Alevi Haber Ajansi

‘Cemevlerini ibadetin yanında sosyal, kültürel merkeze dönüştürmeliyiz, insana dokunmalıyız’-VİDEO

PİRHA- Yazar Ali Yıldırım, bir Alevi ruhu, duygusu, duruşu inşa edilmesi gerektiğini söyledi. Yıldırım, “Alevi bilincinin her şeyin üstünde olduğunu düşünüyorum. Alevi toplumunun, kendi varlığını korumak açısından Alevi değerlerine, esas olarak örgütlerin bunun üzerinde yoğunlaşması gerektiğine inanıyorum” dedi. Yıldırım, Cemevi Başkanlığı bünyesinde yapılmak istenenleri de “Devletin, Alevilikten muradı Şiilik sosuna batırılmış bir İslam” şeklinde yorumladı.  

Türkiye’de Alevi inancının hala devlet tarafından tanınmadığı bir süreç yaşanıyor. Buna karşılık Alevi toplumu, temel insan hakları konusunda taleplerini dile getirmeyi sürdürüyor. Zorunlu din dersinin kaldırılması, cemevine ibadethane statüsü verilmesi, eşit yurttaşlığı içeren yeni bir anayasanın yapılması, Alevilere karşı yapılmış kıyım, katliam ve asimilasyon uygulamalarıyla yüzleşilmesi başlıkları, toplumun öncelikli talepleri arasında bulunuyor.

Ancak bu talepler hükümet tarafından yerine getirilmiyor, Alevilerin açtığı davalarda lehte verilmiş mahkeme kararları dahi tanınmıyor. AKP, Alevilere rağmen Alevi inancını tanımlıyor, Alevi örgütlerini muhatap almıyor. Tüm bunlarla birlikte AKP-MHP Hükümeti, 9 Kasım 2022’de Cumhurbaşkanlığı Kararnamesi ile Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı kurdu. Alevi-Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ve yönetimi, Alevi inancından uzak bir bakış açısına sahip olmakla birlikte hükümet gibi Alevi örgütlerini yok sayan bir yerde duruyor.

‘Alevi Diyaneti’ olarak adlandırılan başkanlığı Alevi örgütleri kesin bir dille reddediyor. Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı ise son süreçte Alevi Bektaşi Ansiklopedisi hazırlamak için de Sünni akademisyenler ve ilahiyatçılardan oluşan bir kadro kurdu.

Alevi toplumunu en çok rahatsız eden sorunlardan biri de eğitim-öğretim sisteminin dinselleştirilmesi, okullarda dinci yapıların etkili olması.

Alevilerin temel sorunlarının çözümü konusunda ve eğitim sistemindeki bu gericileşmeye karşı, Aleviler/Alevi örgütleri ne yapmalı? Nasıl bir yol izlenmeli?

Sorularımızı Yazar Ali Yıldırım‘a yönelttik.

“ALEVİLERE YÖNELİK DEVLETİN BİR AŞKI VAR!”

PİRHA: AKP hükümeti, Kültür ve Turizm Bakanlığı bünyesinde Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı kurdu. Bu başkanlık temsilcileri pek çok ilde birçok cemevine gidip görüşmeler yaptı/yapıyor. Görüşmelerde hala cemevinin ihtiyaçları soruluyor ve başkanlığı tanımaları isteniyor. Alevilerin temel talepleri ve asıl sorunları konuşulmuyor, bir çözüm üretilmiyor. Bu konudaki görüşünüz nedir?

ALİ YILDIRIM: Şimdi bu Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı projesini bir ‘AKP Projesi’ olarak anlamak eksik olur. Bence bu devlet aklının bir işi. AKP projesi olsa, düğün değil bayram değil bu ilişki niye gelişti? Tayyip Erdoğan’ın, Alevilere derin bir aşkından söz etmek herhalde mümkün olmasa gerek. Yani burada Alevilere yönelik devletin bir aşkı var! Çünkü projenin mimarı, İçişleri Bakanıydı. İçişleri Bakanlığının o görevlilerinin ‘özel görevli’ olduklarını düşünüyorum. Yüzlerce cemevi ziyaret edip, köy gezdiklerini açıklayıp bunu da bir rapor halinde yayınladılar zaten. Öteden beri devletin Alevi politikasını biliyoruz; ret, inkar, asimilasyon üzerine kurulu bir Alevi politikası var. Peki bu politikayı değiştiren ne oldu? Şunu görmemiz lazım; Aleviler 1993 Sivas Katliamı’ndan beri ciddi bir örgütlenme sürecine girdi. 2000’li yıllarda ciddi bir Alevi aktivitesi ve taleplerin güncellenmesi söz konusu oldu. Büyük mitingler ve hareketlilik yaşandı. ‘Alevi’ adıyla örgütlenmeler ilk kez 2000’li yılların başında ‘Alevi-Bektaşi’ kuruluşları adıyla gerçekleşti. Buna yönelik yasaklamalar oldu ve bir yargı süreci işledi. Tüm bunlar sonrasında 2002 yılında Alevi Bektaşi Federasyonu kuruldu. Yani Alevi adıyla dernek kurmanın yasak olduğu bir zamandan Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığı diye bir yere geldik. 2000’li yıllarda ciddi bir Alevi toplumsal muhalefeti söz konusuydu. Alevi muhalefetinin temel sloganı bugün de birçok yapının sahiplendiği ‘Eşit yurttaşlık’ hakkı olmuştu. Bu çok anlamlı bir slogandı. Bu eşit yurttaşlık hakkı meselesinde, gölge etme; yani devletten bir şey beklemek değil, yani ‘devlet bizim için şunu da yapsın’ diye artıdan bir talep değil, eşit yurttaşlık hakkı. Ayrımcılık yapma, yani ‘inancımdan, dinimden, öğretimden, felsefemden, kimliğimden, cinsiyetimden, etnik kökenimden dolayı ayrımcı davranma’ talebiydi bu. Yoksa bazı arkadaşların yanlış anladığı gibi ‘ona veriyorsan bana da ver’ değil.

