PİRHA – Ortaca olaylarını gazetelerin Alevi-Sünni çatışması gibi verdiğini söyleyen dönemin tanığı Sultan Aydın, “Gazeteciler, fotoğrafımı çektiler. Sonra da tüfeği çocuğa vermemi istediler. Önce kabul etmedim ama gazeteciler ısrar edince silahı Birsen’e verdim. Onun da fotoğrafını çektiler. Daha sonra gördük ki gazeteciler fotoğrafımızla birlikte ‘Ortaca’daki Kadınlar Silahlandı-Kadınların Namus Nöbeti’ diye başlık atmışlar. Halbuki biz ne nöbet tuttuk ne de savaşa gider gibi silahlandık” dedi.
Muğla’nın Ortaca ilçesinde 5 Haziran 1966 yılında Sünniler ve Aleviler arasında çıkan toprak kavgası nedeniyle çıkan olaylar, 53 yıldır “Alevi Katliamı” olarak biliniyor. Olayın katliam olmadığını savunan dönemin tanıkları, o dönem gazetelerin attıkları manşetlere ve olay yerine giden gazetecilerin olayı nasıl çarpıttığına işaret ettiler. Tanıklar, Hürriyet ve Cumhuriyet gazetelerinin Ortaca’ya gelip haber yaptıklarını söyleyerek, “Alevi olan birkaç kadının eline silah verilerek, fotoğraf çektirdiler. Ertesi gün ise manşetlerde ‘Ortacalı kadınlar ayaklandı’, ‘Ortaca’da katliam’ ve ‘Aleviler camiye saldırıyor’ şeklinde başlıklar attılar” hatırlatmasında bulundular.
3 KURŞUNLA VURULMUŞ
Olayda yaşamını yitiren Halil Sarı’nın kardeşi İlyas Sarı, “Ağabeyim 1951 doğumlu. Akşam vakti işten gelip duşunu aldı. Aynanın karşısında saçlarını taradığını iyi hatırlıyorum. Yemeğini yedikten sonra tıraş olmak için çarşıya gitti. Berberde tıraş olup dışarı çıktıktan sonra kalabalığı görünce bir dükkana girip sığınmış. Silah sesleri kesilip olaylar bitinceye dek burada saklanmış. Saat 22.30 civarında eve dönmek için yolda yürürken, Karakol Komutanı Uzatmalı Çavuş tarafından 3 kurşunla vurulmuş. Ağabeyim 13 gün Muğla Devlet Hastanesi’nde yoğun bakımda kaldı ama kurtarılamadı” dedi.
DÖNEMİN BELEDİYE BAŞKANI: KİMSE OYUNA GELMEYECEK
O dönemin Belediye Başkanı olan Hüseyin Yılmaz’ın oğlu Rıza Yılmaz, olaylar sırasında 25 yaşında olduğunu söyleyerek şunları belirtti:
“Terzi dükkanım vardı. Köylülerin Ortaca’ya yaptığı yürüyüş akşamı sinemadaydım. Sinemaya yapılan saldırıda bana sopa ile vurmak isteyen birini engelledim. Kalabalık grup dükkanları taşlamaya başladı. Silah atılıyordu. Durumu babama haber etmek için Ortaca Lisesi yanında bulunan evimize gittim. Alevi vatandaşlar da bizde toplanmışlardı. Ellerinde silah olan bazı gençler de çarşıdaki harekete karşı koymak istiyordu. Babam bağırarak onlara şöyle seslendi: ‘Bana bakın buradan hiç kimse çarşıya gitmeyecek. Okulun kapısından dışarı çıkanı bu adam katil diye devlete kendi ellerimle teslim ederim. Burayı terk eden bizden değildir.’ Ben babama ‘Saldırganlar, dükkanları taşlayıp camları kırıyorlar’ dedim. Fakat o, ‘Bırakın taşlasınlar, isterlerse yağmalasınlar, yaksınlar. Devlet bizim zararımızı tek kuruşuna kadar öder. Bizden kimse bu kışkırtmada oyuna gelmeyecek ve çarşıya gitmeyecek. Oturun oturduğunuz yerde’ dedi. Bana da ‘Sen benim sözcümsün, tüm arkadaşlarına söyle buradan çarşıya kavga etmek için kimse gitmeyecek’ dedi.”
“NE NÖBET TUTTUK NE DE SAVAŞA GİDER GİBİ SİLAHLANDIK”
Olayın gerçekleştiği dönemde 33 yaşında olan Sultan Aydın evinin bugünkü Ortaca İlköğretim Okulu’nun batısında olduğunu söyledi. Kayınpederinin evinin Sütçüler Sokak’ta olduğunu dile getiren Aydın, “Ortaca’da çıkan kargaşadan sonraki günlerde kayın pederim yanında kalmamızı istedi. Biz de öyle yaptık. Gündüzleri hayvanlarımızın bakımını yapmak için kendi evimize gider, akşama da geri dönerdik. O günlerde her yer hayıtlıktı. Yol güzergahımız tenha olduğundan yanımda eşimin tüfeğini de götürmüştüm. Ata binen kızım Birsen ile birlikte yürüyerek eve yaklaştığımda gazeteciler denk geldi. Bize ‘Ne bu hal, bu tüfek neyin nesi?’ diye sordular. Ben de ‘evimiz ıssız yerde, kocamın gözleri az görüyor, ayakları da topal. Ne olur ne olmaz diyerek eşimin tüfeğini aldım’ dedim. Gazeteciler, fotoğrafımı çektiler. Sonra da tüfeği çocuğa vermemi istediler. Önce kabul etmedim ama gazeteciler ısrar edince silahı Birsen’e verdim. Onun da fotoğrafını çektiler. Daha sonra gördük ki gazeteciler fotoğrafımızla birlikte ‘Ortaca’daki Kadınlar Silahlandı- Kadınların Namus Nöbeti’ diye başlık atmışlar. Halbuki biz ne nöbet tuttuk ne de savaşa gider gibi silahlandık. Elbette olaylardan tedirgin olduk. Gazetelerde ise yaşanan gerçekler yerine, gazetecilerin uydurduğu ve abarttığı haberleri görmek bizi daha çok tedirgin etti” diye konuştu.
“ULUSAL GAZETE MUHABİRLERİNİN ABARTILI HABERLERİ EKLENDİ”
Sultan Aydın’ın oğlu İskender Aydın da annesinin söylediklerinin tamamen doğru olduğunu söyleyerek, şunları kaydetti:
“Gazetecilerin annem ve ablamın silahlı fotoğraflarını kullanarak, tamamen kendilerinin kurguladığı haberleri keserek sakladık. Tabi o dönemde bağnaz düşüncelere sahip bazı insanlar, Alevilere un satmamaları için Sünni esnafları tehdit etmişlerdi. Bu nedenle babam Söke’ye gidip bir kamyon un getirdi ve çarşıya dükkan açtı. Buradaki Alevi vatandaşlar da bizim sattığımız unları alıp ekmek yaptılar. Kolluk kuvvetlerinin, yaşanan hadiselerin öncesindeki gelişmelere duyarsız kalması olayları istenmeyen boyutlara taşımıştı. Üstüne bir de ulusal gazete muhabirlerinin abartılı haberleri eklenince, Türkiye’nin bazı bölgelerinde infiale varan tedirginlikler yaşandı. Ancak, gerçeği araştırmak kimsenin aklına gelmemişti.”
“EN BÜYÜK SUÇLU DÖNEMİN KARAKOL KOMUTANLIĞINI YAPAN UZMAN ÇAVUŞTU”
Olayın yaşandığı zaman kahvede oyun oynadıklarını belirten Ramazan Okur ise, “Fevziye Köyü’nden gelen adamlar Tuğlu’nun işçilerine saldırınca ayırmak için araya girdik ama kavgayı önleyemedik. Birkaç gün sonra gazetelerde ‘Aleviler Ortaca’da kahve bastı’ diye haber yaparak sanki bir Alevi- Sünni çatışması varmış izlenimi verdiler. Hiç alakası yok. Ortaca halkı, Alevi vatandaşlarıyla yıllarca kardeş gibi geçinmiştir. Öyle olmasaydı, Ortaca’da Alevi vatandaşlarımız azınlıkta olmasına rağmen Belediye Başkanı olarak bir Alevi vatandaşımız olan Hüseyin Yılmaz’ı reis olarak seçer miydi? Ama bu işte bana göre en büyük suçlu, olaylar karşısında çok pasif kalan dönemin Karakol Komutanlığı’nı yapan Uzman Çavuştu” dedi.
“ALEVİLER VE SÜNNİLER KARDEŞLİK İÇİNDE YAŞIYORLARDI”
Mehmet Aysel de dönemin Muğla Milletvekili Turhan Şahin’e bir telgraf çektiğini belirterek, şöyle konuştu:
“Bu telgrafı çekmekteki amacım, Turhan Şahin’in ve diğer milletvekillerinin Ortaca’ya gelip, Alevi ve Sünni vatandaşlar arasında yaratılan yapay husumetin giderilmesini ve barışın sağlanmasını istemekti. Zaten çıkan husumet her iki tarafın içinde taşkınlık yapan şahısların ortalığı germesiyle oluşmuştu. Yoksa sağduyulu Sünni ve Alevi vatandaşlarımız yıllardır kardeşlik ve dostluk içinde yaşamlarını birlikte sürdürmekteydi. Vali Hasan Basa, Cengiz Topel İlkokulu’nda bir barış toplantısı yaptı. Ama istenen sonuç alınamadı. Olaylardan iki hafta sonra Ortaca’ya İstanbul Teknik Üniversitesi Talebe Birliği Başkanı Baykan Kalaba, Osman Saffet Arolat, Haydar Gürbüz ve Hasan Yalçın isimli öğrenciler geldi. Ben Eyüp Çete’nin minibüsünü kiraladım ve bu öğrencilerle birlikte Fevziye Köyü’ne giderek Kamil Ersoy ile buluştuk. Buradan asıl olayların başlangıç noktası olan Akçagöl’e ulaştık. Öğrenciler arazi üzerinde incelemede bulundular. Tuğlu’nun hırpalanmış traktörünü görüntülediler. Gençler, kahvelerde ve Cengiz Topel İlkokulu’nda bir toplantı yapıp olayın taraflarına barış anlaşması imzalattılar. Onların bu girişimiyle barış sağlandı. Bu barış metni ‘Ehlibeyt Yolu Gazetesi’nde yayınlandı. Bu gazeteyi de Ortaca’da Ali İzmir dağıttı.”
“MEZHEP KAVGASI DEĞİL, TOPRAK KAVGASIYDI”
Dönemin tanıklarından Ramazan Gökmen, “Kaynım Murat Acar ile birlikte Çürükardı mevkiindeki evimizden çıkıp un öğütmek için Ortaca değirmenine gitmiştik. Değirmene vardığımızda daha önce münakaşa yaptığımız Tuğlu’nun (Nazmi Yavuz) işçilerinden Gönü Kara lakaplı Ramazan Sarı, İsmail Karakuş ve Yöreksiz lakaplı Turgut Zincir bize saldırdı. Tabi bu adamlar, daha önce Akçagöl ile Akdoğan Ovası’nda çok dayak yediler. Değirmenci Süleyman Ertuğrul, beni değirmenin içine saklayıp üzerimden kapıyı kilitledi. Onun sayesinde kurtuldum. Adamlar bizim Murat’ı biraz hırpalamışlar. Daha sonra millet dağıldı. Yerbelen Mahallesi’nden Tevfik Erdem, bizi Dalaman Çayı’na kadar geçirdi ve biz köye döndük. Gazeteler bunu Sünniler, iki Alevi vatandaşı dövdü diye yazmışlar. Halbuki döven de dövülen de Sünni. Bu bir mezhep kavgası değil, toprak kavgasıydı” dedi.
Rohat EMEKÇİ/İsmail SİVASLI
Yarın Ortaca Olayları Dosya 3: Alevi Sünni çatışması değil, arazi kavgasıydı
İlgili haberler:
Yoruma kapalı.