Alevi Haber Ajansi

Dersim ağıtları ‘Ax de vaji’ albümünde hayat buldu-VİDEO

PİRHA- Metin-Kemal Kahraman ve Maviş Güneşer’in birlikte çıkardıkları Zazaca “Ax de vaji/ah hadi söyleyeyim” albümü ağıtlarla tarihe bir not düşüyor. Albümde tarih yazımının sadece resmi kaynaklardan yapıldığı günümüzde sözlü geleneğin de önemli olduğuna dikkat çekiliyor. Son 100 yılda Dersim’i ve Dersimlileri ilgilendiren olaylar, katliamlar, sürgünler ve acılar “ax de vaji” albümünde hayat buluyor.

1975 yılında Muş Varto’nun Tanzik Köyü’nde doğan Maviş Güneşer, 6 yaşına kadar köyde yaşamış, ardından babasının memuriyeti nedeniyle Türkiye’nin çeşitli şehirlerini gezmiş. Küçüklüğünden beri müziğe ilgisi olan Güneşer, anadili olan Zazaca müzik yapmaya 1990’larda yönelmiş. O yıllardan bugüne kadar Zazaca şarkı söylemekten vazgeçmeyen Güneşer’in sesini Metin-Kemal Kahraman’ın birçok albümünde duyabilirsiniz.

Şimdilerde Zazaca çıkardığı “Ax de vaji/ah hadi söyleyeyim” albümüyle Dersim’in son 100 yılında söylenmiş politik ağıtlara hayat veriyor Güneşer. Dersim sözlü kültür ve tarih geleneğinde önemli bir yere sahip olan ağıtlarla tarihe, geçmişe farklı bir bakış açısı getiriyor “ax de vaji/ah hadi söyleyeyim”. Dersim’in son 100 siyasi tarihine resmi kaynaklardan başka bizzat olayları yaşamış kişilerin ağızlarından dökülen ve sözlü aktarımla günümüze kadar gelen ağıtlar üzerinden bakıyor. İnsanlara farklı bir tarih okumasının mümkün olduğunu gösteriyor.

Toplamda 8 tane Zazaca parçadan oluşan albümde, 1. Dünya Savaşı, Çanakkale Savaşı, Kore Savaşı, Dersim Katliamı ve 1994 köy boşaltmaları anlatılıyor.

Albümü hazırlayan Maviş Güneşer ve Kemal Kahraman ile keyifli bir sohbet ediyoruz. Sohbete ilk olarak Maviş Güneşer ile başlıyoruz.

Müziğe nasıl başladınız?

Maviş Güneşer: Her müzisyende olduğu gibi benim de çocukluktan beri ilgim vardı. Hafta sonları müzik kurslarına gidiyordum. Daha sonra Agire Jiyan diye Kürtçe müzik yapan bir grupla müzik yapmaya başladım MKM’de 94-95 ve 96 yıllarıydı. O grupla birlikte sahnelerde şarkı söylemeye başladık kendi dilimizde.

Bir yurt dışı süreciniz var, kendi isteğinizle mi gittiniz yoksa zorunlu bir gidiş miydi?

Bugün olduğu gibi o zaman da politik sorunlar vardı. Türkiye’de biliyorsunuz bazı sorunlar hallolmuyor, kuşaktan kuşağa devrolup geliyor. Biz de 80’lerden devraldığımız yolda devam ederken yapılan baskılar sonucu yurt dışına çıktık. Cezaevi hikayem vardı, cezam kesinleşebilirdi. Ben de yurt dışına çıkmayı tercih ettim. Ama yurt dışına çıkmadan önce 1997 yılında bir albüm kaydettim 11 şarkıdan oluşuyor. Bunun 10’u Zazacaydı kendi bestelerimden oluşan. Cezaevinde yaptığım bestelerimdi. İlk bestelerimdi hatta. O zaman çok fazla Zazaca bilmiyordum. Yani ailede konuşuluyordu çocukluğumdan hafızamda olan bir Zazaca vardı ama ortaokul, lise süreçlerinde metropollere gelince dil geriye düşmüştü. Ben 95-96 yıllarında yeniden kendi anadilime dönmeye başladım. Çünkü o dönemlerde Kürtçe deyince akla daha çok Kurmanci geliyordu. Yani piyasada gördüğümüz albümler daha çok Kurmanci dilindeydi. Mahalli albümler çoktu Dersim’e gittiğinizde Zazaca evde yapılmış kayıtlar vardı. Ama biz onlardan haberdar değildik. 90’lı yıllarda Metin-Kemal Kahraman dışında profesyonel olarak daha çok kamusal yayınlanmış albümler yoktu. O yüzden ben de bizim dilimizde fazla bu iş yapılmamış bunu biraz da bir misyon, görev olarak da düşündüm. Dili duyulan duygusal bağ ayrı. Ama ‘Sadece Zazaca şarkılardan oluşan bir albüm yapacağım’ deyip 98 yılında Keje albümünü çıkardım. O zamanlar Sozdar ismini kullanıyordum. Ama 90’ların sonu bugünler gibi sertti. Gençler kaçıyorlardı ben de onlardan birisiydim. Yurt dışına gitmek zorunda kaldığım için o albüm için çok fazla çalışamadım açıkçası. O zaman bugünkü gibi herhangi bir konser salonunda konser de veremiyorduk. Kendi illerimize gidip kitlemizle de buluşamıyorduk. Daha çok İstanbul İzmir hatta İzmir Ankara bile çok azdı, belli salonlara sıkıştırılmıştık. Böyle bir imkansızlık vardı. Yurtdışına çıkınca benim için iki kat daha zor oldu müzik yapmak çünkü artık bir mültecisin. İlk önce yaşamını idame etmen lazım, bir yere yerleşmen gerekiyor, bir dil öğrenmen gerekiyor, yeni bir dünyaya giriyorsun orayı tanıman gerekiyor. Entegre olma süreci benim için çok uzun sürdü.

Kaç yıl kaldınız yurt dışında?

Hala orada yaşıyorum. 2000’den beri Almanya’dayım.

Bu süreçte neler yaptınız? Sadece Metin-Kemal Kahraman’ın Kürtçe, Zazaca eserlerini mi seslendirdiniz?

O süreçte 2002 yılında Metin-Kemal Kahraman ile tanıştım ve bu benim için büyük bir şanstı. Kendi anadilimde iyi müzik yapan insanlarla yollarım kesişmişti. O zaman Metin ve Kemal ‘meyman’ albümünü çalışıyorlardı. Stüdyoya götürdüler beni, bazı vokaller yaptım onlara. Ondan sonra Metin-Kemal’in albümlerinde bazen solo bazen vokal devam ettim. Genelde Avrupa’da olan konserlerde yer aldım. Aynı zamanda yine ‘Lilith’ diye bir kadın grubu vardı. Onlarla da Berlin’de tanıştık Gariel Etiyakop, Şehriban Özdemir İstanbul’da yaşıyorlardı ama Berlin’e geri dönmüşlerdi, 6 dilden kadın şarkısı söylüyorlardı. ‘Neden olmasın ben de Zazacasını seslendireyim’ diye 2004 yılında onlarla bir albüm kaydettik. Ben orada Aktaş’ı söylemiştim Türkçe bir de Meso’yu okumuştum.

Anadile nasıl yöneldiniz?

Ben anadil konusunda tutucuyum. Bunun politik olarak görülmemesi lazım. Bu çok içten gelen bir şey. 18-19 yaşındayken Zazacayı ‘ben var gelmek, sen var gitmek’ gibi konuşurken bugün kendi çabalarımla kendi kızımla konuşuyorum. Yani bizim ev dilimiz Zazacadır. Kızımızla ne Türkçe ne de Almanca konuşmayız. Bunda ısrar ettik ve başardık. Dilin konuşulması gerektiğine, konuştukça gelişeceğine inanıyorum ve bu konuda bu dili konuşan herkesten hassasiyet göstermelerini bekliyorum. Özel bir çabadır insanı yorar ama sonra yol aldıkça onun tadına da varacaktır bunun çabasını veren insan.

DİL KAMUSAL ALANDA KONUŞULDUĞU ORANDA YAŞAR

UNESCO’ya göre Zazaca unutulmaya yüz tutmuş diller arasında yer alıyor. Bu dil nasıl yaşatılabilir?

Diller ancak kamusal alanda konuşulduğu oranda yaşayabilir. Zazaca uzun yıllardır bir ev dilidir. Yani sadece evlerde konuşulan bir dil, çarşıda pazarda konuşulan bir dil değil. Dolayısıyla hafızalardan peyderpey azalıyor. Belki biz son otantik temsilcileri olacağız ki bizim dilimiz yani benim kullandığım Zazacayla annemin ya da anneannemin kullandığı Zazaca arasında dağlar kadar fark var. Yani o otantizme sahip değilim. Ona rağmen bir 20 yıl sonra da ben otantik kalacağım. Yani bu kadar dil kaybediyor kelime haznesinden ve ifade biçiminden. Çok günlük ‘nasılsın, iyi misin, ne var, ne yok’ bunları konuşabiliyoruz ama sanatı ve siyaseti artık bu dille konuşamıyoruz. Bunun sebebi de dilin yeterli olmaması değil bunun sebebi bizim dili bilmememizdir. Yoksa aslında ağıtlar, şarkılar üzerinden bile gittiğinizde anlatılan Zazaca masallara baktığımızda, Metin-Kemal’in yaptığı derlemeleri dinlediğimizde duru ve zengin bir dil var. Yani biz şu anda konuşmadığımız için de zaman içinde maalesef yok olacak.