Alevilerin talepleri dine imana dair talepler değil. Yani bu talepler Alevilere özel talepler de değil. Bu talepler demokratik talepler ve Türkiye’de yaşayan her demokratın, hatta her liberalin sahiplenmesi gereken taleplerdir. Laiklik, Diyanet sorunu, din dersleri meselesi neden yalnızca Alevilerin meselesi olsun ki? Zorunlu din dersi yalnızca Alevilere uygulanan bir şey değil ki, bütün çocuklara yönelik uygulanan bir tahribat. Gencecik beyinlerin tahrip edilmesi meselesi… Şimdi o anlamda ‘yanımızdaki dostlarımız bizi anlamıyor’ demeyeceğim; bilinçli olarak öyle bir tavır geliştiriyorlar ama bizim yanımızda olan, bizimle birlikte yürümesi gereken dostlarımız, kuruluşlar, siyasi yapılar da Alevilerin bu taleplerini anlayamadılar. Yani bu bir din iman talebi değil ki. Maalesef 2010’dan beri Aleviler, demokratik siyasi arenanın biraz dışına çıkıp kendi dertleriyle uğraşmaya başlayınca bu talepler de yavaş yavaş unutulmaya başlandı. Hatta Alevilerin de gündeminden çıktı.

Bugün geldiğimiz noktada Alevilerin, örgütlerin bu talepleri yüksek sesle seslendirdiğine maalesef tanık olmuyoruz. O nedenle devlet aklının bu süreçte devreye girdiğini düşünüyorum. Devlet ‘biz bu Alevileri kendi haline bırakırsak’ ki Aleviler içerisinde çok ciddi bir akım Aleviliğin kadim, antik tarihinden yola çıkarak Aleviliğin özgünlüğüne vurgu yapmaya başladı. Yani 90’ların başında Nejat Birdoğan ‘Aleviliğin İslam’la bir ilgisi yok. Alevilik kendine özgü bir inançtır’ dediği zaman ortalığı birbirine katan insanların çocukları bugün ‘Alevilik kendine özgüdür, Aleviliğin İslam’la ya da başka bir inançla ilgisi yoktur’ noktasına geldi. Büyük çoğunluk bu noktada fikir söylerken Alevi çocuklarının büyük bir bölümü de hızlı biçimde Aleviliğin bu boyutunu görürken bir taraftan da Alevi çocukları hızla ateistleşip, deistleşmeye başladı. Alevi çocuklar Müslüman, Hristiyan olacaklarına ateist olsunlar, çok daha anlamlı bir yerde hayatlarını taşıyabilirler.

Şimdi burada devlet diyor ki ‘Ya kardeşim bu Aleviler hızlı ateistleşiyor’. İran mollası Şeriat Medari 90’lı yılların başında Diyanet İşleri Başkanlığı görevlisi Süleyman Ateş ile bir toplantıda buluşuyor. Şeriat Medari o zamanlar şu tespiti yapmıştı ve biz de bunu Pir Sultan dergisinde gündeme getirmiştik. Diyor ki ‘bu Aleviler hızla ateistleşiyor. Ya siz bunları Sünni’leştirin ya da bize bırakın Şiileştirelim’. Devletin 2010’lu yılların ortalarına kadar politikası ‘Alevilik diye bir şey yok’ şeklindeydi. Diyanet İşleri de ‘Alevilik diye bir inanç söz konusu değil. Cemevi diye bir ibadethane söz konusu olamaz’ diyordu. Açtığımız davalarda mahkemeler Diyanetin görüşüne başvuruyordu ve Diyanet de bize ‘Alevilik diye bir şey yok, ibadethanesi de söz konusu olamaz. Aleviler de Müslümandır. Aleviler de ibadet yapacaksa buyursunlar camimize gelsinler’ diyordu. Yani devletin resmi politikası, İçişleri Bakanlığı’nın özel görevlileri sahaya sürüp onlardan istihbarat toplayarak oluşturduğu konsepte kadar ‘Aleviler Müslümandır, camiye gelmeliler’ yönündeydi. Şimdi devlet bu konuda Diyaneti bir tarafa bıraktı, görüşlerini muhtemelen taşımaya devam ediyor ama bunun hayatta bir karşılık bulmadığını fark etti. Yani ‘ne kadar çağırırsan çağır bizden sana gelen olmaz’ durumu…

Bir Alevi köylüsü ilçeye gitmiş, günün ortasında camiden hoca ezan okuyor, yanındakine ‘ne diyor?’ diye sormuş. O da ‘namaza çağırıyor’ demiş. Alevi de ‘ne kadar çağırırsan çağır bizden sana gelen olmaz’ demiş. Ve bu sözü söylediği için Osmanlı engizisyonu zulmüne uğramış. Yani adamın hakkında ‘katli vacip’ fetvası verilmiş… Şimdi Diyanet’in bu yaklaşımı bir tarafa bırakıldı ve yeni bir konsept oluşturulmaya çalışılıyor.

Şimdi devlet diyor ki ‘baktık bu Alevileri Sünnileştiremiyoruz, zaten Aleviler Şiilik aracılığıyla asimile olup Müslümanlaşıyorlar. Biz buna illa da niye Sünnilik dayatalım? ‘Devlet Aleviliği inşa edelim, var olanı koruma altına alalım’ diye düşünüldü. Devlet diyor ki ‘Biz bırakırsak bunlar zaten özgün Aleviliğe, Aleviliğin kendi başına bir inanç olduğu noktasına gidecekler ve ateistleşecekler. O zaman buna meydan vermememiz lazım, elimizin altında bir devlet Aleviliğinin bulunması lazım. Yani ihtiyaç anında kullanabileceğimiz bir yerde bir devlet Aleviliği inşa edelim, içine üç aşağı beş yukarı Şiilik de bırakalım. Zaten asimilasyona da gönüllü olarak koşuyorlar’.

Şimdi bir de bakanlık görevlilerinin köylere nasıl gittikleri konusu var. İçişleri Bakanlığı aracılığıyla valiye gidiliyor, vali ise kaymakama yönlendiriyor. Gariban köylü de ne yapsın, gelen çocuklar da sözde ‘Alevi’… Onlara dertlerini anlatıp ‘şöyle eksiğimiz var’ diyor ve onlar da raporlarında 1500 sayfalık bir kitap oluşturdu. Bu raporun içeriğinden ise ne Alevi örgütlerinin ne Alevi aydınlarının haberi var!”

“DEVLETİN ALEVİLİKTEN MURADI ŞİİLİK SOSUNA BATIRILMIŞ BİR İSLAM”

-MHP destekli AKP hükümeti, Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nı kurarken Alevi örgütlülüğünü muhatap almadı. Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı da bu ciddiyetsizliği dışlamayı devam ettiriyor. Başkanlığın başındaki Alirıza Özdemir ülkücü-MHP geleneğinden geliyor. Hiçbir şekilde Alevi örgütleriyle iletişim kurmadı. Zaten kurumlar da bu başkanlığı asimilasyon merkezi olduğunu beyan ederek tanımadıklarını ilan etmişti başından beri. Dolayısıyla Alevilerin temel sorunları bu şekilde çözülebilir mi? Siz bu durumu nasıl değerlendirirsiniz?

Zaten dertleri sorun çözmek değil ki. ‘Alevilerin sorunu’ diye alt alta neyi koyuyoruz? Bunu konuşmadan hangi sorunu çözecek? 2000’li yıllardaki sorunları söyledik ve o sorunlar burada duruyor. Veya o sorunlar yalnız Alevilerin sorunu da değil. Yani ‘Çözümü beklenen nedir?’ diye sormak gerek. Yani devlet, Aleviliği yedeklemek, elinin altında tutmak istiyor. Peki bu nasıl bir Alevilik? Devletin, Alevilikten muradı Şiilik sosuna batırılmış bir İslam… Çünkü din sonuçta bu coğrafyada devletin vazgeçemediği bir araç. Din, egemen sınıfların iktidarlarını, egemenlik sistemini sürdürme noktasında çok önemli bir ideolojik iş görüyor. Devlet, Diyanet İşleri Başkanlığına o kadar bütçeyi dini çok sevdiği için mi ayırıyor? Yaşantılarına bakarsan dinle bu kadar aşklarının olmadığını fark edersin. Bir taraftan egemen sınıflar, bir taraftan da devletin bizatihi kendisi itaat eden, aklını esir aldırmış bir kitleyi hem yönetmek hem de sömürmek çok daha kolay. Düşünsenize, 20 yıldır sınıfsal konumuna, yoksulluğuna bakmaksızın yalnızca dini gerekçelerle itaat eden bir toplum var.

Dinin ideolojik bir işlevi var. O yüzden de ‘Aleviliği bir dinsel niteliğe büründürürsek o Aleviliğin tarihsel muhalefetini, itiraz unsurlarını ortadan kaldırır, içine boşaltırsak bize artı bir yedek güç daha olacak’ diye düşünüyorlar. Belki Tayyip Erdoğan için yedek bir güç olmayabilir ama egemen sınıflar ya da başka iktidar sahipleri ve devlet açısından bir yedek güç olacak. Çünkü Aleviler kadar kafası resmi ideolojiyle bulanmış, kendi bilincinden yoksun, devlet bilinci olmayan bir topluluk daha yok. Alevi toplumu, resmi ideolojinin ders kitaplarına yazdığı tarihi kendi tarihi sanıyor ve onu ezbere söylüyor. Sokaktan çevirdiğimiz ilk Aleviye, ‘tarihini anlat’ diyelim, sana resmi ders kitaplarında yazan tarihi anlatacaktır. Devletin tarihsel olarak 1923 yılından bu yana yaptığı bütün operasyonları için ‘haklıdır, meşrudur’ diyecektir. Cumhuriyetçilerden daha fazla bir cumhuriyet savunmasında bulunacaktır. Maalesef Alevinin kendi aklı yok. Yani İslamcı çevrelerin en azından bir zamana kadar kendi bulunduğu yerden sisteme yönelik itirazları vardı ama Alevi toplumu, bütün tarihi kendi tarihi sanıyor ve böyle sarılıveriyor. O yüzden de Alevi toplumunun devlete bakışı maalesef İslamcılardan daha sevgi dolu. Halbuki sistemin hukuksal ve pratik anlamda onlara yaptıkları orta yerde duruyor.

“ALEVİLERİN SİSTEMLE İLİŞKİSİ SON DERECE BELİRSİZ”

Şimdi Alevi Bektaşi Cemevi Başkanlığı kuruldu. Orada yüzden fazla ‘Cemevi uzmanı’ çalışıyor. Buraya girmek için bir sürü yerden de referanslar buldular. O kuruma girmek için benden bile referans isteme utanmazlığını gösterenler oldu. ‘galiba beni tanımıyorsunuz ya da yanlış bir Ali Yıldırım olduğu söylenmiş’ diye cevapladım. Şimdi bu kurum Turizm Bakanlığı’nın bütçesini, örtülü ödenek kullanıyor. Sonuçta Diyanet bütçesi ile karşılaştırdığınız zaman bu kurumun kullandığı bütçe komik kalır. Ama biz Alevilerin devletle ilişkisine kurgulamadığı için devlet ilişkisinde bir perspektif geliştiremedikleri için, diyelim ki 10 torba çimento, 2 kamyon kum, bilmem kaç tane kiremit… Sanki ihtiyacı varmış ve onlar olmadan cemevi ya da hayat devam etmeyecekmiş gibi bir ruh hali içerisindeler. ‘Devlet onlara veriyor, bize de versin’ sözü son derece yanlış. Diyanet İşleri Başkanlığı ile ilgili olarak ‘yediğiniz lokma haram lokmadır’ diyorduk. Çünkü ‘Diyanet’in bütçesinde bütün insanların payı var’ diyorduk. Şimdi Diyanet o parayı yerken haram olan lokma bize verildiğinde nasıl helal hale geldi? Alevilerin talepleri noktasında Devlet bir imar ve belediye yasasında değişiklik yaptı, cemevlerinin imar planına işlenmesini imar planında cemevlerine yer ayrılmasını sağladı. Sonrasında cemevlerinin yapımını bakım ve giderlerini belediyelere verdi, su parasını çözdü ve en son ‘cemevlerinin elektriğini de ben vereceğim’ dedi. Yani bizim çerağımızı devlet uyandıracak. Peki, devletten aldığın suyla pişirdiğin lokma helal lokma olur mu olmaz mı?

Bu noktada Alevilerin sistemle ilişkisi son derece belirsiz. Bir taraftan ‘biz de alalımcılar’ var ki şöyle bir durum var; örneğin Cem Vakfı, dava açarak ‘elektrik su parasını ödemeyeceğiz, devlet ödesin’ demişti. Bizim örgütlerimiz; AKD, Pir Sultan Abdal Derneği’nin şubeleri de ‘elektrik su parası ödemeyeceğiz’ diye dava açmışlardı.  Kardeşim sen dava açmışsın benim faturalarımı devlet ödesin demişsin. Peki şimdi bu ne?

“DEVLET KUURMLARLA MUHATAP OLMAK YERİNE EN ZAYIF HALKAYA GİDİYOR”

Şimdi birkaç Alevilik türü ortaya çıkmış durumda. Bunlardan bir tanesi ‘Devlet Aleviliği.’ Bunu konuştuk. Devlet, kurumlarla muhatap olmak yerine en zayıf halkaya gidiyor. Merkez örgütlerinin elektrik, su, çimento gibi ihtiyacı yok ki ama şubenin var. Örneğin bir köyde cemevi inşaatı yarım kalmış ya da damı akıyor falan. İşte bunu biliyor ve Cemevi Başkanlığı oradan yürüyor. Şimdi merkezde niye muhatap olsun ki sonuçta altını boşalttığı zaman amacına ulaşacak. Muhtemelen şimdi elektrik su için de birçoğu gidip başvuracak ve ‘elektrik parası ödetmekle onların adamı mı olacağız?’ diyecekler.

İki; ‘Belediye Aleviliği’ var. Yani belediyelerin bir anlamda organize edip şekillendirdiği bir Alevilik tarzı var. Yani belediyeler ‘Anahtar teslimi cemevleri’ yapıyor. Kocaman binalar yapıp sanki bir şirket merkezi yaratıyorlar. Camlarla falan kaplayıp sanki bir AVM gibi inşa ediyorlar. Aleviliğin hiçbir kadim değerini yansıtmayan mimariler bunlar. Şimdi artık bunun bir de hukuki zemini var. Belediye yasası diyor ki ‘Cemevi yapacaksın’. Şimdi karşımıza 31 Mart’tan sonra yeni bir alanda açıldı, cemevlerinin coğrafyası daha da genişledi. Şimdi birçok ilde belediyeler cemevi yapacaktır. Bundan sonra belediye başkanı Cemevinde protokolde oturacaktır. Örneğin Muharrem ayında oruç açılacaktır, herkes oturmuştur, en son o belediye başkanı gelir ve herkes kenara açılır. Ya da bir cemde belediye başkanını saat kaçta gelirse gelsin dedenin yanına oturturlar falan… Cemevi yapıldıktan sonra faturalarını da ‘sen karşıla’ denilip iyice bağımlı hale geliniyor. Kendi potansiyelinle o cemevini inşa etmediğin için cemevleri kimsesiz, içleri bomboş kalıyor. Orada bir bina var ve binadaki görevliler ölü ve 40 yemeği bekliyor. 365 günün diyelim ki bir ayında Muharrem’de, Hızır’da oluyorsa tabii cem yapılıyor ve insanlar bir araya geliyorsa onun dışında kocaman bina çın çın çınlıyor. Çünkü oradaki insanların kendi emeğiyle oluşturdukları bir mekan olmadığı için bize bu yerler asimilasyon merkezi olarak dönüyor. Cemevlerinin dizaynına, mimarisine ve içine bakın, tamamen Şii, ne idüğü belirsiz resimlerle doldurulmuş. İlginç taraf, İran’da da resim yasak. Humeyni darbesine kadar Ali resimleri vardı şimdi İran’a gidin bir tane bile Ali resmi bulamazsınız. Bizimkiler, bu konuda onlardan çok daha mahirler. Kardeşim bu 12 imamların resmini nereden buldun? Böyle bir resim hiçbir yerde yok çünkü. O 12 imamlardan Naki’nin altını kapat ve sor, kimse bilemez. Peki bu İmam Naki, Alevilik’te ne yapmış, hangi işlevi görmüş? Sorsan bir gök tanrının kulu çıkıp ‘bu arkadaş Alevilik için şunu yapmış’ diyemez, çünkü yok. Şimdi bizdeki bu ruhsal bozulmayı, ideolojik çarpılmayı görüyor musunuz? Tam da devletin dediği gibi; Şiilik de İslam’ın esaslarından bir tanesi. Şiilik ile Sünniliğin arasında ne fark var? Şiilik, kendi siyasetini meşrulaştırmak için İslam’dan bir takım olayları kendi anlayışına göre yorumlayarak meşruluk zemini arayan bir anlayış.

