PİRHA-“Cezaevinde kalamaz” raporuna rağmen tutukluluğu devam eden ve gün geçtikçe sağlık durumu kötüleşen Aysel Tuğluk’a ilişkin konuşan Avukat Zeynel Öztürk, “Aysel Tuğluk’un hayati tehlikesi söz konusuyken hala cezaevinde tutulması Türkiye’de adil yargılanma ve insan haklarının yok sayıldığını gösteriyor” dedi. Öztürk ayrıca Türkiye’nin AİHM’nin kararlarını tanımama şansı olmadığını belirterek Anayasa’nın 90. maddesini hatırlattı.
Avukat Zeynel Öztürk ile İnsan Hakları Haftası’nı, Aysel Tuğluk’un durumunu, Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi’nin Türkiye’deki Aleviler ile Osman Kavala ve Selahattin Demirtaş ile ilgili aldığı hak ihlalleri kararlarının uygulanmamasının yanı sıra 20. Milli Eğitim Şûrası’nda 4-6 yaş grubu çocukların eğitimine eklenen zorunlu din derslerini konuştuk.
“TÜRKİYE İNSAN HAKLARINDA SINIFTA KALDI”
PİRHA: 10-17 Aralık İnsan Hakları Haftası’ndayız. Türkiye’nin insan hakları karnesini nasıl değerlendirirsiniz?
ZEYNEL ÖZTÜRK: Türkiye’nin insan hakları karnesine baktığımda “sınıfta kaldı” derim. Tüm insanların sahip olduğu temel hak ve özgürlükler vardır. İnsan hakları renk, ulus, etnik köken fark etmeksizin her insana karşı eşit olarak uygulanmaktadır, uygulanmalıdır. Biz buna eşit yurttaşlık diyoruz. “Birçok temel hakkın ülkemizde kaçı uygulanıyor? Ya da içeriğine uygun yapılıyor?” diye sorduğumuzda, cevabım koca bir sıfır. Maalesef bu durum ülkemizin demokratikleşmesi için çok büyük bir sorun.
Avrupa Birliği bizim için önemli bir köprü. Onun kriterlerine sırtımızı dönmeden “Türkiye’de neyimiz eksik?” sorusunu sormamız gerekiyor. İşkence ve kötü muamele yasağı diyoruz ama daha geçen gün cezaevinde bir tutsağın nasıl öldüğü belli değil. ‘İntihar’ deniliyor artık Türkiye’de bunlara. Hepsinin araştırılıp, ortaya çıkarılması gerekiyor.
Ekonomi modeline ilişkin hükümetten üç kişi üç ayrı model ismi kullandı. Maliye Bakanı, model batarsa üzüleceğini söyledi. Öyle bir durumda Maliye Bakanı bin çalışanı ile birlikte kendisi batacakmış. Ama bu tarafta 83 milyon batıyor. 83 milyon her gün fakirleşiyor. Görünmeyen bir şekilde uçurumun kenarına itiliyoruz.
“AYSEL TUĞLUK’UN HALA CEZAEVİNDE TUTULMASI İNSAN HAKLARININ YOK SAYILDIĞINI GÖSTERİYOR”
-Cezaevlerindeki hak ihlalleri her dönem dile getirilen bir olgu. Özellikle hasta tutuklular üzerinden bu konu çok tartışılıyor. Aysel Tuğluk’un ‘cezaevinde kalamaz’ derecedeki hastalığı gün geçtikçe ilerliyor. Avukatları son olarak Tuğluk için infaz erteleme talebinde bulundu. Tuğluk’un durumuna ilişkin neler söylersiniz?
Süreci üzülerek takip ediyoruz. Bir insanın en temel hakkı yaşama hakkıdır. Diğeri sağlık, tedavi hakkıdır. Tuğluk hakkında çeşitli raporlar veriliyor. Onu da anlamıyorum. Biz bir dosyaya baktığımızda başka bir hukukçu arkadaşla yüzde yüz tezat olmaz. Ufak tefek yorum farkı olabilir. Ama Aysel Tuğluk’un hayati tehlikesi söz konusuyken hala cezaevinde tutulması Türkiye’de adil yargılanma ve insan haklarının yok sayıldığını gösteriyor. Merkezi hükümetten birilerinden bir açıklama bekleniyor ve ona göre raporlar düzenleniyor. Üzüntü verici bir durum. Tıp yemini etmiş doktor arkadaşlarımızın yer aldığı bir kurum “cezaevinde kalamaz” raporu verirken; aynı hastaya aynı koşullarda bir diğer kurum “cezaevinde kalabilir” raporu verdi. Açık açık insanlar yaşama hakları ihlal edilerek, ölüme terk ediliyor. “Ne yapabiliriz?” sorusunun bir an önce cevabını bulmalıyız. Hiç kimseye etnik kimliği, siyasi düşüncesi, doğduğu topraklara göre muamele yapılmamalı. Bu konuda da sınıfta kalıyoruz.
“ALEVİ KURUMLARINDA GÖREV YAPANLAR BİR AN ÖNCE BİR ARAYA GELMELİ”
-Avrupa Konseyi Bakanlar Komitesi bu ayın başında AİHM’nin Alevilerle ilgili almış olduğu hak ihlali kararlarının uygulanmamasından dolayı Türkiye’ye uyarıda bulunurken; 2023’ün Mart ayına kadar bir süre verdi. Türkiye bu süre zarfında da atması gereken adımları atmadığı takdirde yaptırımlarla karşı karşıya kalabilecek. Bu süreci nasıl değerlendiriyorsunuz?
Türkiye’de yıllardan beri bütün hükümetler Aleviler ile ilgili birçok şey söyler fakat hiçbir adım atılmaz. Mesela cemevlerinin elektrik giderleri ödenmiyor. Müftülüğe ya da Diyanete gerekçesini sorduğumuzda diyorlar ki; yasada ibadethane olarak sayılanlar arasında yoksunuz. Cumhuriyet kurulduğundan beri hala bir Köy Kanunu var. O kanuna göre Alevi köylerine cami yapılıyor. İkinci maddeye göre bir yerin köy olabilmesi için cami, çeşme, okul, mera, odunluk vs. olmalı diyor. Ona göre de gelip, “sizin köyde cami yok” deyip; cami yapıyorlar. İnsanların inancına hükümet müdahale etmesin. O inanç kendi kararını kendisi versin. Bu ülkede yaklaşık yüzde 25’in üzerinde Alevi toplumu yaşıyor. Bunu yok sayamazlar. Mümkün değil. Köy Kanunu’nda başlayacaksın değişime. Camilerin elektrik giderlerini ibadethane olduğu için ödüyorsan, cemevlerinin giderlerini de ödeyeceksin. Ama bunu yapmıyorlar. Seçim dönemlerinde ufak tefek çalıştaylar ve sözlerle geçiştirmeye çalışıyorlar. Ama ben burada kabahati biraz kendimizde, Alevi toplumunda arıyorum.
Alevi kurumlarında görev yapan arkadaşlarımız bir an önce bir araya gelmeli. Göreve gelirken kurum dışı siyasi gömleklerini kenara bırakmalı. Orada sadece Alevi inancı formasını giymeli. Bütün kurumlar tek yürek, tek ses olmalı. Seçim dönemleri olduğunda hepimiz bir yerde partilere sıçrıyoruz. O partilerde makam, mevki peşine düşülüyor. Mevcut hükümet kurulduktan hemen sonra bizim toplumdan üç-beş tane yazar, çizer arkadaşımızı milletvekili yaptılar. Sorun çözüldü mü? Çözülmedi. Burada sorun Alevi insanları alıp milletvekili yapmak ya da parti yönetiminde görevlendirmek değil. Burada sorun Alevi toplumunun yasadaki eksik olan hususların giderilmesi yönünde adım atmaktır. Bu yönde adım atarsan eşit yurttaşlık yolunda adım atmış olursun. O zaman Bakanlar Komitesi’nin kararına da gerek kalmaz. Anayasa’nın 90. maddesi net. Uluslararası sözleşmeler bizi bağlar. Bu sözleşmelere uymak Anayasa hükmüdür. Maalesef ülkemizde uygulanmıyor. İnsan haklarının olmadığı ya da ihlal edildiği bir ülkede insan haklarını konuşmaya devam edeceğiz.
-Komite ayrıca Türkiye hakkında AİHM’nin Kavala hakkındaki ihlal kararlarını uygulamaması nedeniyle ‘ihlal prosedürünün’ başlaması kararı aldı. 19 Ocak 2022 tarihine kadar Kavala serbest bırakılırsa, ‘ihlal prosedürü’ başlatılmayacak. Fakat Cumhurbaşkanı Erdoğan’ın geçtiğimiz günlerde Kavala ve Demirtaş kararlarına ilişkin “Bu kararları tanımıyoruz. Yok farz ediyoruz. Bizim indimizde yok hükmündedir. Bizim yargımızın verdiği kararlar üzerinde Avrupa Birliği kararını tanımıyoruz” şeklinde bir açıklaması oldu. Anayasanın 90. maddesi de ortada. Mevcut durumu ve Erdoğan’ın Bakanlar Komitesi’nin aldığı kararı ‘siyasi’ olarak nitelemesini nasıl yorumlarsınız?
Cumhurbaşkanı, Bakanlar Komitesi kararını siyasi olarak değerlendiriyor. Biz de onun açıklamalarını siyasi olarak değerlendiriyoruz. Hatta Demirtaş ve Kavala’nın tutukluluk halleri siyasi bir karardır. Türkiye’nin AİHM’nin kararlarını tanımama gibi şansı yok. Anayasanın 90. maddesi herkesi bağlar. Açılım döneminde söylenenler bugün Demirtaş’a suç unsuru olarak isnat ediliyor. Türkiye’yi yönetenler, “Türkiye’de insan hakları var” diyorsa bir an önce iki siyasi tutuklunun tahliye edilmesi gerekir. Türkiye’nin her türlü AİHM kararına uymasında yarar var. Bu aynı zamanda Türkiye için acil bir demokrasi ve hukuk sorunu. Çok uyulacağını da düşünmüyorum.
“AFRİKA ÜLKELERİNDEN FARKIMIZ KALMAZ”
– Kararların, “yok hükmünde” şeklinde tavır alınması durumunda hukuki, siyasi ve iktisadi sonuçları ne olur?
Ekonomik kriz var. Türkiye’ye ambargo uygulayabilirler. Diğer devletler nasıl karar alabilirler? O konuda çok bilgim yok ama Türkiye bir ekonomik kıskaç içerisinde kalıyor. Kısa süre önce darbenin finansörü olduğunu söylediğimiz Birleşik Arap Emirlikleri Prensi ile kol kola giriyorsun. 10 milyon dolardan bahsediliyor.
Siyasi olarak Türkiye’nin oy hakkını alabilirler. Üyelik sürecini durdurabilirler. Türkiye’nin çok zorlanacağı ekonomik, siyasi kararlar alabilirler. Avrupa seni tamamen dışarıya iter. Afrika devletleri ile hiçbir farkımız kalmaz.
“ÇOCUK HAKLARINA AYKIRI”
-Geçtiğimiz günlerde toplanan 20. Milli Eğitim Şûrası’nda alınan 4-6 yaş grubu çocukların eğitimine “din eğitimi” eklenmesi kararı hala tartışılıyor. Eğitim-Sen, alınan karara “Dini eğitimin, Türkiye’nin de imzasının bulunduğu Çocuk Hakları Sözleşmesi’nin, ‘çocuğun üstün yararı ilkesi’ ile temelden çeliştiği” gerekçesiyle tepki gösterdi. Siz bu kararı nasıl değerlendirirsiniz?
Absürt bir karar olarak değerlendiriyorum. Zaten belirli bir eğitim döneminden sonra çocuklara zorunlu din dersini uyguluyorsun. Ama bu yetmemiş olacak ki, 3-4 yaşındaki çocuklara din eğitimi veriliyor. Din ve vicdan özgürlüğüne aykırı bir kere. Eğitim-Sen’in açıklamasını yerinde buluyorum. Çocuk haklarına da aykırı. 4-6 yaş grubundaki çocuklar hayatı daha yeni tanıyorlar. Toplumda nasıl bir infial yaratacak bu durum?
Yıllardır zorunlu din dersini konuşuyoruz. Bir insana zorunlu olarak din dersini öğretemezsin. Maalesef dünyanın her yerinde siyasal iktidarlar sıkıştıkları, ekonomik, siyasi krizleri atlatamadıkları anda ilk sarıldıkları şey din bayrağıdır. Türkiye’de de bu yapılıyor.
Umarım yakında bir seçim ortamı olur ve toplum kendi kaderini kendisi çizer. Bir bakan diyor ki, “Sayın cumhurbaşkanımız izin verirse.” O zaman bakanlara ne gerek var? Türkiye’deki siyaset dili de çok kötü bir noktaya geldi. Özellikle yönetim kademelerindeki bazı siyasetçiler karşısındakilere bağırıp, çağırmayı, hakaret etmeyi siyaset sanıyorlar. Meclis’teki bütçe görüşmelerine bakıyoruz. Eski bir sporcu vekil balyoz yumruğu gibi insanlara saldırıyor. Milletvekillikte de bir ölçü olmalı. Çok merak ediyorum. Orada yumruğunu sıkan Alpay Özalan kaç tane kanun önergesi verdi? Kaç kere meclis kürsüsüne çıktı? Türkiye toplumunun geleceği ile ilgili yorum yaptı? Kendi seçim bölgesinde kimlerle görüştü? Ona o yumruğunu kaldıran güç nedir? Türkiye siyasetinin çözümü yumrukta değil; bir olmakta, ortak değerleri bulmakta, Türkiye’yi aydınlık günlere nasıl çıkarırız bunu tartışmaktadır. Ama çok kolay yaptıkları. Maaş alıyorlar. Oturuyorlar. Sadece el kaldırmayla milletvekilliği yapılıyor.
Barış KOP / İSTANBUL
Yoruma kapalı.