PİRHA – 78’liler Girişimi Sözcüsü Celalettin Can, 12 Eylül Askeri Darbesine dair tanıklığını ajansımıza anlattı. 1960 ve sonrasındaki darbelerin, 12 Eylül’ün habercisi olduğunu ifade eden Can “Aleviler o gün direnmeseydi hayatta kalamazdı. Çünkü o yıllarda Alevilerin yaşam hakkı dahi yoktu. Bugün ise yasaklarla, baskıyla toplumu sindirme, siyasetten çekme, seyirci hale getirme politikası izleniyor” diye konuştu.
Türkiye tarihinin en kanlı askeri darbesi olarak ifade edilen 12 Eylül 1980 darbesi, günümüzde halen mevcut yasalarla ideolojisini sürdürüyor.
12 Eylül askeri darbesi sonucu 50 yurttaş idam edilmiş, 300’ü cezaevinde işkenceden ve hastalıktan ölmüş, 650 bin kişi gözaltına alınmış, açılan 210 bin davada 230 bin kişi Sıkıyönetim Mahkemeleri’nde yargılanmıştı. Aynı dönemde, 30 bin kişi “mülteci” olarak yurtdışına giderken, cezaevlerindeki işkenceler de “insanlık suçu” kapsamında tarihe not edilmişti. Ayrıca, siyasi partiler ve sendikaların da kapatıldığı 12 Eylül sonrasında 400 gazeteci hakkında da davalar açılmıştı.
GENÇLİK HAREKETİNE YÖNELİK ‘TENKİT’ FİKRİYATI!
Döneminin tanığı Celalettin Can da darbeden bir süre sonra tutuklanmış ve farklı zamanlarda olmak üzere toplamda 20 yılını cezaevinde geçirmek durumunda kaldı. Cumhuriyet tarihi boyunca yapılan darbeler içerisinde 12 Eylül askeri darbesinin çok daha planlı ve şiddetli olduğunu söyleyen Can, yapılanların arka planına ışık tuttu.
78’liler Girişimi sözcülüğünü yürüten Celalettin Can, 12 Eylül darbesinin iyi anlaşılabilmesi için 1960 Darbesi ve sonrasını iyi analiz etmek gerektiğini söyledi. 1960 darbesinin olduğu dönemde dünyada genelinde bir hareketlilik olduğunu söyleyen Can, şu değerlendirmeyi yaptı:
“Mesela Çin’de bir kültür devrimi tartışması vardı. Afganistan, Afrika, Cezayir ve Ortadoğu da hareketliydi. Amerika’da bir gençlik hareketi ortaya çıkıyordu. Latin Amerika’da Che Guevara o dönemin sembolüydü.
60 darbesinden önce gençliğin ciddi bir hareketliliği; bir direnişi ortaya çıkmıştı. Demokrat Parti’ye karşı bir tutum alış vardı. Darbe bir yerde o tutumun önünü kesti aslında. Celal Bayar, o gençliği fiziken tasfiye etmeyi tasarlıyordu. Bunu da açık söyledi. ‘Bu gençliği tenkit etmek lazım’ demişti.
Ondan sonra darbe süreci başladı. Darbeler desteklenecek, sahip çıkılacak değil; lanetlenmesi gerekir. Adnan Menderes’i sevmiyoruz, Celal Bayar’ı sevmiyoruz, karşıyız diye değil, onlardan bağımsız olarak darbeye karşı çıkmak gerekir. Darbe, bugün bana, yarın sana… Ama darbe, iradesinin dışında başka bir rol oynadı. Nasıl yaptılarsa bazı aydınlar da darbeye katıldı. Darbeci olarak değil. Örneğin, darbe yürüten bazı komutanlar vardı. Aydınlara yakın duruyordu. O komutanlar, CHP’ye de yakın duruyordu. CHP, aydınlarla falan da ilişkiliydi. O aydınlar içinden bazıları, darbeden yararlanabilmek için bir anayasa çalışmasını kabul ettirdiler. Ve ‘demokratik’ bir anayasa ortaya çıktı. Demokratik derken, anladığımız alanda bir demokratik değil ama o günün koşulları içerisinde bir ölçüde ‘demokratik’ diyebileceğimiz bir anayasa çıktı.
Bu anayasa, Türkiye’de 60’lardan sonra işçilerin önünü açtı aslında. Peşi sıra Türkiye İşçi Partisi, işçi hareketini de değerlendirerek ortaya çıktı. Gençlik de ona giderek onlara katıldı. Sonrasında gençlik, İşçi Partisi’nde tatmin olmadı. Daha bağımsız örgütlenmelerle işte Mahir Çayan’lar, Deniz Gezmiş’ler, İbrahim Kaypakkaya’lar çıktı. Tütün mitingleri, fındık mitingleri, kitle hareketleri… Yani toplumda bir yükseliş ortaya çıktı. Yükseliş o kadar ilerledi ki 15-16 Haziran Büyük İşçi Direnişi oldu. Ve o işçi direnişini değerlendiren bir genelkurmay başkanı ‘Sosyal gelişme, ekonomik gelişmenin önüne geçti. Bu sosyal gelişmemim önünü kesmek gerekir’ dedi. Ve faşist darbeyle işçi hareketinin, gençliğin önünü kesme, bunlarla olan yükselişi bastırma sürecine girdiler.
Darbeye karşı Denizlerin, Mahirlerin direnişi, bir şekilde zayıf da olsa, işçi hareketi içinden çıkan bazı direniş eylemlerinin de etkisiyle bir direniş ortaya çıktı. O direnişin ortaya çıkmasının şu katkısı oldu. Toplumsal sürecin de bir doğal mecrası vardır. O doğal mecrada bir toplumsal hareket akar gider. Mahirlerin, Denizlerin direnmesi, toplumsal sürecin doğal mecrasının kurutulmasını engelledi. Mesela 80 sonrasında bu yapılamadı. Ama 70’te Deniz Gezmiş’lerin, Mahir’lerin, son zamanlarda Kaypakkaya’ların, bir direnişi, o direniş içerisinde vuruşa vuruşa ölmeleri, kalmaları, teslim olmamaları büyük etkiler yarattı. Halk, onlarda eski kahramanlarını hatırladı! Pir Sultan Abdalları, Nesimileri hatırladı. Giderek iş biraz da büyüyünce ordu, kışlaya dönmek zorunda kaldı.
SOLA ÇOK CİDDİ BİR KAYIŞ VAR!
68 kuşağının liderleri, önemli ölçüde tavsiye edilmişti. Ama onların yarattığı etki altında yeni nesil, topraktan fışkırınca tarih sahasına çıkmaya başladı. İşte o bizim kuşağımızdı. Kürdüyle, Türküyle o bizim kuşağımızdı. Ama kısa sürede onun önlemini almaya kalktılar. Örneğin Milliyetçi Cephe kuruldu. Yani MHP’siyle, Cumhuriyetçi Güven Partisi’yle, Demokrat Partisi’yle, işte Adalet Partisi’yle, Milli Selamet Partisi’yle bir sağ koalisyon kuruldu. Tabii ondan önce Erbakan’la Ecevit bir koalisyon kurdular. O potansiyelden çıkarken Ecevit, biraz da o darbeye karşı bir tutum gelişmesinden dolayı CHP güçlendi. Ve CHP Erbakan’la bir koalisyon kurdu. Hemen akabinde Kıbrıs çıkarması olmuştu. Kıbrıs çıkarmasında Ecevit çok büyük bir itibar yakalamıştı. O itibarı da değerlenerek Demokrat Parti’nin de onayıyla Demokrat Parti ittifak kurup seçime girmeye çalıştı. Ama tuzağa düştü orada. Demokrat Parti aslında Milliyetçi Cephe çevreleriyle anlaşmıştı. Erbakan, Milliyetçi CHP’ye dönünce Ecevit ortada kaldı. CHP iktidarda kaybetti. Milliyetçi Cephe süreci başlayınca beraberinde faşist saldırılar ve ölümler başladı. İlerleyen süreç içerisinde en önemlisi 1 Mayıs 1977 katliamı oldu. Amerika Birleşik Devletleri’nden özel insanlar geldi. Intercontinental Oteli’ne yerleştiler ve 1 Mayıs Katliamı yapılırken onlar, seyrediyordu.
Ve yeni bir süreç başladı. O süreçte bütün o faşist saldırılara karşı bizim kuşağımız direniyordu. Kaybediyordu, kayıp veriyordu, onlara kayıp verdiriyordu ama bir direniş söz konusuydu. Darbe yapılırken amaç şuydu; Endonezya tipi tenkil! Yoksa komünizm olacak! ‘Endonezya tipi tenkil’ deniliyordu. Yani orada en az 500 bin insan katledildi. Öyle bir katliamın çağrısını yapıyordu Bayar!
12 EYLÜL DARBESİNE GİDEN SÜREÇ!
Arkasından İstanbul Üniversitesi katliamı geldi. Peşi sıra Balgat katliamı geldi. Bahçelievler Katliamı geldi. Tek tek ölümler bunları takip ediyordu. Direnişler bunları takip ediyor. Ardından Kürt hareketi de ortaya çıktı. Sivas’ta katliam denemesi oldu. Alevi-Sünni katliamı onun üzerine yapıldı. Peşi sıra NATO toplandı. Temmuz ayı olarak yaptıkları toplantıda ‘Türkiye’de toplumsal kriz derinleşiyor. Devletten bir kopuş gündeme geliyor. Sola çok ciddi bir kayış var. ‘Türkiye’de darbe olmalıdır’ denildi. O kararın akabinde Eylül geldiğinde Kenan Evren, ordu birimlerini dolaşıp darbeye hazırlandı. Bir yandan da Kürtler ortaya çıkmış, ülke bölünecek propagandası yapılıyor.
Ve arkasından Maraş Katliamı geldi. Büyük bir katliamdı. Yüzlerce kişi öldü. Katliamı, dışarıdan gelen güçler yaptılar. Maraş Katliamı olduğunda Ecevit iktidardaydı. Demokrat Ecevit, sıkı yönetim ilan etti. Tabii Ecevit ilan etmiş olunca ‘demokratik sıkı yönetim’ oldu! Sıkı yönetim, darbeye geçişlerde kullanılan bir yöntemdir. İş daha da büyüdü. Dev Genciyle, Kürdüyle, Türküyle birçok kitle hareketi, çatışma, vuruşma, ölümler birbirini takip etti. Yağmur gibi insanlar ölüyordu. O dönemde tam 5.000 genç öldü. Bunun 3.000 3.500’ü solcu, 1.500 2.000 kişi de sağcıdır. Kriz giderek derinleşti. Darbenin önü tamamen açıldı ve 12 Eylül Darbesi geldi.”
“KÜRTLER SAVAŞMASIN DİYE ALEVİ-SÜNNİ ÇATIŞMASI YARATILDI!”
Celalettin Can, 12 Eylül darbesi gelince binlerce ölümün yanı sıra yoğun göçlerin de yaşandığını belirtti. Halkta adeta “bir savaş yorgunluğu” oluştuğunu söyleyen Celalettin Can, darbenin Alevi toplumuna yansımasını da anlattı. Can, 12 Eylül öncesi Alevilere yönelik saldırılara da işaret ederek şunları aktardı:
“1975’li yıllarda Elazığ’da Alevi Sünni çatışma ortamı yaratıldı. Elazığ’da çok ciddi direniş oldu. Karşılıklı vuruşmalarda Elazığ’da hatırlayabildiğim kadarıyla her iki taraftan da 60-70 kişi öldü. Ama Elazığ ikiye bölündü. Yolun alt tarafı Sünni kesim, üst tarafı Alevi kesim. Sonra oradan eğitimim için İstanbul’a geldim. Tabii orayla sınırlı kalmadı. Dersim’in Pertek bölgesinde özellikle Sünni eğilimler ortaya çıktı. Ufak tefek çatışmalar oldu ama büyütülmedi.
Bir yerde çok ciddi çatışma varsa, Alevi, devrimci gençler kalkar o çatışmanın olduğu ortama gider güvenlik alırlardı. Sahip çıkarırlardı yani. Özel bir örgütte olduklarından dolayı değil. Daha örgütler tam ortaya çıkmamıştı. Örgütler daha çok 77-78’den sonra ortaya çıkmaya başladılar. Ama Çorum’da çok yoğun katliam oldu. Maraş zaten baştan aşağı Alevi katliamıydı. Ama büyükşehirlerde Alevi-Sünni çatışması olmadı. Daha çok sağ sol çatışması. Yani batı büyükşehirler sağ-sol çatışması, doğuya doğru gittikçe Kürt-Türk çatışması yapıyorlardı. Kürtler uyanmasın, Kürtler taraf olmasın, Kürtler savaşmasın diye Alevi-Sünni ilişkisini orada işliyorlardı.”
“ALEVİLER O GÜN ÇATIŞMAZSA HAYATTA KALMAZLARDI”
Celalettin Can, “Alevi toplumunun inançtan önce hayatta kalma derdi vardı” diyerek sözlerini şu cümlelerle sürdürdü:
“Aleviler bir şekilde inancını yaşıyordu kendine göre. Aleviler yaşamak istiyordu! Yaşamı tehlikeliydi yani. Yani Aleviler kırıma uğratma tehlikesiyle karşı karşılardı. Mesela Elazığ’da direniş olmasaydı o Elazığ’ın yarısı da giderdi ve binlerce insan ölürdü. Öyle büyük direnişler oldu ki onları yani oturup yazmak lazım. ‘İnancımı yaşamak istiyorum’ talebini Aleviler bırakmıştı! Yaşamak tek dertti. Aleviler bütün sol hareketlerde yer aldılar. Sol hareketleri Alevi gençler yürüttü. Şimdi bugün bazı Aleviler, ‘Siz Alevileri kullandınız’ diyor. Öyle değil kardeşim. Alevileri öldürmek istiyorlardı. Biz de Alevilik halkımızı koruyorduk. Aleviler o gün direnmeseydi hayatta kalmazlardı. Dert, inanç değildi yani. Zaten Sünnilerin ortamına girilemiyordu.
Dolayısıyla Alevi-Sünni çatışması, Alevi toplumunun ayakta kalma çatışmasıdır aslında. Ve Alevilerin tasfiye politikasına karşı direniş çabasıdır. Kimse Sünnilere saldırmak istemiyordu. Zaten kuvvetler ilişkilerinde Sünni çok güçlüydü. Ordu, devlet de yanlardaydı. Aleviler çok zayıftı. Aleviler silahlı da değildi”
“KÜRT HAREKETİ EPEY SONUÇ ALDI”
Celalettin Can, 12 Eylül’den bugüne dek yaşananlara da dikkat çekti. Türkiye’nin bugün yol ayrımında olduğunu söyleyen Can, “Mevcut iktidar, toplumu hizaya getirip, itaatkar bir toplum yaratmak istiyor” dedi. Can, sözlerine şu cümlelerle devam etti:
“İtaat etmeyenlere karşı bu baskı politikası değişik uygulanıyor; maaşı etkileniyor, hayatı etkileniyor, evi etkileniyor. Yani ekonomik ve sosyal olarak çökertiyorlar aslında. Yani gidip özel olarak öldürmüyor ama bütün olanakları ortadan kaldırıyorlar ve ağır baskı politikası uyguluyorlar. Ama yeri geldiğinde ölümler de oluyor. Şiddet rejimi hakim bugün.
Bütün bunlar olurken işte Öcalan’ın durumu çıktı ortaya. Yani şunu rahatlıkla söyleyebilirim; 1970’li yıllarda çok ağır saldırı, ağır baskı, ölümler, katliamlar vardı ama büyük de bir direniş vardı. Bugün ise belki ondan ders çıkardılar. Yine ölümler, vurmalar oluyor ama o dönem küçük çaplı iç savaş vardı. Bugün öyle değil. Bugün yasaklarla, baskıyla, başka yöntemlerle toplumu pasifleştirme, sindirme, siyasetten çekilme, seyirci hale getirme politikası izleniyor. Toplumu ikna etme, kazanma, yanına alma derdi değil. Baskı politikası ile denetim altına alma politikası… Ve buna karşı bir direniş örgütlemek gerekir. Bu direnişi bir dönem PKK tek başına yürütüyordu. Diğer kesimlerin de küçük çaplı direnişleri vardı ama yeterli değildi. Çok sınırlı bir beraber yürüme söz konusuydu. Kürtleri korumak, baskıları durdurmak konusunda Kürt hareketi epey sonuç aldı. Ama ülkenin batısına doğru geldikçe o direniş olmadı. Toplum gerçekten sinik davrandı. Toplum ‘yarın benim başıma da şu gelebilir’ diye Kürt hareketinin de yanında durmayı tercih etmedi. Hatta Kürt hareketinin, artık bu işi bitirmesi gerektiği söylendi.
Türkiye halkı bir direniş yaratmak zorundadır. Kaygım odur. Kürt hareketi silahları bıraktığından dolayı Türk-Kürt halkının da o baskı politikalarıyla ‘itaatkar bir toplum yaratma’ politikalarının hedefi olma ihtimali var. Eskiden, batıdan doğuya doğru o baskı politikasını yaygınlaştırmaya çalıştılar. Batı biraz rahatladı. Şimdi doğu biraz rahatlayacak ama Kürt hareketi başka önlemler almazsa sıra ona da gelebilecek. Kürtler biraz rahat bırakılıyor şu anda. Bir sorun çözülmeye çalışılıyor. Ülkenin batısı özellikle teslim alınmaya çalışılıyor. Toplumu, devletin güdümüne, siyasal İslamcıların güdümüne sokma çabası… Alevileri ve diğer kesimleri sindirme… Bahçeli adına cemevi açılıyor! Alevileri rıza kültürüyle ikna etme değil, baskı politikasıyla, yönlendirmelerle, satın almalarla, bir şekilde ülkenin batısını teslim alma politikasını seviyorlar.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
İLGİLİ HABERLER
>‘Bugünkü uygulamalar 12 Eylül zindanlarını aratmıyor!’-VİDEO
Yoruma kapalı.