PİRHA – ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e, Dersim’e ilişkin konuşan Araştırmacı Yazar Namık Kemal Dinç, 1915 Çaldıran’a kadar Dersim’in Osmanlı hakimiyetinde olmadığını söyledi. Dinç, Dersim’in Kızılbaş ve Kürt kimliğinin klasik Osmanlı döneminde vurgulandığını kaydetti.
Araştırmacı Yazar Namık Kemal Dinç, ‘Osmanlı’dan Cumhuriyet’e Dersim’e ilişkin konuştu. Dinç, 1500 yıldan bu yana uzanan tarihsel bir süreç ele alındığında sadece Dersim ekseninde bakmak yerine dönemler itibariyle devletin Alevi politikasını, Kızılbaş ve Kürtlere yaklaşımlarını jeolojik ve jeopolitikalar açısından devlet politikalarının Dersim’e nasıl sirayet ettiğini değerlendirdi.
Osmanlı Cumhuriyete doğru evrilirken çeşitli süreçlerin Dersim’e etkisini değerlendiren Dinç, ilk olarak klasik Osmanlı döneminin 1515’lerden başladığını söyledi.
Dinç, 1915 Çaldıran’a kadar Dersim’in Osmanlı hakimiyetinde olmadığının altını çizdi. Osmanlı hakimiyetinin Çaldıran’dan sonra başladığını kaydeden Namık Dinç, klasik Osmanlı döneminde Çemişgezek Beyliği gibi farklı idari birimler altında içişlerine karışmadığı bir sistem uygulandığını söyledi.
Dinç, sözlerine şöyle devam etti:
“Bu sadece Dersim’e özgü değil bütün Kürdistan’da hatta sadece Kürdistan’ı değil Balkanlarda, Mısır’da Osmanlı’nın hakim olduğu diğer yerlerde de vardır. İçişlerine çok karışmaz ama oraya kendisine bağlı bir yetkili atamıştır onun üzerinden gider. Dersim için de aynı şey söz konusudur. Temiz ve Rüstem Bey Çaldıran’da Yavuz tarafından öldürüldükten sonra yerine Pir Hüseyin geçer ve bunun üzerinden devam eder. Daha sonra burada bağımsız hükmet ekrad sancağı dedikleri bir usul uygulanır. Bunlar Osmanlı’nın kendi tabirleridir, bağımsız hükümete hiç karışma hiçbir şey beklemez. Yani senden asker de istemez, içişlerine müdahale etmez.”
“DERSİM KIZILBAŞ EKRADININ YAŞADIĞI YERDİR”
Yazar Namık Dinç, Dersim’in devlet algısında nasıl bir yere sahip olduğunu ise şöyle anlattı:
Kızılbaş ekradının yaşadığı bir yerdir. Ekrad Kürtler anlamına geliyor. Dersim’in Kızılbaş ve Kürt kimliği o dönemde vurgulanır ve iki yönlü bir tehlike unsurudur Dersim. Birincisi, Safavilerin hala etkisinde olduğu bir yerdir. Yani Şah İsmail ve onun devamcılarınındır. Osmanlı ve arasındaki çatışma bugün renk değiştirerek devam etmektedir biliyorsunuzdur. Diğer taraftan Alevi oldukları için sapkın, zındık olarak yani dinsiz olarak tabir edildikleri bir yerdir. Bu dönemde verilen fetvalara bakılırsa öldürülmelerinin vacip olduğu, bunlarla savaşırken yaralananların Gazi olduğu, öldürülenlerin şehit olduğu bunların dininin değiştirilmesinin sevap olduğu klasik literatürde Dersim Kızılbaşlar için kullanılır. Yine bu dönemde Osmanlı milleti, sınıflandırırken milleti hakime ve milleti mahkume olarak ikiye ayırır. Müslümanlara milleti hakime derken, gayrimüslimlere yani Hristiyanlara ve Yahudilere milleti mahkume denir. Fakat Kızılbaşları, Ezidileri ve benzeri grupları benzeri toplumları bu sınıfa dahil etmez.”
“2. DÖNEM KLASİK OSMANLI SİYASETİNİ DEĞİŞTİRİYOR”
2. Dönemin 1839 Tanzimat Fermanı ile başladığını ifade eden Dinç, 2. Dönemin klasik Osmanlı siyasetini değiştirdiğini belirterek konuşmasına şöyle devam etti:
“Tanzimat döneminden 2. Abdülhamit’in daha hakim olduğu ve Doğu siyasetinin geliştiği 1890’da ne kadar ki bir zaman dilimidir. Bu dönem klasik Osmanlı siyasetini değiştiriyor. Bu dönemde toplumun sınıflandırdığı ve islam eksenli milleti hakime ve milleti mahkume dediği döneminden arındırıyor ve yeni bir döneme doğru geçiyor, modern bir devlet inşa etmeye çalışıyor.
“ZORUNLU EĞİTİM İLK DEFA İKİNCİ MAHMUT DÖNEMİNDE BAŞLAR”
Bu dönemde devlet yeni bir modern devlet inşa etmek isterken geçmişin ayrıcalıklarını kaldırmak temel hedefidir. Buna merkezileşme politikası deniliyor. Eskinin ayrıcalıkları kendi kendine içişlerine müdahale etmesi son bulacak. İlk nüfus sayımı 1829’dur. Bu mantıkla başlar, orada artık hakim olma anlayışındadır. Zorda kalmadıkça devlet kurumlarına gitmeyen insanları artık zorunlu olarak devlet kurumlarına almaya çalışıyor. Eğitimin zorunlu olması da ilk defa bu dönemdedir. İkinci Mahmut döneminde başlar ve Tanzimat bunu uygulamak için hayata geçirir.
Bunun mantığı da şudur; Osmanlıcılık dediğimiz bir siyaset geliştirir devlet. Çünkü milliyetçilik hakimiyeti vardır ve Osmanlı hakimiyeti üzerine kurduğu bütün topraklar özellikle Hristiyan halkı isyan etmekte ve bağımsızlık istemektedir. Sırplar isyan eder ardından Yunanlılar gelir. Haklar bunu takip eder ve patır patır bağımsızlıklarını kazanmaya başlar. Osmanlı bunları tutmak için der ki hepimiz Osmanlıyız. Osmanlı vatandaşları temelinde hepimiz eşitiziz, aramızdaki ayrıcalıklar son bulacak bundan sonra hepimiz eşitiz. Onun için Tanzimat Fermanı yeterli olmaz 1856’da Islahat Fermanını getirir ve der ki; bundan sonra gavura gavur demeyeceksiniz. Onları aşağılamaya dönüp tabirleri ortadan kaldıracaksınız daha önce yapılan ayrımcılıklar telafi edilmeye çalışılıyor.
“KIZILBAŞLAR MERCEK ALTINA ALINIYOR”
Tabii bu bir sürü gerilimi beraberinde getiriyor. Ama dikkat edilmesi gereken Dersim Kürtler ve Aleviler açısından dikkat edilmesi gereken şeyler şudur: Kızılbaşlar yine dikkate alınmıyor bu dönemde, o vatandaşlık statüleri içinde resmi bir tanımları yok. Eskiye dair sapkınlık algısı o dönemde de devam ediyor. Fakat bu dönemde değişen bazı şeyler daha var özellikle misyoner faaliyetler. Hristiyanlara tanınan ayrıcalıklar ile birlikte Osmanlıların verdiği kapitülasyonlar ile bağlantılı olarak misyonerlere de veriliyor. Misyonerler önce Hristiyanlar için geliyorlar, fakat daha sonra bakıyorlar ki burada Kızılbaş dedikleri, bilmedikleri bir toplum var.
1850’lerden itibaren raporlar yazıyorlar. Bunlar büyük ihtimalle Müslümanlık, Hristiyanlık, putperestlik karışımı bir inanca sahiptirler deniliyor. Bir kısmı da Kızılbaşların gizli Hristiyanları olduğunu düşünüyor. kendilerini gizleyip unutmuşlar ve bunu açığa çıkarmak lazım. Bir kısmı da diyor ki; bu topraklarda yaşayan, medeniyetleri kuran halkların devamıdır. Onların inançlarından gelmediler deniliyor.
Kızılbaşlar mercek altına alınmaya başlıyor o dönemde. Yaygın söylem Kızılbaş söylemidir. Kızılbaşlar ile Hristiyanların yakınlaşması bu dönemde oluyor. Özellikle Dersim bölgesinde Kürtlerin ve Ermenilerin kaynaşması Ermenilerle ile ilişkiler daha çok gelişiyor. Dersim, resmi raporlarda ise vahşet bedeviyet ve cehalet içerisinde medeniyet dışı bir toplum olarak anlatılıyor. Tanımsız, sapkın bir inanca sahip grup olarak değerlendiriliyor. Alevi çocukları o dönemde okullara gidemedikleri için misyonerlerin açtıkları okullara gidiyorlar. Devlet de bunu bir tehlike olarak görüyor. Bir grup Alevinin de vergi, askerlik gibi yükümlülüklerden kurtulmak için Hristiyan olur mu olmaz mı gibi kaygıları var. Ali Gakko örneği. Devlet de bunu büyük bir tehlike olarak algılıyor. Devlet raporlarında karşımıza çıkan şey bu. Kızılbaşlar Ermenilere yaklaşıyorlar, büyük bir tehlike oluşturuyorlar gibisinden. Şimdi burada dikkat edilmesi gereken şeylerden birisi şu: Osmanlı’nın jeo-politikasında o asıl jeo-stratejisinde nüfus ve toprak dengesi ile bağlantılı olarak elindeki grupların durumunu değerlendiriyorlar.
“BU DÖNEMDE ALEVİLER İLE HRİSTİYANLAR ARASINDA YAKINLAŞMA OLDU”
1800’lerin ortalarında hala Hristiyan nüfusuyla Müslüman nüfusu Osmanlı’nın egemenliği altında. Hristiyan nüfusu ile Müslüman nüfusu yaklaşık yarı yarıya, %50 kadar ama zamanla Hristiyan nüfusu azalacak, Müslüman nüfusu çoğalacak bunlarla bağlantı olarak da topraklarda azalacak. Devlet politikasında, stratejisinde değişiklikler var. Bu dönem aynı zamanda Alevilerle Hristiyanların arasında yakınlaşma olurken, Sünni Müslümanlarla Hristiyanlar arasında muazzam gerilimlerin olduğu bir dönem olacak.
Çünkü Hristiyanlara tanınan ayrıcalık, Sünni Müslümanlar tarafından büyük tepkiyle karşılanacak. Onlar daha düne kadar bizim emrimizin altındaydı nasıl şimdi biz onlarla eşit oluruz, diyecekler; bir sürü yerde isyan edecekler. Cidde olayları diye tarihe geçer İngiliz konsolosunu bile basar öldürürler. Yani o kadar büyük tepkileri olacaktır.”
Cebrail ARSLAN-Derya DÖNMEZ
ANKARA
Yoruma kapalı.