PİRHA- Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin 26 Şubat’ta yapacağı 55. dönem toplantıda din dersinin yanında Alevilere yönelik ayrımcı politikalar da görüşülecek. Alevi Düşünce Ocağı, Türkiye’deki duruma ilişkin BM Yüksek Komiserliği’ne bir bilgi raporu gönderdi. Raporda, Türkiye’de Alevi toplumunun eşit vatandaşlık haklarından yararlanamadığı, Türkiye hükümetinin Alevilerin haklarını sağlamakta isteksiz davrandığı vurgulandı.
Alevi Düşünce Ocağı (ADO) BM İnsan Hakları Yüksek Komiserliği’ne bir bilgi raporu göndererek, Türkiye’de Alevi toplumunun inançları temelinde eşit vatandaşlık haklarından yararlanamadığını, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) birçok kararı Alevilerin taleplerini hukuken teyit etse de, Türkiye hükümetinin Alevilerin haklarını sağlamakta isteksiz davrandığını kaydetti.
ADO’nun raporundaki önemli bölümler şöyle:
“Özellikle 1960’lardan sonra köktendinci İslam’ın güçlenmesiyle bu isteksizlik giderek nefrete ve hoşgörüsüzlüğe dönüşerek çeşitli çatışmalara ve katliamlara yol açmıştır. Alevi topluluklar, 1993 Madımak- Sivas Katliamı’ndan sonra yüzlerce STK’da örgütlenmeyi seçmiş ve bunların bir kısmı ibadethanelerini (Cemevi) inşa etmiştir. Bundan sonra silahlı çatışmalar sivil itaatsizliğe dönüşmüş, ancak Sünni ve Alevi taraflar arasındaki sürtüşmeler nefret, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılık şeklinde devam etmiştir.
Bu bağlamda Cemevlerinin (Cemevi) Alevi ibadethanesi olarak tanınması “Cem Vakfı Türkiye’ye Karşı” davasında AİHM önüne taşınmış ve AİHM 2015 yılında Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesini ihlal ettiğine karar vermiştir. Daha sonra iki davada daha Türkiye zorunlu din eğitimi konusunda AİHM tarafından haksız bulunmuştur. (Hasan ve Eylem Zengin Türkiye’ye karşı, 2007; Mansur Yalçın ve diğerleri Türkiye’ye karşı, 2014). Her iki davada da Mahkeme, Türk eğitim sisteminin tarafsızlık ve çoğulculuk gerekliliklerini karşılamadığı ve Alevi ebeveynlerin inançlarına saygı gösterecek yeterli içeriğin sağlanmadığı sonucuna varmıştır. 26 Nisan 2016 tarihinde, Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi Büyük Dairesi, “İzzettin Doğan ve Diğerleri Türkiye’ye Karşı” davasında, Alevi inancına mensup kişilerin dini kamu hizmetlerinden yararlanamamasını” dini ayrımcılık” olarak nitelendirerek Türkiye’nin Avrupa İnsan Hakları Sözleşmesi’ni ihlal ettiği sonucuna varmıştır. AİHM’nin Alevilerin taleplerine ilişkin Türkiye aleyhine verdiği birçok karara ve Avrupa Konseyi (AK) Bakanlar Komitesi’nin (BK) bunların uygulanmasına yönelik kararlarına rağmen, BK tarafından Haziran 2024 son tarih olarak verilmiş olsa da devlet tarafından bugüne kadar çok yetersiz adımlar atılmıştır.
NEFRETE, HOŞGÖRÜSÜZLÜĞE VE AYRIMCILIĞA İKİ ÖRNEK: DİN EĞİTİMİ, BÜROKRASİ
Bu belgede nefret, hoşgörüsüzlük ve doğrudan/dolaylı ayrımcılığın başlıca biçimleri olarak iki örnek gösterilecektir; bunlar din eğitimi ve bürokrasidir.
