PİRHA- 32 yıllık adalet arayışının ardından İshak Tepe, tedavi gördüğü hastanede hayatını kaybetti. Oğlu Ferhat Tepe’nin faili meçhul bir cinayette katledilmesinden sonra durmadan mücadele eden Tepe, yalnız bir baba değil; adaletin peşinden ayrılmayan bir vicdan sembolüydü
Ferhat Tepe, genç yaşında gazetecilik mesleğine adım atmıştı. Özgür Gündem Gazetesi’nin Bitlis bürosunda muhabir olarak çalışıyordu. Onun kaybı, yalnızca bir ailenin acısı değil bir haberciliğin susturulmuş sesi, bir halkın duyulmamış çığlığı oldu.
1993 yazında, 28 Temmuz günü evinden çıktı ve bir daha dönemedi. 4 Ağustos’ta Hazar Gölü kıyısında bulundu; izleri, yaşananın bir “kaza” değil “kaybettirme” olduğunu işaret ediyordu.
Bu olayla birlikte İshak Tepe için yol değişmiş artık bir baba olarak değil, adaletin peşindeki bir yolcu olarak yaşamına yön vermişti.
Oğlunun kaybından sonra İshak Tepe her kapıyı çaldı: Valilikten savcılığa, jandarmadan medyaya kadar… Ama karşılaştığı her kapı “yetmemezlik” ve “susma” ile kapandı. Tanıkların ifadeleri, Ferhat’ın Diyarbakır Jandarma Alay Komutanlığı’nda görüldüğü yönündeydi.
Yargı süreci ilerlemedi; dosya zamanaşımına uğradı, devletin soruşturma yükümlülüğü askıda kaldı. Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi (AİHM) “yaşam hakkı ihlali” gerekçesiyle Türkiye’yi mahkûm etti ama bu sadece bir evrak zaferiydi. İshak Tepe için bu karar bir zafer değil, yeniden yalnız hissetmenin başlangıcı oldu.
İshak Tepe’nin mücadelesi sadece dosya peşinde koşmak değildi; her hafta kaldırımlarda durdu, 32 yıl boyunca arkadaşları ve hak savunucuları ile birlikte ses oldu: “Adalet isteyeceğiz, vazgeçmeyeceğiz.”
Oğlunun adını toplumun belleğine kazıdı: bir gazetecinin susturulmuş sesi, bir halkın duyulmamış çığlığı, bir devletin vermediği hesabın kahramanı oldu.
BİR BABA BİR İZ BIRAKTI
Yitirdiğiyle birlikte yaşamak, İshak Tepe için “sıradan bir yas” değildi. Bu bir görevdi, oğlunun kalemini yerde bırakmamak. Aynı zamanda bir tebelleşmiş sorumluluktu: Oğlunun kaybedildiği coğrafyada yaşayan herkes için bir ses olmak istiyordu şu ifadeleri kullanmıştı.
“Gençti, hevesliydi… O dönemde bölgede köyler yakılıyordu, insanlar kaçırılıp öldürülüyordu. Herkes korkuyordu, Ferhat cesaret etti.”
Bu cümle yalnız bir babanın değil; adalet arayan vicdanın çığlığıdır.
İshak Tepe’nin mücadelesi, faillerin bulunmamasıyla tükenmedi tam aksine, her yıl yeniden yankılandı. Dosya kapatılsa da o kapatamadı. AİHM kararlarıyla Türkiye mahkûm edildi ama iç hukukta sorumlular hâlâ cezasız kaldı.
“Bu çocuklar sadece biz ana-babaların çocukları değil, sizin çocuklarınız, bu halkın çocuklarıdırlar.” — Bu söz onun mirasıdır.
Bugün, İshak Tepe aramızdan ayrıldı. Ama ardında bıraktığı iz, basit bir biyografi değil. O, “kaybedilen oğlunun adını ilan eden bir baba”, “kaybedilenlerin hesabını soran bir yurttaş”, “kimliklerinden ötürü susturulmuş halklarının sesi” oldu.
HABER MERKEZİ
Yoruma kapalı.