Şimdi bu sebeplerle insanlar cemevlerine gitmiyorlar. Zaten gidip ne yapacaklar? Gençler gidip de o cemevinde ne yapacak? Şimdi Alevilik adına gençlere, insanlığa sunacak neyimiz var? ‘Neden Alevilik yaşamalı, var olmalı?’ sorusunun cevabını verilebiliyor mu? Örneğin yapay zeka Aleviye sorsak; ‘Sen bu dünyada neden var olacaksın? Doğaya, topluma katkın nedir, biz senin varlığını neden savunalım? Anlat bize’ diye sorsak ne anlatabilir? Ben zaman zaman yapay zekaya soruyorum ve cevap olarak Şiiliği anlatıyor. Çünkü bilgi dünyasında Alevilik, Şiilik olarak depolanmış. Kendin üretip zamana, koşullarına göre ortaya koyabiliyor musun? Hayır. Bir ütopyan var mı? Rıza Şehri güzel bir ütopya ama bilmem nerede kalmış. Kapitalizm koşullarında Rıza Şehri’ni yeni baştan düşünüp bütün insanlık için kılavuz olacak hale getirebildik mi? Gelebilir mi o da ayrı bir soru ama bunlar da düşünülmedi.

‘Alevilik bir felsefedir’ diye söze başlanıyor ama sorarım, Alevilik nasıl bir felsefe? Bizim yapay zekaya ‘Alevi felsefesinden ne anlıyorsun?’ diye sorsak, cevap yok.

3. Alevilik türü de bizatihi ‘Canların Aleviliği.’ İnsanların yaşadığı, var ettiği, yaşatmaya çalıştığı, bizim düşündüğümüz, savunduğumuz Alevilik diyelim.”

“BİR TANE ALEVİ KÜTÜPHANESİ, AKADEMİSİ YOK!”

-Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, aralarında bir iki kendi belirledikleri Alevi olsa da ağırlıklı olarak İslamcı akademisyenlere ve ilahiyatçılara Alevi Bektaşi Ansiklopedisi hazırlatıyor. Buna Alevi örgütleri yazılı bir açıklamayla tepki verdi. Sizce Aleviler/Alevi örgütleri ne yapmalı? Nasıl bir yol izlenmeli bu çalışmaya karşı?

Devlet bir ansiklopedi yazıyor, Kültür Bakanlığı ise 2019’da bin sayfalık bir Ansiklopedik Alevi-Bektaşi Terimleri Sözlüğü yayınlamış ama kimsenin haberi yok. Yazan kişi fena biri değil. Yazdıklarının bir takımı anlamlı olabilir ama genel olarak Aleviliğin içinden gelmeyen insanların Alevilik üstüne yazıp çizdiklerinin sorunlu olabileceğini düşünüyorum.

Şimdi diyelim ki Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’na bir ansiklopedi yayınlayacak, bir karşılığı yok. Diyanet İşleri Başkanlığı’nın da Alevi Klasikleri yayınlama projesi vardı. 10 tane özel kağıda basılı kitap yayınladılar ama Alevi toplumunda bu kitapların bir karşılığı olmadı ve hiçbir anlam ifade etmedi. Asimilasyon önemli bir şey, karşısında duruş sergilemek de önemli ama bugün artık dünyanın bir numaralı ansiklopedisi Britanica olarak gösteriliyor ama ben onu kütüphaneme koymuyorum. Çünkü ansiklopedinin artık bir anlamı, değeri yok. Kimsenin ne ansiklopediye ne de kitaba baktığı var. Bütün her şey sanal dünyada gerçekleşiyor. Tabii ki yazıp orada bırakmayacaklar bunu sanal dünyaya da taşıyacaklardır. Burada asıl mesele, başkasının yaptığından çok sen ne yapıyorsun? Şimdi biz de Alevilik ansiklopedisi yazalım, ancak sen hangi Alevilik zemininde konuşuyorsun? Senin henüz bir tane akademik dergin dahi yok. Türkiye ve Avrupa’daki bütün örgütlerinin bir tane Alevi kütüphanesi yok. Diyelim ki üniversiteden bir öğrenci geldi ve Alevilik üzerine master tezi hazırlayacak, şimdi bu çocukları yönlendireceğin bir kütüphane yok. Ben birkaç yerde de söyledim; sahip olduğum kitapların tamamını bir Alevi kütüphanesine bağışlamaya hazırım. Evimde çuval çuval belge var. İnsanları Alevilik konusunda bilgilendirecek, fikir verecek bir akademimiz yok. Şimdi bugün Alevi toplumu ve örgütler, cem yöneten dede ve analardan mucize bekliyorlar. Bugün 60 yaşında olan bir dedenin, ananın Alevilik bilgisi olamaz. Çünkü 1970 yılında 10 yaşındaydı ve o yılların nasıl geçtiğini biliyoruz. 1980’li yıllar ise toplumsal olaylarla geçti, zaten Alevilerin büyük bir bölümü köyden şehre gelmişti ve bu insanlar cem, görgü, sorgu görmediler. Yani bugün dedelik yapan insanların büyük bir bölümü bu Alevi eğitiminden, ocak, talip ilişkisinden geçmemiş insanlar maalesef. Şimdi bu insanlardan vahiy, mucize bekleniyor! Şimdi bu insanlar nasıl ve nereden bilecekler? Adam bir gülbeng okuyacak, önüne kağıda yazmış. Çünkü pratiğin içerisinden gelmiyor, yaşamamış. Örneğin Pir Sultan’dan bir deyiş okuyacak önündeki klasörden okuyor. Bir de cemlerde önlerine rahle koyuyorlar, rezaleti düşünebiliyor musunuz? Yürekte ve bilinçte olmayınca rahle de şart olur. İnsanların doktor, avukat, mühendis, öğretmen olması Alevilik konusunda bilgi sahibi olacağı anlamına gelmez. Kendisini bu alanda iyi yetiştirmiş dede ve anaları bir tarafa bırakıyorum tabii, toptancı bir anlayışla biçip geçmeyelim ama genel olarak bu sorun var. Örneğin Muharrem ayı geldiğinde bazı cemevlerinde görüyorum; her gün bir imamı konuşuyorlar. Şu bilinç çarpıklığını düşünebiliyor musunuz? Şuraya varmak istiyorum, sana yönelik asimilasyoncu, eşit olmayan, hukuksuz, red ve inkar politikalarına karşı bir duruş üretebilmen için hem siyaseten hem de bilgi ile donanmış olman lazım. Yani felsefe, tarih, teoloji, arkeoloji, insanlık tarihi bilmeden, herkes bu konularda uzman olsun değil tabii ama en azından konunun ihtiyacı kadar konuşabilecek bilgi sahibi olmadan toplumun önüne çıkmamak lazım. Bilmem kaç zaman öncesinin mitolojik öyküleriyle bugün Aleviliği var edemezsin!

“ALEVİPEDİA DİYE BİR SİTE AÇALIM”

Felsefe, esas olarak mitolojiden akla geçmektir. Peki Alevilik mitolojiden ne zaman akla geçecek? Siz mitoloji anlatıyorsunuz. Tamam mitoloji güzel ve insanların yüreğini ısıtır ama bunun bir mitoloji olduğunu söylemezsen onunla yol alabilir misin? Diyelim ki kadim Yunan’ın tanrıları Zeus, Poseidon bilmem ne o zaman için bir dindi, insanların tapındığı tanrılardı bunlar ama bugün herkes biliyor ki bunlar bir mitoloji. Aleviler açısından da şimdi bir Hz. Ali mitolojisi var. Hz Ali’yi sen kendi dünyanda yeniden yaratmışsın ve ona kendi tarihselliğinin dışında, zerre kadar tarihselliği ile uyuşmayan sıfatlar, güçler, fikirler yüklemişsin. Aynı yapay zeka gibi bir ‘Mitolojik Ali’ yaratmışsın. Nerede iyi, güzel bir şey varsa Ali’ye yüklemişsin. Tarihsel Ali ile hiçbir ilgisi olmayan… Sonra da diyorsun ki ‘bu Ali gerçek’. Şimdi bunun mitoloji olduğunu kabul etsen bir mesele yok. Bunu inanç meselesi haline getirirsen gene sorun yok. Kimse sana ‘Hayır kardeşim o Ali’ye inanılır mı?’ diyemez. Ama sen bunu tarihsel bir şahsiyet olarak sunduğun zaman orada gülünç duruma düşersin. Şimdi Ali’li Alevilik mi Alisiz Alevilik mi diye tartışmalar da oluyor. Eğer mitolojik olarak kendi yarattığımız Ali diyorsan bunu neden Alevilikten çıkaralım? Ama 4. halife olan ve Hayber’e gidip Yahudilerin kellesini kesen Ali’den söz ediyorsan bunun Alevilikte nasıl bir yeri olsun? 13 kadınla evlenmiş ve 33 çocuğu olan bir Ali’den söz ediyorsan şimdi bu Ali’yi Alevilik’te nereye koyacaksın? Sen şimdi bizim Alevi’ye, ‘Ali, Osman ile bacanaktı. Kızını da Ömer’e verdi’ desen hiçbir Alevi bunu kabul etmez.

“ALEVİ DEDELERİ İSLAM TARİHİNİ BİLMİYOR”

Bizim Alevi dedeleri bir imam hatip mezunu kadar İslam tarihini bilmiyor. Herkesin tarihçi olmasını elbette ki bekleyemezsiniz ama en azından söylediğiniz alanda bilgi sahibi olmanız lazım. O nedenle diyelim ki bir ansiklopedi hazırlayacağız; peki sen bu konuların hangisinde görüş birliğine vardın da ansiklopedi hazırlayacaksın? Şimdi diyelim ki ‘Ekşi Sözlük’ ya da ‘Wikipedia’ gibi bir ‘Alevipedia’ yapalım. Bu ansiklopedi sonuçta bir birikim işidir. Didero bir ansiklopedi yazmış; Fransız ansiklopedileri bu işin piri ama yazanlara, yayın kuruluna bakıyorsun her biri alanının öncü insanları. O saate kadar hep çalışmış ve o alanlarda hep üretmiş. Hadi biz arkadaşları çağıralım ve imece usulü bir iş yapalım, sonu olabilecek bir şey değil ama en azından şuna vesile olabilir; kardeşim bu konuları gelin tartışalım, konuşalım ve yazalım. Alevipedia diye bir site açalım ve oradan yazmaya başlayalım gibi bir şeye umarım vesile olur.

“LAİKLİK MESELESİ YALNIZCA ALEVİLERE İHALE EDİLMEMELİ”

-Okullarda “Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum” (ÇEDES) projesi kapsamında imamlar, müftüler ders vermeye başladı. Çocuklar camilere götürülüyor. Ayrıca okullarda mescitler açılıyor. Dini faaliyetler anaokullarına kadar indi. Dinci vakıflarla ve cemaatlerle yasa dışı şekilde protokoller imzalanıyor ve öğrenciler kontrolsüz bir şekilde dini faaliyetlere götürülüyor. Laik eğitim öğretim tamamen yok edilmiş durumda. Alevi çocukların ve ailelerinin pek çok zorluğu yaşadığını biliyoruz. Ancak Alevi kurumları bu konuda bir tepkiyi örgütleyemedi. Eğitim sistemindeki bu gericileşmeye karşı neler yapılabilir, önerileriniz nelerdir?

Zorunlu din derslerinde olduğu gibi bu mesele yalnızca Alevilerin sorunu değil. Alevi çocukları şöyle bir avantaja da sahip; diyelim ki imam geldi anlattı ne anlatırsa anlatsın sonuçta çocuk eve geliyor ve ‘Anne, baba, böyle saçma sapan anlamsız şeyler konuştular’ diyor. Eğer o anne baba da biraz duyarlılık sahibi ise çocuğu o söyledikleriyle bırakmayıp açıklamalarla işi biraz kurtarabilir. En azından ben lise çağındaki bizim çocuklardan biliyorum, din derslerine karşı acayip bir refleks var. Çünkü evde din iman konusunda hiçbir şey konuşulmasa bile evin ruhuyla besleniyor. Evin bir köşesinde saz diğer tarafta kitap var. Evin içinde ne Allah ne de peygamber var! Evde yaşanırken işte ‘Allah şöyle yapar, cehenneme gidersin, şeytan çarpar gibi’ laflar da edilmediği için; yani bilerek ya da bilmeyerek gardını almış. Şimdi bu ÇEDES projesi niye yalnızca Alevilerin sorunu olsun? Türkiye’de demokratlar, liberaller, Atatürkçüler, siyasi partiler neden harekete geçmiyor? Çünkü bu sonuçta bir laiklik meselesi. Zorunlu din dersleri meselesinde olduğu gibi bu mesele de Alevilere ihale edilmek isteniyor. Bu konunun doğrudan ilk muhatabı anlamında Aleviler elbette buna itiraz etmeliler ama burada şunu düşünüyorum; laiklik meselesi yalnızca Alevilere ihale edilmemeli. Bu anlamda Aleviler belki diğer güçleri harekete geçirici, tahrik edici bir noktada durabilirler ama işin sahibi Aleviler olamaz diye düşünüyorum.”

“CEMEVİNDE KUR’AN KURSU AÇMAK CEHALET VE İHANETTİR”

-Aleviler yıllardır çocuklarının zorunlu din dersine girmemesi için mücadele ediyor. Mahkemelere taşındı. Aynı zamanda Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne gidildi ve davalar kazanıldı. Hükümet kararları uygulamadı. Öte yandan, zorunlu din dersi mücadelesini boşa düşürecek bir sorun var. Bazı cemevlerinde yıllardır Kuran kursu veriliyor. Bunlardan biri Kartal Cemevi. Ne yazık ki hem mahkeme kararlarının uygulanması için hem de Kuran kursu veren cemevi/derneklere yeterli baskı, tepki, örgütlenme yapılamadı. Cemevlerinde Kuran kursu verilmesinin önüne nasıl geçilebilir?

“Bu cehalet ve ihanettir. Cehalet şundan dolayı; kardeşim senin hayatında Kur’an’ın ne yeri var? Sen Kur’an’ın içerisinde ne olduğunu, tarihsel olarak Kur’an’ın nasıl bir ürün olduğunu bilmezsen bunlar olur. Kur’an öğretilmesi gereken bir şey mi? Bilgi sahibi değilsin ve Aleviliğin tarihsel olarak gerek Kur’an’a gerekse de diğer kitaplarla hiçbir irtibatının olmadığı, tarihsel bir referans kaynağı olmadığını bilmiyorsan cahilsin. Biliyorsan eğer ihanet içerisindesin. Oraya gelen Alevi çocuklarını asimile etmek, onların aklını esir almaya hizmet etmek istiyorsun. Bu tamamen bir ihanet projesidir. Benim nazarımda bunun cehaletten olduğunu sanmıyorum, çünkü bu kadar söylenen söz var ve ona rağmen cemevlerinde Kur’an kursu olacaksa bu tamamen bir ihanet içinde olunduğu demektir. Ben bu işleri yapanların Kur’an konusunda hiçbir bilgi sahibi olmadığını düşünüyorum. Yani açıp Kur’an’ı baştan aşağı okumuş olduklarına dair ihtimal vermiyorum. Öyle olsaydı 600’lü yılların Arap toplumuna hitap eden, Arap toplumunun geleneğine, örfünü, hukukunu düzenleyen, tamamen o coğrafyada ve üstelik de yalnızca Kureyş kabilesine, Araplar için oluşturulmuş bir kitabın evrenselliğini düşünüp bugün 2024’te bizim insanımıza hitap edecek içeriğinin olduğunu düşünmek kadar akıl dışı bir şey olamaz. Yarım da olsa ilahiyat bitirmiş biriyim. İslam tarihine, kelama, fıkaha, sünnete ilişkin az buçuk giriş babında da olsa 2 yılda bir sürü şey okudum. Sonuçta geldiğim nokta şudur; İslam’ın Alevilikle ya da İslam’ın kitabının Alevilikle ya da İslam’ın peygamberinin, halifelerinin Alevilikle zerre kadar bir ilişkisi söz konusu değildir. İslam, Arap yarımadasına hitap eden, onların ihtiyaçlarını gören ve onların ihtiyaçları için şekillenmiş bir kitaptır. Hiçbir tarihselliği de söz konusu değildir. Bana sorarsan evrenselliği de söz konusu değildir.

Din İşleri Yüksek Kurulu üyesi bir şahıs şöyle bir açıklama yaptı: ‘Biz, imam hatip okullarına Türkçe Kur’an gönderdik, gönderdiğimize de pişman olduk. Çünkü çocuklar ateist, deist oldular’. Diyanet itiraf ederek diyor ki ‘Ben İmam Hatip Lisesi’ne bu kitabı gönderdim, çocuklar bunu okudu ve deist oldu. Deist, ‘Tamam kardeşim ben bir tanrıya inanıyorum ama bu dine, bu kitaba ihtiyaç yok’ demek. Bir Alevinin şimdi gönüllü bir şekilde Kur’an kursu açması cehalet ve artı ihanet demektir.”

“CEMEVLERİNİ SOSYAL MERKEZE DÖNÜŞTÜRMEK GEREK”

-Alevi nefretinin, Alevi asimilasyonunun yükseldiği bir dönem yaşıyoruz. Kurumların geleceğe dair projeler üretmesi, kalıcı hukuk komisyonları kurulması, kararların çabuk alınması, hızlı refleks gösterilmesi, cemevlerinin ibadetin yanında birer okula çevrilmesi, asimilasyonun önüne geçilmesi gibi pek çok konuda toplum Alevi örgütlülüğünden çok şey bekliyor. Kurumlara neler önerirsiniz? Önermekle kalmayıp birlikte neler yapılabilir?

Alevilere yönelik ret, inkar, asimilasyon ya da fiili saldırılar noktasında nasıl bir tutum almamız gerekir, bu Alevi bilinci ile ve Alevilikten ne anladığımızla ilgili bir şeydir. Yani hangi tehlike Alevilik için esas tehlike oluşturuyor? Birtakım meczuplar, bir takım işler yapabilirler ama ‘Bunun arkasında bir şey var mı acaba?’ diye bakmak gerekir. Ben hep şöyle söylerim, bize her havlayan köpeğe taş atsak bize taş ocakları dayanmaz. Alevi toplumu bu tür saldırılarla yüz yüze ama bugün geldiğimiz noktada Alevi varlığı kendisini nasıl korumalı; bu fiili bir barikatla olabilecek bir şey değil. Bir Alevi ruhu, duygusu, duruşu inşa etmekle olur. Yani en geçerli barikat Alevi duruşuyla sağlanabilir. Alevi bilincinin her şeyin üstünde olduğunu düşünüyorum. Alevi toplumunun, kendi varlığını korumak açısından Alevi değerlerine, esas olarak örgütlerin bunun üzerinde yoğunlaşması gerektiğine inanıyorum. Bir Alevi ütopyası inşa etmeden Alevi duruşu sağlamamız mümkün değil. Yani biz işi cenaze kaldırmaya, Alevi cemevlerini yalnızca böyle bir fonksiyonla yükümlendirmeye razı olduğumuz takdirde bir duruş üretmemiz de mümkün değil. O yüzden de burada cemevlerini bir sosyal merkeze dönüştürmek; yalnızca Alevilerin değil içinde bulunduğu bütün mahallenin ihtiyaçlarına cevap verecek bir mekanizmaya, sosyal merkeze dönüştürmek ve bizim dışımızdakilere de Aleviliği sunacak bir merkeze dönüştürmek… Yani bir ibadethaneden çok ibadetin de edildiği ama esas olarak bir sosyal merkez, bir kültür evine dönüştürmek gibi iş yapmak gerektiğini düşünüyorum. İnsanlar her türlü toplantılarını, her türlü eğlencesini orada yapsın. Yani Aleviliği bu anlamda sosyalleştirmemiz, insanların hayatına dokunur bir hale getirmemiz lazım.

Bunun için gerek kendimize, gerek topluma değecek bir sosyal bilgi organizasyonuna ve akademik çalışmaya acilen ihtiyacımız var. Yoksa bu Alevilik giderek şekilsel hale geliyor.

Eğer Aleviliğin hayattan çekilen yanlarını yeniden yükleyemez, Aleviliği yeni koşullara uygun olarak yeniden fabrika ayarlarına döndüremezsen Aleviliğin sorunlarını çözemeyeceğin gibi devlet mekanizması ile harekete geçen bir güç karşısında da başarılı olamazsın. Bu da yalnızca örgütlerin işi değil, haksızlık da yapmayalım, Alevi aydınlarının, dedelerinin, siyasetçilerinin de işi bu. Burada belki de çuvaldızı aydın olarak öncelikle kendime batırmam gerekir diye düşünüyorum.”

Eren GÜVEN/ANKARA

İLGİLİ HABERLER:

1- ‘İktidar manevralar yapıyor; bir duruşumuz olmalı, belirleyici olmamız gerekiyor-VİDEO
2-‘Alevi örgütleri mücadeleyi toplumsallaştırmalı, Alevi ailelerle ortaklaşılmalı’- VİDEO
3- ‘Alevi kurumları ortaklaşa bir enstitü kurabilirler; bir hukuk birimi kurulabilir’ – VİDEO
4-‘Mutlaka hukuk komisyonu kurulmalı, sorunlara çözüm üreten bir örgütlülük olmalı’-VİDEO
5-‘Alevilerin sorunu siyasetle, hukuk mücadelesiyle çözülür; ciddi çalışmalara başlanmalı’

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak