PİRHA- Uzun yıllardan beri devrimci hareket içinde olan ve Çorum Katliamı girişiminde direniş gösteren Bayram Ardık, İbrahim Kaypakkaya’ya için yapılan ilk mezarın hikayesini PİRHA’ya anlattı.
Dört kişi ile birlikte Kaypakkaya’nın mezarını yapma kararı alanlardan biri olan Bayram Ardık, “1973 yılında dört arkadaş, devletin o köyde mezarı kaldırabileceğini düşünerek, mezarlığı yaparak kalıcı hale getirmeyi düşündük” diye konuştu.
“KAYPAKKAYA KATLEDİLİNCE ÇOK ÜZÜLDÜK”
“Kaypakkaya’yı yakından birkaç kez görme imkanım oldu ve kendisini tanımış oldum” diye konuşan Ardık şöyle konuştu:
“12 Mart faşist darbesinin katlettiği hemşehrim İbrahim Kaypakkaya’nın ilk anıt mezarının yapılması ile ilgili bir anımı, hem o faşist katliamı protesto etmek hem de yeni kuşaklara devrimci önderlerin mücadeleleri ile ilgili bilinmeyen yanlarını açığa çıkartmak amaçlı böyle bir açıklamanın tüm devrimci, demokratik ve onun düşüncesini savunduğunu söyleyen çevrelere bilgilendirme amaçlı bir hizmet olacağını düşünüyorum. Kaypakkaya 1969 yılında Çorum’da Devrimci Kültür Derneği’ni kuran bir önderdi. Öğrenci lideri olarak biliyorduk. Ben o yıllarda ortaokulda okuyan bir öğrenciydim. O dönem derneğe gidip gelirken kendisini tanıdım. Daha sonra Çorum’da sınıf tahlili, çalışmalar, 1969 Haşhaş mitinginin hazırlanmasındaki aktivitesi ve rolünü çok iyi biliyorum. Yakından birkaç kez görme imkanım oldu ve kendisini tanımış oldum. Bu derneğin kurucuları Perinçek, PDA, Kaypakkaya ve arkadaşlarının çizgisinde olan öğrencilerdi. Ama şunu da belirtmek isterim ki; 70 yılının sonuna doğru biz dört arkadaş Doğu Perinçek ve PDA’nın o siyasi çizgisinin etkisinden kurtulduk. 12 Mart faşist darbesi geldiğinde Kaypakkaya’nın Diyarbakır zindanlarında işkence ile katledildiğinin haberini alınca diğer devrimcilerle beraber onun için üzüldük. Bu katliamın insanlar üzerindeki baskı ve terörünü kınadık.”
“MEZARI YAPACAK USTALAR KORKUP KAÇINCA KENDİMİZ YAPMA KARARI ALDIK”
Mezarı yapma kararı aldıktan sonra Kaypakkaya’nın köyü olan Karakaya’ya giden Ardık, mezar için gerekli malzemeleri ayarladıklarını fakat bu işi yapacak iki ustanın korkarak köyden kaçtığını ve mezarın inşasını kendilerinin yapma kararı aldıklarını belirterek şunları vurguladı:
“Aradan bir yıl geçtikten sonra 1973 yılında dört arkadaş devletin o köyde mezarı kaldırabileceğini düşünerek mezarlığı yaparak kalıcı hale getirmeyi düşündük. İçimizdeki arkadaşlardan birisinin babası mezar taşı, çakıl, kum, tuğla ve çimento gibi malzemeler satıyordu. Dört arkadaşın bunları temin edecek durumu yoktu ve o arkadaş bunları temin etti. Ben o arada 1973 yılında Sungurlu Lisesi’nde öğrenciydim. Kaypakkaya’nın köyü Sungurlu’ya 30 kilometre uzaklıkta Karakaya köyüdür. Mezarlık da köyün karşısında bulunuyordu. Köyün öğretmeni Garip Hoca’yı tanıyordum. Bir gün önceden arkadaşlar sabaha kadar mezar taşına yazı yazılması ile uğraştılar. Kum, çimento ve ne gibi ihtiyaçlar olacak ise onları temin edeceklerini ve gizlice sabaha kadar mezar taşına Nazım Hikmet’in olan, ‘Sen yanmasan, ben yanmasan, biz yanmasak nasıl çıkar karanlıklar aydınlığa’ dizelerini yazacaklardı. Pazar sabahına yetiştireceklerdi. Ben bir gün önceden köye gittim ve Garip Hoca’nın evinde kaldım. Biz dört arkadaş Kaypakkaya’nın mezarını yapmak istiyoruz ama nasıl mezar yapılır, duvar örülür bilmiyoruz. Köylülerden bize yardımcı olabilecek varsa görüşelim’ dedim. O da ‘ tamam’ dedi. Köyün içine çıktık. Bu işler yapabilecek iki ustanın olduğunu söyledi ve onlar da yaptığım görüşmede tamam dediler. ‘Biz öğrenciyiz, size para da veremeyiz. Ama köyünüzün bir çocuğudur, sahip çıkmış olursunuz ve mezarı da burada kalıcı olur düşüncesiyle hareket ettik’ dedik. Yapacaklarını söylediler. Garip Hoca’nın evine döndük, o gece yattık. Sabah erkenden kalkan Garip Hoca köyün içine bakıyor ki yoklar. Adamlar kaçmış resmen. Korktular, bir şeyler oldu ve vazgeçtiler. Beni kaldırıp ‘Bayram kalk ustalar yok’ dedi. Yolun kenarına çıktım, arkadaşlar bir pikap ile malzemeleri ve Nazım’ın dizelerinin yazıldığı mezar taşını alıp gelmişlerdi. Kendimiz yapalım dedik.”
Mezarı yapacak ustaların köyü sabah terk ettikleri için kendi çabalarıyla yaptıklarını dile getiren Ardık, “Elimizde kazma, kürek ile mezarın çevresini yarım metreye kadar kazdık. Tuğla dizdik, harç yaptık ve mezarı yükselttik. Yuvarlak elips şeklinde yaptığımız mezar taşını da yan koyduk. Nerden aklımıza geldi ise amacına ulaşamayan devrimcilerin mezar taşı yan olur diye bir bilgi kalmış bizde. Ama Türkiye devrimci hareketinde böyle bir uygulamanın ne kadar olduğu veya olup olmadığını kimse bilmiyordu. Mezarı yaptık, çektik gittik” dedi.
“JANDARMA KÖYLÜLERİ TEHDİT EDİYOR”
Mezarı yaptıktan sonra jandarmanın kendisini tutuklayabileceği düşüncesini dile getiren Ardık şöyle devam etti:
“Sungurlu lisesinde öğrenciydim ve pazartesi günü okula gittim. Sıram da tam okula giriş kapısının önündeki camın yanındaydı. Öğlene kadar gözüm sürekli camdaydı. İşte polis, jandarma gelecek diye biraz da tedirgin olarak gün bitti, ben de çıktım. Genellikle öğretmenlerin toplandığı lokal vardı. Oraya gidince Kaypakkaya’nın mezarını yapacağımızı, gelip katılmalarını söylemiştim. Tabi kimse gelmemişti. ‘Yahu siz ne yaptınız, zamanı mıydı? Jandarma köyü basmış’ gibi sözler ettiler. Ben de ‘ben yapacağımı yaptı, köylü de ne yaptıysa yaptı’ dedim. Öyle bir tartışma oldu. Aradan bir saat geçti, köyün muhtarı geldi. Bu işin hiç iyi olmadığını, jandarmanın tehdit ettiğini ve kimin yaptığını sorduğunu ama köylünün bizi söylemediğini, söyledi.”
“BU OLAYLA BİRLİKTE BÜTÜN ALEVİ KÖYLERİNE KARAKOL YAPILMAYA BAŞLANDI”
“Devrimci saflarda yer almış bir lidere karınca kararınca biz de görevimizi yapmış olalım diye bir yaklaşımla mezarını yaptık” diye konuşan Ardık, bu olayla birlikte devrimci ve aydınların yoğun olduğu Alevi köylerine karakollar yapılmaya başlandığına değinerek şunları vurguladı:
“Sonra Karakaya gibi aydın ve devrimcilerin yoğun olduğu Alevi köylerinin hepsinin yanına jandarma karakolu kuruldu. O jandarma karakolu da halen Karakaya köyündeki mezarlığın orada duruyor. Kaypakkaya anmalarına gelenlere engel olunuyor, zorluk çıkartılıyor. Bundan 7 yıl önceki bir anmaya katıldığımda Kaypakkaya’nın düşüncesini paylaşan arkadaşlarımız mücadelesini anlattıklarında annesi başka söz almak isteyen var mı diye sordu. Ben de söz aldım. Daha önce bizim yaptığımız mezarı nasıl yaptığımız anlattım. Bizden sonra olan mezarı ise ailesi yaptırmış. Annesi söz alarak, ‘Biz bu mezarı bu hali ile yaptırmadan önce bu arkadaşın anlattığı gibiydi bu mezar. Biz de yıllardır hep merak ederdik bu mezarı kim yaptırdı böyle’ dedi. Kaypakkaya’ya sahip çıkmamızın birinci nedeni devrimci bir önder oluşu ile birlikte Doğu Perinçek’e tavır alması bizim için bir gurur kaynağı. Devrimci saflarda yer almış bir lidere karınca kararınca biz de görevimizi yapmış olalım diye bir yaklaşımla mezarını yaptık. Hala da düşündüğümüz gibi devlet mezar yerini yok etmedi. Bizim yaptırdığımız ilk mezarın resmi, Nihat Behram’ın ‘Ser Verip Sır Vermeyen’ kitabının birinci baskısında vardı. Her neden ise diğer baskılarında o resim yer almadı. Belirli platformlarında bununla ilgili anılarımı anlattığımda tabi ki insanlar bilmiyor. O kitabı örnek verdiğimde uzun zaman sonra arayıp bulanlar, o kitapta o resmi gördüklerini söylüyorlar.”
Ersin ÖZGÜL / ANTALYA
Yoruma kapalı.