TÜRKİYE’DE ASİMİLASYON POLİTİKALARI BAŞARILI OLMUŞ

Burada Türkçe’nin çok fazla etkisindeler. Yani Türkçe, hayatın her alanına hakim. Almanya’da öyle değil, biz kendimize paralel bir hayat kurabiliyoruz kendi dilimizde. Üç arkadaş da olsak o dili konuşmak için çaba sarf edebiliyoruz. Burada öyle bir çaba görmüyorum. Herkes kolaya kaçıyor İngilizce de öğrenmiyorlar, Fransızca da öğrenmiyorlar Türkçe onlara yetiyor. Bence bunu sorgulamak lazım. Burada yaşayan gençler, orta yaşlılar benim yaşıtlarım da Türkçe ile kurduğu ilişkiyi sorgulaması gerekiyor. Burada egemen bir dile yenilmişler yani. Aslında o yapılan asimilasyon politikasının nasıl da başarılı olduğunu görüyorsun Türkiye’de. Türkçe de güzel bir dildir, her dili güzel konuşmak lazım, burada Türkçe’ye düşmanlık kastetmiyorum. Türkçe’yi çok güzel konuş ama kendi dilini de konuşmaya çalış. Burada bir kolaycılık, rahata kaçmışlık var. Sahnede biraz Zazaca konuştuğunda rahatsız oluyorlar. Ben Türkçe bilmediğim için Zazaca konuşmuyorum, bu dilin biraz daha kamusal alanda konuşulduğunu göstermek için yapıyorum. Bu bir çabadır. O yüzden dinleyicilerin de yani bu kültürü seven insanların da biraz daha bu çabayı göstermesi gerekiyor.

“Ax de vaji” albümünü hazırlamaya nasıl karar verdiniz?

Ah de vaji’nin hikayesi çok eski. Aslında Metin-Kemal Kahraman 90’dan beri sözlü tarih çalışmaları yapıyorlar. Dersim’in neredeyse dağını ve köyünü bırakmadılar. Ne kadar otantik kaynak varsa kadın, erkek, yaşlı ulaştılar. Zaten Metin-Kemal Kahraman’ın en az 25-30 yıllık bir arşivi var. Biz o arşivden de çok beslendik. Ama ilk böyle bir albüm kaydı yapalım fikri ilk tanıştığımız zamanlarda yine bu albümde okuduğumuz Uşenê Seydi ağıtıyla başladı. O ağıt bizi çok etkiledi ve böylece ağıtların içerisine girmeye başladık. Her ağıt o kadar bizi sarstı ki kendiliğinden ‘Biz bu ağıtları bir araya getirelim, çünkü bu ağıtlar bir şeyler söylüyorlar, bir tarihi anlatıyorlar’ dedik. Zaman içerisinde tek tek ağıtları çalışmaya başladık. Yüzlerce ağıt var ama ben okuyabileceğim, sesime daha uygun olan ağıtları seçtim, tematik olarak da ona dikkat ettik. Ama bu nereden bakarsanız yine bir 15-16 yıllık bir çalışmadır.

En başta bu işi bize getiren Uşenê Seyid ağıtıdır. Arkadaşımız Şiyar Munzur Kemal’e şarkılarını getirdi ‘benim için aranje eder misin?’ diye. Kemal o albümü çalışırken biz Uşenê Seyid’e vurulduk. Çünkü Uşenê Seyid’in götürülüş hikayesini bir film gibi, bir sinemacının gözünden anlatır gibi anlatmıştı. Müzik başka güzeldi, sözler başka güzel. Bu ağıtla Hewa Derê Laçi/Laç Deresi Havası ağıtı beni en çok etkileyen ağıtlardır anlatımsal olarak da müzikal olarak da.

Ağıtların Dersim sözlü tarih ve kültür geleneğinde çok önemli bir yeri var ama neden politik ağıtlar?

Çünkü Dersim deyince tarihsel olarak sadece 100 yıllık değil 8 yüz yıllık 9 yüz yıllık, bin yıllık bir hikayeden bahsediyoruz. Alevi kimliğine sahip olması, ocakların orada olması Dersim’i her zaman merkezi otoritenin hedefine koymuştur. Dersimli ozanlar da bütün yaşadıklarını ağıtlar üzerinden aktarmışlar. Yani aslında ağıtlar o olayların aktarıcılarıdır. Onların kendilerini ifade etme biçimleri ve geleceğe bir kayıt düşmedir. Biz de bunu fark ettik ‘bunlar sadece şarkı söylememişler kayıt düşmüşler’. Bunu fark edince ben de bir sanatçı olarak bunu devam ettirmek istedim. Sılo Qız Hewea Dere Laçi’yi okumuş bir şey söylemiş ben ‘ne diyor Sılo Gız?’ diye sözlerine tek tek baktığımda zaten o sorumluluk otomatikmen geliyor. ‘Ben bunu şimdiki gençliğe kendi kuşağıma aktarmalıyım’ diye bir aracı rolü üstlenmiş oluyorsun.

YENİ KUŞAKLAR KENDİ TARİHİNİ ÖĞRENSİN DİYE BU ALBÜMÜ YAPTIK

Dinleyicileriniz genellikle yaşlılar mı? Nasıl tepkiler alıyorsunuz albümle ilgili?

Genelde yaşlılar. Ama gençlere de ulaşacağız. Aslında ben bu albümü gençler için yaptım. Yaşlılarımız zaten biliyor. Yeni kuşakların anlayacağı dilde yapmaya çalıştık. Yeni kuşaklar kendi tarihini öğrensinler diye yaptık. Gençlere de elimizden geldiğince ulaşmaya çalışacağız. Sözlü tarih kuşaktan kuşağa aktarılarak geçer. Gençler farklı romanlar okuyabilirler, araştırma kitapları, başka tarzlarda müzik dinleyebilirler kesinlikle açık olmalılar. Ama kendi tarihlerine, kültürlerine de kulaklarını tıkamamaları gerekiyor. Ayakları yere değmeyen, kendi köklerinden beslenmeyen bir toplum havada kalır. ‘Bir yaprak gibi savrulur’, ‘kengere vere vaye’ diyoruz ya toplumumuz rüzgar önündeki bir yaprağa, kengere dönüşmüş. Onun için bunu tutuculuk, geçmişte ısrar, yerelde ısrar olarak görmesinler. Her toplum kendi kültürü üzerinden yükselir. Alevi toplumu en çok kodlarıyla oynanmış toplum. Ne kadar kendi geleneksel kültürlerinden beslenirlerse geçmişlerinden, kendi tarihlerinden, anlatımlarından buna masallar, hikayeler, meseller, şarkılar dahildir ne kadar beslenirlerse o kadar evrenselleşebilirler yani bunları birbirinden koparamayız. İyi bir rock müzisyeni pop müzisyeni olmak istese bile kendi geleneksel nüvelerini tanıması, bilmesi lazım. Bir bilim adamı, tarihçi bile olsa kendi tarih anlatımından haberdar olması lazım. Yani bu Asya’dan Avrupa’ya Amerika’ya bütün toplumlar için geçerlidir, bizim için de geçerlidir.

Albüm tanıtım konserleriniz oldu mu, olacak mı?

Almanya’da iki konser yaptık, İstanbul’da iki konser yaptık Şili ve Kadıköy’de. Türkiye’de Diyarbakır’da, Batman’da, Dersim’de, Mardin’de gidebileceğimiz her yere gitmek istiyoruz. Koşullarımız elverdiğince hem Avrupa’da hem Türkiye’de şarkılarımızı dinleyicilerimize ulaştırmaya çalışacağız. Şu anda planlanıyor yeni konserler gelecek.

SANATÇI HER YERDE BİRAZ MUHALİFTİR

Uzun yıllar Almanya’da yaşadınız. Orasıyla Türkiye’yi kıyasladığınızda sanata ve sanatçıya bakışı nasıl değerlendirirsiniz, özellikle muhalif sanatçılara yaklaşım nasıldı orada?

Sanatçı aslında her yerde biraz muhaliftir, her yerde biraz sistem dışıdır. Bu Avrupa’da da öyle. Devletten vergi alan opera, tiyatro sanatçıları da vardır ama bizim gibi dahil olmayıp kendi projelerini, fikirlerini geliştiren sanatçılar da vardır. Genel anlamda sanata, sanatçıya bir saygı vardır, değer verilir.

Peki bizim ülkemizde?

Bizim ülkemizde her şey ‘kimin yanındasın, neredesin’ ona göre biçimleniyor. Yani eğer iktidarın yanındaysan iktidar tarafından değer görebilirsin ya da politik bir organizasyona yakınsan örneğin MKM’liysen o çevrenin dinleyicisi tarafından saygı görüyorsun, şu ‘A’ grubuna dahilsen oradan daha çok destek alıyorsun. Tabi bunlar bizim eleştirdiğimiz konular sanatçılar biraz durdukları yere göre konserler alıyorlar, ilişkileri öyle gelişiyor, albümleri öyle satılıyor ya da öyle kitlesine ulaşabiliyor. Ama bana göre sanatçının tabi ki bir politik görüşü olmalı bütün bu politik gruplar, çevreler herkese eşit yaklaşmalı diye düşünüyorum.

İKTİDAR VE MUHALEFET AÇISINDAN BİR ŞEY DEĞİŞMEMİŞ

Yurt dışına gittiğiniz zamanla günümüzü kıyaslarsak baskı anlamında Türkiye’de ne değişmiştir?

Aslında hiçbir şey değişmemiş tek değişen Kemal’in her zaman vurguladığı inşaat hikayesi. Yani fiziksel olarak çok değişim var, çok fazla yüksek binalar kurulmuş, doğa ve şehir özellikle büyük oranda tahrip ediliyor neredeyse yeşil alan kalmamış, evler birbirinin içine geçmiş. Bu eskiden de büyük şehirler için böyleydi ama şimdi daha korkunç boyutlara ulaşmış. Sosyal olarak ben çok büyük bir fark görmüyorum. Yani 90’lardaki kafa değişmemiş ne iktidar açısından ne de muhalefet açısından pek bir şeyin değiştiğini sanmıyorum.

Bir kadın sanatçı olarak çalışmalarınızda zorlandınız mı kadın kimliğinizden dolayı?

Roller hızlı dağılıyor o beni rahatsız eder. Bir ortama girdiğinde ortama göre roller dağılıyor, bazen sen kadın oluyorsun bazı ortamlarda da kimse kimseye bunu hissettirmiyor. Ama o klasik, geleneksel rollerin dağıldığı ortamları çok yaşıyoruz, onlar benim hoşlandığım şeyler değil. Ama bu da bizim toplumsal gerçeğimiz yani. Ciddi bir kadın hareketi de var, böyle bir bilinç de gelişiyor. Bence Türkiye açısından en büyük gelişme kadınlar perspektifinden oldu. Yani çok farklı bir kadın bilinci oluşuyor şimdi. Müzikte de daha çok müzisyenler erkeklerden oluşuyor. İyi bağlama çalan, iyi enstrüman çalan kadın sayısı maalesef çok az. O yüzden genelde nereye konsere gidersek gidelim bir kadın solist olur, iki olur, genelde sahne erkeklerden oluşur. Ama bunu da erkeklere yükleyecek değiliz. Biraz kadının da kendisini teknik anlamda geliştirmesi gerekiyor. Mesela kamerada görüyoruz kadınları, başka iş alanlarında da görüyoruz ama müzikte enstrüman anlamında teknik alanlarda kadınlar fazla yok. Biraz daha genç kadınları bu yönde teşvik edip geliştirmek lazım. Bu alanlarda maalesef genelde solist olarak varız. Kadınlarda müzikte enstrümanda yetkinleşmek henüz oran olarak düşük yani.

Bu biraz da ülke politikalarının kadına bakışıyla alakalı değil mi?

Muhakkak genel politikalar etkiliyor bunu ama yine sosyolojik bir olay bence. Hani roller hemen dağılıyor diyoruz ya bu çocukluktan olan bir şey. Yani kaç genç kız konservatuvara gittiğinde kaçı enstrüman bölümünü seçiyor, kaçı şan bölümünü seçiyor. Yani bu önde görüneyimden çok biraz enstrüman daha çok emek isteyen bir şey olduğu için o emeğe yeterince zaman ayırmıyor bence. Ama klasik orkestralarda görüyoruz Avrupa’da da burada da kadın sanatçılar var büyük orkestralarda. Ama halk kültürü içerisinde bu daha az.

SANKİ BİR FORMALİTE YERİNE GETİRİLİYOR

Önümüzde bir yerel seçim var. Siz bu seçimleri nasıl değerlendiriyorsunuz, beklentileriniz neler ya da var mı bir beklentiniz?

Almanya ve Türkiye için aynı şey. Yerel ya da genel hangi seçim olursa olsun aslında sistem anlamında bir değişim olmuyor. Belli partiler bazen yer değiştirebiliyorlar. Almanya’da da kaç dönemdir Merkel başbakan. Türkiye’deki seçimler de çok sık olduğu için ben artık anlamsız buluyorum. Beni çok heyecanlandırmıyor ‘Aa bir seçim olacak da belki bir şey değişecek’ diyemiyorum. Bunları çözüm olarak görmüyorum şu dönemde. Sanki bir formalite yerine getiriliyor. Çok gerçeğe dokunan bir şey yok bana göre. Kendimizi yormamıza gerek yok.

Kemal kahraman

“Ah de vaji” isimli yeni bir albüm çıkardınız. ‘Ah de vaji’nin oluşum öyküsünü biraz anlatır mısınız?

Kemal Kahraman: 20-25 senedir Dersim sözlü kültürüyle ilgili derleme çalışmaları yapıyoruz. Bu derleme çalışmalarını anladıkça, içine girdikçe de farklı başlıklar vardı yıllar öncesinden belirlediğimiz. ‘Şahmaran’ masalı böyle bir şeydi. Dersim dini literatürünü çalışmak ‘çeverê hazaru’da farklı bir başlıktır. Ağıtlar da bizim yıllar önce çalışılması gereken bir başlık olarak önümüze koyduğumuz bir işti. Çok zengin bir ağıt literatürü var Dersim’de. Bunları özel olarak ‘Dersim politik ağıtları’ diye bir başlık altında toplayıp çalışmak da en başından beri zaten önümüze koyduğumuz işlerden biriydi.

Neden Dersim politik ağıtları?

Çünkü özellikle son 7-8-10 yıldır Dersim siyasi tarihi görece daha fazla tartışılmaya başlandı, akademi dünyasında da bu konuda çalışma yapan birçok yeni insan çıktı. Fakat bütün bu çalışmalar hep aynı yöntem sorununu taşıyor diye düşünüyoruz biz. Özellikle Dersim gibi sözlü gelenekle aktarılmış bir kültür hafızasına sahip toplumların kendi yöntemleri ve kendi araçları da var tarihe kayıt düşmek üzere. Ama bütün tarih yazıcılığı temelde belge üzerine kuruluyor. Dersim siyasi tarihi yazılırken de özellikle bizim son 10 yılda yapılan çalışmalarda gördüğümüz en büyük eksiklik bu kültür bölgesinin kendine has kaynaklarının ciddiye alınmaması, o perspektiften meselenin nasıl görüldüğüne ilişkin herhangi bir çalışmanın olmaması. Şimdi nasıl ki döneme ilişkin bir takım yazılı belgeler varsa ve bunlar tarih yazıcılığında önemli kaynaklar oluyorsa Dersim sözlü kültür hafızasının da kendine ait tarihe kayıt düşme yöntemleri var. Ağıtlar da bunların en önemli araçları.

AĞITLAR BÜTÜN TOPLUM ŞAHİTLİĞİNİN DİLE GETİRİLMİŞ HALİDİR

Bu albümde 1. Dünya Savaşı’ndan başlayarak son 100 yıllık Dersim siyasi tarihinin ağıtlar üzerinden nasıl okunabileceğinin bir örneğini sunmaya çalıştık. Dönemin gazeteleri, resmi belgeleri, devlet raporları vesaire bu konunun yazılmasında nasıl kaynak olarak kabul ediliyorsa ve bir perspektifi sunuyorsa yani devletin ya da resmi bakış açısının kaynaklarını sunuyorsa aslında ağıtlar da yaşanan olayın diğer tarafı olarak karşı tarafın kaynaklarını sunmuş oluyor. Çünkü bu ağıtlar sadece bir acıyı söylemiyorlar aynı zamanda bir gazete haberinde okuyabileceğiniz detayda ‘kim nereden gelmiş, neden böyle bir savaş çıkmış’ ya da ‘toplum bu savaştan nasıl etkilenmiş, kimler nerede ölmüş, kim nasıl bir kahramanlık ya da hainlik yapmış’ gibi bütün toplum şahitliğinin dile getirilmiş halidir aslında. O anlamda ağıtlar bizim için Dersim politik tarihinin anlaşılmasında en önemli referanslardan biridir. Özellikle de araştırmacıların bu konuda çalışma yapan genç arkadaşlarımızın dikkatini biraz da bu yöne çekmek için bunları bir kronoloji ile paylaşmak istedik.

MÜZİKAL OLARAK ÇOK BEĞENİLDİ

Albümle ilgili geri dönüşler oluyor mu size nasıl tepkiler alıyorsunuz?

Albüm daha çok yeni bizim için değil ama. En azından 7-8 yıldır bizzat albüm başladı. Ama öncesinde yapılmış derlemelere dayanıyor. Henüz çok yeni. O yüzden dinleyicinin nasıl bir reaksiyon verdiğini söylemek zor. Bizim yakın çevremizden gelen bazı tepkiler var. Genelde çok beğenildi müzikal olarak. Aynı zamanda böyle bir bütünlüğün oluşturulması Dersim siyasi tarihine ağıtlarla bakmak, ağıtların perspektifinden bakmak bir kronolojiyle, bir tarih okuması olarak gençlere çok faydalı olacağını söyledi arkadaşlarımız. Yani güzel tepkiler alıyoruz şu anda. Bizi arayan arkadaşlarımız oldu. ‘Ben bununla 10 yıl giderim’ diyen arkadaşımız da oldu. ‘Epey bir zamandır ihtiyacını duyduğumuz bir albüm’ diyen arkadaşlarımız da oldu.

Albüm için tanıtım konserleriniz oldu mu ya da olacak mı?

Konserlerimiz oldu. Albümümüzün özellikle bizden çıktıktan sonra gerek matbaası gerek cd basım süreçleri de bizim öngördüğümüzden biraz uzun sürdü. Dolayısıyla biz albümün çıktığı tarihlere bazı konserlerimizi denk getireceğiz diye hazırlıklar yapmıştık fakat albüm çıkmadan Almanya’da iki tane albüm konseri yaptık. Şimdi Türkiye’de de İstanbul ile sınırlıyız. Şişli’de ve Kadıköy’de albüm eksenli iki etkinlik oldu. Şimdi Dersim önceliğimiz var. Baharda mutlaka Dersim’e gitmemiz lazım. Tabi Diyarbakır, Bingöl, Elazığ gibi illerimize gitmek gibi bir planımız ve hazırlıklarımız da var. Onun dışında yine yurt dışında bazı girişimlerimiz var. Önümüzdeki birkaç hafta içerisinde konser planı biraz daha şekillenmiş olacak biz de duyuracağız. Albüm eksenli konserlerimiz olacak. Yaklaşık 4-5 aydır bir ekiple beraber çalışıyoruz albüm repertuvarını şimdilik ben de ekipte varım. Ama albüm belli bir dinleyiciyle buluştuktan sonra Maviş kendi ekibiyle konserlerine devam edecek.

Albümde kaç ağıt var, bunların kaçı Zazaca?

Albümde 8 ağıtımız var. İki tane 1. Dünya Savaşı’na ilişkin, biri Çanakkale Cephesi, birisi Doğu Cephesi, birisi yine seferberlik yani Çanakkale Savaşı ağıtı. Seferberlik çerçevesinde askere alınmış Dersimlilerin hikayesine şahitlik ediyor ‘Hewa Helil Begi’ ağıtı. Osmanlı-Rus Harbi ekseninde okuduğumuz ağıtımızda Dersim aşiret kuvvetlerinin Ruslara karşı direnişini anlatıyor. Ondan sonra 38 ile ilgili 4 tane ağıtımız var. Bunlardan 3’ü 37’de idam edilmiş Dersim ileri gelenlerinin hikayelerini anlatıyor. Birisi Kureyşan Ocağı ileri gelenlerinden Uşenê Seyid ağıdı, öbürü Yusufhan ileri gelenlerinden Fındıq Ağa hakkında söylenmiş bir ağıt, bir diğeri de bütün Dersim büyüklerini özellikle idam edilenlerin adlarını anan ‘Dersim Büyükleri’ ağıtımız var. 38 ile ilgili ağıtımız da ‘Hewa Derê Laçi/Laç Deresi’ en büyük toplu katliamların, sivil katliamların olduğu bir direniş noktası. Çünkü coğrafi olarak sığınılabilecek bir alan, dolayısıyla da bütün kaçan sivillerin sığındığı birkaç vadiden birisi. En büyük direnişlerin ve aynı zamanda en büyük toplu katliamların yaşandığı bir yer. Laç Deresi ağıtı 38 katliamını anlatıyor. Yani böylece 4 tane şarkımız 37-38’i anlatıyor. Sonra 94 köy boşaltmalarıyla ilgili bizim yaktığımız bir ağıt var. Bizim şöyle bir tezimiz de var yani bu son kuşak Dersimli müzisyenlerin biz de dahil Zazaca müzik yapmalarında da aslında Zazacanın sözlü hafızasındaki bu ağıt söyleme geleneği ya da kendi hakikatini müzikle anlatma, tarihe kayıt düşme bizim kuşağımızda da devam ediyor. Nitekim hiç yaşamadıkları halde hemen hemen bu son kuşak müzisyenlerin hepsinin bir 38 ağıtı vardır biz de dahil. Mehmet Çapan’ın da ‘daye daye’si neredeyse bir 38 klasik ağıtı gibi algılanıyor bugün. Mikail’in olsun, Ahmet’in olsun, Aynur’un olsun, Sakinelerin olsun bütün arkadaşlarımızın bizzat kendilerinin yazdığı 38 ağıtları var. Yani bu da aslında araştırmacıların ‘Neden?’ diye sorarak cevap aramaları gerektiği bir şeydir. 94 ile ilgili sözlerini o dönemlerde kendimiz yazdığımız ama albümlerinde yer veremediğimiz bir şarkımız var. Bir de 2000’lerde daha çok aktüel olan baraj projelerine ilişkin yine bizim kendi yaktığımız bir ağıtımız var. Böyle 8 tane şarkımız var, hepsi Zazaca. Albümümün belki de en önemli eksikliği odur çünkü Dersim aynı zamanda Kirmancî ağıtlar anlamında da zengin bir bölge. Fakat biz dile çok vakıf değiliz bunlar da çok uzun metinler, öyle birkaç cümleyle öğrenip söylenebilecek şarkılar da değil. Ama şöyle gidereceğiz o eksiğimizi; bu çalışmamızın yayınlanmamış bir dokümanter kitapçığı var. Kitabı var yani bu özetlenmiş halidir. Bizim için her çalışma bizim kendimiz için de bir öğrenme anlama sürecidir, araştırma sürecidir. Öğrendiklerimizi dinleyicilerimizle paylaşmak için kitap şeklinde hazırlamıştık. Eğer o kitabımız çıkarsa buradaki kronolojiyi daha da zenginleştiren hem ağıt sayısı olarak daha zenginleştiren hem de kronolojiyi daha doğru takip eden örneklerle bir dokümanter kitabımız çıkacak. Orada tabi ki Kürtçe ağıtlarımız da olacak bütün bu sürece tanıklık eden.

Sadece bu albümün mü kitabı çıkacak yoksa diğer albümleriniz için de böyle bir şey söz konusu mu?

Aslında bizim daha önce ‘Çeverê hazaru’ yayınlandığında da yayınlanmamış bir kitapçığımız kenarda kaldı. Bu özetidir, asıl yapılmış olan araştırma, çalışma kitap olarak yayınlanacak. Ama bunlar hep bir imkan meselesi. Bizim de çok işimiz var. İşte ‘Çeverê hazaru’yu bitiriyoruz ‘şu albümle birlikte kısa zaman içerisinde dokümanter kitabımızı da yayınlayalım’ diyoruz ama başka bir çalışma öne geliyor. Bunlar imkan meselesi. İstediğiniz her an ‘Kitabım var hadi basın’ diyebileceğiniz koşullar yaratamıyorsunuz. O öyle kaldı. Sonra ‘Şahmaran’ı çalıştık. Şahmaran’ın yine yayınlanmamış bir kitabı var. Şimdi bunun da yine yayınlanmamış yaklaşık 200-250 sayfalık bir kitabı var. Hem ağıtlar olarak daha zenginleştirilmiş örneğin 1. Dünya Savaşı’na ilişkin sadece iki ağıt değil de 7-8 tane ağıt var. 38 ile ilgili birçok ağıt var. Ama durumu biraz daha anlaşılır kılacak örnekler seçilmiş. 90’lara ilişkin de ağıtlar var.

AĞITLAR BİZİ FARKLI BİR TARİH OKUMASINA GÖTÜREBİLİR

Bir kronoloji kurmak gerekirse son 100 yıllık Dersim siyasi tarihinin 1. Dünya Savaşı’ndan başlamak üzere 1920 Koçgiri, 21 Koçan aşiretine yapılan operasyon, 1937-38’de Dersim Katliamı, 1950 Kore Savaşı, 1960’lardan itibaren başlayıp 80’lere kadar gelen sol mücadele yıllarında ölenlere ya da yaşanan olaylara yakılmış ağıtlar var. 1990’lardan itibaren yoğunlaşmak üzere Kürt mücadelesiyle birlikte gelişen sürece tanıklık eden ağıtlar var, cezaevlerinde annelerimizin yaktığı. Yani bu geçmişte olup bitmiş kapanmış bir süreç değil bugüne kadar uzayan ve örnekleriyle biz son 100 yıllık Dersim tarihinin önemli köşe taşlarıyla ağıtlar üzerinden okunabileceğini ve farklı bir tarih okumasına bunun bizi götürebileceğini söylüyoruz.

Başka albüm çalışmanız var mı?

Evet. Hem Maviş’in hem de bizim çalışmalarımız var. Zaten bu çalışmaların her biri 6-7 yıl gibi uzun sürelerimizi aldığı için tabi bu 6-7 yıl boyunca bu işlerle uğraşıyorsun ama üretimlerin de yerine göre devam ediyor. Bizim de özellikle birikmiş hem Zazaca hem Türkçe kendi bestelerimiz var, Maviş’in de öyle olgunlaştırdığı bir repertuvarı var. Özellikle yine Maviş ve Şehriban arkadaşımızın çalışmak istedikleri Maraş Elbistan bölgesinin Kürtçe halayları ve bazı deyişleri, beyitleri yani yine bir bölge çalışması olarak bir kültür bölgesinin repertuvarını örneklemek amacıyla girdikleri bir çalışma var. Biliyorsunuz artık bir taşıyıcı olarak cd dönemi bitti. Bu çalışmanın cd olarak yayınlanması tamamen dokümanter boyutu dolayısıyladır. Kendi içinde bir bütünlük olduğu içindir. Bir de 6-7 yıl önce biz başladığımızda cd bu kadar perişan durumda değildi. Ama bundan sonraki çalışmalarımızda kendi şarkılarımızı duyurmak istiyoruz. Bunlar da sanırım bugünün yöntemi olarak bir, iki ayda bir yeni şarkılarımızı kaydedip sosyal medyadan paylaşmak şeklinde olacak.

Suay ABAK/İsmet SEFER
İSTANBUL

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak