PİRHA- 23 yıl sonra görülmeye başlayan Ümraniye Katliamı davasına ilişkin PİRHA’ya bilgi veren davanın avukatlarından Gülizar Tuncer, “Aslında davayla ilgili çok fazla bir şey yok. Bütün bu süreçte 23 yıl boyunca aslında Ümraniye Katliamı’nın üstü örtülmeye çalışıldı “diye konuştu.
15 Mart 1995 tarihinde Gazi Mahallesi’ndeki saldırılar Ümraniye Mustafa Kemal Mahallesi’nde (1 Mayıs Mahallesi) protesto edilirken güvenlik güçleri tarafından açılan ateş sonucunda 5 kişi ölmüş 14 kişi yaralanmıştı. Olaya ilişkin dava 23 yıl aradan sona tekrar görülmeye başlandı. dava dosyası kapsamında 220 polis memuru yargılanıyor.
23 yıl sonra görülmeye başlayan Ümraniye Katliamı davasına ilişkin, davanın avukatlarından Gülizar Tuncer Pir Haber Ajansı’na konuştu.
“CEZASIZLIK POLİTİKASI İŞLETİLDİ”
23 yıl sonra Ümraniye Katliamı dosyasının yeniden görülmeye başlandığını dile getiren Tuncer, “13 Mart ve 15 Mart 1995’te Gazi ve Ümraniye katliamları yaşandığı zaman biz avukatlar olarak ölenlerin yakınları ve yaralılar adına suç duyurularında bulunmuştuk. Gazi ile ilgili suç duyurusu yıllar sonra orada mağdur konumda olan insanlara açılmıştı. 2911 sayılı toplantı ve gösteri muhalefet ve mala zarar verme suçlamasıyla. Çok sonra 2o polis memuru hakkında dava açıldı. Onlardan da 18’i beraat ettirildi, 2’si hakkında en alt sınırlardan ceza verildi o da ertelendi. Aslında cezasızlık politikası işletildi o davada” diye konuştu.
“ÜMRANİYE SAVCILIĞI, DOSYALARI 10 YIL BEKLETTİ”
Ümraniye dosyasıyla ilgili ise başlangıçtan itibaren hiç dava açılmadığını, takipsizlik kararı verildiğini kaydeden Tuncer, sonraki süreçte takipsizlik kararlarına yapılan itirazların reddedildiğini belirtti. Tuncer, davanın Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) sürecini şöyle anlattı:
“AİHM’e yaptığımız başvurular sonucu AİHM’in hem Gazi hem Ümraniye’de yaşamını yitirenlerin ailelerinin adına yapılan başvuruda sözleşmenin 2. maddesi gereği yaşama hakkı ihlali ve 13. maddesi gereği iç hukuk yollarının etkili olmadığı ve 6. maddesi gereği adil yargılama hakkının ihlal edildiği gerekçeleriyle Türkiye’nin mahkumiyetine karar verdi. Yasal düzenlemeleri gerekçe göstererek 2004’te çıkarılan yasalara göre AİHM’de kesinleşen ihlal kararlarının ardından 1 yıl içinde yeniden yargılama yapılabilecekti ve Ümraniye Savcılığı’na başvuruda bulunduk. Ümraniye Savcılığı 10 yıl boyunca bu dosyaları bekletti. Bugünkü duruşmalarda da o anlatılmaya çalışıldı. Sonrasında zaman aşımına 3, 5 gün kala dava açıldı ve açılan dava 2015 yılında yine zaman aşımı gerekçesiyle düşürüldü. Dava zaman aşımı nedeniyle düşürülürken iddianamenin kabulü tarihi esas alınarak düşürülmüştü. Oysa şu anki yasal mevzuat gereği iddianamenin kabulü değil iddianamenin hazırlandığı tarihte zaman aşımı süresi kesilir.”
DAVA AVUKATLARDAN KAÇIRILIYOR MU?
Ümraniye davasında ‘adam öldürme’ suçunun gerekçe gösterildiğini söyleyen Tuncer, Ümraniye’de yaşananların basit bir adam öldürme suçu olmadığını ve basit bir cinayet davası olmadığını kaydetti. Adam öldürme suçuyla ilgili suçun işlendiği tarihteki yasal mevzuat gereği 20 yıllık zaman aşımı süresi işletilmesi gerektiğine işaret eden Tuncer, şöyle devam etti:
“Fakat o 20 yılın ardından iddianamenin hazırlanmasıyla birlikte o zaman aşımı süresi kesiliyor ve otomatikmen yarı yarıya artırılıyor 30 yıla çıkarılıyor. Tartışma konusu buydu. Yargıtay da bizim temyiz talebimiz doğrultusunda karar verdi ve davanın zaman aşımı süresinin dolmadığı, iddianamenin hazırlanmasıyla sürenin kesildiği ve 30 yıla kadar zaman aşımı süresinin işletileceğine hüküm verdi. Sonrasında da dosya yerel mahkemeye gönderildi. Bütün bu süreç boyunca ne dava açıldığı zaman avukatlara haber verildi, ne burada yargılama yapılıp zaman aşımından düşürüldüğü zaman avukatlara haber verildi. Yargıtay bozma ilamından sonra ailelerden birkaç kişiye tebligat yapılmış. Biz sonradan öğrendik. Yani böyle bir gizli saklı tutma ve davayı bizden kaçırma hali var.”
“DELİLLER KARARTILDI, TUTANAKLAR VE İMZALAR SAHTE”
23 yıl boyunca Ümraniye Katliamı’nın üstünün örtülmeye çalışıldığına dikkat çeken Tuncer şunları kaydetti:
“Başlangıçtan itibaren mağdurların anlatımı her şey çok açık biçimde ortaya çıktı. Sahte belgeler hazırlandı, sahte tutanaklar sadece polisler tarafından değil savcılık makamları tarafından da hazırlandığı yönünde ailelerin iddiaları var. Sahte imzalar, sahte tutanaklar, delillerin karartıldığı, yok edildiği yani deliller de dava dosyasının en önemli delilleri. Yani insanlar burada ateşli silahlarla öldürülmüş ve yaralanmış ve o ateşli silahlara ait mermi çekirdekleri insanların vücutlarından alınıp doktorlar tarafından emniyete teslim edilmiş. Yani suçun faili konumundaki insanlara teslim edilmiş. Zaten soruşturma dosyası da şöyle işliyor; suçun failleri ya da onların arkadaşları onlarla birlikte olan, onların tarafında yer alan insanlar aynı zamanda suç soruşturmasını yürütüyorlar. Olayla ilgili soruşturmayı polisler yürütüyor savcılık makamları değil. Delilleri yok ediyorlar, karartıyorlar. Onunla yetinmeyip insanlar üzerinde baskı ve terör uyguluyorlar. Yani yine anlatılanlardan gördük ki insanlar ifade vermeye gitme ya da şikayetçi olmayı bir yana bırakın o kadar çok korkuyorlar ki can güvenliklerinden endişe ettikleri için ülke dışına çıkmak zorunda kalmışlar.”
BASİT BİR CİNAYET DAVASI DEĞİL
Bu davada insanlığa karşı suç işlendiğini belirten Tuncer, zaman aşımı süresi olan 30 yıl dolsa bile yasal mevzuat gereği bunun bir katliam dosyası olduğunu ve insanlığa karşı suç işlendiği için zaman aşımının işletilemeyeceği üzerinde durmaya çalıştıklarını ifade etti. Gazi’de yaşanan katliamın kendisi ve Ümraniye’deki katliamın basit bir cinayet davası olarak addedilebilecek bir olay olmadığını yani bunun bir katliam ve bu katliamın esas sorumlusunun da devletin kendisi olduğunu vurguladı.
“KATLİAM BİR DEVLET GELENEĞİ”
“Bu devlet zaten katliam geleneği olan bir devlet. İçeride, dışarıda, Sur’da, Cizre’de, Nusaybin’de, Çorum’da, Maraş’ta, Sivas’ta en son Suruç’ta, Ankara’da nasıl katliamlar gerçekleştirdiyse, Cizre Katliamı dosyası nasıl cezasızlıkla sonuçlandıysa bu davayı da o şekilde sonuçlandırmaya çalışacaklar” diyen Tuncer şöyle devam etti:
“O dönemin devlet istihbaratı anlamında en önemli konumdaki kişisi Emniyet Genel Müdürü İstihbarat Daire Başkanı sıfatıyla Hanefi Avcı’ydı. Daha Gazi olaylarının hemen akabinde açıklamalar yaptı ve dedi ki ‘Bu olayda devlet içindeki kontrgerilla birimleri açık biçimde sorumludur’. Yeşil kod adlı Mahmut Yıldırım’ın ekibin içinde yer aldığı kahvehane taranması olayı Gazi Mahallesi’nde kaymakamlıkta bir karargah kurulduğunu, o karargahta o dönemin Özel Harekat Daire Başkanı Korkut Eken’in, Susurluk kazasında ölen Emniyet Müdür Yardımcısı Hüseyin Kocadağ’ın ve özel harekatçılar Ayhan Çarkın, Oğuz Yorulmaz gibi isimlerin olduğunu ve onlar tarafından bu katliamların yürütüldüğünü, yönetildiğini ifade etti. Biz aslında Hanefi Avcı’nın da Gazi davasında dinlenmesini talep etmiştik tanık sıfatıyla. Fakat defalarca kez bu talebimiz reddedilmişti. Sonraki süreçte Susurluk Raporu yayınlandı başbakanlığa bağlı Kutlu Savaş tarafından hazırlanmıştı. O raporda da yine devlet eliyle işlenen bu cinayetler, katliamlar açık biçimde ortaya konuluyordu. Yani bu kontrgerilla dediğimiz birimler devlet içinde JİTEM, MİT asker, polis, itirafçı gibi ekipler tarafından oluşturulan ve sadece bu ülkede yaşanan binlerce kayıp, faili meçhul cinayet ya da suikastler değil katliamların da sorumlusu olan bir ekip bu. Devletin dışında değil devletin içinde, devlet eliyle gerçekleştirilen cinayetler bunlar. Böyle açıkça ortaya konmuştu o raporda. Dolayısıyla bugün burada dile getirdiğimiz iddialar sadece bizim tarafımızdan ortaya atılan iddialar değil devletin resmi yetkililerinin açıklamaları aynı zamanda resmi raporlara da yansıyan gerçekler.”
“CEZASIZLIK POLİTİKASI BİR DEVLET GELENEĞİ”
Ümraniye katliamı dava dosyasında yargılanan 220 polis memurunun esas sorumlular olmadığını bildiklerini kaydeden Tuncer, yargılanan polislerin olay yerinde bulundukları için sorumluluklarının olduğunu ancak olayın esas siyasi, askeri ve güvenlik bürokrasisi içindeki sorumlularının da yargılanmadığını söyledi. Daha önce Gazi davasıyla ilgili o dönemin isimlerinden Cumhurbaşkanı Demirel, Başbakan Tansu Çiller, İçişleri Bakanı Nahit Menteşe, Vali Kozakçıoğlu, Emniyet Müdürü Necdet Menzir ve Emniyet Genel müdürü Mehmet Ağar gibi isimlerin açık itiraflarının olduğunu vurgulayan Tuncer, “Necdet Menzir İstanbul’da o dönem yaşanan yargısız infazlardan sorumluydu. Dolayısıyla bunlarla ilgili suç duyuruları yapmıştık ama hiçbirisiyle ilgili tabi ki sonuç elde edemedik. Sadece polis memurlarına açılıyor davalar ve açılan davalar genellikle zaman aşımı, beraat ya da alt sınırdan verilen cezalarla ve bu cezalar ertelenerek cezasızlıkla sonuçlanıyor. Asıl olan katliamlar bir devlet geleneğiyse cezasızlık politikası da bir devlet geleneği” dedi.
PİRHA/İSTANBUL
Yoruma kapalı.