PİRHA- Kadınlar, Diyanet İşleri Başkanlığı’nın (DİB) yaşamdaki etkisini anlattı. İnsan hakları aktivisti Fatma Yavuz, özgürlüğü savunmanın Diyaneti rahatsız ettiğinin altını çizerken, KESK Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil de, DİB’in fetvalarla kadınların yaşamları üzerinde tahakküm kurmaya çalıştığını söyledi. Avukat Arzu Aydoğan da Diyanetin asıl politikasını “Kadınları aile içinde tanımlamak” olarak ortaya koyduğunu aktardı.
Türkiye’de her gün en az 2-3 kadın katlediliyor, sosyal medya ve yaygın medya üzerinden tehdit ediliyor, sokakta, işte, evde tacize, cinsel istismara uğruyor. Bunu yanında devlet kurumları tarafından ötekileştirici dile maruz kalıyor. Bu kurumların başında Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB) geliyor.
DİB yetkilileri; açıklamalarında, sorulan sorulara verdikleri yanıtlarda ve yayınladıkları kitap ve videolarda kadınların yerini tarif eden, nasıl giyinmesi, ne zaman dışarı çıkmasından kaç çocuk doğuracağına kadar kadını ‘İslam dininin gerekleri’ diyerek, araçsallaştıran bir noktada görmeye devam ediyor.
Diyanet İşleri Başkanlığı her geçen yıl artan bütçesi, genişleyen yetkileri, yaptığı açıklamalar ile toplumsal yaşamın her alanında gittikçe daha çok söz sahibi oluyor. Din işlerinden sorumlu devlete bağlı bir kurum olarak kurulan Diyanet İşleri Başkanlığı (DİB), kurulduğu 1924 yılından bu yana devlet içindeki varlığı, işlevleri, iktidar politikalarının hayata geçirilmesindeki etkin rolü, her geçen yıl artan bütçesi ve değişen siyasal konumu itibariyle her daim bir tartışma konusu olageldi. Ancak son dönemde, Diyanet İşleri Başkanlığına “özel” bir rol biçildiğini görüyoruz.
DİB’in bu tutumuna dair CAN TV’ye kadınlar değerlendirmede bulundu.
İnsan Hakları aktivisti Fatma Yavuz, 14 yıl Diyanet İşleri Başkanlığı’nda kuran kursu öğretmeni olarak görev yaptığını belirterek, “İnsan hakları savunucusuyum. Dolayısıyla insan haklarının hiç ayırmadan bütün insanlar için savunulması gerektiğini düşünen biriyim” dedi.
Diyanet, savunduğu insanların hayat tarzlarını meşrulaştırmak olarak gördüğü için bu durumu suça dönüştürdüğünü ifade ederek, “Mesela şortu savunmak başörtüsünü savunmaktır. Buradan kastım özgürlük yani ben kendim tesettürlüyüm yani şort giymiyorum ama giyenlerin özgürlüğü savunmasam yarın başörtüm için özgürlüğü savunmak için yüzüm olmaz diye düşündüm. Bu bir duygu. Bugün ben özgürlüğü savunmalıyım ki yarın sıra bana geldiğinde de böyle bir talep etme hakkım olsun. LGBT + bireylere yapılan tacizleri eleştiriyorum, onlara karşı nefret söylemi nefret suçlarını eleştiriyorum. Diyanet bütün bunları yaşam tarzını meşrulaştırmak diye suça dönüştürdü. Diyanetin politikası tam da budur” diye konuştu.
“İKTİDAR MAKBUL KADIN İSTİYOR, DİRENİŞİMİZ BUNA KARŞIDIR”
Kamu Emekçileri Sendikaları Konfederasyonu (KESK) Eş Genel Başkanı Şükran Kablan Yeşil de, kadınların yaşamının bütününde bir müdahale söz konusu olduğu, buna karşı kadınların kendi yaşamlarına ve geleceklerine hayatlarına sahip çıkmak istedikleri için bu ülkede erkekler tarafından katledildiğinin altını çizdi.
Şükran Kablan Yeşil, sözlerini şöyle sürdürdü:
“Bir takım yasal düzenlemelerle boşanmanın engellenmesinden tutun nafaka hakkının tartışmaya açılmasına kadar siyasal iktidarın hayata geçirmeye çalıştığı politikaları göz önünde bulundurulduğunda ve Diyanet’in fetvalarına bakıldığında aslında kadınların yaşamları üzerinde tahakkümü denetimi kurmaya çalışıyor. Kadınlara bir yaşam tarzı dayatılıyor. Kadınlar bunlara hayır dediği zaman buna itiraz ettiği zaman makbul kadın olmak yerine, kendi yaşamlarını hayatlarının, geleceklerinin sahibi olmak istedikleri zaman şiddete ve katliama maruz kalıyorlar. Tüm bunları göz önünde bulundurduğumuzda Diyanet direk olması bile dolaylı bunu özendiren bunun önünü açan politikalarına sahip olduğunu söyleyebiliriz. Çünkü buradaki esas mesele makbul kadın itaat eden, erkeğe başta devlette siyasal iktidara ve dinsel yaşam tarzı içerisinde itaat eden makbul bir kadın tipi yaratmak istenmesidir. Dolayısıyla bunu bize dayatan ve bu yaşam biçimini bize vazgeçilmez ve tek seçenek olarak sunan Diyanet de bu süreçte sorumluluk sahibidir.”
“DİYANET ASIL POLİTİKASINI “KADINLARI AİLE İÇİNDE TANIMLAMAK” OLARAK ORTAYA KOYDU”
Avukat Arzu Aydoğan da, kadına yönelik şiddeti önlemede en önemli kılavuzun İstanbul Sözleşmesi olduğunu vurgulayarak, “İstanbul Sözleşmesi’ne dair hukuki mücadelemiz sürüyor. İstanbul Sözleşmesi 2011 yılında imzalandı ve çok büyük bir coşkuyla yürürlüğe konuldu ancak o yürürlüğe konulurken de cılız seslerle bu sözleşmenin yarattığı huzursuzluk da vardı. Ancak hükümet de kadına yönelik işkencede kararlı adımlar atıyormuş gibi göründüğü dönemde bu sesler cılız olarak çıkmaya devam etti. Daha sonrasında hükümet ve devlet mekanizmaları yönünü değiştirdi ve kadına yönelik şiddeti önlemedeki mücadeleden vazgeçti” ifadelerine yer verdi.
Diyaneti referans alan yayın organlarında İstanbul Sözleşmesi’nin yuva yıktığını, Türk aile tipine uygun olmadığını, kadınların namusunu hiçe saydığı gibi birtakım hurafelerle İstanbul Sözleşmesi’ni hedef haline getirilmesini savunduğuna dikkat çeken Arzu Aydoğan, “Sonrasında maalesef Türkiye sözleşmeden çekildi. Sonrasında dava süreci başladı. Bu süreçte Diyanetin asıl politikasını “Kadınları aile içinde tanımlamak” olarak ortaya koyduğunu aktardı. Diyanetin kadının hiçbir şekilde tek başına var olamaması için çabaladığını dile getiren Arzu Aydoğan, kadınların mücadelesine dikkat çekti.
Rohat EMEKÇİ-Diren KESER/PİRHA
Yoruma kapalı.