Alevi Haber Ajansi

‘Alevilerle Alevilik arasındaki uçurumu bizzat Alevi örgütleri inşa ediyor’-VİDEO

PİRHA – Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, Alevilerin en temel talebi olan eşit yurttaşlık talebinin doğru sahiplenilmediğini ve bugün Alevilerle Alevilik arasında yaşanan uçurumun bizzat Alevi topluluk ve örgütleri tarafından inşa edildiğini söyledi. “Alevilik dünya hakları için de önemli bir mirastır, kaybedilmemeli” diyen Yalçınkaya, Alevilik açısından Dersim, Antokya ve Tahtacı Alevilerin önemine vurgu yaptı. Eşit yurttaşlık talebinin doğru anlatılmadığını belirten Yalçınkaya, Alevilerin bugün bir trajedi yaşadığına dikkat çekti. 

Haberin videosu

Pir Haber Ajansı olarak Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Öğretim Üyesi Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya ile geçtiğimiz günlerde yaptığımız röportajın bir devamı niteliğindeki bu bölümünde; Alevi inancının temel değerleri ile varlığını sürdürmesinin neden önemli olduğunu, asimilasyonun etkilerini, Alevi toplumu ve örgütlerinin temel taleplerini doğru dile getirip, mücadelesini verip vermediğini ve Alevi örgütlerinin son zamanlardaki birlik arayışlarını sorduk.

“Alevilik sadece ve sadece ‘Müslüman dünya’ için önemli değil. Aslında demokratik kandaşlığın izlerini sürdüren ve farklı dinler içinde farklı topluluklar içinde batıdan, doğudan nereyi kerteriz olarak alırsanız alın her topluluk için hayati önem taşıyor” ifadeleriyle söze başlayan Yalçınkaya, ‘dedelik, musahiplik’ gibi kurumlardan vazgeçmenin esasen Aleviliğin tüm dinsel özeliklerinden vazgeçmeyi de beraberinde getirdiğinin, Sünni argümanlara alan açıldığının altını çizerek, bu vb. kurumların önemine değindi.

Alevilik açısından Dersim, Antokya ve Tahtacı Alevilerin önemli olduğuna işaret eden Ayhan Yalçınkaya, Dersim coğrafyasına, Dersim dinsel yapısına özel olarak sahip çıkmak gerekiyor. Ama bunu Dersimli kibrine kurban etmeden yapmak gerekiyor. Dersim’de Alevilerin mekanda bıraktığı o kuvvetli iz Antokya’da zamanda bırakılmış bir ize dönüşüyor. İnanılmaz benzerlikler var. Oysa Antokya Alevilerini kimse bizim Alevilerden saymıyor. Üçüncü bir grup korunması gereken ama artık kaybedildi ne yazık ki Tahtacı Aleviler. Ne yazık ki Milliyetçilik tümüyle bu bölgeyi Sünnileştirdi, Milliyetçileştirdi tespitini öne çıkarıyor.

“Aleviler tümüyle Alevilere has taleplere savruldukları ölçüde Alevilerin taleplerini savunamaz hale geldiler. Yani Aleviler kendi taleplerini savunabilmek için kendi taleplerini de kuşatan ama o talepleri de aşan bir siyasal hattı savunmak durumundalar” diyen Yalçınkaya, eşit yurttaşlık talebine yanlış yaklaşıldığını, bu talebin daraltıldığını öne çıkarırken bugün Alevilerle Alevilik arasında yaşanan uçurumun bizzat Alevi topluluk ve örgütleri tarafından inşa edildiğinin altını çizdi.

“Birliğin yolu hiçbir yerde kesinlikle bir arada olmaktan geçmez. Birliğin yolu tersine bölünmekten parçalanmaktan geçer” diyerek birlik tartışmalarına farklı bir pencereden yaklaşan Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya sorularımızı yanıtladı:

“ALEVİLİK DEMOKRATİK KANDAŞLIĞIN İZLERİNİ SÜRDÜREN HER TOPLULUK İÇİN HAYATİ ÖNEMDE”

PİRHA- Bu inancın temel değerleri ile varlığını sürdürmesi neden önemli? Bazı cemevlerinde kadınlara başörtüsü dağıtılıyor. Bazıları kadınları ayrı erkekleri ayrı oturtuyor. Bazıları ‘Hayır yemeğini kaldırdık’ diyor. Başka inançların etkisi, asimilasyon her geçen gün derinleşiyor. Sizce Ocak ve Dergah örgütlenmelerinin zayıflaması bu süreci nasıl etkiliyor?

PROF. AYHAN YALÇINKAYA: Öncelikle Aleviliğin bir dinsel varlık olarak hayatiyetini sürdürmesi neden önemli? sorusuna cevap vereyim.

Aleviliği biz sadece salt İslam tarihi ile sınırlı olarak çalışabilir miyiz? diye bir soru sorsak. Hayır. İslam tarihini tümüyle tasfiye ederek Aleviliğin içinden çıkararak çalışabilir miyiz? Buna da hayır demek zorundayız. Dolayısıyla Alevilik öylesine özgün bir dini yapılanma ki bu dini yapılanmanın adının ne olduğunun Alevi toplulukları dışında hiç kimse karar veremez. İstiyorsa buna İslam der istiyorsa buna başka bir şey der. Bu Alevi topluluklarının kendi hakkıdır. Madem ki Alevi topluluklarının dininin her dini aşan ve her dini önceleyen bir anlayışın mirasçısı olduğunu kabul ediyoruz ki, ben o yanıyla Aleviliğin demokratik kandaşlık dediğimiz formların en önemli mirasçısı olduğunu düşünüyorum. Ve bunun dini ifadesi olarak Alevilikten söz edebileceğimizi düşünüyorum. Bu Aleviliğin İslam oluşuna kesinlikle engel değil.

Bu haliyle Alevilik sadece ve sadece ‘Müslüman dünya’ için önemli değil. Aslında demokratik kandaşlığın izlerini sürdüren ve farklı dinler içinde farklı topluluklar içinde batıdan, doğudan nereyi kerteriz olarak alırsanız alın her topluluk için hayati önem taşıyor. Bugün en güçlü biçimde günümüze kalabilmiş istisnai bir dini anlayış. Yani batıda ya da çeşitli doğu toplumlarında en güçlü biçimde, onu şimdilik afaki bir biçimde doğu batı diye kullanıyorum yoksa çok tartışmalı kavramlar.

“ALEVİLİK DÜNYA HALKLARI İÇİN ÇOK ÖNEMLİ BİR MİRAS”

Aleviliğe benzeyen çeşitli topluluklar bulabiliriz, yani daha soyut bir ifadeyle demokratik kandaşlığın mirasçısı olan, olma konusunda ısrarını sürdüren topluluklarla karşılaşabiliriz ama bunlar artık çok küçük topluluklar. Oysa Alevilik hala son derece güçlü bir mirasçı olarak canlılığını sürdürmeye çalışıyor. O açıdan ben Aleviliğin sadece bu coğrafya için değil tüm dünya hakları için en önemli miraslardan biri olduğunu ve kaybedilmemesi gerektiğini düşünüyorum ve bu vasıfları da bu yanıyla son derece önemli. Yani demokratik kandaşlık hattı üzerinden evrenselleştiriyorum. Öneminin evrensel olduğunu kabul ediyorum. Bu hat üzerinden gittiğimiz ölçüde de Aleviliği Alevilik yapan temel değerler her neyse ki bence bu değerler; örneğin, 72 milleti bir nazarda görmek, eline diline beline sadık olmak. Ama bunu bugün yorumlandığı haliyle kesinlikle kabul etmiyorum. Örneğin; yine bugün yorumlandığı haliyle hiç katılmamakla birlikte; ‘Hümanizm ya da insan merkezli yaklaşımı’ ki bugünkü yorumlarına da şiddetle karşıyım. Ben Alevilerin hümanist falan olduğunu düşünmüyorum. Aleviliğin bu haliyle insan merkezci olduğunu da düşünmüyorum. Bu tümüyle yanlış okuma.

“ÇÖZÜM ALEVİLİĞİN KENDİ TARİHİNDE YATIYOR”

Aynı şekilde cinsiyetler arası ilişkiler, musahiplik kurumunda kendini gösteren kolektivizm, ortak yaşama, kominal hayatın izdüşümleri bütün bunlar son derece önemli ve vazgeçilemez. Bu anlamda örneğin, musahiplik artık uygulanamıyor, kaldıralım demek bana doğru gelmiyor. Uygulanamadığı doğru. Peki uygulanabilmesi için biz ne yaptık, niçin uygulanamadığına dair ne gibi sorular sorup ne gibi yanıtlar verdik de kolayca teslim olduk.

Ya da ‘ikrar, son derece ağır bir yüktür’ diyoruz ve bugün ikrarlı, ikrarsız cemlere doluşuyoruz. Oysa ikrar son derece önemli bir bağlılık. Bağlanma ve belirli bir kolektiviteye bağlanmayı işaret ediyor. Topluluğun doğal üyesi olmaktan çıkıp formel üyeliğine ‘terfiye edilmeye’ işaret ediyor. Sizi doğal yükümlülük ötesinde formel yükümlülükle karşı karşıya getiriyor. Biz ikrardan vazgeçtiğimiz anda formel yükümlülüklerden vazgeçmiş oluyoruz. Formel yükümlülüklerden vazgeçmek esasen Aleviliğin tüm dinsel özeliklerinden vazgeçmeyi de beraberinde getiriyor. Bu anlamda bunların mutlaka korunması ve bu haliyle de Alevi gerdisi olarak ben çözümün daima Aleviliğin kendi tarihinde yattığını düşünüyorum.

“TARİH BİLİNCİNİN YANI SIRA TOPLULUK BİLİNCİ DE YOK OLUYOR”

Bu Alevi tarih yazımının her şeyi domine etmesi anlamına gelmiyor. Alevi tarihçilerimizin iddia ettiği gibi Alevilik çalışma, Alevilik tarihini çalışmaktır. Hayır değildir. Alevilik çalışmak; Alevi tarihi yazımında Alevi tarihinin de aynı zamanda politik vasfını görmekle başlar. Ve bunun bir din yapısı gösterdiğini kabul etmekle başlar. Bunun bir teolojisinin olduğunu kabul etmekle başlar ve bunun nereden nasıl beslendiğini. Yoksa Alevilik hangi kökten geliyor, şu soydan mı, bu soydan mı, Kürt mü, Türk mü, Ermeni mi yoksa tümüyle Hristiyanlığın ya da Yahudiliğin çeşitli seklerinin mirasçısı mı? Bunu tartışmak Alevi tarihinin yazımı açısından akademik bir değer taşıyabilir, akademisyenler bu tip eğlenceli konuları severler. Ama Alevi toplumu açısından tarihin önemi bizzat bir tarih bilinci oluşturmasıyla ilgili. Tarih bilincinin oluşturulmasından bahsettiğimiz anda da tarih bilinci hiçbir zaman salt kökenle ilgili bir şey değil, nereden geldiğimiz ile ilgili bir şey değil. Oysa bugün salt bununla ilgileniliyor.

Tarih bilinci topluluk oluşla ilgili bir şey. Bugün Alevilerin hızla kaybetmekte olduğu şey ne yazık ki bu. Bir topluluk olma bilinci, topluluk olma bilinciyle birlikte aynı zamanda bu topluluğun bir siyasal varlık olduğunun bilinci kayboluyor. Dolayısıyla tarih bilinci şart, kendisine ilişkin bir farkındalık şart ve bunun için sürekli beslenmesi gerekiyor. Beslenebiliyor muyuz? Hayır. Bütün bu beslenme kaynaklarının kesilmesi Osmanlı’dan başlayarak Cumhuriyetin modernleşme projesi içinde zaten tezahür etti. Hızla bugün daha fazla kesilmesine hizmet edecek politikalar üretiliyor ne yazık ki bizzat Aleviler tarafından, Alevi örgütleri tarafından ve üstelik Aleviliği öz ve öz İslam sayan ve ‘Biz Alevilikten gayri  bir şey tanımayız’ diyen kesimler tarafından özellikle yapılıyor. Örneğin Ateist olan kesimler ya da Marksist olan kesimler bunu yapmıyor tam tersine kendilerini Alevi dostu olarak gösteren Aleviliğin tarihini de İslamın tarihi ile sınırlı olarak kavrayanlar özellikle yapıyor.

“ALEVİLERİN DİNLERİNİ AYAKTA TUTAN KURUMLAR TASFİYE EDİLİYOR”

O açıdan özellikle de Alevilerin dinlerini ayakta tutan temel kurumları; dedelik kurumu, musahiplik kurumu, aile gibi kurumların tasfiye edilmesiyle birlikte inanç giderek solgunlaşıyor ve giderek Sünnilikten pekte farkı kalmayan hatta Sünni argümanları içselleştiren bir yapıya kavuşuyor. Örneğin; 1963 yılından Halil Öztoprak’tan bir örnek vereyim. Alevilerin gusül abdesti alıp almadığı meselesi hep konuşulan bir meseledir. Şimdi günümüzdeki Aleviler; sağcısı, solcusu, Aleviliği İslam sayanı saymayanı hepsine bu soruyu yöneltsek verecekleri yanıt ne olurdu. İlk tepki şu olurdu: ‘Bu kuru iftiradır, Sünni halkımız böyle yalan yanlış iftiralarla cahil bırakıldı, Alevileri tanımıyorlar o yüzden böyle iftiralar atıyorlar.’ Sünni halkımızı cahil yerine koymanın alemi yok. Bu soru 1963 yıllında Halil Öztoprak’ın önüne geldi. Ve Kuran ile ilgili her iki kitabında soruya verdiği yanıt, bugün hiçbir Alevinin veremediği düzeyde üstelik Kuran ile temellendirerek veriyor bu cevabı.

“ALEVİLİĞİN TARİHİ YANLIŞ ÇALIŞILIYOR”

Aleviler niye gusül abdesti almıyor?

PROF. AYHAN YALÇINKAYA: Halil Öztoprak buna şöyle cevap veriyor: Ey Sünniler siz niye gusül abdesti alıyorsunuz? Bu ne demek; Gusül abdesti bir tür temizlenme, arınma ise siz Sünniler açıkça cinsel ilişkiyi kirli sayıyorsunuz. Oysa bizzat Kuran, insanın sevdiğiyle cinsel ilişkisini doğrudan doğruya temiz bir şey sayar. Zina gibi kötü terimlerle anmaz. O halde sevdiğiniz biriyle birlikte olduğunuzda neden kirlendiğinizi varsayıyorsunuz da gusül abdesti alıyorsunuz? Biz Aleviler sevdiğimizle, eşimizle birlikteysek bu bizim üstümüze kir getirmez ki temizlenelim. Budur verilmesi gereken yanıt. Bu yanıt Aleviler tarafından verilmiştir. Ama bugün unutturulmaktadır. Bu yanıtları bu refleksleri hatırlamalıyız.

Benzer bir şey daha “Siz Aleviler niye namaz kılmıyorsunuz?” sorusuna Halil Öztoprak; Siz Sünniler niye namaz kılıyorsunuz? cevabını veriyor? Bunu demeyi bilmek gerekiyor. Bunu bugün Aleviler diyemiyor. Kim diyor? Antikapitalist Müslümanlar diyor. Sünni geleneğinin içinden yeşermeye çalışan daha radikal bir kanat bunu söylemeye çalışıyor. Oysa bu Aleviliğin tarihinde var. Aleviliğin tarihini çalışmak tarih bilinci dediğimiz bunları çalışmak. Yoksa hangi secere kimden kime bağlanıyor? Yok ‘biz Vefayi miyiz?’ Yok başka bir şey miyiz? Kusura bakmayın da bu Aleviliğin tarihini çalışmak değil. Alevi topluluklara dönük bir hizmet de değil. Aksine milliyetçi kök arayışı değirmenine su taşımak. ‘Biz Türkmüşüz’ ‘Horasan’dan geliyormuşuz’ ya da biz ‘Kürt’üz Alevilik öz ve öz Kürtlüktür.’ Hangi milliyetçi akıma mensupsanız ona yontun. Bu çok eskidir, Alevileri Ermeniler de, Rumlar da kendi hanelerine yazmak istemişlerdir bunun örnekleri var biliyoruz.

“DEDELİK KURUMU BÖYLE DEVAM EDERSE ALEVİLİĞİN BAŞ BELASI OLACAK”

Dolayısıyla burada Aleviliğin mevcut kurumları tasfiye olduğu ölçüde bu kurumların giderek tam tersine hizmet etmeye başlayacağını yani örneğin; bugüne kadar dedelik kurumu Aleviliği taşıdı getirdi. Bundan sonra bu haliyle devam ederse dedelik kurumu Aleviliğin baş belası olacak. Çünkü demin sözünü ettiğiniz şeyler yapan örneğin; Ceme girenlere baş örttüren, kadın erkek ayrı oturtan, cem ayinini tümüyle Kuran-i referanslarla yönetenler dedeler.

Dolayısıyla bu sorunun adını açıkça koyalım. Artık Alevi topluluklarının bas bayağı dedelik gibi bir sorunu var. Ve nostaljik bir biçimde dedelerimiz bizi bugüne kadar getirdi avuntusuyla dedeliğin yaratabileceği ve hali hazırda yarattığı sorunları görmezden gelemeyiz. Kendi taliplerini etrafında toplamak isteyen ve bunun için çeşitli taktikler üretemeyen, yeni söylemler geliştiremeyen, çünkü bunların yollarını bilmeyen ama aynı anda taliplerini etrafında tutmak isteyen dede ne yapıyor; ya da o dedeyi istihdam eden cemevi ya da dernek ne yapıyor; Diyor ki ‘bizim de bayramlarda talipleri bir araya getirecek bir şey icat etmemiz lazım yoksa hepsi ramazanda bayram namazına kaçıyor.’ ‘Ne yapalım? Bayram Cemi icat ediyorlar. Bir de süreli cem. Niye bir saat? Çünkü camideki bayramlaşma sürecini gözetiyor. Sonra herkes evine gelecek, evinde de bayramlaşacak. Bunlar da aynısını yapıyor.

“NEDEN RAMAZANDA TALİPLERİ TOPLAMA İHTİYACI DUYUYORSUN?”

Ramazan bayramı bizim mi ki? Neden ben ramazanda talipleri toplama ihtiyacı duyuyorum? Aksine talipleri başka yerde toplamayı becermeliyim ki talibim ramazanda başka yere gitmesin. Yoksa sen bayram cemi yapsan da o talip camiye gitmeye devam ediyor. Ne sağlamış oluyorsun? Sözüm ona dedelik rütbeni yeniden üretmek dışında ne sağlamış oluyorsun? Aleviliğe ağır bir tahribat ve yıkım getiriyorsun. Dede vasfınla bunu yapıyorsun.

“GRİ PASAPORTLU DEDELER SİYASİ FİGÜRDÜR”

Devlet senin bu yaptığını senden daha iyi biliyor. Sonra ne yapıyor; senin cebine gri pasaportu koyuyor ve gönderiyor ve gidiyorsun. Biz basıyoruz çığlığı ‘gri pasaportlu dede istemiyoruz’ diye. Pardon da gri pasaportlu dedeler Almanya’da Fransa’da kimlerle cem yürütüyor? Sen istemiyorsun da bu cemi seninle yürütüyor. Senin üyelerinle yürütüyor. Bu üyelerini tutmak için şu ana kadar ne yaptın? Hiçbir şey. Onların siyasal mücadelesini yürütebilseydin zaten böyle olmazdı. Siyasal bir tepki göstereceklerdi. Çünkü gri pasaportlu dedenin açık anlamı bunun siyasal bir dede olduğu, din adamı vasfı taşımadığı. Ama sen siyasal mücadele yürütemediğin ölçüde kaçınılmaz olarak onu siyasal bir figür olarak görmüyor. Alevi topluluğu, dini bir figür saymaya devam ediyor. Hayır kardeşim değil. O siyasi bir figür. Ona karşı verilecek mücadele de öncelikle siyasi mücadele. Ve bunu da senin vermen gerekiyordu, veremedin.

“ALEVİLİĞİ KAYBETTİĞİMİZDE DÜNYA HALKLARI DA KAYBEDER”

Dolayısıyla Aleviliğin dinsel yapısı bizzat bu siyasi figürler eliyle Alevi örgütlerindeki siyasi figürler eliyle değil, kendini dede sıfatıyla sunan siyasi figürler eliyle dedelik vasıflarının çoğunu taşımayan ama elindeki secereye dayanarak dedelik yürüten fakat dedelik vasıflarından son derece uzak siyasi figürler eliyle tahrip ediliyor. Aleviliği kaybettiğimizde sadece biz kaybetmeyeceğiz tüm dünya halkları kaybedecek. Son derece önemli bir mirası kaybetmiş olacağız. Onun için bunu korumak gerçekten hayati önem taşıyor. Bunun için özel olarak korunması gereken belli bölgeler var.

“DERSİMİ DERSİMLİ KİBRİNE KURBAN ETMEDEN SAHİPLENMEK GEREK”

Mesela kesinlikle bir özgünlük iddiasına, bir kök olduğu iddiasına sarılmaksızın; Dersim coğrafyasına özel olarak sahip çıkmak gerekiyor. Dersim dinsel yapısına özel olarak sahip çıkmak gerekiyor. Ama bunu Dersimli kibrine kurban etmeden yapmak gerekiyor. Dersimin gücü her şeyin başı, kökü olmasında değil Aleviliğin demokratik kandaş özelliklerini bugüne değin yaşatabilme kudretinde. İçinde bulunduğu coğrafyanın avantajıyla, aşiret örgütlenmesinin avantajıyla ve bütün mekanın, Dersim coğrafyasının adım adım, milim milim inanılmaz dokumuş olması, din kendini orada mekana inanılmaz bir biçimde yansıtıyor. Ve Dersimle biz ne diye övünüyoruz? ‘Küçük bir İsviçre’ diye övünüyoruz. ‘Turizm merkezi yapalım.’ Olur yapalım. O zaman görürüz neyi kaybettiğimizi.

“DERSİM FİRİK DEDE’DİR”

Kök ocaklarla övünüyoruz. Kök ocağın içindeki adam bizzat Dersim’de Munzur Üniversitesi’ne Aleviliği pazarlayan değil miydi? Neyle övünüyorsun? Elindeki dede saygınlığını kullanarak ve bugün Dersim bu vb. dedelerle boğuşmak zorunda kalmıyor mu? Firik Dede’yi aşağılayanlar Aleviler değil miydi? Oysa Dersim Firik Dede’dir ve Dersim’de hala hayatta olan ki biri daha hakka yürüdü biliyoruz. Dersim Katliamı’nın tanıklarından son birisi. Orada hala inanılmaz bir birikim var, bu birikim sırf insani birikim değil. Gerçekten mekansal bir birikim. İsterseniz doğal birikim deyin. O anlamda özel hassasiyet gösterilmesi gereken bir bölgedir Dersim.

“ANTOKYA ALEVİ COĞRAFYASININ ÖNEMLİ BİR YERİ”

İkincisi ise Hatay bölgesidir. İlginç bir benzeşme tıpkı Tunceli gibi Hatay ismi de uydurmadır. Antokya’dan bahsediyoruz. Ama bugün hiç kimse Hatay söz konusu olunca rahatsızlık duymuyor. ‘Hatay’ demeye devam ediyor. Ama hepimiz biri ‘Tunceli’ dedi mi ‘hayır Dersim’ diye düzeltiyoruz. Hatay’ı niye düzeltmiyorsun? O da Cumhuriyet’in uydurması. Alevi coğrafyasının bir diğer önemli ayağı. Çünkü Dersim’de Alevilerin mekanda bıraktığı o kuvvetli iz Antokya’da zamanda bırakılmış bir ize dönüşüyor. İnanılmaz benzerlikler var. Oysa Antokya Alevilerini Laskiye’ye inen hat boyunca kimse bizim Alevilerden saymıyor. Gerçekten onlar Alevi, beğenseniz de beğenmeseniz de. Bunlar inanılmaz bir Kuran-i referansla Alevi. Kuran-ı bambaşka bir Kuran olarak inşa etmiş bir Alevi topluluktan bahsediyoruz. Halil Öztoprak da bunu yapıyordu. Referansları Kuran’iydi örneğin.

“TAHTACI BÖLGELERİ DE ALEVİLİĞİ DE İNANILMAZ DEĞERLİ BİR MİRASTIR”

Üçüncü bir grup korunması gereken ama artık kaybedildi ne yazık ki Tahtacı Aleviler. Ne yazık ki milliyetçilik tümüyle bu bölgeyi Sünnileştirdi, milliyetçileştirdi. Bir tek şeyi yapamadı; Tahtacı Alevileri ayakta tutan şey ve bugün ne yazık ki o da ciddi tehdit altında. Aleviler dem alır. Tahtacı Aleviler de iyi içer. Seküler milliyetçilik iddiasında olan kesimler içkilerine dokunmadılar, dinlerini ellerinden aldılar ve hızla milliyetçileştiler. Dinin boşalttığı yere Türklük bilinci yerleştirildi.

Tahtacı bölgeleri de Tahtacı Aleviliği de inanılmaz değerli bir mirastır. Oraya da özel bir dikkat gerekiyor. Ama bugün o hızla tasfiye oluyor. Neye göre tasfiye oluyor? İçki üzerinden tasfiye ediyoruz. Biz Aleviler tasfiye diyoruz. Cemlerimizde dem alındığını, demin de dümdüz içki olduğunu söylemeye korkuyoruz. Bunun alkolizmle şununla bununla cemevlerini, ibadeti meyhaneye çevirmekle bir ilişkisi yok. Biz öyle içeriz ki içtiğimiz kan olur, siz su içseniz içtiğiniz alkol olur. Aleviliğin dini öyle bir dindir ki ne içerse içsin içtiği sadece ve sadece zamanın ruhudur dem dediğiniz, dolu dediğiniz şey. Dem aynı zamanda zaman, kan, nefes demektir. Alevinin içtiği zamanın ruhudur. Onu içerek onunla zamanın hükümdarına kafa tutar.

Cemevlerimizde demli cem yürütemiyorsunuz. En solcuların yönettiği yerlerde bile yürütemiyorsunuz. Hangi Alevilikten söz ediyoruz? O halde geriye ne kaldı ve hangi halkaları nereden nasıl tutacağız? Daha ironik bir ifadeyle Dersim’i Dersimlilerden nasıl koruyacağız? Antokya’yı Kemalist milliyetçiliğe entegre olmaktan nasıl koruyacağız? Antokya’nın Alevileri sıkı Kemalistlerdir. Nasıl koruyacağız?

“ALEVİ TALEPLERİNDE BİR GERİLEME GÖRÜNÜYOR”

Bütün bunlardan yola çıkarak Alevi toplumunun taleplerini yenilemek gerekirse öncelikli olarak nasıl sıralarsınız?

PROF. AYHAN YALÇINKAYA: Örgütlerdeki daralmaya ya da ‘çökmeye’ paralel bir biçimde haklı olarak şunu soruyorsunuz: Alevi taleplerinde de giderek bir daralma bir gerileme hatta bir çökme eğilimi görünüyor.

Dikkat edin Alevilerin Türkiye’de en azından demokratik siyasal mücadeleye kattığı en önemli slogan nedir? diye sorsak ne yanıt veririz? Son 30 yıllın ‘eşit yurttaşlık’ talebi. Neden en etkilisi budur? Eşit yurttaşlık talebi bugün sadece Alevilerin talebi değil. Ermeni etnisitesine ait Türkiye Cumhuriyeti yurttaşlarının da talebi. Kürt etnisitesine ait yurttaşların da talebi. Kürtlerin de siyasal mücadelesinde en önemli kalemlerinden birisi de eşit yurttaşlık oluşturuyor. Ve Alevilerin de diğer sadece Alevi topluluklarına has tüm taleplerini eşit yurttaşlık talebi altında toplamak mümkün mü? Kesinlikle mümkün. Öyleyse Aleviler genel demokratik siyasal mücadeleye kattıkları en genel talebi ifade edebildikleri, bu talep peşinde mücadele edebildikleri ölçüde bu talep kapsamındaki kendi özgün ve özel taleplerini de savunma becerilerine sahiptiler.

“KENDİ TALEPLERİNİ KUŞATAN VE AŞAN BİR SİYASAL HAT SAVUNULMALI”

Tam tersine Aleviler tümüyle Alevilere has taleplere savruldukları ölçüde Alevilerin taleplerini savunamaz hale geldiler. Yani Aleviler kendi taleplerini savunabilmek için kendi taleplerini de kuşatan ama o talepleri de aşan bir siyasal hattı savunmak durumundalar. Eğer bu siyasal hat terk edilirse salt kendine has taleplerle sınırlı bir dünyada devinmeye başlarsanız esasta yapmak istediğiniz o talepleri de canlı tutamıyorsunuz. Yapmak istediğinizi yapamıyorsunuz.

Eşit yurttaşlık talebi canlı olduğu sürece cemevlerinin ibadethane olma talebi de canlıydı. Madımak müze olsun talebi de canlıydı. Munzur’da yapılan HES’lere karşı yapılan mücadele de canlıydı. Ne zaman ki bu talep berhava oldu Alevilerin talepleri sadece ve sadece kendilerine özgün taleplere dönüştü. Dolayısıyla da güçlenmesi umuluyordu tam tersine çöktü. Ve her bir tikel talep iktidarla yürütülen çeşitli pazarlıklar aracılığıyla  tikel olarak karşılanmaya çalışılıyor şimdi.

“EŞİT YURTTAŞLIK TALEBİ DOĞRU ANLATILAMADI”

Doğan Demir niye siyasete girdi? İddiası ne? Alevilerin taleplerini dillendirecek. Hangi talebini dillendirecek Alevilerin? Cemevlerinin ibadethane olarak kabulü sadece ve sadece Alevilerin talebi mi sayılmalı acaba? Yoksa bu talep  esasta eşit yurttaşlık talebine bağlı olarak şu anlama gelmiyor muydu: ‘Ey devlet, sen bir Bakanlar Kurulu kararnamesiyle bu ülkenin  kültürel varlıklarına müdahale edemezsin. İbadethane lafının geçtiği yerde kararnamene; Cami, Sinagog, Havra, Kilise diye yazamazsın. Bunların tümü mescittir ve cemevi de mescittir esasta. Sen bunu tanımlayamazsın.’ Dolayısıyla bu ekseni kaybettiğin anda devletin bunu tanımlama hakkını hiç tartışma gündemine almıyorsun. Diyorsun ki ‘beni de tanımla.’ Hayır eşit yurttaşlık ‘beni de tanımla’ anlamına gelmiyordu. Biz bunu kaybettik. ‘Beni de tanımla’ dediğin yerde şunu da ihmal ediyorsun; bu devlet laiklik iddialarına rağmen artık bunu iddia etme gereği de duymuyorlar tam tersine açıkça kendi İslami anlayışlarına uygun bir  yaşama tarzını dayatıyor. En tepeden ağızlardan ifade ediliyor bu.

Bu devletin senin cemevlerini ibadethane olarak tanıması kadar saçma bir talep olamaz. Tabi ki tanımayacak. Devletin mevcut mantığına mevcut siyasal rejimine mevcut işleyişine aykırı. Tabi ki tanımayacak. Sen imkansız bir talebi gerçek bir talepmiş gibi önüne koyuyorsun. Oysa diğeri mümkün oradan yakalamak mümkün. Dolayısıyla paradoksal bir biçimde Alevilerin talepleri ne zaman ki sadece ve sadece Alevi toplulukların kendine özel talepleri haline gelmiştir o talepleri o zaman güçlenmemiş tam tersine cılızlaşmıştır. Alevilerin talepleri ne zamanki tüm kesimler için aynı zamanda anlamlı talepleri olarak ifade edilebilmiş ve bu haliyle formüle edilebilmişse o zaman bu Alevilerin özgül talepleri güçlenmiştir.

“ALEVİLER BUGÜN BİR TRAJEDİ YAŞIYOR”

Benim cemevi talebimi tanısa ne tanımasa ne? Genel oy hakkım elimden alınmış. Seçme hakkım elimden alınmış. Madımak Müze olsun talebini salt Madımak ile sınırlandırırsan tabi ki Madımak müze olmayacak. Suruç, Roboski, 1915, Dersim, Ankara bütün bunlar gözetildiğinde bütün bu yükü Madımak ile politik bir talep haline getiremiyorsan unut sen Madımak’ın müze olmasını.

Dolayısıyla özgül talepleri özgüllükleri ölçeğinde ancak ve ancak daha yapısal bir durumla  bütünleştikleri ve onu ifade edebildikleri ölçüde güçlenirler ve canlanırlar. Alevi örgütlülüğü ve Alevi toplulukları tamda bunu kaybettiği için biz bugün taleplerinde bir gerilemeye, solgunlaşmaya, önemsizleşmeye ve bu doğrultuda da iktidarın önümüze sunduğu çözüm reçeteleriyle hızla uzlaşma, bütünleşme eğilimine tanıklık ediyoruz.

Alevilerin ibadethanesi cemevidir ve ibadethane olarak tanınsın, talebinden nereye geldik. Bizzat bugün siyasete atılan Doğan Demir’in Diyanet İşleri Başkanı’na yazdığı resmi yazıyı hatırlayın. Cemevi için arsa talep ediyor. Düşünün trajik ama Alevilerin başına gelen bir trajedi. Ve Aleviler kendilerini bir trajedi kahramanı olarak kendilerini inşa ediyorlar ne yazık ki. Trajediyi var eden bir uçurumun varlığıdır. Alevilerle Alevilik arasındaki uçurumu bizzat Alevi topluluklar ve örgütler inşa ediyor. O yüzden Aleviler bugün gerçekten bir trajedi yaşıyorlar.

“BİRLİĞİN YOLU KESİNLİKLE BİR ARADA OLMAKTAN GEÇMEZ”

Son zamanlarda Alevi örgütlerinin birlik arayışları var ve bu temelde zaman zaman bir araya geliniyor, çeşitli deklarasyonlar yayınlanıyor, bunu nasıl yorumluyorsunuz?

PROF. AYHAN YALÇINKAYA: Birliğin yolu hiçbir yerde kesinlikle bir arada olmaktan geçmez. Birliğin yolu tersine bölünmekten parçalanmaktan geçer. Bir olmak demek bazılarının tasfiye edilmesi demektir. Kim kiminle bir olacak? Ne neyle birleştirilecek? Elmayı elmayla birleştirmek istiyorsanız, elmanın içine karışmış armudu ve elmayı ayırmanız gerekiyor.

Birleşmek mi istiyorsunuz siz elma iseniz ki elma Aleviler için kutsaldır. Bunun içine karışmış ayvadan uzak duracaksınız. Ayvadan uzak durmak ne demek? Elma olmayanla bir olamazsınız demek. Onun için diyorum her birlik aynı zamanda bir tasfiye girişimidir. Alevilerse ‘aman bölmeyelim’ diyorlar. Bölmezseniz birlik olmuyor ki. Şimdi ‘birlik olacağız’ diye örneğin; İzzettin Doğan’ın her yaptığı şeyi görmezden gelip hareket etmek başka bir şeydir. İzzettin Doğan’ı özeleştiriye zorlamak başka bir şeydir. Ya da üçüncü bir yol daha var: Bugünkü konjonktürde İzzettin Doğan’ı özeleştiriye zorlamak, hesabını sormak mümkün değil. İzzettin Doğan’ı bugün muhalif bir yere koyuyorsam, Alevilik adına katkıda bulunabilecek bir aktör olarak görüyorsam, İzzettin Doğan ile eylemde yol yürürüm. Ama yıllardır Sivas’a götüremediğiniz biriyle hangi birlikten söz ediyorsunuz pardon?

“EYLEMDE BİRLİK OLMALI”

Eylemde birlik olmalı ama bunun ötesinde bir birlik tartışması böyle yürütülemez. Bu birlik arayışlarını her zaman yapılan ve Alevi örgütlerinin tabandan gelen baskıyı savuşturma biçimi olarak görüyorum. Çeşitli Alevi örgüt aktörlerinin ihtiyaçlarına göre şekillenmiş zorlayıcı girişimleri olarak görüyorum. En önemli birlik girişimlerinden birisi Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı’nın yaptığı büyük Alevi kurultaylarıydı. Başlangıç girişimi oydu. Arkası getirilemedi. Gerçekten de bu kurultaylardan hareketle bir kongre girişimine sahne olabilirdi ve bütün Alevi örgütleri de orada temsil hatta bütün Alevi aktörleri belli ağırlık ölçeğinde üzerinde uzlaşılacak bir çerçeve taslakta bir araya getirilebilirdi. Çok da hoş dururdu.

Alevi Vakıflar Federasyonu, Alevi Dernekler Federasyonu, Alevi Bektaşi Federasyonu bunları yan yana bir fotoğrafta görmek buna zorlamak gerçekte bir birlik oluşturmayacak. Çünkü Alevi tarihinin öylesine önemli kırılma anları var ki isteseniz de istemeseniz de bu örgütlerin seslendikleri kitleler, yanıt vermeye çalıştıkları ihtiyaçlar farklı farklı olduğu için siz istediğiniz kadar birlik iddiasında bulunun o kritik anda o birlik buhar olacak.

Semra ACAR – Ersin ÖZGÜL/İZMİR 

İlgili Haber:
Prof. Yalçınkaya: Alevi örgütleri siyaset yapmak yerine dini örgütlere dönüştü

 

 

 

 

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak