PİRHA-Fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer, sosyal medya paylaşımları sebebiyle 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı. Özer, mahkeme kararına dair “Görsel tarih yazıcısıyım ve bu ülkenin mazlumlarının direnme öykülerini yazmaya çalışıyorum. Elbette ki 10 Ekim’i, Sivas’ı, Diyarbakır’ı, 1 Mayıs’ı anlatmayı sürdüreceğim” dedi.
Fotoğraf sanatçısı Mehmet Özer, Utanç Müzesi’nde çektiği fotoğrafları sosyal medya hesaplarından paylaştığı gerekçesiyle 1 yıl 3 ay hapis cezası aldı. “Örgüt propagandası yapmak” suçu ile yargılanan Özer, dosyanın istinaf mahkemesine taşınacağını belirtti.
“BU HALKIN FOTOĞRAFINI ÇEKMEYE DEVAM EDECEĞİM”
Yaklaşık 40 yıldır Ankara’da yaşayan Mehmet Özer’in, hakkında verilen hapis cezasına dair ilk yorumu “Van’dan Kırklareli’ne kadar bütün alanda, hak mücadelesi yürütenlerin yanında olmak, bir fotoğrafçı-yazar olarak yeniden itiraz dillerini oluşturarak hayata ve okuyucuya sunmak gibi sorumluluğum var” şeklinde oldu. Özer, önceki yıllarda da mesleği gereği hakkında dava açılıp beraat ettiğini belirterek şunları söyledi:
“Bu son açılan dava usulü bakımından hukuka aykırı. Çünkü dosyayı Jandarma hazırlıyor, savcılık da dosya üzerinden ‘terör örgütü propagandası yapmak’ suçu isnat esiyor. Herhangi bir savcının talimatı ile olmuş değil; tamamıyla bir devlet birimi, hakkımda açık sosyal medya hesaplarıma girerek, paylaşımlardan suç üretmeye çalıştı.
Şahsıma yönlendirilen suçlamanın üç ayağı var. Birincisi, Devrimci 78’liler Federasyonu üyesi ve yöneticisi olduğum 2006-2014 yılına kadarki dönemde birçok ilde ‘Utanç Müzesi’ adlı müze açıyorduk. Cumhuriyet tarihi dönemindeki hak ihlallerini, faili meçhul cinayetleri, devrimcilerin hayatlarını müzeye taşıyarak hem 12 Eylül darbecilerini yargılamak istiyorduk hem de tarih bilincimizi güncelleyerek insanların unutmasını engellemeye çalışıyorduk. Öncelikle şahsıma isnat edilen ilk suçlama, müzedeki devrimci önderlerin fotoğraflarının paylaşılması oldu.
İkinci suçlamada ise Yüksel ve Sakarya Caddesi’nde yapılan etkinlik ve anmalarda çektiğim fotoğrafları ‘çekip paylaştı’ diye bir ifade var. Bunlardan biri İbrahim Kaypakkaya’nın anmasıydı.
Suçlamaların üçüncü ayağı ise sendika.org’ta yayınlanan bir haberi paylaşmak oldu. Bu haber IŞİD terör örgütünün, Ortadoğu haklarına yönelik kanlı savaşta peşmergelerin Türkiye sınırından geçerek Urfa’dan Kobani’ye girmeleri idi. Ki zaten bu geçiş de şimdiki hükümet izniyle olmuştu. Oysa izni veren sizdiniz. Ben sadece verilmiş izni paylaşmıştım.
“SAFINI BELİRLEMİŞ BİR SIRA NEFERİYİM”
Yani bir bahane bulunması gerekiyordu ve buradan da indirimlerle birlikte 1 yıl 3 ay ceza aldık. Yaptığım işleri yeniden yapmayı da sürdüreceğim. Çünkü ben bir tarih yazıcısıyım. Görsel tarihi yazıyorum. Bu ülkenin mazlumlarının, işçilerin, LGBT bireylerinin direnme öykülerini yazmaya çalışıyorum. Çünkü ben bu hayata onların safından sesleniyorum. Elbette ki 10 Ekim’i Sivas’ı, Diyarbakır’ı ve 1 Mayıs katliamlarını anlatacağım. Elbette ki kadınlara yönelik şiddete karşı çıkacağım. Yani bir anlamda fotoğraf makinesi ve sözcükleri ile safını belirlemiş bir sıra neferiyim. Bunu tamamen kendi özgür irademle yapıyorum. Çünkü ben bu halka borçluyum. Bu halkın fotoğrafını çekmeye devam edeceğim.”
“ÖLENLERLE ÖLMEDİĞİMİZ İÇİN BİR HESAPLAŞMA İÇERİSİNDEYİM”
Aynı zamanda Sivas Madımak Katliamı’nda sağ kurtulan isimlerden biri olan Mehmet Özer, “Ben sadece Artvinli Mehmet Özer değilim. Bingöl’de bir Aleviden ahlak dersi almış, Sivas’ta yakılmak istenmiş, 1 Mayıslarda öldürülmek istenen bir devrimciyim. Ermeniyim, Kürdüm, Türküm, Yahudiyim, Çerkezim. Bu nedenle kendini ötekileştirilmiş insanlara karşı sorumlu hissediyorum” diyerek şunları aktardı:
“Aslında Kur’an kurslarında büyüyen bir çocuğum. Ta ki Sivas’taki o büyük yangınla karşılaşana kadar bir devrimci olsam bile kafamın kenarında çocukluğumun bana armağan etmiş olduğu hikayeler vardır. Mesela ben Selahattin Eyyübi hayranıyım. Çocukluk kahramanım odur. Arkadaşlarım ‘Zagor, Tombiks’ derken ben de ‘Selahaddin Eyyubi’ derdim. Çünkü kahraman, adil ve adaletli bir savaşçı.
Sivas’a bir aydın olarak gittim. Bir fotoğraf ve şiir gösterisi için orada olacaktım. Pir Sultan Abdal, Alevilerden daha önce hayatıma girerek bize, adaletsizliğe karşı boyun eğmemeyi, o damardan şiirimizi beslemeyi seçtiğimiz bir tarihsel kahramandı. Ben de vefa borcu çağrısı ile Sivas’a gitmiştim. İki günde yaşadıklarımızı 28 yıldır bir türlü bilincimize çıkaramadık. Çok yakın zamanda o anı yaşayanların ne kadar derin bir travma yaşadıklarını anlatayım.
Zerrin Taşpınar, edebiyatçı bir ablamızdır. İki sene önce bir trafik kazası geçirdi. Hastaneye kaldırıldığında kalbi durmuştu ama doktorların müdahalesi sonucu yaşama dönüyor. Ve ilk sözleri ‘beni otele götürün, arkadaşlarım beni bekliyor’ oluyor.
Biz 28 yıldır bu acıyı taşıyarak yaşıyoruz. Belki de ölenlerle ölmediğimiz için bir hesaplaşma içerisindeyiz. Alevi arkadaşlara ‘Siz Alevi doğdunuz ama ben yola girdim’ derim. Yani yolu seçenlerdenim. Osmanlı tarihinden bu yana Alevi halkı haricinde başka toplumlara yapılan hukuksuzluk olsaydı inanç özgürlükleri savunmak için aynı fedakarlığı gösterirdim. Bu topraklarda Aleviler yüzlerce yıldır hep yok edilerek ötekileştirildi. Çevremde kim mazlumsa, kim adaletsizliğe uğramışsa onun sesi olmayı, onun görsel metinlerini üretmeyi seçmiş birisiyim.”
Eren Güven/ANKARA
Yoruma kapalı.