PİRHA – 21 Şubat Dünya Ana Dil Günü dolayısıyla kaybolmakta olan Kırmancki(Zazaca) dili üzerine çalışma yapan Ali Aydın Çiçek ile konuştuk. Çiçek “Eğer ana dilde bir şeyler yapamıyorsan, yani sanat, edebiyat, tiyatro yapamıyorsa o dil zaten ölür” diyor. Çiçek, dilin asimile edilmesinde en büyük faktörün ise devlet olduğunu söylüyor.
Haberin Videosu
Birleşmiş Milletler Eğitim, Bilim ve Kültür Örgütü (UNESCO), 21 Şubat’ı Uluslararası Anadil Günü adı altında, uluslararası uzlaşıyı, kültürel çeşitliliği ve çok dilliliği desteklemek amacıyla 1999 yılında takvime aldı. Günün tarihi önemi, 1952’de Pakistan’ın Urdu dilinin Bangladeş halkının da resmi dili olduğunu deklare etmesine tepki olarak ortaya çıkan Bengal Dil Hareketi eylemliliklerine ve bu eylemlerin şiddetle bastırılmasına dayanıyor.
Dünya Ana Dil Günü’nde Zazaki öykü, şiir ve folklorik çalışmalar yapan Ali Aydın Çiçek ile görüştük. Çiçek söyleşiyi ana dili olan Kırmancki (Zazaca) yapmak istediğini, çünkü ana dilinde kendini daha iyi ifade edeceğini belirtti. Çiçek, Kırmancki dilinin konuşulmamasının sebeplerinden birinin devletin yürüttüğü politikanın olduğunu diğer taraftan metropol şehirlere göçün de dilin unutulmasında etkili olduğunu söyledi.
İşte Ali Aydın Çiçek ile yaptığımız söyleşi…
21 Şubat Dünya Ana Dil Günü. Kırmancki dili de Unesco’ya göre Türkiye’de kaybolmakta olan 17 dil arasında. Bugününü nasıl değerlendirirsin?
2009’da Unesco bir rapor çıkardı. Bu raporda yaklaşık 2500 dilin kaybolmakla yüzyüze olduğu, bunlardan 18’nin de Türkiye’de kaybolmak üzere olduğu belirtiliyor. Zazaca da bu diller arasında. Zazaca neden bu dillerin arasında diye sormak lazım. Elbette ilk problem, devletin yürüttüğü siyaset, asimilasyon politikası. Bundan 200 yıl önce ulus devletler kurulduğunda burada konuşulan diller, asimile edilmeye başlandı. İttihat ve terakki döneminden bu yana bu mantıkla önce Ermeniler katledildi arkasından Kürtler ve diğer halklara karşı da bu asimilasyon politikaları uygulandı.
“BİR DİL ÖLÜRSE O MİLLET DE KENDİNİ KAYBETMİŞ OLUR”
Başka bir katliam yapıldı. Yani dil üzerinden bir katliam gerçekleşti. O günden bugüne Kürt dilini yok saydılar, dili boşverelim Kürtler için yok dediler. Bir millet olmazsa o milletin dilli de olmaz. Bir millet bir yerde çalışıyor, orada yaşamını sürdürüyorsa eğer, ana dilinde bir şeyler yapamıyorsa, yani sanat, edebiyat, tiyatro yapamıyorsa o dil zaten ölür. Eğer bir dil ölürse, o millet de kendini kaybetmiş olur. Kaybolmakta olan 18 dil arasında Kırmancki dili varsa mesele devletin soykırımı, devletin inkarı meselesidir. Bazı insanlar dili konuşmuyorlar diyor. Tabi bunun etkisi de var ama bundan fazlası devletin politikasının neticesinde ortaya çıkmıştır.
“MEKAN VE DİL SIKI SIKIYA BİRBİRİNE BAĞLIDIR”
Dilin insan üzerinde nasıl bir etkisi var?
