PİRHA- 24. Dönem CHP İstanbul Milletvekili, Prof. Dr. Binnaz Toprak, Türkiye’de Alevi nefretini değerlendirdi. Alevilerin yoğun bir ötekileştirilmeye maruz kaldığını söyleyen Toprak, Türkiye’de özellikle son yıllarda çoğalan bir kutuplaşmanın olduğuna işaret etti. Toprak, “Türkiye bu şekilde gidemez. Böyle bir baskı rejimi altında uzun süre devam edemez. Türkiye’nin değişmesi lazım ve değişecektir inanıyorum” dedi.
Nefret suçu; bir kişiye veya gruba karşı ırk, dil, din, cinsiyet ve cinsel yönelim gibi ön yargı doğurabilecek nedenlerden dolayı işlenen, genellikle şiddet içeren suçlardır.
Nefret suçu, insanlığa karşı işlenmiş olarak görülüyor ve uluslararası hukukta karşılığı var. Ancak günlük yaşamda özellikle inancı, kültürü, yaşam biçimi, dili vb. farklı olan toplum ve topluluklar nefret diline, baskısına ve saldırısına maruz kalıyor.
Türkiye’de geçmişten günümüze nefret saldırılarına maruz kalan toplumlardan biri de Aleviler. Alevilere yönelik nefret saldırıları artarak sürüyor. Devlet tarafından inancı ve ibadethanesi kabul edilmeyen Aleviler, okulda, sokakta, işyerinde, hastane, mahallede, yaşadığı apartmanda aşağılanıyor, hor görülüyor, hakarete uğruyor.
Türkiye’de nefret suçları ile ilgili kapsamlı bir yasal düzenlemenin eksikliği sistematik bir biçimde bu saldırıların devam etmesine de zemin hazırlıyor.
Peki nefret suçu kaynağını nereden ve nelerden alıyor? Yargı Alevilere dönük nefret suçuna karşı ne yapıyor? Demokrasiyi ve eşitliği savunan kurum ve kuruluşlar Alevilere dönük nefret suçlarına karşı ne yapıyor? Tüm bu soruları ve daha fazlasını akademisyen, yazar, tarihçi, hukukçu, insan hakları savunucularına sorduk.
24. Dönem Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) İstanbul Milletvekili ve Akademisyen Prof. Dr. Binnaz Toprak sorularımızı yanıtladı.
“TOPLUMDAKİ BU VİCDANSIZLIK OLAMAZ”
PİRHA: Türkiye’de ve dünyada nefret söylemi ve buna bağlı olarak da nefret söyleminin ortaya çıkardığı şiddet artıyor. Nefret diline daha fazla sarılarak ötekileştirdikleri halkları, inanç kimliklerini, sınıfları, kadını düşmanlaştırıyor. Yine Ortadoğu’da sonu gelmeyen savaşlar bunun en belirgin örneklerinden biri. Siz bu nefret söylemini neye bağlıyorsunuz?
BİNNAZ TOPRAK: Bunu neye bağladığım aslında ne yapılması gerektiğiyle ilgili diye düşünüyorum. Bu nefretin tarihsel kökenleri de var tabi, bu her toplumda var. Yani Amerika’da ırk meselesi üzerinden özellikle siyahilere karşı, Türkiye’de çeşitli mezheplerle ilgili tarihsel kökenleri olan ayrımcılık var. Başka ülkelerde yine etnik köken, mezhep, din vb. gibi ayrımlar var. Yani çok çeşitli tarihsel kökenleri var. Ama bununla mücadele edilmediği sürece de bu söylem ortadan kalkmıyor. Dolayısıyla da neye bağlamaktan çok nasıl ortadan kaldırılması gerektiği hakkında düşünmemiz lazım.
Nefret söylemi dünyada da artıyor olabilir ama Türkiye’de özellikle son yıllarda çok çoğaldı. Çünkü inanılmaz bir kutuplaşma var. Türkiye’de ve bu kutuplaşmadan da yararlanan bir siyasi parti olduğunu düşünüyorum ve özellikle de nefret söylemiyle de bunu gündeme getiren siyasi partiler AKP ve MHP. Dolayısıyla sadece Alevilere karşı değil, farklı cinsel yönelimi olan insanlara karşı, farklı dinden olanlara karşı, farklı ideolojisi, farklı siyasi görüşü olanlara, farklı yaşam tarzı olanlara karşı oluşmuş ve ortalıkta dolaşan müthiş bir kin ve nefret var. Bunun sonunda da insanların vicdanlarını kaybetmeleri söz konusu. Yani bunu Twitter’ı takip eden herkes görüyor aslında. Öylesine insanlar birbirinden nefret eder hale geldi ki. Ben yıllardır Türkiye’de yaşayan bir insan olarak şaşırıyorum. Türk insanı böyle değildi. Böyle olmadığını düşünüyordum. Çok daha vicdanlı insanlardan oluşmuş bir toplum olduğunu düşünüyordum. Derken birden bire hakikaten inanılmaz şeylerle karşılaşıyoruz. Ötekileştirmeyle, karşıdaki insandan nefret etmeyle.
Toplumdaki bu vicdansızlık olamaz. Dolayısıyla çok yaygınlaşmış bir şey ama bundan tabi ki Aleviler de nasibini alıyor. Maalesef Aleviler aslında bundan en çok nasibini alanlar. Son zamanlarda örneğin, Alevi evlerini işaretleme, bir kaç şehirde oldu bu.
“ALEVİLER YOĞUN BİR ÖTEKİLEŞTİRMEYLE KARŞI KARŞIYA KALIYOR”
Aleviler, Türkiye’de nefret söylemine en çok maruz kalan toplumsal kesimlerden biri. Evleri işaretleniyor. Zorunlu din derslerinde nefret söylemlerine maruz kalıyorlar. Alevi toplumuna dönük bu dil sizce kaynağını nereden alıyor?
Kaynağının tabi tarihsel kökenleri var. Yavuz Sultan Selim dönemine kadar götürülen tarihsel bir arka plan var ve özellikle de o Yavuz Sultan Selim dönemindeki Alevi katliamından sonra çok daha azınlıkta kalmış bir Alevi toplumu var Türkiye’de. Dolayısıyla da Sünni çoğunluğun ortasında yaşayan bir toplum.
Benim bu konuyla ilgilenmem şöyle oldu. 2008 yılında Boğaziçi Üniversitesi’nde öğretim üyesiyken medyadan daha genç üç arkadaşla birlikte bir araştırma yaptım. Bir yıl boyunca çeşitli Anadolu şehirlerini gezdik ve bu araştırmanın amacı da o zaman iktidarda olan AKP/Fettullah Gülen koalisyonunun dışında kalan ve ayrım gördüğünü düşünen herkesi kapsayan bir araştırmaydı. Yani gittiğimiz kentlerde farklı kimlikteki insanları bulup, bunların içinde laik olanlar var, öğrenciler var, Kürtler, Romanlar, bulabildiğimiz yerlerde Hristiyanlar vardı. Ama en çokta Aleviler vardı. Çünkü Aleviler hakikaten Türkiye’de öteki diye kabul edilen bir grup. Bu araştırma sırasında inanılmaz hikayeler anlatıldı. Karşılaştıkları ayrımcılıkla ilgili inanılmaz hikayeler dinledik. Bir kısmı hakikaten insanın içini parçalayan hikayelerdi.
“ALEVİ OLDUĞUNU SÖYLEYEMEMEK BİLE KORKUNÇ BİR ŞEY”
Bir kere her şeyden önce kimlik gizleme meselesi ki bu belki bir miktar azalmış olabilir. Alevi olmadığım ve o toplumun içinde olmadığım için çok bilmiyorum. Ama o araştırmayı yaptığımız dönemde Aleviler tarafından bu çok dile getirildi. Mesela bu kimlik gizleme yüzünden ‘Haydar’ gibi bilinen Alevi isimlerinin artık çocuklara verilmek istenmediği. Şöyle şeylerle karşılaştık, yıllarca aynı şehirde yaşamış, küçük şehirde yaşamış insanların birbirini tanıdığı bir şehirde, yakın mekanlarda bulunmuş, hatta aynı toplantılara katılmış insanlar, mesela biz toplantı yaparken birbirinin Alevi olduğunu öğrendi. O zamana kadar bile kimlik gizlendiği için bu söylenmemiş. Benim çok yakın bir arkadaşım vardı. Sünni bir kız anlatıyor, çok yakındık ancak 10 yıl sonra bana ‘ben Aleviyim’ diyebildi veya komşusuyla iyi ilişkisi olan Sünni ailelere ancak bir yıl iki yıl sonra ‘Biz Aleviyiz ama kimselere bahsetmeyin’ dediğini. Aslında bu bile kendi başına korkunç bir şey. Yani bir insanın yaşadığı toplumda kimliğini gizlemek zorunda olması, kimliğine en yakın bulduğu insanlara, arkadaşlarına, komşularına bile anlatamıyor olması bile kendi başına korkunç bir hikaye.
Türkiye’de Alevi nüfusunun ne olduğu da tam bilinmiyor. %20 civarı olduğu tahmin ediliyor ama yapılan araştırmalarda pek çok insan Alevi olduğunu söylemiyor. Benimde akademisyenken yaptığım çalışmalarda, bir kısmı ankete dayalı çalışmalardı ve orada dolaylı sorular sorarak bir takım rakamları buluyorduk. Ama yine de bunlar çok düşük rakamlar. Bildiğim kadarıyla devletin yaptığı nüfus sayımlarında da bu bilgiler sorulmamakta. Bunların yanında, geleneksel olarak Alevilere karşı olan söylemlerden çok bahsetti konuştuğumuz Aleviler. Her şehirde bunlar tekrarlıyordu. Hatta bu araştırma şu açıdan eleştirildi ve Türkiye hakkında genelleme yapamazsınız denildi. Ama bir hikaye tekrarlıyorsa, hep aynı hikaye burada anlatılıyor, Kayseri’de anlatılıyor, Erzincan’da, Erzurum’da, Eskişehir’de anlatılıyorsa orada bir sorun var demektir. Alevilerle ilgili anlatılan hikayeler de aynı şeylerdi ve bunlar Alevilerin çok yakından bildikleri şeyler. En korkuncu mesela mum söndü efsanesi. O kadar çok Alevi bunu söyledi ki hayatımızda kaç kere duyduk veya Alevilerin elinden yemek yenmez, aynı kuyudan su içilmez gibi şeyler ve daha da korkunçları. Örneğin bir Alevi öğrencinin üniversiteden atılması, hocasının Alevidir diye ‘bana dokunma mekruh olacağım’ demesi sonucu ona bir tokat atması gibi. Bunların bir kısmı toplum içinde yaygın olan önyargılarla bağlantılı ve tarihsel de kökenleri var.
ALEVİLERE İŞ VERİLMEMESİ
Ama bu dönemlerde olanlar da var. Mesela bu dönemde olanlardan bir tanesi iş verilmemesi. Anadolu kentlerinde çok fazla şikayet vardı. Alevi olduğumuzu öğrendikleri anda hiç bir işe alınmıyoruz. Ne devlette, ne belediyelerde alabiliyoruz , yani AKP’ye ait belediyelerden bahsediliyor. Peki nereden anlıyorlar dediğimizde, bazen mahallelerden, oturdukları mahallelerde biliniyor bu şehirlerde ve mesela o mahallelerle ilgili şikayetlerden biri de bu şehirler gelişirken, yolları yapılırken, kanalizasyonu yenilenirken Alevi mahallelerine bu hizmetlerin götürülmediği. Aynı şekilde bir takım devlet dairelerinde eskiden çok sayıda Alevi çalışırken bunların hepsinin işine son verildiği ve hemen hemen artık devlette, devlet bürokrasisinde Alevi kalmadığı hakkında şikayetlerdi. Aynı zamanda müftülerin, ilçe belediyelerinin, belediye başkanlarının vs. Alevi köylerini ziyaret ettiğinde, açıktan açığa bir şey ikram edildiğinde ‘biz içemeyiz bunu, mekruhtur’ gibi söylemleri.
O süreçte çok hikaye dinledik. AKP başlarda bir Alevi çalıştayı yaptı. Ben çok olumlu karşılamıştım, bir iki toplantısına beni de davet ettiler, gittim. Uzun boylu 7-8 volümlük bir şey ortaya çıktı. Herkes Alevi sorunları gündeme gelecek diye heveslendi ama orada kaldı. Alevi çalıştaylarının raporu çıktı. Ondan sonra da hiçbir yere varmadı. Dolayısıyla bu önyargıların her toplumda geçmişi olabilir. Ama toplumlar bununla mücadele ederek önyargıları ortadan kaldırabiliyorlar.
“HUKUK SİSTEMİNİN DOĞRU ÇALIŞTIĞI KANAATİNDE DEĞİLİM”
Hali hazırdaki hukuk sisteminin Alevilerden veya ötekileştirilenlerden yana bir artısından bahsetmek mümkün değil. Hukuksal anlamda nefret söylemine ve eylemine dönük yeterli bir mekanizmanın devrede olduğunu düşünüyor musunuz?
Tabi ki düşünmüyorum. Hem de hiçbir şekilde düşünmüyorum. Bir kere hukuk sisteminin bırakın nefret söylemine herhangi bir şekilde doğru çalıştığı kanaatinde değilim. Yani artık bugün bağımsız bir yargıdan, hukuk kurallarına, hukuk normlarına göre karar veren bir yargıdan söz etmek mümkün değil. Bunu herkes görüyor, herkes de söylüyor. Dolayısıyla inanılmaz hukuk ihlalleri yapılmakta. İnsanlar bir cümle söylediler, bir cümle yazdılar diye yıllarca soruşturmaya maruz kalıp, hapishaneye atılabiliyorlar, yıllarca aleyhlerinde delil olmadığı halde hapiste yıllarca kalabiliyorlar. Bunların en çok bilinenleri örneğin, Osman Kavala, Ahmet Altan, Selahattin Demirtaş gibi isimler. Sadece sözle, ellerine tüfek alıp kimseyi öldürmüş falan değiller, katil olan, şiddete başvurmuş ya da hırsızlık yapmış insanlar değil bunlar. Sadece söylemlerinden dolayı hapiste olan insanlar ve çok sayıda tabi başkaları da, aydınlar, gazeteciler vb.
Dolayısıyla Türkiye’de artık hukuk sistemi, bu rejim altında hukukun bağımsız olduğundan ve pek çok insanda artık hukuktan herhangi bir şey beklenebileceği gibi bir ümidin olmadığı kanaatindeyim. Tabi ki hukuk sisteminde de bununla mücadele edilmiyor. Mücadele edilmediği gibi de bu nefret söylemi her gün pompalanıyor.
“TÜRKİYE ÇOK KÖTÜ BİR YOLA GİRMİŞ VAZİYETTE”
Nefret söylemine ve suçuna karşı demokratik kurumlar yeterli refleksi ortaya koyuyor mu?
Türkiye öyle bir ortamda ki hakikaten her yandan sıkışmış vaziyette. Bir kere ekonomi çökmüş vaziyette. Müthiş bir işsizlik var. Özellikle genç işsizlik tavan yapmış durumda. Hukuk sistemi çalışmıyor. Ciddi anlamda bir takım insanın faşizm dediği hadi faşizm demeyelim ona ama çok ciddi otoriter bir sistem altında yaşıyoruz. Yani artık neredeyse demokratik kurumların hepsi dönüştürülmüş vaziyette. Bu hiçbir ülkede örneği bile olmayan, siyaset bilimi literatüründe de örneği olmayan, bize özgü dedikleri Cumhurbaşkanlığı sistemi adı altında kurulan sistem meclisi de etkisiz hale getirdi. Yani bütün bunların olduğu bir ortamda artık bırakın nefret söylemiyle uğraşmayı, demokratik dediğiniz kurumlar neyle uğraşacağını şaşırmış vaziyette. Bende bu platformların bir kısmında çalıştığım için yakından da biliyorum, o kadar çok sorun var ki, hangi sorunla uğraşacağınızı şaşırmış vaziyettesiniz ve de zaten nefret söylemi hakkında bazen biri hakkında nefret sözleri söylendiğinde buna karşı imza kampanyaları falan başlatılıyor. Ama gerçekten de insanlar neyle uğraşacağını şaşırmış durumda. Türkiye çok kötü bir yola girmiş vaziyette ve belki de yeterince uğraşılmıyor.
Benim milletvekili olduğum 24. Dönemde nefret söylemine karşı pek çok kanun teklifi verildi. Hem CHP hem de HDP tarafından verildi. Hepsi reddedildi. Bunların hiçbiri meclisten geçmedi. Dolayısıyla bu sadece kanunla, yasayla olacak bir iş de değil, başka şeyler yapmak lazım.
“MEDYA ARTIK KENDİ GÖLGESİNDEN KORKUYOR”
Nefret dilinin topluma yayılmasında başta rol oynayan güçlerden biri de medya. Gücü, sermayeyi ve zor aygıtını elinde tutan hegemonik odakların ideolojik zehrini kusuyor, toplumu ideolojik bombardımana tutuyor. Medya bu dili neden kullanıyor, kaynağını nereden alıyor?
Bu dili medya neden kullanıyor, halk neden kullanıyor, hepsi aynı kapıya geliyor. Merkez medyadan bahsediyorsak, artık merkez medyanın daha demokrat, daha liberal, daha hakkaniyetli vb. bir dili herhangi bir konuda kullandığını görmüyorum. Örneğin televizyona çıkan tırnak içindeki uzmanlara bakın, her konuyu bilen uzmanlar ve hep aynı uzmanlar, hep aynı şahıslar. Bunların büyük bir çoğunluğu da erkekler ve de medya da artık kendi gölgesinden korkuyor. Dolayısıyla da kendi kendini sansürlüyor. Tabi merkez medyada herkes kullanmıyor bu dili. Yani alında haberleri verdiklerinde siyasiler bu dili kullandıkları için özellikle hem Cumhurbaşkanı hem Devlet Bahçeli hem de AKP ve MHP’nin diğer yetkilileri. İçişleri Bakanı’ndan tutun bazen başka bakanlara veya yetkililere kadar, kullandıkları için tabi haber olarak verdiklerinde bu dil televizyonlardan da yayınlanıyor.
Şahsen medyanın sansürlenmesi taraftarı değilim. Başka bir iktidar olsa böyle şeyler sansürlensin demezdim. Çünkü bunun bir çare olduğu kanaatinde değilim. Yani mücadelenin sansür yoluyla değil de başka alanlarda yürütülmesi lazım. Çünkü sansüre bir başladınız mı nerede bitmesi gerektiği de belli olmuyor.
“HER KONUDA YENİ BİR SİYASET TARZI LAZIM”
Yeni bir siyaset yapma tarzı oluşturmak, geliştirmek, yaratmak gerekiyor; hatta yeni öznelerin sahaya inmesi, oluşturulması, bu sürece müdahale etmesi gerekiyor. Nefret söyleminin ortadan kalkması için ya da en azından azaltılabilmesi için neler yapılmalı?
Yeni siyaset tarzı çok uzun bir iş. Her konuda yeni bir siyaset tarzı lazım. Ekonomisinden tutun, bağımsız ve özerk bir merkez bankası olmasına kadar yani neredeyse iki hafta da bir merkez bankası başkanı değiştiriliyor. Doları, Eurosu vs. anında yerlerde sürünmeye başlıyor, cezasını biz vatandaşlar çekiyoruz. Yani oradan, ekonomiden tutun, hukuk devletinin yeniden inşa edilmesi, bu rejimden kurtulup eskisine göre daha iyi, güçlenmiş bir parlamenter sistemin inşa edilmesi, nefret söylemiyle mücadele edilmesi.
Yeni bir vizyonun çok çeşitli boyutları var. Yeni bir anayasadan tutun ki bu ortamda yapılabileceği kanaatinde değilim, yani bu ortam değiştikten sonra, bu rejim değiştikten sonra ancak sivil bir anayasa yapılabilir. Ama onunla birlikte bütün yasaların, siyasi partiler kanununun, seçim kanununun, dernekler kanununun, bütün bunların demokratikleştirilmesi lazım. Türkiye bu şekilde gidemez. Böyle bir baskı rejimi altında uzun süre devam edemez. Türkiye’nin değişmesi lazım ve değişecektir inanıyorum. Tarihe baktığınızda hiçbir zaman bu tür baskı rejimleri uzun soluklu olmuyor. 2023 yılında seçimler olduğunda değişeceği kanaatindeyim. O değişiklikle birlikte yeni bir Türkiye’nin yaratılma sürecinin başlayacağını ve bu süreçte herkesin yani bütün kimliklerin rolünün olacağını düşünüyorum. İnsanların kendi kimliğiyle, ötekileştirilmeden, dışlanmadan mutlu olarak yaşayabileceği, kendi kimliğinden gurur duyabileceği, aynı şekilde düşüncelerini serbestçe ifade edebileceği, üniversitelerin özgür ve özerk olabileceği, bütün eğitim sisteminin yeniden ele alınıp cidden çağdaş bir eğitim yönünde öğrencilerin yetiştirileceği gibi.
Bu önyargıların kırılması meselesi eğitim sisteminden başlayarak, medyasından, çekilen filmlerden, yazılan kitaplardan vs. topyekün bir seferberlikle olabiliyor. Dolayısıyla Türkiye’de bununla mücadele edilmesi lazım diye düşünüyorum ve aslında bunu AKP’nin yapması çok tuhaf. Çünkü AKP ve AKP’nin temsil ettiği kitle de tam da bu tür ayrımcılığa zamanında maruz kalmış bir kitle.
Diren KESER-Diren SATI/PİRHA
İlgili Haberler
1-Akademisyen Kaya: Alevilere yönelik nefret çok derinlerde, eskiye dayanıyor-VİDEO
2-Avukat Eren Keskin: Alevilerin hakları birçok kez ihlal edildi-VİDEO
3-Tarihçi-Yazar Erdoğan Aydın: Nefret suçu doğrudan rejimle bağlantılıdır-VİDEO
4-‘Alevi örgütleri nefret saldırılarına karşı ortak tavır geliştirmeli’-VİDEO
5-‘Aleviler, tarih boyunca nefret suçuna maruz kaldı’-VİDEO
6-‘Alevi düşmanlığı bu toplumun genlerinde var; iflah olmaz’-VİDEO
7-‘Aleviler kuşatmayı ve tecridi yaşıyor; nefret dili ile düşmanlaştırılıyor’- VİDEO
8-‘Hak temelli bir anayasal düzenleme yapmadan nefret söylemi azalmaz’-VİDEO
9-‘Nefrete karşı demokrat Sünniler, Aleviler, Ermeniler bir araya gelebilmeli’-VİDEO
10-‘Nefret dilinden kurtulmanın tek yolu eşit vatandaşlıktan geçiyor’-VİDEO
11-‘Nefret dilinin kayda geçmeyen yüzünde Alevi kadınlar var’-VİDEO
12-CHP’li Başarır: Alevilere yönelik nefrete karşı hukuksal mekanizma işletilmiyor-VİDEO
13-Orhan Aydın: Nefret söyleminden sevgiyle ve aşkla birlikte çıkacağız-VİDEO
Yoruma kapalı.