PİRHA-Sanatçı Ayfer Düzdaş, köy köy gezip dedelerden, pirlerden, ağıt yakan kadınlardan kayıtlar alarak oluşturduğu ‘Xoresan’dan Çorum’a Kürt Alevi Ezgileri’ adlı albümüne ilişkin PİRHA’ya konuştu.
HABERİN VİDEOSU
Alevi Kürtler, öteden beri yaşadıkları topraklara hükmeden devletlerin en çok gadrine uğrayan topluluklardan olageldiler. Hem inanç olarak hem de etnik olarak resmi olanın, egemen olanının dışındaydılar çünkü. Anadolu’dan Kürdistan’a oradan Xoresan’a kadar uzanan bir coğrafyada yaşayan Alevi Kürtler, bütün baskı ve asimilasyon uygulamalarına rağmen kültürlerini bugüne taşıdılar. Ancak bu ne yazık ki, farklı devletlerin egemenlikleri altında yaşamaktan dolayı, toplumsal ve kültürel yalıtılmışlık ve kopukluk da yarattı. Çağımızın artan iletişimi ve internetin sağladığı olanaklarla Alevi Kürtler, başka coğrafyalarda da kendi kültürlerine sahip topluluklardan haberdar oldu ve onlarla bağ kurmaya başladı. Türkiye’deki Alevi Kürtleri, İran’daki Yaresanlılarla, Irak’taki Kakailerle aynı inancın, kültürün ve dilin insanları olduklarını görüp kucaklaştılar. Bu en çok da müzik aracılığıyla oluyor. İşte Ayfer Düzdaş da bu köprüyü kuran müzisyenlerimizden biri. Son albümü ‘Xoresan’dan Çorum’a Kürt Alevi Ezgileri’ geniş Alevi Kürt coğrafyasından derlediği eserlerle oluşturmuş.
Yeni albümüne ilişkin PİRHA’ya konuşan Ayfer Düzdaş, Kürt Aleviler üzerindeki baskı ve asimilasyon politikalarının albümüne esin kaynağı oluşturduğunu söyledi. Düzdaş, derlemeler ile ilgili gezdiği Kürt Alevi coğrafyasında halkın cemlerini Kürtçe yaptıkları halde bunu gizlemek zorunda kaldıklarını, Kürtçe beyitlerini paylaşmaktan çekindiklerini ifade etti. Düzdaş, sadece cemlerde söylenen deyiş ve beyitler değil, Alevilerin sosyal yaşamda tarlada orak biçerken, çocuklarını uyuturken, cenazelerini gömerken söylediği ezgileri hatırlatarak, tüm bu ezgileri Kürtçe yapan bir halkın üzerindeki korkunun klamlara da yansıdığını ifade etti.
‘Xoresan’dan Çorum’a Kürt Alevi Ezgileri’ albümünüzde çok geniş bir Alevi Kürt coğrafyasından derlenmiş klamları içeriyor. Albümünüzden biraz bahseder misiniz?
Bu çalışmamdan önce 2 çalışmam daha var. ilk albümüm Leylam albümü sonra Koçgiri ağıtları çalışmasını yaptım. Sadece cenazelerde ve yas evlerinde söylenen ağıtlardan oluşan bir çalışmaydı bu. 2003 yılından beri derleme çalışması yapıyorum. Alanda kaydettiğim ezgiler 2008 yılında ‘Leylan’ ve 2012 yılında’Koçgiri Ağıtları’ albümlerini yapmamı sağladı. Derleme alanını genişletip kaydettiğim ezgileri gözden geçirip sadeleştirdikten sonra ‘Xoresan’dan Çorum’a Kürt Alevi ezgileri’ albümü oluştu. Kürt Alevi bir müzisyen olarak içinde yetiştiğim kültür acısından son 2 albüm benim için çok daha özel. Bundan dolayı da çalışmalarımda kendi coğrafyama ağırlık vermeye başladım. Bu çalışmada bu şekilde çıktı. Derleme çalışmalarında daha çok gittiğim alanlar: Adıyaman, Koçgiri, Malatya, Çorum, Varto, Erzurum, Hınıs ve Maraş’tır. Köy köy gezip dedelerden, pirlerden ağıt yakan kadınlardan kayıtlar alarak albüm repertuarını bu şekilde oluşturdum. Horasan’a gitmeyi çok istedim fakat gidemedim. Horasan ezgisini de o bölgeye gidip gelen arkadaşımdan edindim. Bir albümlük arşiv verdi onların arasından seçtim.
Peki çok geniş bir coğrafyaya hitap ediyor? 13 tane klam var neye göre belirlediniz?
Albüm repertuvarını oluştururken her bölgeden olmasına özellikle dikkat ettim. Eserlerin hikayesi, ritmik ve müzikal yapısını gözönünde bulundurarak daha özgün olanlarını seçtim. Ve tabi ses yapıma uygun olanları. O şekilde oluşturdum albüm repertuvarını.
Albüme ruhunu veren şey neydi?
MKM’ye 1996 yılında kursiyer olarak başladım. 96 yılından 2003 yılına kadar Vengê Sodirî ve Koma Asmin grup çalışmalarında yer aldım. O dönemler çok daha genel düşünüyordum. Kendi coğrafyama çok yönelen biri değildim. 2003 yılından sonra özellikle Kürt Aleviler’in yoğun yaşadığı bölgelere yönelmeye başladım. Kürt Aleviler üzerindeki baskı, asimilasyon politikaları ve içsel arayış beni bu alana yöneltti.
Peki bu asimilasyon neye yansıyor?
Kürt olduğunuz zaman bu coğrafyada eziliyorsunuz, sömürülüyorsunuz, kimliğiniz yok sayılıyor. Kendi dilinizle şarkılarınızı söyleyemiyorsunuz, kendinizi rahat ifade edemiyorsunuz, konuşamıyorsunuz. Üstüne bir de Alevisiniz. İşler daha da katmerleşiyor.
Ben bir müzisyen olarak kendi coğrafyamda kendi şarkılarımın peşine düştüm. Köylere gittim.Dedelerle, yaşlı analarla sohbet ettme olanağım oldu. Onlardan kayıtlar aldım. Baskı, asimilasyon ve katliamlara maruz kalan bir halk gerçekliğimiz var. İnsanlar cemleri Türkçe yapıyor mesela hala Kürtçe konuşurken bir korku var rahatça kendilerini ifade etmiyorlar. Bildikleri Kürtçe beyitleri, ezgileri senle paylaşmıyorlar bu onların içinde kalıyor. Bunları görmek tabi insanı doğal olarak üzüyor. O yüzden çalışmamda özellikle bunu işlemeye çalıştım. Bulabildiğim kadarıyla Kürtçe deyiştir, ağıttır Kürt Alevilere ait ne kadar ezgi varsa kaydetmeye çalıştım. Alevi müziği denilince akla sadece cemlerde söylenen deyişler ve beyitle geliyor. Halbuki öyle değil. Yani Alevilerin de bir sosyal yaşamı var. Tarlada şarkı söylerken, çocuklarını uyuturken, cenazelerini gömerken söyledikleri ezgilerin hepsini Kürtçe yapıyorlar. Doğal olarak bu albümde de sadece deyişler ve beyitler yok. Sosyal yaşam içerisindeki bütün alanlara dair ezgiler var. Çalışma biraz böyle oluştu aslında. bununla sonlanan bir çalışma değil. Bu çalışmanın devamı gelecek.
Yani aslında bu asimilasyon klamlara da yansıyor. Diline, kültürüne de yansıyor gördüğümüz kadarıyla. Yaptığınız müziğin bunu eleştirdiğini düşünüyor musunuz?
Müzik evrenseldir. Duygu ve yarattığı ruh itibariyle insanları birleştiren bir yönü var. Çünkü direk yüreğe hitap ediyor. İnsanın ruhuna hitap eden bir yapısı olduğu için doğal olarak tabi Alevileri de birleştiren bir yönü var. Bilindik Alevi ozanlarına baktığınız zaman aslında TRT’de Türkçe müzik yapıp öz itibariyle Kürt olan ozanların sayısı oldukça fazladır. Öz itibariyle Kürt yaptıkları müzik ise Türkçe’dir.
Hangi isimler mesela?
En iyi bildiğimiz isimlerde biri Ali Ekber Çiçek. Aslen Kürt’tür. Davut Sulari, Aşık Daimi. Bunlar benim verebileceğim örnekler. Sadece bunlar değil onun dışında yerel ozanlar var. Bunlar da geçmişte Kürtçe söyledikleri halde daha sonra Türkçe söylemeye başlıyorlar. Bizim yöremizde Abdullah Papur var. Kürtçe söyleyen biri. Daha sonra asimilasyon ve baskıyla birlikte kendisini bir şekilde Türkçe ifade etmeye başlamış.
Albümünüzde müzikal olarak bu çalışmaya başlarken sizi şaşırtan aklınızda kalan şeyler oldu mu hiç?
Derleme yaparken bize verilen bilgiler sonucu daha önce cemleri Kürtçe yöneten bir dedenin evine gitttik.Varto’da evine gittiğimiz bu yaşlı dede bizlere cemleri Türkçe yaptığını söylemesi ve bildiği deyişleri bizimle paylaşmaması asimilasyonun boyutlarını göstermesi açısından önemli bir örnektir.
Korkudan mı?
Evet korkudan. 1981 yılında ailemle Koçgiri’den İstanbul’a göç ettik. Daha önce köyde yaşıyorduk. İstanbul’da okula başladığımda ailemin bana söylediği ilk şey ‘Okula gittiğin zaman Alevi olduğunu söylemeyeceksin, Kürt olduğunu söylemeyeceksin. Gizleyeceksin’ dediler. Lise bitene kadar arkadaşlarım benim Kürt olduğumu, Alevi olduğumu bilmezlerdi. Baskıya direk maruz kalıyorsun, bulunduğun ortamda dışlanıyorsun, hor görülüyorsun ve bundan zarar görüyorsun. Alevi toplumu kendini korumak için yıllarca kendisini gizlemek zorunda kalmış. Bizler de bunu yaşayarak gördük.
20 yıllık müzik hayatını birçok önemli çalışmalar ile bugüne taşıyan bir sanatçısınız. Türkiye’de OHAL uygulaması 1 yılı aşkın bir süredir de devam ediyor. Kanallar ve radyolar kapatıldı. Bu eserlerinizi seslendireceğiniz yerleri bulabiliyor musunuz? Eskiye kıyasla yaşadığınız sorunlar oluyor mu?
Mutlaka oluyor. Kendimizi ifade edebileceğimiz alanlar çok sınırlı. 2 yıl öncesine kadar çıktığımız yerlerin sayısı azdı. Şimdi hiç yok. Televizyonlar, gazeteler, radyolar bizim kendimizi ifade edebileceğimiz alanlar bunlar. Buralar kapatılınca doğal olarak sanatını ifade edebileceğin bir alanda kalmamış oluyor. Bir ürün oluşturuyorsun ve bunun sende kalmaması için dinleyiciye ulaşması gerekiyor. Dinleyiciye ulaştıran mekanizmalar da gazetelerdir, televizyonlardır, radyolardır ya da konser yaptığın alanlardır. Doğal olarak bunlar elinden alındığı zaman sen de çok fazla kendini ifade etme olanağı bulamıyorsun.
Bu kısıtlı koşullarda albümünüze olan ilgi nasıl?
Albüm çıkalı 2 ay oldu. Sosyal medya üzerinden ve arkadaşlardan gelen tepkiler çok olumlu.
Peki konserleriniz olacak mı, oldu mu?
Albümle ilgili tanıtım konseri henüz yapamadık. Aralık ya da Ocak gibi düşünüyorum tanıtım konserini. Önümüzde MKM’nin Kürt Kültür Sanat Günleri var. Onun da buradan duyurusunu yapmış olayım. 25 Ekim’de başlıyor 29 Ekim’de bitiyor. Kapanışı 28 ekim Bostancı Gösteri Merkezi’nde yapacağız. 27 Ekim’de de İran’dan gelen 4 müzisyen arkadaşımız var. ‘İran projeckt’ diye bir proje sahne alıcak. Bunu dışında Diyarbakır’dan Mizgin Tahir arkadaşımız ve daha sonra da ben sahne alıcam. Önümüzde olan bir tek şuan bu etkinlik var. Ondan sonra zaten albümle ilgili yurtiçi ve yurtdışında tanıtım konserleri yapmayı düşünüyorum.
Sizi en çok ne mutlu eder?
Samimiyetle söyleyebilirim ben köyde olduğum zaman mutlu oluyorum. Yaşlı insanlarla sohbet ettiğim zaman mutlu oluyorum. Maalesef bu olanağı her zaman yakalayamıyorum. Biz müzisyenleri sanatsal olarak besleyen kaynaklardır köydeki sosyal yaşam. kültürel birikimin tamamı yaşlılarda saklı. Onlara ulaşabildiğiniz oranda, onlardan kayıtlar alabildiğiniz oranda onu koruma şansına sahip oluyorsunuz. Ama onları kaybettiğiniz zaman o kültür tamamen onlarla birlikte toprağın altına giriyor ve en çok beni üzen nokta bu. Ulaşamadığım için, gidemediğim için üzülüyorum ama onlarla birlikte olduğum zaman, kayıtlar aldığım zaman ve onları getirip bu şekilde bir üretime, farklı bir şeye dönüştürdüğüm zaman benim için en büyük mutluluk bu. Onun dışında tabi Türkiye’nin son durumları, yaşananlar üzüntü verici. En büyük mutluluk cezaevindeki arkadaşlarımızın, milletvekillerimizin, sanatçı arkadaşlarımızın, siyasetçilerimizin özgürlüklerine kavuşmasıdır. Kendimizi daha rahat ifade edebileceğimiz alanların olmasıdır. Baskı olmadan, sömürü olmadan, korku olmadan insanların sokakta rahatça yürüyebilmesidir.Bu ortamları özledik açıkçası. Ben umutluyum gelecekten. Böyle bir ortam yaratırsak ki bunu yaratacak olan da bizleriz. Emek vermek, çaba sarf etmek, mücadele etmek gerekiyor.
Sevim KAHRAMAN/İsmet SEFER
İSTANBUL
Yoruma kapalı.