İnsan hafızasında ana dili vardır. Devletin aklında bu vardı. Durduk yere devlet köy adlarını, mahalle adlarını değiştirmedi. Mekan ve dil sıkı sıkıya birbirine bağlıdır. Diğer taraftan dilin kaybolmasının sebeplerinden biri de göçtür. Devlet köyleri yaktı, köyleri boşalttı. İnsanları köyünü, ziyaretini ve dilini tanıdığı yer, anlam verdiği, kendini gördüğü yerden koparırsan o dil solar, kaybolur. Geldiği yerde de kimse dili bilmiyor. Buranın diline göre yetişmemiş, dili iyi bilmiyor. Bir taraftan kabul edelim ki göç dile fazla zarar vermiş, bir de mekan dil üzerinde fazlasıyla tesir etti. İnsanlar bugün burada yaşıyor ama köyde olsa bir ziyareti gördü mü otomatikman dili aklına gelir. Bazı sözler vardır o insan duydu mu onun içinde tesiri başka oluyor. Mesela Baba Düzgün, Goşkar baba gibi ziyaretlerin adını duydu mu tesiri farklı olur.
“DİLİNİ BIRAKIRSA GEÇMİŞİNİ DE BIRAKIR”
Dil konusunda sen ve birçok kişi çalışıyorsunuz. Çalışmaları yaparken ne gibi zorluklar yaşıyorsunuz?
Kapitalist sisteme karşı mücadele etmek her yerde zordur. Konu dil olunca daha da zor oluyor. Dil işleriyle uğraşanlar gördüğüm kadarıyla hiçbir yerden destek almıyorlar. Bu çalışmaları bugüne getirenler, idealist insanlar, kendi imkanlarıyla bugüne getirmişler. Mesela Vate yayınları. Bu çalışmayı yapan kişiler Deniz Gündüz, Munzur Çem. Bunlar da kendi güçleriyle yapmış. Aslında elimizde malzeme de çok ama zor yapılıyor. Kırmancki de zor olan bu dilin konuşulmaması. Çalışmalar gereği ben bir çok yeri gezdim, gördüm ki gençler bu dili konuşmuyor. Dilden uzak kalmışlar. Yaşlılar konuşuyor, yaşlılar da sistemin içinde değiller, kenarda kalmışlar. Kimse dününden de kopmak istemiyor. Çünkü geçmişsiz de olmaz. Tarihini, dilini, inancını o dilin içinde saklamış, var etmiştir. Biliyor ki dili bırakırsa bütün bunları da kaybetmiş olur. Bir yerde başka bir dili de bilmiyorsan, zaten bizim yaşlılar yeterince Türkçe bilmiyorlar. İstanbul’da gittiğimiz evlerde yaşlılarımız çoğu zaman bir köşede kafesteki bir kuş gibi öylesine oturuyorlar. Bu haldedirler, konuşamıyorlar.
Sen diyorsun ki yaşlılar ile gençler arasındaki halka kopmuş öyle mi?
Bana göre kopmuş. Tabi insan pozitif düşünmeli, Kırmancki iyi bir seviyeye yükselmiş. Kitaplar var, Edebiyat kök salmış, albümler çıkıyor, filmler çekiliyor. Kırmancki için yaşlılar ve gençler arasında ki bir bağ kopmuş. Bunu tekrardan nasıl oluştururuz onu bilmiyorum. Benim gördüğüm bu çalışmalarımız sanırım yetişmeyecek. İnsanların bu çalışmalara sahip çıkması gerekiyor. Köylere gidip kurs açmaları gerekiyor. Biraz geniş bir çalışma yapılması gerekir. Diğer taraftan bu işe dernekler, sendikalar el atmaları gerekir. Bu iş sadece kitaplarla olmaz. Kitaplar standart dilde. İnsanlar onları anlatmakta güçlük çekiyor.
Kırmancki (Zazaca) dilinde yapılan çalışmalar, araştırma süreci, baskıya verme ve yayınevlerinde okuyucuyla buluşturma süreçlerinde yaşadığınız sorunlar nelerdir. Ne tür engellerle karşılaşıyorsunuz?
Şöyle söyleyebilirim: Vate yayınevinde epey çalıştım. Hala da çalışıyorum. Yani imkanlar konusunda aslında baskıya verme sürecinde ne sıkıntılar yaşanıyorsa, yayınevleri olarak, yazarlar olarak okuyuculara ulaşmada da benzer sıkıntılar yaşıyoruz. Yayınevlerimiz ekonomik olarak herhangi bir yerden, kurumlardan destek alamıyorlar. Kendi imkanlarıyla yapmaya çalışıyor. Kitabını yayınlamak isteyen kişiler de fazla imkanı olan insanlar değil. Zorluklar içinde bu işi yapıyorlar.
Buradaki esas problem bu çalışmaların bu dilin bir pazarının olmamasıdır. Bu konuda yeterli talep yok. Biraz önce de belirtim; konuşulmayan, yaşamın ve eğitimin dili olmayan bir dilin okuyucusu da olmaz, doğal olarak pazarı da olmaz. Bu alanda çıkan kitapların da alıcısı olmuyor.
Şunu söyleyebiliriz; Bu alanda bir kısım okuyucu var. Dil üzerine yoğunlaşanlar var. Yine son yıllarda Artuklu üniversitesinde, Bingöl ve Dersim üniversitelerinde Zazaca üzerine kurulan bölümler var. Bunların çevresinde biraz okuyucu var. Bunun dışında diyebiliriz ki yazarların kendileri ya da varsa yayınevinin elinde maddi imkan, bunlarla bir şeyler yapılmaya çalışılıyor. Günümüzde bu alanın tamamını gözönüne aldığımızda sıkıntılı. Diğer taraftan devlet de bu çalışmaların önünü almak için çeşitli politikalar uyguluyor. Mesela bandrol almakta sorun çıkıyor. Bilinmeyen bir dil olduğu gerekçesiyle engeller çıkarılıyor. Onun dışında da bir siyaset var tabi; biz devlet bize destek versin demiyoruz ama en azından engel olmasın, önümüzü kesmesin. Bu anlamda devlet de önümüzü kesiyor. Düşünün ki, bir insan otobüste veya bir yerde kendi anadilini konuştu diye dövülüyor ve dışarı atılıyorsa bu demektir ki o kişi cesaret edip bir kitap da okuyamaz.
Cesaret edip satın da alamaz…
Tabi cesaret edip alamaz da. Yani bu sorunların temeli biraz da devlet tarafından atılıyor.
Peki biraz da senin çalışmalarından bahsedelim. Uzun zamandır bu konulara emek harcıyorsun. Çalışıyorsun, kitapların var. Toplumun içinde gezip masal topluyorsun, halka mal olmuş anektod ve fıkraları topluyorsun. Bize bu konuda biraz çalışmalarını anlatabilir misin?
Öncelikle bu çalışmaya niye başladım oradan yola çıkarak bir şeyler söylersem daha anlaşılır olur. Bana göre bizim dilimizdeki masallar biraz birbirine benziyor. Masallarımız bugün yok olmanın sınırındadırlar. Biz bugün yeni masallar üretemeyiz. Ben bugün ne kadar edebiyatla alakadar olursam olayım yine de yaşlılarımız gibi masallar yapamam. Bu öyle kolay bir iş değil. Bir de masallar geçmişten gelirler. Çok eski tarihlerden beri günümüze kadar aktarılıp gelen ve çok kişinin emeğinin içinde olduğu bir durum.
GEÇMİŞİMİZ MASALLARIN İÇİNDE
Bu masalların içinde diyebiliriz ki geçmişteki kültürümüzün, inancımızın, ilişkilerimizin, reaksiyonlarımızın, aklımızın, tarihimizin, coğrafyamızın özelliklerini görebiliriz. Hepsi onun içinde yerini buluyor. Öte yandan dil masalların içinde çok iyi kullanılıyor. Dilin kalıpları yönünde, telaffuzu yönünde masalların yeri çok önemlidir. Yine edebi çalışmalar yürüten bizler için standart dilli takip ediyoruz. Masallar yerel ağızların korunması için de önemlidir. Hangi bölgede ne konuşuluyor, dil nasıl kullanılıyor biz bunu masallar üzerinden tespit edebiliriz. Sadece masallar değil, folklorik tüm çalışmalar için bu geçerlidir. Masallar üzerinden yerel ağızların korunmasına, kayıt altına alınmasına da hizmet etmeye çalışıyoruz.
Diğer bir konu ise masallardan yola çıkarak güzel edebi eserler de açığa çıkarabiliriz. Çünkü içinde malzeme çoktur. Kalıbı çok güzeldir. Modern edebiyatı bu temeller üzerinden üretebiliriz.
Benim için masalların bir önemi de çocukluğuma ilişkindir. Dedem çok masal anlatırdı. Sanırım bu anlatımların çok etkisinde kaldım. Bazen masal toplamak için gittiğim yaşlılar anlatınca kendi kendime ‘ben bunu bir yerden duymuşum’ diyorum. Dedem anlatmış bana. Bu nedenle masalları seviyorum ilgi alanıma giriyor. Kaybolsun istemiyorum. Bunlar kaybolursa biliyorum ki dil de kaybolur. Bana öyle geliyor. Çünkü bu gün dilimizin güzel ifade edilişi yaşlıların ağzındadır. Doğal olan ve tarihte yerini almış olan oturmuş dil bu yaşlıların ağzındadır.
İzliyorum özellikle Kırmancki konuşan müzisyenler için söyleyeyim. Dili çok mekanik kullanıyorlar. Çoğu da Kırmancki’yi bilmiyorlar. Aynılaştırmayayım, bu konuda değerli sanatçılar da var ama izlediğim kadarıyla birçoğu dili çok mekanik kullanıyor. Bu nedenle dili öğreneceksek yaşlılarımızın kullandığı dili esas almalıyız.
Peki araştıran yazan birisiniz. Bu konuda kitaplarınız da var. İlk kitabından yola çıkarak günümüze kadarki çalışmalarını bizimle biraz paylaşır mısın?
2009’da profesyonel olarak bu işe başladım. O dönem İstanbul Kürt Enstitüsü’ne giderek Deniz Gündüz’den ders aldım. Öncesinden de kendi kendime bir şeyler yazıyordum. Enstitü süreciyle birlikte aklımdaki birçok şeyi bir yandan da yazıyordum. Sonraki aşamalarda bu yazdıklarımı yayınevine verdim, onlar da uygun gördüler ve yayınladılar. 2010 yılında yayınlanan ilk kitabımın ismi “Teberik” idi. O sıralar Varto bölgesine ait masalları toplamıştım. Peşi sıra Hınıs ve Tekman bölgesine ait masalları toplamıştım. 2012’de Hınıs masallarını yayınladık. Daha sonra hikayelerden oluşan bir kitap çıkardım. Dil alanında okuyucular için ihtiyaç olduğuna inandığım dil kartları çalışmasını yürüttüm ve onun da baskısı yapıldı. Tabi tüm bu çalışmaların yanı sıra dile dair dersler de veriyordum. Yakın tarihte de Kırmancki (Zazaki) Şiir Antolojisi’ni hazırlayıp yayınladım. Şimdi elimde birikmiş çok sayıda masal kitabı hazırlığı var. Şu aralar Varto coğrafyasında yaşayan Ermenilere yaşamı, ilişkileri, fıkralarına ilişkin bir araştırma üzerine yoğunlaşıyorum.
Vartolusunuz, gidip geliyor musunuz? Dilin durumu Varto’da nasıl? Dile ilişkin çalışmalarına yaklaşımları nasıl?
Şöyle cevaplayayım. 15 yılı aşkındır gitmiyorum memlekete.
“SİYASİ NEDENLERDEN DOLAYI MEMLEKETE GİDEMİYORUM”
Neden?
Güvenlik gerekçesiyle, siyasi nedenlerden dolayı gidip gelemiyorum. Bu nedenle köyümle ilişkim fazla yoktur. Ama dile ilişkin gezdiğim Erzincan vb yerler var. Dil çalışmalarına başlarken insanlarımıza çok komik gibi geldi. Bugün bile bu yaklaşımlar var. İlk kitabım çıktığında alıp eve götürdüm, hatırlamıyorum ya erkek ya da kız kardeşimdi; “Bu kitap senin mi?” diye sordu. Ben de “Evet benim” dedim. Şöyle bir baktı hiç bakmadan alıp oraya bıraktı. Çevremdeki birçok insanda benzer ilgisizliği görebiliyorum.
Birçoğu “Sen ne yapıyorsun, masalları toplayıp ne yapacaksın, ne işe yarayacak ki?” gibi yaklaşım sergiliyor. Bir de herkes istiyor ki kendi köyünün, bölgesinin ağzı olsun. Onlara göre bizim yazdığımız hikayeler veya masallar onların dilini bozmuş oluyor. Çünkü kendi yerelinde kullandığı ağızı en doğru olarak görüyor. Yani dilin standart oluşuna da açık değiller, diğer mıntıkaların dillerine de açık değiller. Tabii bunların aşılması bir süreç işidir. Zamanla aşılır diye düşünüyorum.
Şunu da söyleyebilirim bu anlayış son yıllarda yapılan ısrarlı çalışmalar sonucu biraz kırılmış. Jiyan tv, Zarok tv gibi televizyonların bu konuda tesiri çok oldu. Mesala arkadaşımız Kamer Erdoğan Zazaca program yapıyordu. Köylülerimiz bakıyordu Kamer hem yerel dili kullanıyor hem de diğer bölgelerin örneğin Lice’nin Zazacasını da kullanıyordu. Bu ve benzeri örnekler önemli rol oynadı. Bu dilin standartlaşmasında da önemli oldu.
Masalların peşinden gidiyorsun ve kaynak olarak da yaşlıları hedef alıyorsun. Yaşlılar nasıl yaklaşıyor bu çabana, cesaretli yaklaşıyorlar mı? Bu çalışmaya ne diyorlar?
Korkuyorlar fakat korkuları biri gelip zarar verirden ziyade “Bu niye geldi, bu niye bu iş için geziyor, bunda ne var?” biçimindedir. Birincisi bu saate kadar kimse dilimize sahip çıkmamış, kimse kıymet vermemiş. Masallara da kimse kıymet vermemiş. Dolayısıyla yaşlılar da “masal ne yapacaksın, bunların bir kıymeti yok ki…” gibi yaklaşım sergileyip başka şeylerden bahsetmek istiyorlar.
Dinliyoruz bu aynı zamanda onlarla ilişkilenmemizi de sağlıyor. Bazılarının torunu gibi oluyorsun. Bir derdi, bir sıkıntısı, bir ihtiyacı oluyor bakıyorsun seni arıyor. Belki bir iki masal dinliyorum onlardan ama daha çok da onların diğer sorunlarını da dinliyorum. İnsanlarımızı tanımama yol açıyor. Büyük memleket özlemleri var. Çocukları çıkıp metropollere geldiği için onlar da mecburen peşlerinden gelmiş.
21 Şubat Dünya Anadil Günü vesilesiyle ne belirtmek istersiniz?
21 Şubat Dünya Anadil Günü biz Kürtler için de çok önemlidir fakat biz Kürtler için dilin kendisi çok önemlidir. Son on yıllarda Kürt Hareketinin dilin gelişiminde etkisi büyüktür. Bununla birlikte Kürt halkının kendi dilini geliştirme konusunda emeği büyüktür. Örneğin cezaevlerinde anadilde savunmaların yapılması ve yine yaşamın her yerinde dil üzerine çabaların sarf edilmesi, bu alana dikkat çekilmesi, boykotların yapılması vb. tüm zorluklara rağmen bu dil bu aşamaya getirildi. Herkes kendisine göre bir emek verdi. Yazım konusunda, siyaset alanında, yaşlıların dili konuşmada ısrarı gibi konulara değer biçmek lazım. Dile kıymet vermeyen kendisine de kıymet vermez. Sen diline değer vermezsen kimse de sana değer vermez. Devletimizin olup olmamasıyla değil dilimizle kimliğimizi buluruz.
“HERKES EVİNDE ANA DİLİNİ KONUŞMALI”
Bu nedenle tüm zorluklara rağmen dilimize ilişkin yapabileceğimiz ne varsa yapalım geri durmayalım. Günlük yaşamda bu dili konuşmak önemlidir. Herkes evinde kendi çocukları ile konuşmalıdır. Dil ancak böyle korunur, gelişir. Bu çok zor da değil ve insanidir. Dışarının, siyasetin, devletlerin ne dediğine değil kendi içimizdeki sese kulak verelim. Biz buradan yola çıkarak kendimizi bulabiliriz. Bu hat üzerinden yürümeye devam edelim.
Turabi KİŞİN – Semra ACAR /İSTANBUL
Yoruma kapalı.