PİRHA- Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker PİRHA’ya konuştu. Öker, Cumhurbaşkanına Yezit dediği için yargılandığı davada aldığı hapis cezası ile Alevilerin inançsal sorunları, okullarda hala uygulanan zorunlu din dersi ve Avrupa’da ve Türkiye’de verilen Alevilik mücadelesine ilişkin sorularımızı yanıtladı.
6 Nisan’da Berkin Elvan davasını izlemek için Çağlayan Adliyesi önündeyiz. Avrupa Alevi Birlikleri Konfederasyonu Onursal Başkanı Turgut Öker de Berkin Elvan’ın duruşmasında. Öker ile Aleviliğe dair konuştuk. Maraş Katliamı protestosu sırasında yaptığı konuşmada Yezit kelimesini kullandığı için hapis cezasını almasını, “Bu karar bize, ‘Siz Aleviler yakın tarihinizdeki katliamları unutun’ mesajı veriyor” diye yorumladı.
Zorunlu din dersine yönelik etkili mücadelenin önemine değinen Öker, “Zorunlu din dersi mağdurları olan aileler, çocuklar, Alevi kurumları, bu noktada karşı bir mücadele içerisine girmediklerinde sadece AİHM salonlarında verilen kararların bu değişimi gerçekleştirmeyeceğini görüyoruz” dedi.
Alevi Bektaşi İnanç Kurulu’na ilişkin de “Atılan adımı son derece önemli görüyorum” diye konuştu.
İşte AABK Onursal Başkanı Turgut Öker ile yaptığımız röportaj…
PİRHA-Geçen yıl Maraş Katliamı’nın yıldönümünde bir protesto konuşması yaptınız. Burada cumhurbaşkanına hakaret ettiğiniz iddiasıyla yargılandınız ve 11 ay 20 gün hapis cezası aldınız. Sizce bu ceza ne anlama geliyor? Nasıl değerlendiriyorsunuz?
Öker- Maraş Katliamı’nın Aleviler açısından da bizim kuşak açısından da bir dönüm noktası olduğu aşikar. Niye dönüm noktası? Çünkü 70’li yılların sonuna doğru yani katliamın gerçekleştiği 1978 yılında bizler lise öğrencileriyiz. Bu ülkede ciddi bir baskı, ciddi bir askeri diktatörlüğe doğru bir evrilme var. Arka arkaya katliamlar gerçekleştiriliyordu. Ben o süreçte Sivas’ta okuyordum. Aslında Aralık Maraş Katliamı’ndan önce 4 ve 5 Eylül’de Sivas’ta aynı içerikli bir katliam gerçekleştirildi. Bunu biz fiilen yaşadık. En azından sonuçlarını gördük. Dolayısıyla Maraş katliamı sonrasında 12 Eylül askeri faşizmi gündeme geldi. Binlerce insan yerinden yurdundan oldular. Ben 78-79’da katliamdan sonra cezaevindeydim. 1 yıl cezaevinde kaldıktan sonra yurt dışına çıktım. O açıdan gerek Sivas’ın köylerinden gerek Maraş’ın, Dersim’in, Malatya’nın, Erzincan’ın Alevilerin yoğunlukta olduğu şehirlerdeki insanların katliam sonrası yerini yurdunu terk edişini birebir yaşadım Avrupa’da. O açıdan da yıllarca biz yurt dışında Maraş Katliamı’nın mağdurlarıyla da birebir iç içe olduk. Arkasından 93’ten sonra Madımak Katliamı’yla birlikte Alevi hareketi gündeme geldi. Örgütlenme katliam sonrası kitleselleşti. Ama Maraş katliamıyla ilgili ona karşı tepki, mağdurlarının ona karşı duygularını ifade etmesi bir türlü gündeme gelmedi. O açıdan biz ancak Alevi hareketi olarak katliamın 30. yılında ilk kez Adana’da bir miting yaptık. Düşünün katliam Maraş’ta gerçekleşmiş protesto mitingi Adana’da gerçekleşti.
“SİZ ALEVİLER YAKIN TARİHİNİZDEKİ KATLİAMLARI UNUTUN MESAJI VERİLİYOR”
Bu cezayı Alevilere gözdağı olarak değerlendiriyor musunuz?
Bunu bence bir bütün olarak süreçle bağlantılı olarak ele aldığımızda son 30 yıla yakındır Aleviler yıllarca ne Koçgiri’yi, ne Dersim’i, ne Sivas’ı, ne Çorum’u, ne Maraş’ı gündemlerine aldılar. Katliamın olduğu yerlere bile gidemediler. Maraş’ta topluca katledilen insanların cenazeleri römorklarla kuyulara döküldü. Hala birçok aile o dönemde katledilen insanların mezarının nerede olduğunu bilmiyor. Yani bir bütün olarak ele alınırsa aslında biz Aleviler kendi travmamızla hesaplaşıyoruz. Yani yakın tarihteki katliamları gün ışığına çıkararak bu katliamların tekrar yaşanmaması için duyarlılık yaratıyoruz. Ondan dolayı 2 Temmuz’da Madımak önüne gidiyoruz, 3 Temmuz’da Çorum’a gidiyoruz ve Aralık ayının üçüncü haftasında da Maraş’a gidiyoruz. Şimdi bu karar bize, “Siz Aleviler yakın tarihinizdeki katliamları unutun” mesajı veriyor. Bunların üzerine gitmeyin, anma gerçekleştirmeyin, karanfil bırakmayın, mezarların nerede olduğunu araştırmayın mesajı veriyor. Bu açıdan da tabi ki bir gözdağı, tabi ki bizi değerlerimizden uzaklaştırma, yıldırma kararı diğer taraftan da mahkemenin aslında bu katliamı gerçekleştirenlerden yana saf tuttuğunun da bir kanıtıdır. Mağduriyeti hiç ortaya çıkarmaksızın.
Peki seneye Maraş Katliamı’nın yıldönümünde yine gidecek misiniz? Aynı konuşmayı yapacak mısınız?
Kaçınılmaz. Yani bunu yapmazsak kendi şehitlerimize, tarihimize sırtımızı dönmüş oluruz. Bu Alevi katliamlarını yapanlara biz cesaret vermiş oluruz. Caydırıcı olamayız ve bu katliamların son bulmasını sağlayamayız. Biz bu adamlardan bize verdikleri cezadan dolayı sinersek, korkarsak onlar amacına ulaşmış olur. O yüzden de daha kararlı bir şekilde gidilmesi gerekir. Ben kendi adıma önümüzdeki dönemde nerede Alevilere yönelik baskı ve zulüm varsa orada olmayı çok daha önemli bir görev olarak görüyorum.
“BUGÜNÜN YEZİTLERİNE HER PLATFORMDA KARŞI ÇIKACAĞIZ”
Yezit dediğiniz için yargılandınız. Asıl ceza bundan dolayı verildi. Yine Yezit diyecek misiniz?
Ben mahkeme salonunda da ifade ettim. Bir Alevinin Alevi inancı içerisinde yetişmiş insanların en kutsal saydıkları ibadetinde cemde bile Yezit’e lanet okunmadan ibadet sonlanmaz. Yani bizim kutsal ibadetimizin sonlanabilmesi için cem birlenebilmesi için, mutlaka tarihteki Yezit’in bugünki yansımalarına yönelik toplumda bir duyarlılık yaratmak amacıyla ibadetin içerisinde Yezit’e lanet var. Yani bunu ben uydurmadım, ben icat etmedim. Alevi olmanın temel desturudur bu. Duruşudur, kuralıdır. Bugün yeryüzünde kim kendi hegemonyası, kendi egemenliği için masum insanlara zulüm yapıyorsa, baskı yapıyorsa, diktatörlük inşa ediyorsa onun bizim inancımızdaki yeri Yezit’tir. Tayyip Erdoğan’ın 15 yıl içerisindeki uygulamalarına baktığımız zaman, gezi sürecinde katledilmesine sebep olduğu gençlerimizi gözönüne aldığımızda tam da tarihteki Yezit versiyonu. Bu anlamda da bu bireysel tepki falan değil, tarihsel bir olgudur, bugünün de bir gerçekliğidir. Biz bu zihniyete sahip olanlara bugünün Yezit’lerine her platformda karşı gelmeye devam edeceğiz.
Ali İsmail Korkmaz’ın katili, öldürmekten yargılandı, 7 ay ceza aldı. Siz eleştirdiğiniz için 11 ay ceza aldınız. Bunu nasıl değerlendireceksiniz?
Türkiye adaletinin çifte standardı, ikiyüzlülüğü. Adaletin bu kararla o Yezit zihniyetinin yanında olduğunu ve ondan yana saf tuttuğunu görüyoruz. Birazcık vicdan olsa, birazcık adalet olsa, gencecik bir insanımızı katleden bir kişiye bana verilen cezanın yarısı verilir mi? Ben sadece fikrimi ifade etmişim. Kaldı ki Yezit sonuçta o cenahın altıncı halifesi. Yani başka gezegenden bir insan falan değil. Normal koşullarda Tayyip Erdoğan gibi o zihniyetten nemalanmış, o inanç dünyasının içinde kendisini bulmuş bir insanın normalde sahiplenmesi gereken bir insan. Bana sen bugün Hz. Hüseyin’in yolundan giden birisin deseler, Pir Sultan’ın yolundan giden birisin deseler onlarla bizi özdeşleştirseler ben onur duyarım. Çünkü bizim tarihimiz o. Onun da tarihi sonuçta Yezit ve Muaviye. Ebu Sufyan’lar zaten miting meydanlarında bunları baş tacı etiler. Bu anlamda bu kararla birlikte ciddi bir adaletin kokuştuğunu ve çifte standart davrandığını ve kararlarının bugün ki egemenlerden yana olduğunu görüyorsunuz.
Biraz da Alevilerin sorunlarına gelelim. Zorunlu din dersleri AİHM kararlarına rağmen devam ediyor. AKP hükumeti bu uygulamadan vazgeçmiyor. Bu konuda ne dersiniz?
Bu konuda bizim de Alevi dünyasının da ciddi eksikliği var. 2004 yılından itibaren Hasan Zengin davasından sonra o davada ben Aleviler adına bilirkişiydim AİHM’nde. Bizim Türkiye’den ilk AİHM’ne götürdüğümüz davadır. Bu dava Türkiye’yi yargıladı. Zorunlu din derslerinin kalkması gerektiğine karar verdi. O günden sonra biz kitlesel bir bu işi görünür kılabilecek, mağduriyeti tüm Türkiye ve dünya kamuoyuna duyurabilecek eylemsellikleri örgütleyemedik. Sadece dava açanların tepkisiyle sınırlı kaldı. O noktada da görünüyorki ciddi bir aşağıdan yukarıya zorunlu din dersi mağdurları yani aileler, çocuklar, Alevi kurumları, bu noktada karşı bir mücadele içerisine girmediklerinde sadece AİHM salonlarında verilen kararların bu değişimi gerçekleştirmeyeceğini görüyoruz.
Neden etkili eylemler yapılamıyor Türkiye’de?
Sanırım bunun değişeceğine dair bir inanç yok. Belki son 15 yıl her günün önceki günden daha kara, daha olumsuz olmasının da etkisi var. Yani insanlar bugün canlarını kurtarma peşindeler. Bir gün sonraya nasıl adım atacaklarının belirsizliği içindeler. Yani her geçen gün zulüm artıyor, her geçen gün baskı artıyor. Dolayısıyla da demokratik haklardan daha çok Alevi toplumu bugün canını korumayı esas alan bir refleks içerisinde olduğu için bu tip demokratik mücadelelere fazla kitlesel dahil olamıyor.
Peki Alevi aileler ne yapmalı din dersi konusunda? Nasıl davranmalı?
Bence ilkeli bir mücadeleyle bu talebin gündemde olması lazım. Sadece zorunlu din dersleri kalksın demek yetmiyor. Bunun yerine her ailenin kendi inancını, öğretisini çocuğuna aktarma hakkı da var. Yani bugün biz Avrupa’da 20 yıllık mücadeleyle Almanya’da özellikle okullarda Alevilik dersi verme hakkı elde ettik. Türkiye’de de bence zorunlu din dersleri kalkmalı, ama seçmeli Alevi öğretisine okullarda yer verilsin perspektifi benimsenmeli. Türkiye’de böyle bir şey olmadı şimdiye kadar. Yani Alevi çocuklarının okullarda kendi inancını öğrenme talebi gündeme gelmedi. Sadece zorunlu din dersleri kalksın talebi bugüne kadar gündemde tutuldu.
Avrupa’da Alevilik dersleri devam ediyor, yaygınlaşıyor. Biraz bu konuda bilgi verir misiniz? Nasıl bir mücadele verildi de Avrupa’daki okullarda Alevilik dersleri müfredata girdi?
Çok uzun süreli bir mücadele oldu. Yani ben 90’lı yıllarda Hamburg Alevi Kültür Merkezi başkanıydım. 1991-1992’de ilk kez Alevi dünyasında Alman okullarında Alevilik öğretisine yer verilsin talebim, başkan olduğum süreçte Hamburg’ta başlamıştır. Bütün velilerin imzalarını alarak Eğitim Bakanlıklarıyla görüşerek. Daha sonra 93’te Sivas katliamı sonrası bu talep tüm Almanya’daki Alevilerin çatı örgütü olan, benim de genel sekreterlik görevine geldiğim Avrupa Alevi Birlikleri Federasyonu gündeme getirmiştir. Onun arkasından biz bütün eyalet eğitim bakanlıklarıyla, yetkili kurumlarla görüşerek bu talebimizi gündeme aldık. Şöyle bir olanak vardı: Alman anayasasında da bu hakkımızı olanaklı kılan bir maddenin olması bize bu kapıyı açtı. Nasıl ki Hristiyanlar, Yahudiler diğer inanç toplulukları kendi inançlarını okullarda verebiliyorsa Aleviler de verebilirlerdi. O konuda tabi şöyle bir eksiklik vardı. Alevilerin tarihinde belli bir müfredat yoktu, öğretmenler yoktu. Bu anlamda müfredatın hazırlanması yıllarımızı aldı. Öğretmen arkadaşlarımızın içinde bulunduğu komisyonunun çalışması, bu konuda inanç önderlerimizi, araştırmacılarımızın da dahil olduğu müfredat oluşturma çalışması yaklaşık beş yılımızı aldı. Sonunda 2004 yılından itibaren ilk kez Berlin’de hayata geçti. Daha sonra diğer eyaletler bu talebimizi olanaklı kıldılar, desteklediler. Şu an Almanya’nın bütün büyük eyaletlerinde yani Alevilerin yoğunlukta yaşadığı eyaletlerde okullarda Alevilik dersi veriliyor. Söylediğim gibi içeriği bizim öğretmenlerimiz belirlediler. Öğretmenleri biz seçiyoruz.
Alevi öğretmenler mi veriyor dersleri?
Tabi. Yani biz federasyon olarak öğretmenlerin kim olacağına karar veriyoruz ve öğrencilerin bulunması, sınıfların oluşturulmasını da o dersleri vermek istediğimiz eyaletlerdeki cemevleri, Alevi Kültür Merkezi yöneticileri organize ediyor. Yani bu öğrencileri buluyorlar. Bazı eyaletlerden 12 öğrenci bir araya geldiğinde sınıf oluşuyor. Bazı eyaletlerde 8 öğrenci bir araya geldiğinde ders verilebiliyor.
Peki ilgi nasıl? Alevi ailelerin ilgisi nasıl?
Tabi kolay olmadı. Böyle bir şey tarihte olmadığı için bugüne kadar sözel anlatımla Alevilik yaşanmış. Köylerde yaşanmış, cemlerde yaşanmış. Okullarda öğretiye yer verilmesi, velilerin ikna olması, velilerin çocuklarını bu derslere yollaması zaman aldı. Ama şuan her geçen gün bu sayı artıyor. Öğretmen bulmakta tabi ki zorlanıyoruz. Öğretmenlerin de bu müfredatı verecek donanıma kavuşması zaman alabiliyor.
Var mı peki öyle bir çalışma?
Var. Federasyon bünyesinde Cuma, Cumartesi ve Pazar günleri ders verecek öğretmenlerimiz, federasyonun organize ettiği bu hızlandırılmış eğitime dahil oluyorlar.
Peki farklı inançtan öğrenciler de var mı? “Aleviliği öğrenmek istiyorum” diyen var mı?
Yani Almanya’da birkaç eyalette Alevi çocuğuyla çok iyi arkadaş olan İspanyol, Yunan normal kendi inancına katılacak sayıda değilse bir okulda bir Alevi öğrencisiyle olan çok sıcak ilişkisinden dolayı, arkadaşlığından dolayı inanç dersini Alevilikle alıyor. Bu örnekler son dönemde tek tük de olsa var.
Peki Alevilik derslerinin nasıl bir katkısı var? Hissediliyor mu?
Alevilik dersleri bence bugüne kadar bizim Avrupa’daki en önemli kazanımımız. Yani Avrupa Alevi hareketinin en önemli kazanımı. Şöyle çok önemli: Bu derslere katılan çocukların eve döndüklerinde dedeleriyle, dedelerinin yaşadığı dönemde Alevilik nasıl yaşanıyordu? Cem nasıl yapılıyordu? Müsahiplik ne idi? veya bir küskünlük olduğunda dara çıkma nedir? Bunları ödev olarak aldığında dedesiyle bir iletişime giriyor. Belki oradaki birinci kuşağın en onore olduğu şey torununun kendisiyle bir alanda yan yana gelmesi, bir dedenin dünyasını çocuğunun okullarda yaşatması. Avrupa’da Alevilik yaşayacaksa bence önümüzdeki süreçte bu okullarda Alevilik dersi alan çocukların yarın Alevi kültür merkezlerinde yöneticilik yapmaları, cemevinde yöneticilik yapmaları, federasyonda, konfederasyonda yöneticilik yapmalarıyla olacak. Avrupa’da Aleviliği kalıcı hale getirecek.
Peki derslerde neler anlatılıyor?
Derslerde normal Hristiyanlık, Yahudilik pedagojik formatta nasıl anlatılıyorsa Alevilik de aynı ünite dizimin göre anlatılıyor. Yani biz içeriğini belirlememize rağmen onun bir bilimsel, eğitsel yöntemi var. Bütün inançların birinci bölümünde örneğin “Biz kimiz? Biz ibadetimizi nasıl yapıyoruz? Bizim inanç önderimiz kimdir?” sorusu cevaplandırılıyor. Ve Alevilikle ilgili de en önemli katkı şu oldu: Bu müfredatın hazırlanmasında görevli Alman bilim adamları Alevilikle ilgili bütün bilgileri bu ünitelerde toplandıktan sonra dediler ki, “Sizin inancınız rızalığı esas alan bir inanç.” O nedenle Alevilik dersleri bütün öğretmen ve öğrencilerin el ele tutuşmasıyla birbirlerine rızalık vermesiyle ve lokma dağıtımından sonra dersler başlıyor. Yani her hafta bir derse bir öğrenci lokma getiriyor. Yani öğretinin, inancın temel mesajları aynı zamanda derste uygulanıyor. Bu anlamda Alevilik dersine katılan bir öğrenci normal yaşamda Aleviliğin bütün boyutlarını da öğrenmiş oluyor.
Avrupa’da Turgut Öker ne yaptı?
Avrupa’da Turgut Öker ne yaptı? Sorusuna belki bir dede bile derki Alevilerin her şehirde bir cemevi kurmasına katkı sundu. Alman okullarında Aleviliğin verilmesine öncülük etti. Alman okullarında Aleviliğin ders olarak öğretilmesine katkı sunan bir insan olarak bunun bugün meyvesini görmüş olmak çok güzel. Daha birinci sınıftaki çocuklar bu derse katılırken sırayla her hafta lokma duası veriyor. Yani ben derse katıldığımda lokma götürdüm çocuklara ve çocuklar lokma verdi sonra ders başladı. En azından Aleviliğin Almanya’da Avrupa’da bizden sonraki kuşaklar tarafından da yaşatılacak olması ve garanti altına alınması emeklerimiz açısından da son derece insanı mutlu kılan bir duygu.
TUNCER KILINÇ ‘CEMEVLERİ İBADET YERİ OLAMAZ’ DEMİŞ
Türkiye’de cemevlerine hala ibadethane statüsü verilmedi. Bir takım çalıştaylar oldu. Ama Aleviler bunun oyalama olduğunu belirtiyor. Nasıl bir mücadele verilmeli? Cemevleri ibadethane statüsü nasıl kazanabilir Alevler ne yapmalı?
Yıllar öncesi Erzincan cemevinden Ankara’ya dönerken o dönemin Milli Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç, yaveri üzerinden benimle bağlantıya geçmişti. Bu yaklaşık on yıldan fazla bir süre önce gerçekleşen bir olay. Mili Güvenlik Kurulu Genel Sekreteri Tuncer Kılınç olgun koşullarda Türkiye yıkılsa bile Türkiye’de cemevleri ibadet yeri olamaz demişti. Bu işin kültür yönüyle ilgilenin, folklorik yönüyle ilgilenin ama Türkiye’de hakim inanç sünniliktir. Onun karşısına Alevi inancını çıkaramazsınız. Bu cemevleri ibadet yeri sevdasından vazgeçin diye gözdağı vermek amacıyla benimle bir görüşme yapmıştı. Üç, dört arkadaşımız da o dönemde benimle o görüşmeye katılmışlardı ve zamanın onun söylediklerine uygun evrildiğini görüyoruz. Yani bu devlet asla caminin dışında bu ülkede Aleviler için cemevlerinin bir ibadethane, inanç merkezi olduğu gerçeğini kabul etmiyor. AİHM’nde de bu dava kazanılmış olmasına rağmen etmiyor. Demektir ki Türkiye’yi yöneten zihniyette köklü bir değişiklik olmadığı müddetçe, bu Türk-İslam sentezinden vazgeçilmediği müddetçe yani Türkçülüğü ve sunniliği esas alan devleti yönetme anlayışından uzaklaşılmadığı müddetçe demek ki biz ibadethane olarak cemevlerini göremeyeceğiz. Burada bence devlet nezdinde Aleviliğin kabulü mücadelesi doğru ama biz en azından cemevlerimizi ibadethane gibi kurumsallaştırabilirsek, örneğin okullarda Alevilik dersi veremiyorsak bile hafta sonları Cumartesi, Pazar günleri cemevlerimizin olduğu bütün şehirlerde biz birer saat Alevi öğretisini çocuklara öğretebiliriz. Cemevlerimizi gerçek anlamda ibadethane gibi de kurumlaştırabiliriz. Yani devlet zihniyeti ne zaman değişecek, ne zaman bu gerçekliği kabul edecek. Onun insafına bu işi bırakmadan biz kendi dünyamızda da doğru bulduğumuz şeyleri hayata geçirebiliriz.
Şöyle uygulamalar oluyor: Mesela bir asker yaşamını yitirdiğinde Alevi ise cemevine getirilmesi gerekiyor. Ama devlet erkanı cemevinde cenaze törenine katılmıyor. Aynı devlet erkanı başka bir zaman cemevi ziyareti yapabiliyor, cem görmek istiyorlar, semah dönülmesini istiyorlar. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz? Bu bir çelişki değil mi sizce?
Bu ikiyüzlü bir yaklaşım. Yani bir taraftan ibadethane olarak görülmüyor, öbür taraftan da cemevlerinin kendi özgünlüğü de orada değiştirilmeye çalışılıyor. Yani şöyle saygısızlık yapıyorlar: Ben dünyanın hiçbir yerinde bir kilisede, bir sinagogda dışarıdan gelen insanlara özel ibadet yapıldığını görmedim. Yani hiçbir kilisede Hristiyan olmayanlar Pazar günü dışında başbakan da olsa, cumhurbaşkanı da olsa o kiliseye gittiği an o görsün diye onun için ayrı bir ibadet yapılmaz. Bu çok büyük bir saygısızlık. İbadete saygısızlık, bizim özgün inancımıza saygısızlık ve yer yer de bizim cemevi yöneticilerimiz sözüm ona tırnak içerisinde “devlet büyüklerine inancımızı tanıtıyoruz” anlayışı içerisinde. Aslında inancımızı bir anlamda onlara malzeme olarak sunuyorlar. Yani inancımıza saygısızlık yapılmasına da sebep oluyorlar. Vali, başbakan bakan değil kim olursa olsun inanç, o inanca inananların en kutsal değeridir. O nedenle de asla cemevlerimizde göstermelik ve normal bizim kendi planlamamızın dışında birileri gelsin bizi tanısın diye onlara böyle folklar sunar gibi onlara tiyatro sunar gibi inanç değerlerimizin zedelenmesine sebep olunmamalıdır.
En son Adıyaman cemevinde oldu. Belki duydunuz.
Yani burada bu konuyu tabi konuşuyoruz arkadaşlarla. Örneğin Avrupa Alevi hareketinde yani bir cemevinin açılışından kapanışına kadar bütün aylarında neler yapılır bunlar ortak karar altına alınmıştır. İnanç kuruluyla birlikte bu genelgeler yani bir ibadete dışarıdan birisi geldiğinde davranışımız nedir? Bunlar cemevlerine bildirilmiştir. Bence Türkiye’de ABF ve bileşenleri cemevlerine dair, cemevlerinin işleyişine dair bir yönetmelik hazırlayarak bunu bütün cemevlerine yollamalıdır. O takdirde ancak bir kurala dönüşebilir. Yani tek tek yöneticilerin kendilerine özgü gelen kişiye neyi anlatmak istiyorsa ben de anlamakta zorluk çekiyorum. Yani bir vali değil kim olursa olsun ibadet göstermelik bir şey değil ki. Bu bizim inancımızda vardır. O anlamda bunlar yönetmelikle bir kural halinde cemevlerine anlatılmalı ki tek tek bu zafiyetler ve yanlışlıkları bir daha yaşamasınlar.
Alevi Bektaşi İnanç Kurulu kuruldu. Bunun kurulmasını olumlu buluyor musunuz? Nasıl bir katkısı olabilir Aleviliğe?
Avrupa’da Alevi hareketi bu noktada kurumlaştıysa burada her şehirde bir cemevimiz olmasıyla birlikte en önemli adımımız 1994 yılında Avrupa Alevi örgütlenmesinin bünyesinde oldu. 1994 yılında ilk kurulan AABF Dedeler kurulu daha sonraki yıllarda AABF inanç kuruluna dönüştü ve analar da bu kurulda görev aldılar ve analar da posta oturup cem birlediler. Biz bunun ne kadar anlamlı olduğunu, ne kadar Alevi mücadelesine katkı sağladığını pratikte görmüş insanlarız. Bugün Türkiye’de daha yeni adım atıldı belki herkes bunun sonuçlarını göremiyor. Biz bunun sonuçlarını gördük 22 yıl içerisinde. Buradan da ABF’nin kurucularından birisi olarak benim son iki yıl içerisinde en çok yoğunlaştığım yani Türkiye’de kaldığım süre içerisinde en çok yoğunlaştığım şey bir an önce inanç kurultayının yapılmasıydı. Arkasından kadın kurultayının, gençlik kurultayının yapılması ve arkasından da bir program kurultayının yapılması yani “Aleviler ne için mücadele ediyor? Amaçları nedir? Kendi içimizde, kendi dışımızda Türkiye’nin temel sorunlarında ne düşündüğümüzü bir program içerisinde netleştirmemiz gerekir ki her başkan kendine göre bir yorumda bulunmasın, kendine göre mesajlar, açıklamalar yapmasın. Bu açıdan da inanç kurultayını, atılan adımı son derece önemli görüyorum.
Alevi kurumlarına da bir sözünüz var mı? Alevilik adına yapılan mücadeleyi nasıl buluyorsunuz?
Ben 93’ten beri sürekli Türkiye’ye geldim. Yani Avrupa’da ağırlıklı yöneticilik yapmış olmama rağmen hala daha Alevi mücadelesinin Türkiye’de kurumlaşmamış olması büyük bir eksikliğimiz. Yani bir bütün olarak her cemevinde birbirinden kopuk, bağımsız çalışmalar yürütülüyor. Ortadoğu’daki Alevilere yönelik katliamlar, Türkiye’de Alevilere yönelik baskı ve zulümler düşünüldüğünde, bizim kendi içimizde farklı görüşe sahip olmamızı bir arada olmanın önüne engel koymamamız gerekir. Dolayısıyla da bir çatı altında olmak, kurumlaşmak farklılığı zengin olarak görmemiz kaçınılmaz olmalı.
Nilgün METE
Kamera-İsmet SEFER
Haberin videosu
Yoruma kapalı.