PİRHA- DEM Parti Milletvekili Ali Bozan, Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin yalnızca Kürtlerin değil, Aleviler başta olmak üzere Türkiye’deki tüm inanç ve etnik toplulukların haklarını güvence altına alacak şekilde yürütülmesi gerektiğini vurguladı. Bozan, somut adımların atılması ve iktidarın samimi tutumunun sürecin kalıcı barışa dönüşmesinde kritik rol oynayacağını söyledi.
Halkların Eşitlik ve Demokrasi Partisi (DEM Parti) Mersin Milletvekili Ali Bozan, sorularımızı yanıtladı. Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni değerlendiren Bozan, sürecin yalnızca Kürtlerin değil, Aleviler başta olmak üzere Türkiye’deki tüm inanç ve etnik toplulukların haklarını güvence altına alacak şekilde yürütülmesi gerektiğini vurguladı. Bozan, kalıcı barışın sağlanabilmesi için iktidarın samimi ve kararlı adımlar atmasının, cezaevlerindeki siyasi tutukluların durumunun çözülmesinin ve toplumun farklı kesimlerinin haklarına saygının hayati önem taşıdığını belirtti.
“İKTİDARIN TUTUMU BELİRLEYİCİ OLACAK”
-‘Barış ve Demokratik Toplum Süreci’ni nasıl değerlendiriyorsunuz? Sizce bu süreç gerçek bir toplumsal barışa evrilebilir mi?
Barış ve Demokratik Toplum Süreci esasen Kürtlerin, DEM Parti’nin ve dostlarının yıllardır hem mücadelesini verdiği hem özlemini duyduğu bir süreç. Çünkü DEM Parti ve aynı gelenekten gelen siyasi partiler yıllardır diyor ki; Kürt meselesi ancak diyalog ve müzakere ile çözülebilir. Mücadelesini verdiğimiz bir süreci yaşarken Barış ve Demokratik Toplum Süreci’nin kalıcı bir barışa evrilip evrilmeyeceğini elbette içerisinden geçtiğimiz zaman gösterecek.
Tam da bu noktada meselenin muhataplarından birisi olan DEM Parti ve dostları bugüne kadar hem Meclis’te hem sokakta hem sahada gösterdikleri tutum ile sürecin yanında olduklarını gösterdiler. Bu noktada bundan sonraki dönemi belirleyecek olan elbette iktidarın tutumu olacak. AKP’nin bu süreçle ilgili olarak göstereceği kararlı ve samimi tutum, süreci kalıcı bir barışla taçlandıracaktır. Yaşanan sürece bu ülkede yaşayan halklar, bu ülkede yaşayan toplum evet demediği sürece bir ayağı sürekli olarak sakat kalacak, bir ayağı eksik kalacak. O bir ayağın eksik kalmaması için özellikle iktidara çok önemli sorumluluklar ve görevler düşüyor. İktidarın en temel görevi ve sorumluluğu öncelikle bu dönemin ruhuna uygun bir dil ve söylem geliştirmesi ama aynı zamanda dönemin ruhuna uygun somut pratik adımların atılması çünkü toplumun farklı kesimleri artık bunu bekliyor.
“SOMUT VE PRATİK ADIMLAR ATILMALI”
-Bu sürecin ivme kazanması adına ne gibi adımlar atılmalı?
Bu meseleye dair Meclis’te yüz yıllık Cumhuriyet tarihinde ilk defa bir komisyon kuruldu. Bu oldukça kıymetli ve anlamlı ama yeterli değil. Çünkü elli yıldır Kürt sorununun çözümüne dair söylenecek söz kalmadı. Birçok kişi ve kurum onlarca rapor düzenledi, onlarca araştırma yaptı, on binlerce sayfalık söz söylendi, cümle kuruldu. Artık meselenin çözüm noktası belli. O da somut, pratik adımlar atılması. Aynı zamanda bu somut ve pratik atılacak adımlar barışın toplumsallaşması açısından da önemlidir. Çünkü meselenin çözümü dair ne kadar soyut, teorik tartışmalar yapılırsa yapılsın, yurttaş bunun kendi yaşamına yansımasını görmek istiyor. Örneğin bir Kürt yurttaş artık dilini özgürce konuşup konuşmayacağını, dilinin yasal ve siyasal zeminde güvence altına alınıp alınmadığını görmek istiyor.
Yine en acil ihtiyaçlardan bir tanesi şu cezaevindeki siyasi tutsakların yaşadıkları… Cezaevlerinde ya da idare gözlem kurulları hala bizim çocuklarımızla ilgili tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılıyor. Bu nedenle bu noktada acil ivedi yapılması gereken işlerden bir tanesi somut, pratik yurttaşların yaşamına dokunan adımların atılmasıdır. Bu binlerce tutsağın hem kendisi hem ailesi şunu söylüyor: Bu mesele en üst düzeyde tartışılıyor ama cezaevleri ya da idare gözlem kurulları hala bizim çocuklarımızla ilgili tehdit ve şantaj aracı olarak kullanılıyor. Bu nedenle bu noktada acil yapılması gereken işlerden bir tanesi somut, pratik, yurttaşların yaşamına dokunan adımların atılmasıdır.
“YEPYENİ BİR DÖNEMİ İNŞA EDİYORUZ”
-Süreci kriminalize eden, çözümü ‘terörize’ eden söylemler hala çok yaygın. Bu söylemlerle nasıl mücadele edilmeli?
Sürecin herhangi bir şekilde sekteye uğramaması, herhangi bir şekilde provokasyona uğramaması açısından özellikle iktidar cenahının hem kararlılığını hem de samimiyetini ortaya koyması açısından kullanacağı dil önemlidir. ‘Terörsüz Türkiye’ kavramı bu ülkede yaşayan Kürtleri rahatsız ediyor. Bu nedenle bu söylemden vazgeçilmesi gerekiyor. Bu dil, bu söylem sürece, barışa ve çözüme hizmet eden bir süreç değildir. Yepyeni bir dönemi inşa ediyoruz. Hep birlikte herkesin kendi diliyle, kimliğiyle, inancıyla özgü bir şekilde yaşadığı bir Türkiye’den bahsediyoruz. Ama bunu söylerken 86 milyonun içerisinde 10 milyonları bulan Kürtlere hala “Terörsüz Türkiye’ kavramıyla gittiğinizde maalesef samimi görünmezsiniz.
“DEMOKRATİK TOPLUMUN İNŞASI 86 MİLYON YURTTAŞIN YARARINA OLACAK”
-Sizce Kürt halkının talepleri etrafında şekillenecek bir barış süreci, Türkiye’deki tüm ezilen halklar, inançlar ve sınıflar için nasıl bir fırsat olabilir?
Şu anda müzakere masasında elbette ön planda olan Kürtlerin yıllardır inkar edilen dilleri, varlıkları ve kimlikleridir. Ama son tahlilde bu coğrafyada Kürtlerle ilgili bir hak elde edilecekse bu 86 milyon yurttaş için olacak, sadece Kürtler için değil. Demokratik toplumun içerisinde sadece Kürtler yok. Türkler var, Araplar var, Lazlar var, Çerkezler var. Yıllardır dillerini özgür bir şekilde konuşamayan, dillerinde özgür bir şekilde eğitim göremeyen bütün etnik gruplar var. Bu nedenle biz demokratik toplumun inşasının bu coğrafyada yaşayan 86 milyon yurttaşın yararına olacağını düşünüyoruz.
“ALEVİLERİN HALEN 21. YÜZYILDA İNANÇLARI KABUL EDİLMİYOR”
-Bu süreçte farklı inanç topluluklarına, özellikle de Alevilere dair bir perspektif görebiliyor musunuz?
Bu ülkede yıllardır inancı, kimliği, ibadethanesi yok sayılan çok geniş bir kesim var. Bu ülkede yaşayan milyonlarca Alevi var. Kürtlerin nasıl dilleri yasak ise Alevilerin de maalesef inançları yasak. Alevilerin halen 21. yüzyılda inançları kabul edilmiyor. İbadet merkezleri olan cemevleri ibadethane olarak kabul edilmiyor. Elbette demokratik toplum süreci Alevilerin inançlarının, Alevilerin ibadethanelerinin güvence altına alınmasını da kapsıyor.
“DEMOKRATİK TOPLUM VE BARIŞ İÇİN MÜCADELE EDELİM”
-Son olarak, barış ve demokratik toplum adına tüm halklara, inançlara ve devlete çağrınız nedir?
Bu seneki 1 Eylül Dünya Barış Günü öncekilerden çok daha farklı. Çünkü bu yıl demokratik toplumu, çözümü ve barışı konuştuğumuz, tartıştığımız 1 Eylül’deyiz. İşte tam da 1 Eylül Dünya Barış Günü’nün ruhuna ve anlamına uygun adımlar atılması gerekiyor. Bu adımları atması gereken de iktidardır. Aynı zamanda 1 Eylül Dünya Barış Günü’ne giderken bizim bu ülkede yaşayan bütün toplumsal kesimlerin bütün inanç kesimlerine çağrımız; gelin hep birlikte demokratik toplum ve barış sürecini demokratik toplum ve barış sürecine sahip çıkalım. Bundan sonra atılacak pratik adımlar da bundan sonra hep birlikte verilecek mücadele sayesinde olacak. Hep birlikte demokratik toplum ve barış için mücadele edelim.
Fatoş SARIKAYA/ MERSİN
Yoruma kapalı.