PİRHA- Halkların Köprüsü Derneği’nin buluşmasında konuşan Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, “Tüm aşamalardan sonra Sünnileşmemiş ve Türkleşmemiş iseniz artık en başa dönüyoruz. Yani ‘siz insan değilsiniz, size her yol mübah’ deniliyor. Şu anda bunun temel aracı da merkezi kurum olan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’dır” dedi. Yalçınkaya, bu kurumun sivil olan, devlet dışında kalmış Alevi örgütlenmelerine el koymaya çalıştığını belirterek “Ya devletin Sünniliği gibi normatif bir yapıyı kabul edip insan olarak kalmaya devam edeceksiniz ya da bunu ret ederseniz. Süreç başa dönecektir!” diye belirtti.
İzmir’de çalışmalarını yürüten Halkların Köprüsü Derneği, “Güzel Çarşamba Buluşmaları” kapsamında bu hafta Alevilik, din antropolojisi, din ve siyaset ilişkisi, siyasal bünye ve siyasal düşünceye dair çalışmalar yürüten Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya‘yı konuk etti.
Moderatörlüğünü Mehmet Kuyurtar’ın yaptığı buluşmada Prof.Dr. Ayhan Yalçınkaya, “Herkesin Bildiği, Kimsenin Görmediği: Alevi Sorunu” başlığıyla söyleşi gerçekleştirdi.
DERSİM RAPORLARI VE MURAT BELGE’NİN ÇEVİRİSİNDEKİ ENSESTLİK
1930-1937 yılları arasında tutulan devlet raporlarında Dersimli Kızılbaş Alevilere yönelik ensestlik söylemlerine kimi örnekler vererek tepki gösteren Yalçınkaya, “Dersim raporlarında mezhep ve adet dilinin Türkçe, Dersimli kadınların ‘oynaş’ olduğuna yer veriyor. Bununla bitmiyor ve benzer şeyler sürekli tekrarlanabiliyor. Yani onlar için ülke sınırları içerisinde ensest tabusunu çiğneyen bir topluluk var. Bırakalım 1930’lu yılları, 60’lı yıllardan bugüne kadar bunlar kitaplarda duruyor. Sosyalistim diye geçinen Murat Belge çevirdiği bir kitapta ensestliği Kızılbaşlık diye çevirdi. Ve bu anlaşıldığı zaman özür dilemeye davet edildiği halde ağzını bile açmadı. O Murat Belge; yapar, konuşur, bütün çamları devirir, herkese hakaret eder ama kimse kılına dokunamaz. Bunu kötü niyet ve cehaletle mi açıklayacağız? Hayır asla! Dönemin Dersim raporlarında kaç tahta kurusu, kaç pire olduğu dahil sayılmış, raporlara geçilmiş. Dolayısıyla ensest tabusunun olmadığını, çiğnenmediğini çok iyi biliyorlar. Sözüm ona şunu iddia ediyorlardı. Dersim’de köprünün yakılması, karakolun yakılması ve bir askerin öldürülmesi ne içindi? Kendi kaynaklarınız bunun namus meselesi olduğunu söylüyor. Bunlar bu kadar ‘namussuz’ ise neden bir askeri öldüren kişiyi teslim etmek yerine sonuna kadar savundular ve karşılığında binlerce kişi öldü? Bu kadar mı izanınızı yitirdiniz? Bu sözüm aynı zamanda Murat Belge’yedir de” diye konuştu.
“ENSESTLİK SUÇLAMASI KIZILBAŞ TOPLULUKLARA YÖNELİK POLİTK BİR MESELEDİR”
Genel itibariyle Kızılbaş-Alevi topluluklara yönelik ‘ensest’ suçlamasının politik bir mesele olduğu vurgusunda bulunan Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, “İnsanı insan yapan, hayvanın dışında bir şeye dönüştüren kültürel form nedir? İnsanı insan yapan şey kesinlikle ve kesinlikle devlet ya da siyaset kurumunun ta kendisidir. İnsan ancak devletli bir varlık olarak kurulabildiği için bunun Alevilerle çok yakından bir bağlantısı var. Aleviler kesinlikle ve kesinlikle insan değildir. Niye insan değildir? Devlet yoksa, kurumsallaşmış siyasetin çeşitli biçimleri ile karşılaşmıyorsak üç temel şey yoktur.
Bir, kesinlikle orada din yoktur, çünkü din devlet içindir, devlet din için değildir. Devletin olmadığı yerde dine de ihtiyaç yoktur.
İkincisi, orada bir cinsiyet rejimi yoktur. Cinsiyet rejimi derken kastettiğimiz şey kadın-erkek iktisadi/kültürel rolleri, toplumsal işlevleri arasındaki bir sınıf çizgisi yoktur. Üçüncü bilinen şey ise devlet yoksa emek de yoktur. Yani üretici güçlerin neyi üreteceği, neyi paylaşacağı, toplumsal artının kime nasıl dağıtılacağına dair bir karar da yoktur. Dersim raporları buna da değinir. Dersim raporlarını kaleme alanlar için, bütün Dersimliler hırsızdır, soyguncudur. Ağalar ve seyitler onlar için sömürücüdür. Bu raporlarla bağlantılı olarak bütün Dersimlileri hırsız, soyguncu olarak nitelendirmek burada bir emek rejiminin olmadığına göndermedir. Dolayısıyla genel olarak Kızılbaş topluluklar eğer ensest ile suçlanıyorsa bu doğrudan politik bir meseledir” diye belirtti.
“ALEVİLER ONLAR İÇİN İNSAN DEĞİL VE HALA BÖYLE”
Yalçınkaya şöyle devam etti:
“Yani ‘insan olarak kurulmamaları’ doğrudan devletle kurdukları ilişkileri ya da devletle ilişkisizlikleri ile ilgili. Ya da kendi iç işleyişleri gereği devlete ihtiyaç duymamaları. Kızılbaş topluluklar dönemin koşulları içerisinde uzun yüzyıllardır devlete ihtiyaç duymadan yaşadılar. Kendi toplumsal/dinsel kurumları devlete yer bırakmıyordu. Devlet dediğiniz şey neydi ki? Devlet dediğiniz şey eninde sonunda insanları gayri-siyasi varlık haline getirerek siyasileştirir. Yani bizim siyasal varlığımızla inkar etmemizle kendisi var olabilir. Alevi siyasi bünyesi devlete bu şansı vermiyor. Alevilerin kadınların ve özellikle ensest üzerinden vurulmaya çalışılması cehaletle veya tüm azınlık toplulukların baştan itibaren suçlandığı gibi bir suçlamayla karşı karşıya olduğu biçimiyle açıklanmamalı. Alevilik söz konusu olduğunda bu açıklama yetmiyor. Dönüp mutlak devletle ilişkisine, devletle mesafesine yani ‘insan olup olmamasına’ bakmamız gerekiyor. Aleviler bu yanıyla onlar için insan değil ve hala böyle.”
HATUN TUĞLUK’UN CENAZESİNE SALDIRIYI HATIRLATMA
Prof. Dr. Yalçınkaya, Aysel Tuğluk’un annesi Hatun Tuğluk’un cenazesine yönelik 13 Eylül 2017’de gerçekleşen saldırıyı da hatırlattı.
“Alevinin ölüsü ölü değil” diyen Yalçınkaya, “İnsanın ölüsünü gömen varlık olabilmesi için önce ölüsünün doğması yani ortada bir ölünün olması gerekir. Alevinin ölüsü ölü değil, ceset. Naaş diyemiyorlar. Çünkü naaş Sünni Müslümana ait bir şey. Allah’tan rahmet dileyemiyorsunuz Sünni Müslümana dilenir. Ölüyü gömebilecek insanın doğabilmesi için, önce ölenin ölü olarak kodlanabilmesi gerekir. İşte en çarpıcı olan Hatun Tuğluk örneğini hep birlikte yaşadık. Hatun Tuğluk hasta bir kadın ve Hakk’a yürümüş. Vasiyetinde Ankara Gölbaşı’nda gömülmesini istemiş. İlk olayı çıkaranlar ‘burası Sünni mezarlığı, Kızılbaşı defnettirmeyiz’ dediler. Sonra grup kalabalıklaştıkça Sünni argümanı yerini Türklüğe bıraktı ve ‘burası Türk mezarlığı, Ermeniyi defnettirmeyiz’ dediler. Kürt diyemediler, Kürt’ü defnettirmeyiz diyemediler. Ama onun bir adım ötesi Kürt’ü de defnettirmemek. Çünkü Kürt’ün ölüsü de ölü değil. Dolayısıyla önce ölümüzü gömebilecek varlık olabileceğiz ki insan olabilelim” ifadelerini kullandı.
“CEMEVİ BAŞKANLIĞI, DEVLET DIŞINDA KALMIŞ ALEVİ ÖRGÜTLENMELERİNE EL KOYMAYA ÇALIŞIYOR”
Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’nın devlet dışı kalmış Alevi örgütlemelerine el koymaya çalıştığını dile getiren Yalçınkaya, “Tüm aşamalardan sonra Sünnileşmemiş ve Türkleşmemiş iseniz artık en başa dönüyoruz. Yani ‘siz insan değilsiniz, size her yol mübah’ deniliyor. Şu anda bunun temel aracı da merkezi kurum olan Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı’dır. Bu kurum tümüyle Alevi çalıştaylarının zihniyetiyle ortaya çıktı. Yeniçeri kırımında nasıl ki sivil Alevi halk topluluklarını katletmiş ve başına Nakşiler getirilmiş ise aynı şekilde burada sivil olan devlet dışında kalmış Alevi örgütlenmelerine el koymaya çalışıyor. Cemevi hizmetlerinden, eğitim faaliyetlerine kadar tüm çalışmaların bu kurumun denetimi ile sürdürüleceği ve Alevi-Bektaşi inanç önderlerinin bu yapı içerisinde kadro edilebileceği söyleniyor. Bütün kavga buradan çıkıyor ve dolayısıyla son aşamadayız. Ya devletin Sünniliği gibi normatif bir yapıyı kabul edip insan olarak kalmaya devam edeceksiniz ya da bunu ret edersiniz. Süreç başa dönecektir! Ve süreç başa dönme eğiliminde” dedi.
Söyleşi soru cevap ile son buldu.
Ersin ÖZGÜL/İZMİR
Yoruma kapalı.