Alevi Haber Ajansi

Avukat Sadık Eral: Aleviler Çorum Katliamı’nın hem mağduru hem de sanığı-VİDEO

PİRHA – “Çorum’da Mayıs’ın sonunda başlayıp 12 Eylül askeri darbesine kadar elimizde silahlarla kırlarda nöbet tuttuk. Çorum olayları sırasında esir düştüm. Bizi kurşuna dizmeye kalktılar. Köyüme ölüm haberim gitmişti ve ben köye kendi cenazemin üzerine gittim. Çorum olaylarında işkence görenler, yaralananlar Aleviler olduğu halde, sanık olarak da yine Aleviler yargılandı.” Bu sözler, Çorum Katliamı’nda öldüğü düşünülen Hukuk Fakültesi öğrencisi Çorum Barosu avukatlarından Sadık Eral’a ait. 

HABERİN VİDEOSU

Çorum Katliamı’nda öldüğü sanılarak köyünde cenaze hazırlıkları yapılan Avukat Sadık Eral PİRHA’ya konuştu. Çorum Katliamı davasının avukatlarından da olan Eral, katliamda işkence görenlerin, yaralananların Aleviler olduğu halde, yine Alevileri yargılandığına dikkat çekti. Cenazelerini köylerine götüremedikleri için evlerinin altına mezar kazanlar, ucuna çivi çakılmış sopalarla işkence edilen insanlar, faşistlerin taradığı çobanlar… Sadık Eral buna benzer pek çok vahşetin yaşandığı Çorum Katliamı’na ilişkin sorularımızı yanıtladı.

O yılları biraz anlatabilir misiniz?

1980 öncesi yıllar eminim Türkiye’nin yaşadığı en kanlı en hareketli yıllardır. Sabah okula giden arkadaşlarımızın akşam eve dönüp dönemeyeceğinin konuşulduğu, sabah sevgiyle gönderdikleri evlatlarını akşam acıyla bekleyen annelerin kapıda beklediği yıllardı. Ama o yıllar aynı zamanda Türkiye’deki sosyal uyanışın, siyasal başkaldırışın en yüksek olduğu yıllardı. Zaten toplumdaki bu uyanma, bu siyasi başkaldırma Türkiye’deki birçok egemen güçlerin uykusunu kaçırdığı için onları rahatsız ettiği için bunu bastırma yoluna gittiler. Bunu bastırmak için de kan ve katliam yolunu seçtiler ve bunun arkasından da 12 Eylül askeri faşist darbesini hayata geçirerek Türkiye’deki sol uyanışı kökünden yok etmeye kalktılar. Çorum olayları, Maraş olayları ve Sivas olayları Türkiye’yi 12 Eylül askeri faşizmine götüren o kanlı yolun en büyük kilometre taşlarından birisidir. Burada birçok amaç vardır. Bunlardan en büyüğü Anadolu Aleviliğini yok etmektir. Bunu anlamak için Dersim’e bakmak lazım. Dersim olaylarını anlamadan Çorum, Maraş, Sivas olaylarını anlamak mümkün değil. Çaldıran olaylarını Çaldıran katliamını anlamadan da Dersim’i anlamak mümkün değil.

“ALEVİLİK BU OYUNU BOZAR”

Çaldıran zaferi olarak bilinen Çaldıran Katliamı’ndan bahsediyorsunuz öyle değil mi? 

Evet. Yavuz Sultan Selim’in Anadolu’da resmi rakamlara göre 40 bin kişiyi katlettiği yıllardan bahsediyorum. Buradaki olay şu: Anadolu Aleviliği dünyada bir benzeri olmayan, ilginç bir inanç ve yaşama biçimidir. Çünkü dünyadaki bütün iktidarlar kendi iktidar meşruluklarına dayanak ararken dine sığınırlar, Allah’a sığınırlar. İnsanlara yokluk ve yoksulluğun sebebini onlar açısından izah etmek daha kolaydır. Kim niye yoksuldur? Allah öyle istiyordur. Kim niye çaresizdir? Allah öyle istemiştir. Kim niye bu dünyada aç ve perişandır? Öbür dünyada bunun bedeli olarak bir ahiret, bir cennet vaat ederler. Ama Alevilik bu oyunu bozar. Çünkü Aleviliğe göre imparatorların, kralların, hükümdarların arkasındaki Allah onların arkasında değil insanların özünde, içindedir. Onlara göre insan Allah’ın kendisidir. O anlamda hak aramayı ahirete, hesap sırmayı Allah’a havale etmezler. Çünkü kul hakkı kutsaldır. Bu şekilde kul hakkını kutsal sayan dil, din, ırk farkı gözetmeden herkese eşit muamele yapan bir inanç biçiminin belli kesimler tarafından hedef ideoloji gibi görülmesi yine aynı kişiler ve kesimler tarafından bu inanç ve ideolojiyi savunan kesimlerin, Alevilerin hedef kitle olması gayet doğaldır. ‘Yok et de kurtul’ mantığıyla Alevi inancını suçlarlar, kötülerler, dil uzatırlar, ‘ana bacı bilmez’ diye dünyada hiçbir topluma layık görülmeyen aşağılık suçlamalarla karalamaya çalışırlar. Bir taraftan da bunların katli vaciptir diye kıyım ve katliamlarla bu kesimi yok etmeye çalışırlar. Çaldıran bunun en büyük örneğidir.

“ALEVİLERİ ZORUNLU İSKANA TABİ TUTARAK ASİMİLE ETMEYİ AMAÇLADILAR”

1937 ile 38’li yıllarda ikinci bir Çaldıran’ı göze alamayan o zamanın egemen güçleri, Dersim’deki Aleviliği, Dersim’in Anadolu’nun orta direğini büyük şehirlere sürgün ederek orada günlük yaşama telaşı içinde asimile etme yolunu seçerler ve bunun için de 1934 yılında zorunlu iskan kanunu çıkarırlar. İnsanları zorunlu göçe, zorunlu iskana tabi tutarak belli yerlere ve özellikle Sünni çoğunluğun olduğu yerlerde bölünmüş aileler olarak yerleştirmeyi, onlara hizmetçi, amele, maraba gibi hizmet edip oralarda asimile etmeyi hedeflerler. Dersim halkını oradan kopartmak için arkasından katliama başvururlar. Ancak 80’li yıllarda iş biraz daha zordur. Medeni dünyanın gözü önünde bir zorunlu iskan kanunu çıkartamayacakları için Maraş’ta, Sivas’ta ve Çorum’da kanlı katliamları sahneye koyarak Anadolu Alevilerinin yoğun olarak yaşadığı bu bölgeleri onlar için yaşanmaz hale getirerek, onları oradan zorunlu göçe zorlayarak kendilerince bir çözüm bulmaya çalışırlar. Hakikaten de öyle olmuştur. Maraş ve Sivas’ta kitleler yoğun bir şekilde göçmüşlerdir. Orada Aleviler azalmışlardır. Ancak Çorum biraz daha farklı olmuş, Çorum halkı direnmiştir, bir katliama izin vermemiştir. Şanlı bir direniş göstermiştir. Arkasından bu direnişlerin yaşattığı o bilinç, o duruş büyük şehirlere göç eden Alevileri asimile etmek yerine tam tersine oyunu bozmuştur. Aleviler gittikleri yerlere cemlerini, cemevlerini götürmek suretiyle o şeyden büyüyerek çıkmışlardır. Bu anlamda bugün Aleviler bir Gezi’yi, bir Gazi’yi hayata geçirebilecek kadar geçmişlerine sadık, o şanlı duruşlarına sahip kişi ve kitleler olarak hayattadırlar.

Çorum katliamı sırasında öğrenciydim dediniz. Neler yaşadınız biraz bahsedebilir misiniz?

Ben Çorum olayları sırasında faşist kesimin eline geçen onların deyimiyle esir olarak düşen 20, 30 kişilik gruptan birisiyim. Bize çok ağır işkenceler yaptılar. Yanımızda bulunan kadınlara, erkeklere ucuna çivi çakılmış sopalarla saldırdılar. Onların üstlerini başlarını açıp işkence edecek kadar aşağılık insanlardı.

Çorum’da mı esri düşmüştünüz?

Tabi Çorum’da esir düşmüştük. Olaylar sırasında. Bizi kurşuna dizmeye kalktılar. Daha sonra beni ayaklarımdan vurdular. Hastaneye gittiğimizde doktor bu yarayla ölmeyeceğimi, hastanede kalmamamı, beni koruyamayacaklarını söyledi ve beni köyüme gönderdiler. Köyümde günlerce komada yattım. Ama en acı olan şuydu; gittiğimde cenaze hazırlıklarım tamamlanmıştı benim.

Ölüm haberiniz mi gitmişti köyünüze?

Evet. Vuruldu diye haber gidince köyde cenaze hazırlıklarım yapılmıştı. Yani kendi cenazemin üzerine gittim bir anlamda. Buna rağmen kısa sürede toparlanarak, silahlarımızı büyüterek, yenileyerek tekrar direnişe geri döndük. Çorum’da Mayıs’ın sonundan başlayıp 12 Eylül askeri darbesine kadar süren o aylarda elimizdeki otomatik silahlarla kırlarda nöbet tuttuk.

Eylül’e kadar devam ettiniz yani.

Evet. Eylül’e kadar kırlarda, mahallelerde, yollarda nöbetler devam etti ve 12 Eylül askeri darbesi gelene kadar Çorum’da direnişi bırakmadık. Hatta açık söylemek lazımsa silahlarımızı 12 Eylül askeri darbesinden 6 yıl sonra teslim ettik.

Ben hukuk fakültesi öğrencisi olduğum için böyle sopa yemeye, karakollarda, nezaretlerde kaldığım için hazırdım. Ama yanımda bulunan insanlardan 3, 4 kişi beraber gördüğümüz işkenceye dayanamadılar. O travmayla o 3 kişiyi kaybettik biz. O yaşlı insanlar ömürlerinin son günlerinde kendi çocuklarına dünya malına tamah etmeyin, silahlanın, toplumumuza, geleceğinize sahip çıkın gibi vasiyetlerle öldüler. Arkasından kırsal alanlarda çatışmalar yaşandı. Yani Çorum olaylarının yazılmayan tarihi bilinenden çok daha farklıdır.

Çatışmalarda kayıplar verdiniz mi?

Evet. Yoğunpelit Köyü’nden gece otomatik silah sesleri geldi. Arkadaşlarla elimizde silahlarla oraya kadar gittik. Dağda gezen firari faşist bir grup vardı. Onlar koyunları taramışlardı. Çoban Sülü’yü öldürmüşlerdi. Biz arkalarından ateş açtık ama gecenin karanlığında isabet ettiremedik. Karşılıklı bir şekilde sabaha kadar bekledik. Sabahleyin ancak cenazemize sahip çıkabildik. Ama cenazemize sahip çıkamadığımız şehitlerimiz de vardı. Süleyman Atlas ve Kireççi Raif olarak tanıdığımız Raif Erden’in cenazeleri bugün hala kendi doğdukları topraklarda değil.

Nerede?

Palabıyık köyündedirler. Yani bugün maneviyat yapanlar 37 yıldır bu toprağın insanlarının doğdukları topraklardan uzak yatıyor olmasına bu insanlık dışı ayıba hala seyircidirler. Ama bir eksiğimiz bu da bizim ayıbımız, Aleviler olarak biz de bu şehitlerimizi henüz kendi olmaları gereken toprağa taşıyamadık.

Yakınlarıyla görüştük. Bunu yapalım diye Alevi örgütleri de bu konuda görev almaya hazır olduklarını beyan ettiler. Ancak nasıl bir korkudur ki o şehitlerimizin mirasçıları kendi babalarına sahip çıkabilme cesaretini gösteremediler, korktular. Ne diyelim? Korku da insani bir duygudur.

“DÖNEMİN BAŞBAKANI MANEVİ ŞİDDET UYGULADI”

Baskılardan mı korkuyorlar?

Yani düşünebiliyor musunuz bir devletin başbakanı kalkar Çorum’a gelir bu acı olayların yaşandığı Çorum’da ‘Ey Çorumlular Ebu Suud efendiyle gurur duyun’ derse ‘Alevilerin katli vaciptir’ diye fetva veren bir şeyhülislamı Çorum’un merkezinde onunla gurur duyun diye överse bunun adı manevi şiddettir. Bunun adı aba altından sopa göstermektir. Bunun adı insanları tekrar katliamlarla tehdit etmektir.

Alenen Alevileri tehdit ediyor yani.

Evet. Hiç kimse aptal değil. Bunu bütün Çorumlular biliyor. Söylemiyorlarsa ya korktuklarından ya da düşüncelerinin zamanını beklemelerinden kaynaklanıyor.

Temmuz’da Çorum’da abluka kalktıktan sonra neler yaşandı? İnsanlar evlerine rahatça dönebildiler mi? Baskı falan oldu mu?

Alaaddin Camiisi vardır Çorum’da. İkinci Çorum olaylarının başladığı cami. Oralardan ev kiralamaya, satın almaya kalkarsanız emlakçılar oraya ‘Yeşil alan’ derler. Bugün hala savaş terminolojisi hakim. Çorum olaylarında devlet güçleriyle cenazeler kalksın diye ateşkes yapıldı. Üç Evler bölgesinde, Nadık’ta evlere saldırıldı. İtfaiyelere izin verilmedi. İtfaiye hortumları kesildi. Sigorta hastanesinde yaralılara götürülen kan şişelerini kırdılar. Bazıları böyle öldürüldü. Süleyman Atlas yaralı gittiği hastanede ameliyathanede işkenceyle öldürüldü. Tabip raporlarıyla sabit. Yani sizin can aradığınız, umut diye gittiğiniz hastanede insanların katledildiği bir şehir düşünün. Süleyman Atlas’ın anne babasıyla görüştüm ben yıllar sonra. Cenazelerini eve götüremedikleri için ‘balkonun altına mezar kazdık’ diyorlardı. Kadıncağız ağlıyordu yıllar sonra ‘Evladım kucağımda kaldı, götüremedim’ diye.

Eskiden Çorum’un Alevilerin yoğun yaşadıkları mahallelerinde şimdi de Aleviler yoğun yaşıyorlar mı?

Çorum’da çok net olmasa bile Aleviler ve sünniler içiçeydi ama çok sert bir çizgiyle ayırdılar. Arkasından bu Alevi mahallelerinin imar alanları dar tutularak buraların kırsal alanlardan göç almasını engellediler. Hala bu bilinerek uygulanan bir olay. Belli devlet olanakları Alevi semtlerinden uzak tutularak bir anlamda gettolaşmaya zorladılar. Maalesef Aleviler de bunun çok farkında, bilincinde değiller. Günlük kaygılardan, günlük korkulardan kaynaklanan sebeplerle bu oyunu bozmak pek kolay olmuyor. Maalesef bunlar devam ediyor.

Egemen zihniyet Alevileri göç ettirme politikasında başarılı oldu mu?

Evet başarılı oldular, oluyorlar da zaten.

“ÇORUM OLAYLARI DİYE BİR DAVA GÖRÜLMEDİ”

Siz Çorum Katliamı davasının avukatlarındansınız. Dava ne aşamada? Bize davayla ilgili bilgi verebilir misiniz?

Çorum olayları diye bir dava görülmedi onu açık yüreklilikle söyleyeyim. Ben mağduruyum Çorum olaylarının. Çorum olaylarında ağır işkence gördüm, esir düştüm. Düşünün yani kendi topraklarınızda esir düşüyorsunuz, esir muamelesi görüyorsunuz. Hukuk fakültesini bitirdiğim zaman Çorum olayları davasında adı geçiyor diye bana avukatlık ruhsatı vermek istemediler. Çorum olaylarının davasının hepsi Erzincan’da görüldü. Sıkıyönetim askeri mahkemesinde görüldü ve Çorum olaylarında mağdur olan, yaralanan, işkence görenler Aleviler olduğu halde Aleviler sanık olarak yargılandılar. Olaylara katılmış olmaktan dolayı, meşru müdafaa yapmış olmaktan dolayı tutuklandılar, ceza evlerinde yattılar, bedel ödediler, avukatlara para verdiler. Çorum – Erzincan yollarında çekilen sıkıntıların tarifi yok. Aynı şekilde ben Gazi olaylarının da avukatıyım, iki dava benzer birbirine. Gazi davası İstanbul’dan 1200 kilometre uzağa Trabzon’a, Çorum olayları davası da Çorum’dan kilometrelerce uzağa Erzincan’a taşındı. Çorum olayları toplu bir Çorum olayları davası olarak görülmedi.

Nasıl bir dava olarak görüldü?

Müstakil, sıradan, vaka-i adiyeden, münferit, bağımsız, küçük olaylar olarak davalara bakıldı. Çünkü toplu bir kalkışma olsaydı devlete isyandan katliama kalkışmaktan dolayı idamla yargılanacak insanlar daha az cezalarla yargılandılar ve arkasından çıkan aflarla ceza evinden dışarı çıktılar hepsi, tahliye oldular. Davaları parçalayarak, bütünlüğünü kaybederek deliller araya gitti.

Biraz da direniş ruhunu kırmak için mi yapıldı bu?

Evet. Yani Çorum olayları davası hala görülmedi. Benim işkence gördüğüm, vurulduğum dava sıradan birileri yol kesmişler de mahalle serserilerinin yaptığı kavgalar gibi davalar açıldı öyle görüldü yani.

Çorum olaylarının sonu Eylül 1980 askeri darbesine de tekabül ediyor. O günden bugüne Alevilere ve Aleviliğe bakış açısı değişti mi sizce? Alevilerin yaşadıkları sıkıntılar, zorluklar sizce değişti mi?

Kenan Evren’in anılarını okuduğunuz zaman Kenan Evren’in anılarında ‘1 Temmuz günü darbe yapmaya karar verdik’ denir. O 1 Temmuz günü ikinci Çorum olaylarının başladığı gündür aynı zamanda.

Devletin Alevilere bakış açısı değişti mi? 12 Eylül askeri darbesini hazırlayan Milli Güvenlik Konseyi’nin kararlarında Aleviler birinci derece iç tehdit unsurudur. Ben bu kararın, bu kırmızı kitaptaki Alevilere ilişkin notların değiştiği kanaatinde değilim. Aleviler bu anlamda hala toplumda belli egemen güçler tarafından istenmeyen, olmaması gereken kitleler olarak gösteriliyor. Açık söylemek lazımsa Alevilik hala hedef kitledir. Maalesef Osmanlı artığı zihniyette, yok et de kurtul mantığıyla katliamlar hala meşrudur, hala birileri kalkıp katliamlara fetva veren şeyhülislamların fetvalarını geçersiz saymak yerine bugün hala övüyorlarsa hala tehlike devam ediyor demektir. Hala Alevilerin bugünden yarına bir can güvenliği sorunu insan haklarının en büyüğü olan yaşama hakkı sorunu devam ediyor demektir.

Suay ABAK-Ersin ÖZGÜL/ÇORUM

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak