oyuncaklarla Kobane’deki çocuklara umut olma, bir anlamda Kobane’yi temsili olarak yeniden inşa etme düşüyle yola çıkmıştı. Kobane’ye geçmek için Türkiye’nin dört bir tarafından gelen 300 genç Urfa’nın Suruç ilçesinde toplanmışlardı. Geçiş için kaymakamlıktan izin alınmasını beklerken birbirleriyle umutlarını, heyecanlarını paylaşıyorlardı. Ama o umutlar ve heyecanlar yaşanan patlamayla yerini acı, öfke ve nefrete bıraktı. Tarihe Suruç katliamı olarak geçen olay, henüz hayatlarının baharında olan 33 düş yolcusunu hayattan kopardı. IŞİD tarafından canlı bomba kullanılarak düzenlenen katliam düşleri yarım bıraktı…

68 kuşağının önderlerinden Mahir Çayan ve beraberinde 9 kişinin katledildiği Kızıldere katliamından sonra gençliğe yönelik ilk kitlesel katliamdır Suruç katliamı.

Gazeteci Havva Cuştan, Suruç katliamının tanıklarından biri. Suruç’a giderkenki heyecanı ve umudu katliamın ardından öfke ve nefrete dönüşmüş. Sadece Suruç katliamının acısını hissetmiyor Cuştan. Sur ve Cizre’deki vahşet bodrumları, Ankara katliamı, Reina katliamı, Çorlu tren kazası gibi toplumu derinden etkileyen olaylar ve katliamlarda da aynı acıyı hissediyor. Ona göre yaşanan acı da içinde yaşanılan karanlık da adaletsizlik de ortak. İşte bu ortak adaletsizliğe karşı ortak bir mücadele örülmesi gerektiğini düşünüyor Cuştan.

Suruç katliamının 4. yılında Cuştan ile Kobane’ye gitmenin gençler için anlamını, katliam günü yaşananları, Suruç katliamının Cuştan’ın hayatındaki etkilerini konuştuk.

“KOBANE’Yİ SAVUNMAK ORADA SADECE SAVAŞIP HAYATINI KAYBETMEK DEĞİLDİ”

Bundan 4 yıl önce 20 Temmuz 2015 tarihinde Suruç’ta bir katliam oldu. Öncesinden başlarsak, Suruç’a gidişinizi, gitmeye karar verişinizi biraz anlatabilir misin?

Aslında Suruç’a gitmek özgürlük ve adalet arayan sosyalist gençler için bir zorunluluktu. Şuradan doğan bir zorunluluktu; Kobane direnişi dünyada adı geçen bir direniş olmuştu. Dünyanın birçok yerinde vahşetiyle insanları katleden, kana bulayan, tecavüzcü, katil IŞİD çetelerine karşı bir direniş vardı. Suphi Nejat’tan Sinan Sağır’a kadar birçok insan Kobane’de hayatını kaybetmişti. Bunların hepsi batılı gençlerdi. Sadece gidip orada savaşmak hayatını kaybetmek değildi Kobane’yi savunmak, sınır nöbetleri tutmaktı, burada alanları tutmaktı, Kobane’den gelen insanların yaralarını sarmaya çalışmak, onlar için kıyafet toplamaktan çocuklar için oyuncak toplamaya kadar birçok şeydi Kobane’yi savunmak. Kobane sadece Kobane de değil dünyanın birçok yerinde savunuldu. Biz de ‘Beraber savunduk beraber inşa edeceğiz’ şiarıyla Kobane zaferinden sonra Kobane’ye gidişe karar verdik SGDF’nin genel kurulunda ve bu çalışmamızı örmeye başladık.

“KOBANE’YE GİTMEK ‘BARIŞ KÖPRÜSÜ’ KURMAKTI”

5 günlük bir gidiş planı yaptık. O dönem gidip kaymakamlığa kimliğinizi bıraktığınız anda 3-5 kişilik gruplarla karşıya geçebiliyordunuz. Biz de böyle bir niyetle bir haftalık izinle Kobane’ye gitmek oraya dokunmak istedik. Oraya dokunmak temsili bir şeydi aslında. 5 gün bir hafta ya da 10 günlük bir süreyle yıkılmış, yerle bir edilmiş bir kenti inşa edemezdiniz ama politik bir anlamı vardı bunun. Yıllardır doğu-batı, Kürt-Türk, Alevi-Sünni gibi karşıtları düşmanlaştıran bir sisteme karşı bir barış köprüsü kurmaktı Kobane’ye temsili olarak gitmek. Aslında batıdaki gençler Gezi’den başlayan barış isteğini göstermiş oldular.

“KİMSENİN AKLINDA ‘ACABA’ DİYE BİR TEREDDÜT YOKTU”

300 kişiyle gittik oraya. Çok söylenen bir şey var ‘ellerimizde oyuncaklarla, kitaplarla’ diye gerçekten de öyleydi. Oyuncaklarımızdan tut dans hocamıza, psikoloğumuza ya da inşaat işçisinden öğretmenine kadar birçok çeşitli renk vardı ve bu insanların çoğu batılı denen insanlardı, üniversite öğrencileriydi çoğu ve gerçekten bir barış köprüsü kurmak için gitmişlerdi. Giderken herkes çok heyecanlıydı, herkes oraya dokunmak, görmek için hem çok heyecanlıydı hem çok cesurdu hem de çok netti ve onu hissetmek istiyordu. Kimsenin aklında ‘acaba’ diye bir tereddüt yoktu, bunu çok net görebiliyordunuz. Herkes birlikte kahvaltı yapıyor, gülüyor, eğleniyor, tanışıyor. Aslında o patlamanın nedeni korkuydu. Bugün çok net görüyoruz ‘MİT tırları IŞİD’e silah sevkiyatı yaptı’ haberini yapan gazeteciler vatan haini ilan ediliyorlar, ülkelerine giremiyorlar. IŞİD’i bu kadar besleyen kanlı bir örgüt haline getiren iktidar bunu birçok katliamın yargılamalarında da görüyoruz aslında. IŞİD karanlığı karşısında Alper’in anarşistliğinde Koray’ın Trabzonsporlu olmasına kadar birçok renkliliğimizden, yan yana gelişimizden korkmuştu. Bu renkliliğe bir saldırıydı o günkü patlama.

O günkü planlamanız neydi? İnsanların heyecanından bahsettin sen de heyecanlı mıydın, neler hissediyordun?

Sabah erkenden gittiğimizde başka şehirlerden bizden önce gelen insanlar vardı. Onlarla tanıştık sohbet ettik. Çok heyecanlıydım. Daha önce Suruç’a gitmiştim ben ama bu Kobane direnişi sırasında sınır nöbetleri zamanındaydı. Ama ilk kez anlayarak gidiyordum aslında. Zafer kazanmış olarak gidiyorduk. Kimliklerimiz toplanmıştı kaymakamlıktan izin almayı bekliyorduk. Bu bekleyiş sırasında basın açıklaması gerçekleştirecektik. Kafamızda ‘sınırda ne olur, geçemezsek ne olur, geçersek ne olur, insanlar bizi karşıda nasıl karşılar, buraya döndüğümüzde ne yaparız?’ gibi birçok düşünce vardı. Aslında gündem karşıya geçmekti. Birbirlerini tanımayan insanlar birbirlerine ne hissettiklerini, neler olduğunu soruyordu. Bendeki de öyleydi. Hem merak duygusu hem de hiçbir sorun çıkmaması isteğiydi.

“7 KİŞİ POLİSİN ATTIĞI GAZDAN DOLAYI NEFESSİZ KALARAK HAYATINI KAYBETTİ”

Patlama esnasında ben karşıdaydım fotoğraf çekiyordum ve bir şey yazıyordum. Sadece bir ses duyduğumu hatırlıyorum, yere hiç bakmamıştım. Amara’nın camları inmiş, ağaçlar yanıyor. Canlı bomba olabileceği hiç aklıma gelmiyor. Bir arkadaş beni arka bahçeden çıkardı sonra hafif yarası olanlarla birlikte hastaneye gittik. Ben de bir yara yoktu ama ilk hastaneye gidenlerden birisiyim. Yani bacağına, koluna şarapnel parçası gelenler, kendisi katliamın olduğu yerden çıkabilenler falan geliyordu. Bomba deniyor ama ben hala bir çöp konteynere vardı orada ‘oraya konmuştur bomba’ diye düşünüyorum. Canlı bomba olabileceği ve insanların ölebileceği falan hiç gelmiyor aklıma. İlk zaten polisin ses bombası attığını ve ağaçların o yüzden yandığını düşünmüştüm. Sonra yaralıların gelmesi kesildi. O anda polis gaz atıyormuş Amara’nın bahçesine. O yüzden ağır yaralılar gelemiyormuş. Bir süre sonra ağır yaralılar geldiğinde durumun ciddiyeti biraz daha ortaya çıktı. O gün orada gerçekten Suruç halkı Kürt halkı olmasa hepimiz ölmüştük. Kolluk kuvvetleri, polis hepimizi öldürmeye gelmişti. Bir katliam oluyor, katliamın olduğu yere siz plastik mermi ve gazla saldırıyorsunuz, hastane bahçesine saldırmak istiyorsunuz. Ama o gün orada Kürt gençleri, anneleri, Kürt halkı o bahçeye sokmadılar polisi. Polisler basmak istedi hastaneyi oradaki ağır yaralıların düşünün ki keza polis o gün gaz bombası atmasaydı 7 kişi şu an hayatta olabilirdi. 7 kişi polisin attığı gazdan nefessiz kaldığı için hayatını kaybediyor. Çok üzüldüler 33’ü çok az buldular çünkü. Hepimizi katletmekti niyetleri. Sonraki süreçlerde çok daha net gördük bunu zaten. Hepimizin hedef gösterilmesinden tutun tutuklanma, gözaltı furyası, aileleri hedef etme dava sürecinde birçok yerde gördük aslında.

“POLİSE GARİP GELMELİYDİ”

Peki öncesinde sana garip gelen, dikkatini çeken herhangi bir şey var mıydı?

Biz ‘bir polis ya da jandarma müdahalesi olursa herhalde sınırda olur’ diye düşünüyorduk. Amara’da bir şey olabileceği aklımıza gelmiyordu. Diyarbakır’da vardı ama canlı bomba değildi çöp konteynerine yerleştirilmişti. Böyle bir şey olabileceği hiç aklımıza gelmedi. Dönemi şöyle bir değerlendirdiğimizde barış ve müzakere süreci dediğimiz bir süreçti. Polis zaten basın açıklamalarına çok az gelirdi. Suruç’ta o dönemde sadece biz değil bizden bağımsız birçok genç, gazeteci, yazar, Avrupa’dan gelen bir sürü insan vardı. Dolayısıyla etrafta çok polis olmaması bana garip gelmemişti. Ama polise garip gelmeliydi. Canlı bomba Abdurrahman Alagöz, o yaz gününde Suruç gibi havanın 40 derece olduğu sıcak bir yerde montla emniyetin önünden 3 kez geçiyor. Bu polise garip gelmeliydi. Durdurmalıydı ki Suruç gibi MİT’ten, polisten habersiz kuş uçmaz bir yerde öyle birini zaten durdururlardı. Ama hiçbirini yapmadılar. Dava dosyalarından da görüyoruz bunu. Ankara katliamının dava dosyası bunu çok net ortaya koydu. Hepsi biliyordu, yazı gitmiş zamanında. Dikkate almadılar değil dikkate almak istemediler.

“AYNI ACI, ADALETSİZLİK VE KATLİAM…”

Suruç Katliamını yaşamış biri olarak Suruç haberleri yapıyorsun, duruşmaları takip ediyorsun. Neler hissediyorsun?

İlk başta çok net öfke hissediyorsunuz tüm adaletsizliklere karşı. Suruç’un haberini yaparken de öfke hissediyorum Çorlu ailelerinin haberlerini yaparken de öfke hissediyorum. Çünkü aynı acı, adaletsizlik ve katliam. Çorlu ailelerine de saldırıyor bugün devlet adalet istediği için, Suruç ailelerine de saldırıyor. Elbette ki birebir yaşadığınız bir katliam sizi daha fazla etkiliyor ama adaletsizlik öyle bir durumda ki kime dokunsan devletten canı yanmış ve sen onu anlıyorsun. Suruç’tan sonra devlet katliamlar zinciriyle geçtim toplumsal muhalefeti toplumu öyle bir konuma getirdi ki gezmeye gelen Alman turist de katlediliyor aynı karanlıkla Taksim’deki İranlı turist de katlediliyor, aynı karanlık havalimanında da insanları katlediyor. Ben 5 dakika sonradan geçmiş olsaydım Taksim katliamını da görmüş olacaktım. Benim Suruç’a gitmem politik bir tercihti bu tercihe saldırdı devlet ama bu şiddeti öyle bir tırmandırdı ki yolda yürüyen insana da saldırıyor artık. Suruç’a adalet gelseydi hiçbiri olmayacaktı. Keza dava dosyalarından hepsinin bir merkezde planlandığı çok net ortaya çıkıyor.

“SURUÇ BENİM KİŞİSEL TARİHİMDE BİR MİLAT”

Senin kişiliğinde nasıl bir etkisi oldu Suruç Katliamı’nın?

Suruç benim kişisel tarihimde bir milat, bu toplumda da bir milat. Çünkü Suruç’tan sonra bir savaş süreci başladı. Savaş sürecinin butonuna bastılar Suruç Katliamı’yla birlikte. Bunu Suruç’ta ne olduğunu söylediğimde insanların bakışından da görüyorum. İki ayrı hapishanede kalan iki ayrı kadın tutsakla yazışıyordum ve Suruç’ta ne olduğunu söylediğimde ikisinin de diğer mektubunun başlangıcı şöyleydi; ‘Suruç bizim için bir milat’. Birbirlerini tanımayan iki ayrı hapishanede iki ayrı kadın aynı duyguyu hissediyor, aynı şeyi düşünüyor.

“KATLEDİLMİŞSİNİZ DAHA ÖTESİ YOK”

Kişiliğimde yarattığıysa sizi katletmişler, ölmek ya da ölmemek orada bir şeyi değiştirmiyor. Bir katliamdan kimse sağ çıkamaz yani böyle bir gerçekliği var bu durumun. Dolayısıyla hiçbir şey gözünüzü korkutmuyor. Adalet mücadelesini verirken de öyle. Gözaltına alınma, tutuklanma, polis saldırısı, hedef gösterilmeniz falan değil orada katledilmişsizin daha ötesi yok yani. Keza gözaltına da alındım daha önce defalarca, tutuklandım da bir kez. Hiçbiri adalet mücadelesinde bizi yıldırabilecek şeyler değildi. Suruç olmasaydı belki yıldırabilecek şeylerdi benim açımdan ama katliamlar zincirinden sonra bu kadar adaletsizliğin olduğu bir yerde yıldırmıyor sizi hiçbir şey.

“ÇOCUKLARININ SAĞ ÇIKMASINA SEVİNEMEDİLER”

Ailendeki etkisi ne oldu peki?

Çok korktular önce, üzüldüler haliyle. Annemin ilk sözünü hiç unutmam. Ezgi’den bahsediyordum anneme bu yüzden biraz tanıyordu Ezgi’yi. ‘Benim kızım sağ çıktı ben şimdi Ezgi’nin annesinin yüzüne nasıl bakarım’ demişti. Kendi çocuklarının sağ çıkmasına bile sevinemediler aslında. İlk başta adalet mücadelesi vermeme karşı durdular ama bir süre sonra devletin kirli yüzünü, o politik tercihi yapsam da yapmasam da bir gün bir yerde katledilebileceğimi fark edip bana destek olmaya başladılar. Çok net onların da büyük bir değişimi oldu. Onlar için de Suruç bambaşka bir yerde. Ben olmasaydım da eminim onları da çok etkileyen bir yerde duracaktı Suruç katliamı, benim olmam daha farklı bir yerde durdu tabi.

“VAHŞET ZİNCİRİ TOPLUMA ÖFKE EKTİ”

“Suruç ile bir butona basıldı ve katliamlar zinciri yaşandı” dedin. Suruç’tan sonra Sur, Cizre, Şırnak, Reina, Ankara katliamları yaşandı. Bunlar seni nasıl etkiledi?

Suruç’tan sonra öfkeyle yaşıyorsunuz. Sur, Cizre bodrumları vahşet, insanların göz göre göre bodrumlarda katledilmesi, Ankara, Sultanahmet, havalimanı hepsi öfkemi daha çok arttıran bir yerde durdu. Bugün Cizre bodrumlarına ses çıkaramadığımız için diğer katliamlar silsilesi oldu ya da Suruç’a ya da Ankara’ya ‘dur’ diyemediğimiz için diğer katliamlar silsilesi oldu. Aslında biraz daha geriye gidersek Roboski’ye ‘dur’ diyemediğimiz için bunlar oldu. 90’lardan çok bahsediyorlar iktidar da bahsediyor 90’larda bile olmayan bu vahşet zinciri kişisel tarihimde de toplum tarihinde de öfke ekti. Ben sormak isterim ‘Cizre’deki çocuklar nasıl sevsin ki bu devleti, iktidarı?’ sevmesin. Keza batıyı da sevmesin. Biz sessiz kaldık sevmesin, niye sevsin ki niye karşı durmasın, niye iktidar yanlısı olsun ki?

Peki alıştık mı sence tüm bunlara toplum olarak, kanıksadık mı ya da?

Ben bunun çok ikilemini yaşıyorum. Bazen çok alışmışız gibi geliyor. Ankara’dan sonra aslında büyük bir sessizlik hakimdi. Bu sessizlikten sonra çok alışmışız gibi geldi. Ama diğer taraftan toplumsal muhalefet kanalını bulduğu andan itibaren karşı duruşa geçiyor aslında. Bunu referandumda da gördük, 31 Mart seçimlerinden sonra mazbatanın iptal edilmesinde de gördük ya da kadın kırımının yaşandığı bir süreçte 8 Mart’ta da gördük. Tüm bu süreçte tek başına bir seçim öfkesi değil o yani, birikmiş bir öfke. Referandum değil aslında insanların ‘Hayır’a sahip çıkma sebebi. Baskılı sürece karşı bir birikmişin hali. Bu hala toplumsal muhalefetin buna alışmadığını gösteriyor. 10 Ekim’den sonra doğru düzgün miting yapılmadı çünkü insanlar korkuyordu ama artık mitingler çok yaygın bir biçimde yapılmaya başlandı. Bunu Leyla Güven’in açlık grevi sürecinde de çok net gördük. İnsanlar o korku duvarını aşarak buna ses çıkarmaya başladı. Bu böyledir zaten. Toplumsal şiddeti öyle bir duruma tırmandırdı ki ‘yürürken de katlederim seni’ diyor, ‘uçağa binerken de katlederim, Reina’da da katlederim seni’ diyor. Reina katliamı çok çarpıcıdır bence. Çok sınıfsal bir temeli de var. ‘Aynı sınıftanız ama hayat tarzını da hedef alıyorum, o da benim karanlığımın karşısında bir şey çünkü’ diyor. Tek başına ezilenler, ötekiler, Kürt halkı ya da barış isteyenleri katletmek, toplumsal muhalefeti katletmek değil dolayısıyla insanlarda da kaybedecek hiçbir şey kalmıyor. Katlediliyorsunuz çünkü kaybedecek bir şey bırakmıyor. Dolayısıyla insanlar bir yerden kendi öfkesini kanalize ediyor bence.

“ADALET ARAYANLAR OLARAK SAFLARIMIZI GENİŞLETEBİLMELİYİZ”

Peki bunları unutmamak, unutturmamak için neler yapılabilir?

Bence öncelikle tüm bu katliamların adalet mücadelesine sahip çıkmak gerekiyor. Bu sadece Suruç adalet mücadelesi değil, Ankara adalet mücadelesi, Reyhanlı adalet mücadelesi, Reina adalet mücadelesi yani çok geniş bir toplumsal kesim var saldırıya uğrayan. Gezi var, Roboski var, Soma var sayamayacağımız o kadar çok bu durumda olan insan var ki Şule Çet var. Genç bir kadın göz göre göre bir plazanın 7’inci katından atılarak katlediliyor dava duruşmalarını siz görüyorsunuz. Çok geniş bir adalet mücadelesi ve arayışı var. Bu kadar saflar keskinleşmişken bu kadar güçlünün, egemenin yanındayken yargı ve adalet sistemi biz de adalet arayanlar olarak saflarımızı bu kadar genişletebilmeliyiz. Bu adalet mücadelesi Reina’daki sınıfsal olarak üst düzeyde olup hayatını kaybedenlerden birinin ailesini de kapsamalı, Soma’daki bir işçinin ailesini de kapsamalı. Hepsi birbirine çok bağlantılı şeyler çünkü. Bu adalet mücadelesinden güç alarak başka bir yerde adalet mücadelesi veriyoruz ki aynı biçimde Çorlu ailelerine de saldırıyor bu devlet, Ankara ailelerine de saldırıyor. Aynı biçimde saldırıyor, aynı biçimde yanıt vermek gerekiyor.

SURUÇ İÇİN ADALET HERKES İÇİN ADALET

Son olarak eklemek istediğin bir şey ya da çağrın var mı?

Biz hep Suruç adalet çalışmalarını ‘Suruç için adalet herkes için adalet’ diye yaptık. Burada şunu özel olarak vurgulamak istiyorum; Suruç aslında toplumsal muhalefete bir saldırıydı ama özelde gençliğe bir saldırıydı. Kızıldere’dir Suruç’tan önce gençlik katliamı, 10 kişi katledilmiştir ama Suruç’ta 33 kişi katledildi. Gençlik, gençlik örgütleri, gençlik mücadelesi aslında bunu iyi okudu. Biz Suruç adalet mücadelesini verirken Suruç’tan sonra da bu 4 yıl içerisinde birleşik bir mücadele ördü gençlik. Birleşerek bir adalet mücadelesi vermek gerektiğini gençlik iyi öğretti aslında topluma önder oldu. Dolayısıyla bizim bunu gençlik mücadelesinden öğrenmemiz gerektiğini düşünüyorum. Başta 20 Temmuz’da Süreyya Operası’nın önünde yapacağımız anmaya, 3 Ağustos’ta da Abbasağa Parkı’nda yapacağımız anma etkinliğine herkesi çağırıyorum. ‘Suruç için adalet herkes için adalet’ diyorum.

Suay ABAK/İsmet SEFER

İSTANBUL

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak