PİRHA- Refika Selim, Suriye’de Alevilere yönelik saldırıların belleği ve sürekliliği yok etmeyi hedefleyen kapsamlı bir soykırım stratejisinin bir parçası olduğunu söyledi. Şiddetin kadınlar üzerinden toplum onurunu ve direnişini kırmayı amaçladığını belirten Refika Selim, “Dün Ezidi bugün ise Alevi kadınlara yönelik saldırının yalnızca bir savaş refleksi değil, çok daha derin bir toplumsal ve ideolojik hesaplaşmanın ürünüdür” dedi.
Suriye’nin batısındaki Lazkiye, Dera, Humus ve Tartus kentlerinde HTŞ’ye bağlı gruplar, SMO ve IŞİD’in, Alevileri hedef aldığı saldırılarda binlerce sivil katledildi, binlercesi ise alıkonuldu veya yerlerinden edildi. Bu saldırılardan en çok etkilenen kesim ise kadınlar ve çocuklar oldu. Soykırım saldırıları devam ederken son bir ayda çok sayıda kadın, çeteler tarafından kaçırıldı.
Suriye’de Alevilere yönelik soykırım saldırılarında kaçırılan kadınların akıbetine dair uluslararası güçlerin sessizliğini eleştiren Refika Selim, öz savunma imkânlarından yoksun bırakılan Alevilere yönelik Esad’ın yönetiminin “kalıntılarını” temizleme iddiasıyla başlatılan intikam saikli saldırıların Alevi toplumuna karşı uzun süredir biriken mezhepsel ve ideolojik nefreti meşrulaştırmanın aracına dönüştürüldüğünü dile getirdi.
“ALEVİLER, SURİYE VE TÜRKİYE’DEKİ ‘DİKENSİZ GÜL BAHÇESİ’NE ENGEL GÖRÜNÜYOR”
HTŞ (Heyet Tahrir el-Şam) ve Türkiye destekli Suriye Milli Ordusu (SMO) güçlerinin kontrolü altına giren bölgelerde Alevi sivillere yönelik sistematik saldırıların tüm hızıyla sürdüğünü hatırlatan Refika Selim, ” ‘Esad artığı’ söylemiyle Alevilere yönelik başlatılan soykırım saldırılarının meşrulaştırılmak istenmesi, tarihten bugüne uzanan Alevi karşıtı nefreti gizlemeye yönelik ideolojik bir örtüdür. Oysa gerçek şu ki, Aleviler tarih boyunca defalarca katliamların hedefi olmuş, varoluşları inkâr ve imha politikalarıyla bastırılmak istenmiştir. Bugün Suriye’de yaşananlar, yalnızca güncel politik bir hesaplaşmanın sonucu değil; radikal Sünni İslam’ın Alevi kimliğine duyduğu ezeli nefretin devamıdır. Bu yapı, hem Suriye’de hem Türkiye’de dikensiz bir “gül bahçesi” yaratmak isteyen radikal siyasal İslam’ın önünde bir engel olarak Aleviliği görmektedir” dedi.
“ALEVİ NEFRETİ SINIR AŞAN BİR TEHDİT OLDU”
Tarihsel Alevi nefretinin sınırları aşan bir tehdit olduğunu söyleyen Refika Sağlam, “Bu bağlamda Suriye’de gerçekleştirilen saldırılarla iki hedef aynı anda gözetilmektedir. Bir yandan Suriye’deki Alevi nüfus yok edilmekte ya da direnemeyecek kadar azaltılmak istenmekte, diğer yandan Türkiye’deki Alevilere de açık bir mesaj verilmekte, sindirme ve yıldırma amaçlı bir tehdit ortamı yaratılmaktadır. Türkiye’de sosyal medyada dolaşıma sokulan yeni katliam imaları, Alevilerin hak mücadelesini “siyasal Alevilik” diye hedef gösteren söylemlerle birleştiğinde, bu nefretin yalnızca sınır aşan bir söylem değil, sınır aşan bir tehdit olduğunu da ortaya koymaktadır” diye belirtti.
“ESAD BAHANE, HEDEF DOĞRUDAN ALEVİLİĞİN KENDİSİDİR”
‘Esad kalıntıları’ söylemiyle gerçekleşen saldırıların Alevleri yönelik ideolojik nefretin meşrulaştırmanın aracına dönüştüğünü kaydeden Refika Selim şunları söyledi:
“Esad yalnızca bir bahanedir; hedef doğrudan Aleviliğin kendisidir. Çünkü Alevilik, temsil ettiği sevgiye dayalı, özgürlükçü, barışçıl, eşitlikçi, toplumsal dayanışmacı yaşam biçimi ile radikal İslam’ın tahayyül ettiği toplumsal yapıyla taban tabana zıttır. Alevi inancında kadın ve erkek toplumsal yaşamda eşit öznelerdir; birey değil, topluluk esastır. Alevilik, yalnızca kendi maruz kaldığı haksızlıklara karşı değil, dünyanın her yerindeki adaletsizliklere karşı direnişi savunan bir inanç sistemidir. Bu yapısıyla, ataerkil ve otoriter radikal İslam anlayışı için doğrudan bir tehdit ya da en azından sürekli bir huzursuzluk faktörü oluşturmaktadır.”
“KADIN ÜZERİNDEN TOPLUMUNUN ONURU VE DİRENİŞİ KIRILMAK İSTENİYOR”
Önceki yıllarda Ezidi kadınlara yapılanların şimdi ise Alevi kadınlara dayatıldığına vurgu yapan Refika Selim, bunun tesadüfi olmadığını aksine sistematik bir politika olduğuna işaret etti. Refika Selim şöyle devam etti:
“Dün Ezidi bugün Alevi kadınların bu katliamların merkezinde yer alması kesinlikle bir tesadüf değildir. Tarih boyunca her iki topluluğun kadınları, toplumsal yaşamın her evresine eşit özne olarak katılmış, karar süreçlerinde yer almış, direnişin ve sürekliliğin taşıyıcısı olmuşlardır. Kadın, bu anlamda sadece bir birey değil, bir kültürün, bir inancın, bir toplumsal yapının sürekliliğinin de garantörüdür. İşte bu yüzden, savaş ve katliam süreçlerinde kadın en ağır biçimde hedef alınır. Kadın bedeni tarih boyunca savaş ganimeti yapılmış; esir alınmış, satılmış, cinsel şiddete maruz bırakılmıştır. Ama bu şiddet yalnızca bireysel değildir, stratejiktir; kadın üzerinden tüm bir toplumun onuru ve direniş gücü kırılmak istenir. Ancak kadınlara yönelik bu saldırılar, yalnızca bir savaş refleksi değil, çok daha derin bir toplumsal ve ideolojik hesaplaşmanın ürünüdür. Alevi ve Ezidi kadınların yaşam tarzı, varoluş biçimi, toplumsal eşitlik ve özgürlük temelli duruşu, bölgede kurulmak istenen radikal İslamcı toplumsal yapıyla taban tabana zıttır. Çünkü bu kadınlar yalnızca görünür değildir; aynı zamanda belirleyici, yönlendirici, direnişi besleyen öznelerdir.
KADIN HAFIZASINA TAHAMMÜL EDEMEZLER
Alevilerde olduğu gibi Ezidi toplumunun tarihinde de güçlü kadınların olması, Dayê Esmer, Neam Khatun ve Mayan Khatun gibi güçlü kadın karakterlerin yer alması; mitolojilerinde “Maka Ezid”, “Siltan Ezid”, “Siti Zin” gibi kadın figürlerinin bugüne kadar ulaşması, bu toplulukların da kadın merkezli direniş hafızasının ne kadar derin olduğunu göstermektedir. Radikal gerici İslam, bu hafızaya, bu görünürlüğe ve bu güce tahammül edemez. Kurmak istediği ataerkil, itaatkâr ve baskıcı düzende böylesi bir özgürlük ve eşitlik odağına yer yoktur.”
“BELLEĞİ YOK ETMEK İSTİYORLAR”
Refika Selim, Alevi kadınlara yönelik şiddetin bir ‘öç alma’ dışında, belleği yok etmeyi hedefleyen kapsamlı bir soykırım stratejisinin bir parçası olduğuna ifade etti. Refika Selim, “Radikal gerici İslam, bu kadınların temsil ettiği yaşam biçimine tahammül edemez; kurmak istediği itaatkâr ve erkek egemen toplumsal düzende böylesi bir güç odağına yer yoktur. Bu tür toplumları ve yasam biçimlerini kurmak istediği düzeni tehdit eden bir öge olarak görür. Dolayısıyla dün Ezidi bugün Alevi, kadınlara yönelik şiddet, geçici bir ‘öç alma’ değil, aynı zamanda geleceği hedef alan, belleği ve sürekliliği yok etmeyi amaçlayan kapsamlı bir soykırım stratejisinin parçasıdır. En sonunda şunu da unutmamak gerekir; siyasal İslam’ın bu coğrafyada yaptığı ilk katliam değildir bu; Alevi olmak da gerekmiyor. Son yıllarda Kürt halkına uygulanan şiddet ve katliamın listesi buraya sığmaz” diye konuştu.
Ersin ÖZGÜL/ALMANYA
Yoruma kapalı.