PİRHA-Sanatçı Enver Çelik sevenleriyle 17 yıl aradan sonra 12. albümü ‘Hasret’le buluştu. Çelik müzik hayatını, yasaklanan dili Kırmançki’nin müziğine nasıl yansıdığını ve Dersim’i PİRHA’ya anlattı.
HABERİN VİDEOSU
“Çok özledim Dersim Seni” türküsüyle müzik hayatına başlayan Enver Çelik için, müziğini besleyen ana damar Dersimliliği olmuş. Dersim’in her şeyi, dili, kültürü, tarihi, doğası… O nedendendir ki Çelik, “Müzik hayatıma başlarken suyumu bir fidan gibi Dersim’den aldım” diyor. Küçük yaşlarda müziğe başlayan ve bugüne dek pek çok albüme imza atan Çelik, 12. albümünü uzun bir ayrılık olan 17 yıl aradan sonra adına da yansıyan ‘Hasret’le yeniden sevenleriyle buluştu. Daha önceki albümlerinde ve seslendirdiği müziklerindeki yasak bu albümüne de yansımış Çelik’in. Anadili Kırmançki’de konuştuğu, türkü söylediği için 7 defa mahkemeye çıkan Çelik, son albümünün kapağındaki Zazaca (Kırmançki) parçanın ismini de değiştirmek zorunda kamış.
Enver Çelik’in müzik macerası Türkiye’nin Cumhuriyet ve yakın tarihinin yansıması adeta. Dersimli bir ailenin çocuğu olan Çelik’in müziğinde halkının 1938’lerde yaşadığı katliamın acısı da yer almış, 80’lerden sonra süren inkarcı siyasetin yasakçı yanı da.
Bu albümü vesilesiyle görüştüğümüz Çelik’le, kısaca yeni çalışmasını ve Dersimi konuştuk.
Söyleşinin ardından ise Enver Çelik son albümünden Kürtçe ve Türkçe ezgiler seslendirip, konser aralarında yaptığı gibi Dersim yöresine özgü fıkraları mizahi bir dille anlattı.
Sizi tanıyabilir miyiz?
Müzik hayatıma 14-15 yaşımda başladım. Babam üç telli saz çalardı. Bana abilerim öğretti saz çalmayı. Profesyonel anlamda müzik yapmak için 1984-85’te İstanbul’a geldim. İstanbul’da o zamanlar müzik yapmak için çok geniş bir alan ve imkan yoktu. Kırmançki ve Kürtçe türkü söylemek yasaktı. Arif Sağ’ın Aksaray’daki müzik okuluna bir süre gittim. 1993’te ilk albümümü çıkardım. İlk bestem ‘Çok Özledim Dersim Seni’ türküsüydü. Yeni albümüm ‘Hasret’ ile birlikte 12 albüm yaptım. Müzik hayatıma başlarken, bir fidan gibi suyumu Dersim’den aldım. Oradaki acıdan, ödenen bedellerden, yaşam koşullarından beslenerek sanatsal özümü ortaya koydum. Ülkemin, insanlarımın, yöremin acılarını dile getirmeye çalıştım. Türkçe ve Kırmançki acılarımız ile ağıtlarımızı dile getirmeye çalıştım. Genelde eserlerimin hemen hemen hepsini kendim yazdım. İlk albümümde bir iki eseri babamdan ve abimden aldım. Ancak artık genelde kendim yazıyorum. Kendimize örnek aldığımız Mahsuni Şerifler, Arif Sağlar, Musa Eroğlular ve Ali Ekberçiçek gibi ustalarımız var, çok büyük ilham aldık onlardan.
Onun dışında evliyim Dersim, Ali Eren ve Diyar adında üç oğlum var.
“ESKİYE GÖRE ŞİMDİ MÜZİK ÇABUK TÜKETİLİYOR”
Eskiden köylerde, taş evlerde sizin türküleriniz çalınır ve dinlenirdi. Şimdiyi, günümüzü ve o dönemi karşılaştırdığınızda nasıl bir atmosfer görüyorsunuz?
O dönemlerde koşullar ve insanların duyguları çok farklıydı. Özellikle ilk albümüm 1994 köy yakmalarına ve boşaltmalarına denk geldi, ondandır ki ilk herkesin köyünü, dağını, taşını ve geçmişini hatırlattığı eserlerdi. Benim çocukluğumda Dersim’de fazla sanatçı da yoktu. Eski ozanlarımızdan Hüseyin Doğanay, Sılo Gıc ve Mahmut Baranlar vardı. Sonrasında Yılmaz Çelik, Ferhat Tunç, Emre Saltık ve ben albüm çıkarmaya başladık. O zaman internet yoktu tabi, müzik daha bugünkü kadar kolay ulaşılabilir ve tüketilir değildi. Albümler ancak elden ele ve çoğaltılarak dinleniyordu.
Bugün hem çok zor hem de çok kolay sanat yapabiliyorsun. Rahat olan kısmı çok rahat bir şekilde internette herkese ulaşabiliyor ve seni dinleyebiliyorlar. Zor olan tarafta çabuk tüketiyorlar ve çabuk unutuluyorsun. Sürekli gündemde olman ve üretmen gerekiyor. Benim albüm çıkardığım dönemler insanların müziğe bakışı ve yaklaşımı farklıydı. Şimdi toplumda bir doymuşluk var gibi. Artık günümüzde çok sanatçı yetişiyor.
1990’lı yıllarda o bölgelerde az sanatçı çıkmasında köy yakmaları ve boşaltmaları etkili oldu mu sizce?
Gerek 68 kuşağı olsun gerek ise 80 kuşağı olsun bunlarda çok güzel saz çalan, türkü söyleyen ve ağıt yakanlar vardı. Devletin baskısı ve zulmü birçoğunu yurtdışına itmiştir. O dönemde yurt dışına Ozan Emekçi, Zamani ve birçok sanatçı gitmiştir. Daha sonra bizler yurtdışına çıkmaya başladık. Bir de koşullar çok zordu. Bir albüm çıkarmak için İstanbul’a geldim 6 ve 7 yıl burada bekledim. Altı yedi yıl Unkapanı’nda plakçıların kapısının önünde çaldım. Sürekli maddi olarak karşıma çıktılar. Dersim’de hem koşullar zordu hem maddiyat yoktu.
“ZAZACA SÖYLEDİĞİM İÇİN 7 DEFA MAHKEMEYE ÇIKTIM”
Dersimli bir sanatçısınız, ancak eserlerinizi Kırmançki veya Kurmanci değil de daha çok Türkçe seslendiriyorsunuz. Neden?
Yıllardır baskı altında kalmış bir dil ve kültür var. Tabi en çok yasaklardan dolayı böyle oldu. Yasaklar bizde çok etkili oldu. Ben yedi defa mahkemeye çıktım. Elazığ’da SHP’nin gecesinde bir Zazaca parça söylediğim için 16 gün boyunca Elazığ Valiliği’nde yattım. Biz o dönemlerde Zazaca parçalar okuduk. Ancak Zazaca okuduğumuzu albümlere yazmıyorduk çünkü yasaktı. Kültür Bakanlığı’ndan Zazaca albüm için izin alamazdın asla. Ben yine de olabildiğince kendi anadilimden Zazaca lehçesiyle eserler okudum. Yeni yaptığım albümde de Zazaca parça var. Yine de albümün kapağında parçanın ismi Zazaca (Kırmançki) olduğu için izin verilmedi. Bu yüzden kapaktaki Zazaca parçanın ismini değiştirmek zorunda kaldık.
Son albümünüze ruhunu veren şey ne oldu? Neye ‘Hasret’?
Albümde 17 eser var ve 15’i bana ait. ‘Hasret’ albümünü 17 yıl sonra yaptım. Altı yıl Londra’da kaldım. Dostlarımdan, kitlemden çok uzun süre ayrı kaldığım içim albüme ‘Hasret’ ismini koydum. Gerçekten benim sahip olduğum kitle çok önemli ve bilinçli bir kitle. Böyle bir kitleden uzak kalmak çok büyük bir hata oldu. Bir sanatçıyı hem kendini geliştirme açısından olsun hem de sanatçıyı besleme açısından olsun bayağı uzak kaldım. Ancak Türkiye’de sürekli yeni bir gündem yeni bir olay var. Bu da insanı geliştiriyor. Bu albümde de çizgimi hiç bozmadım. Bu albümde ‘Pişman Değiliz’ diye bir eser var. Bu eseri özellikle bedel ödemiş tüm devrimcilere yazdım.
Yeni albümünüzdeki eserlerinizin temalarından, konularından bahseder misiniz?
‘Munzur’un Akışı’ adlı eseri uzaklarda ve cezaevinde hasret çekenlere yönelik yazdım. ‘Berbena’ isimli eserim ise Dersim’deki zulme tanıklık etmiş konuşma engelli bir kadını anlatıyorum. Konuşamıyor ama Dersim’deki zulmü eliyle, koluyla ve kafa sallayarak, ağıt yakarak vücut diliyle anlatmaya çalışıyor. ‘Duydum ki Hastalanmışsın’ adlı eserimi ise kansere çok genç yaşta yakalanmış genç bir kıza yazdım.
Alevi oluşunuz, müziğinize eserlerinize nasıl yansıdı?
Köylerimizde kışın kar çok yağardı ve yaşlılar bir araya çok gelirdi. O bir araya gelişlerde çok saz çalınırdı. Özellikle Hızır aylarında saz çalınır cem tutulurdu. Bunlara çocukken çok tanık olurdum. Babam çok inançlı bir insandı. 12 İmamlarda yas tutar, müzik dinlemez, 12 gün boyunca oruç tutar ve su içmezdi. Ben bugün Dersim Katliamı’ndan etkilendiğim kadar geçmişte yaşanan Kerbeladan da aynı şekilde etkileniyorum. Deyişler okuyorum ve yazıyorum. Bu albümümde ‘Şah Hüseyin’ isimli bir eserim var.
“DERSİM’İN VE SEYİT RIZA’NIN İTİBARI GERİ VERİLMELİ”
Dersim Katliamı’nda idam edilen Seyit Rıza ve arkadaşlarının da 80. ölüm yıldönümü. Bu katliam sizin ve ailenizin hayatını nasıl etkiledi. Dersimli bir sanatçı olarak bu konuda neler söylersiniz?
Dersim biziz. Dersim’e yapılanları biz toplum olarak, Dersimliler olarak hala yaşıyoruz. Katliamları, acıları da buna karşı gösterilen direniş ruhunu da hala yaşıyoruz. Dersim Katliamı’nda biz de ailece etkilendik. Babam altı yaşındayken köyü askerler basmış. Köyün ağasını sormuşlar. O dönemlerde karakovan balı ve arısı olanlara ağa diyorlarmış. Babamın amcasını filan göstermişler. Askerler babamın amcası ile eşini köyden alıp Çemişgezek yolunda katletmişler. Ve o dönem Dersim’de sürgünler başlamış. Askerler daha sonra babamların köyünü basmış. İki yaşlı karı koca komşumuz altı yaşında olan babamı alıp ormana kaçırmışlar. O süreçte birçok anne yerleri tespit edilmesin ve herkesi katletmesinler diye küçük yaştaki çocuklarını suya atmak zorunda kalmışlar. Bese Teyze dediğimiz kişi babamı alıp Hozat’ın bir köyüne götürüp bırakmış. O ara nenem ve dedemi ayrı şehirlere sürgün etmişler. Babamı ise sonra Elazığ’da bir akrabamın yanına göndermişler. Dedem ile nenem babamın sağ olduğunu 7 yıl sonra öğrenmiş. Babam ailenin tek oğluymuş. Nenem babamın yokluğunda vereme yakalanıp ölmüş. Bu nedenle Dersim Katliamı’nın bizde çok derin izleri var. Dersim’de katledilenlerin mezarlarının yeri bile belli değil bu mezarların yerini öğrenmek istiyoruz. Dersim’e itibarının geri verilmesini istiyoruz. Seyit Rıza’nın itibarının geri verilmesini istiyoruz. Ve mezarının bir an önce bulunmasını istiyoruz. Bütün taleplerimiz bunlar.
Sevim KAHRAMAN/İsmet SEFER
İSTANBUL
Yoruma kapalı.