Din eğitiminde süregelen ayrımcılığa ek olarak, Haziran 2023’te Millî Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ve Diyanet İşleri Başkanlığı arasında 2023-24 eğitim-öğretim yılında uygulamaya konulmak üzere yeni bir Protokol (ÇEDES) imzalanmıştır. Eğitimin Diyanet’e teslim edilmesinin önünü açacak gibi görünen proje kapsamında imam, müezzin ve vaiz gibi din hizmetlerinde çalışan kişiler ilk ve orta dereceli okullara “manevi danışman” adı altında atanıyor. Projeye göre Diyanet Gençlik Merkezlerinde yürütülecek faaliyetlerde görev alacak personel ve gönüllü öğrenciler il ve ilçe diyanet işleri başkanlıkları tarafından belirlenecek. Okullarda “Değerler Kulübü” adı altında kurulacak kulüpler aracılığıyla herhangi bir pedagojik ya da eğitimsel eğitim almadan Sünni din adamlarının himayesinde birçok etkinlik düzenlenecek. Diyanet, “Merhamet” ve “Yardımseverlik” temalı faaliyetlerin desteklenmesinde aktif rol oynayacak. Programın etkinlik havuzunda “Peygamberimizin hayatından değer örnekleri” gibi etkinlikler de yer alacak. Protokol kapsamında okul dışındaki mekânlarda da etkinlikler düzenlenecek. ÇEDES kapsamındaki kurslar, “İl ve ilçe milli eğitim müdürlüklerinin uygun görmesi” halinde protokole taraf kurumların sağladığı mekânlarda yapılabilecek.
Protokol ve uygulama prosedürleri eğitim çalışanları ve aileler tarafından büyük tepkiyle karşılandı. Eğitim çalışanları tarafından protokolün iptali için çeşitli mahkeme başvuruları yapılmıştır.
“SÜNNİ MÜSLÜMAN EĞİTİM SİSTEMİ ASİMİLE ETMEYE DAYANMAKTADIR”
Ülkenin en büyük öğretmen sendikası (Eğitim-Sen) Haziran 2023’te protokolün iptali için Yüksek Adalet Divanı’na (Danıştay) aşağıdaki hususları içeren bir başvuruda bulunmuştur.
– Protokol, 430 sayılı UNİFİED EĞİTİM Kanunu’num, 657 sayılı Devlet Bürokrasisi Kanunu’nun 36. maddesini, Anayasa Mahkemesi’nin E.1889/1 sayılı kararını, Anayasa’nın 128. maddesini açıkça ihlal etmektedir. “Anayasa “nın 128. maddesi, 1139 sayılı Kanun’un 1139 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 43. ve 47. maddeleri, 652 sayılı Milli Eğitim Temel Kanunu’nun 28. maddesi. 652 sayılı “Milli Eğitim Bakanlığının Teşkilat ve Görevleri Hakkında Kanun “un 28. maddesine aykırı olarak Talim ve Terbiye Kurulu’nun yetkilerine müdahale etmiştir.
İptal davası Yüksek Mahkeme’de devam etmesine rağmen, hükümet ilk ve orta dereceli okullara dini personel atamaya başlamış olup, bu durum laik, liberal ve Sünni olmayan nüfus arasında büyük kırgınlıklar ve gerilim yaratmaktadır. Nüfusun %20’sini oluşturan Alevi toplumu 2005 yılından bu yana bu konuya yasal bir çözüm bulunmasını istemekte, ancak hükümet yerel ve uluslararası mahkeme kararlarını uygulamayı ve tanınmış eğitim modellerini kabul etmeyi reddetmeye devam etmektedir. Sünni-Müslüman eğitim sistemi, başta Alevi nüfus olmak üzere Sünni olmayan inançlı veya inançsızların çocuklarını asimile etmeye dayanmaktadır.
“HÜKÜMET EĞİTİM SİSTEMİNİ SÜNNİ-İSLAM KÖKTENDİNCİ BİR EĞİTİME DÖNÜŞTÜRMEYE ÇALIŞMAKTADIR”
Özet olarak, Türk devlet yasaları laik, çoğulcu ve modern eğitim uygulamalarını hedeflemesine rağmen hükümetimiz bu eğitim sistemini Sünni-İslam odaklı köktenci bir eğitime dönüştürmeye çalışmaktadır. Hükümet 2016 yılından bu yana AİHM kararlarını uygulamamakta, Nisan 2022’den bu yana da Anayasa Mahkemesi Kararımızı uygulamamaktadır. Ayrımcılığı, nefret söylemini, kanunların uygulanmasını geciktirmeyi ya da görmezden gelmeyi tetikleyen bu yaklaşım, özellikle 7 Ekim 2023 Hamas-İsrail çatışmasından sonra antisemitik ve azınlık karşıtı açıklamaların ve sokak toplantılarının artmasına neden olmuştur. Üzülerek belirtmek isteriz ki, devletin eğitim politikaları son derece köktendincidir, mahkeme kararlarını görmezden gelmekte ve toplumun bir kısmının ve azınlıkların güçlü direnişine rağmen zaten büyük ölçüde uygulanan Sünni Müslüman köktendinci eğitim sistemini daha da güçlendirmek için çalışmaktadır.
“DEVLETİN POLİTİKALARI BÜROKRASİDE, YEREL YÖNETİMLERDE, ORDU, POLİS GÜÇLERİNDE AYRIMCI”
Devletin Sünnîleştirme politikaları eğitim sistemiyle sınırlı kalmamakta, bürokrasi, yerel yönetimler, ordu ve polis güçlerinde de ciddi bir ayrımcı rol oynamaktadır. Bu bağlamda Alevi memurlar, kendilerini istifaya ya da emekliliğe zorlayan nefret ve sistematik ayrımcılık davranışlarıyla karşı karşıya kalmaktadır.
“ALEVİ PERSONELİN TERFİLERİ ENGELLENİYOR”
Alevi personelin terfileri engellenmekte, geciktirilmekte ve hatta asılsız iddialarla rütbeleri düşürülmektedir. Alevi nüfus oranının görece yüksek olduğu Elazığ ve Malatya bölgesinde Posta İdaresi’nde (PTT) çalışan bir grup memur, din ve inanç temelli hoşgörüsüzlük, ayrımcılık ve şiddete örnek teşkil etmektedir. Denetim bağlamında, çok sayıda Alevi personel mesleki yetersizlik, ahlaka aykırı davranışlar ve mevzuat ihlallerini içeren asılsız suçlamalara hedef olmuştur. Hedef alınan personel tarafından davalar açılmış ve mahkemeler tüm davalarda davacılar lehine karar vermiştir; ancak bu kişilere karşı verilen idari ve disiplin cezaları devlet makamları tarafından iptal edilmemiştir.
İKİ ALEVİ PTT ÇALIŞANININ BAŞINA GELENLER VE MAHKEME KARARLARININ UYGULANMAMASI
İstanbul Teknik Üniversitesi Matematik Mühendisliği mezunu ve Bilgisayar Mühendisliği yüksek lisans derecesine sahip başarılı bir programcı olan A.K., 2000 yılında PTT A.Ş.’de çalışmaya başlamış ve 2011 yılında yöneticilik sınavını kazanarak kariyerine devam etmiştir. Çeşitli merkez müdürlüğü görevlerinin ardından Malatya Posta İşleme ve Dağıtım Merkezi Müdürü oldu. Bu görevinde gösterdiği performansla ödüllendirildi. Baş postacı B. İ. ise Malatya Posta İşleme ve Dağıtım Merkezi Müdürlüğü’nün en deneyimli personeliydi. Her ikisi de Alevi inancına sahiptir ve haksız ve hukuksuz bir şekilde çok sayıda disiplin cezasına maruz kalmışlardır. Malatya Cumhuriyet Savcısı iddiaları temelsiz bulmuş ve 2020 yılında soruşturmayı iptal etmiştir. Tüm cezaların hiçbir gerekçesi yoktur ve sadece inançları nedeniyle kendilerine yapılan bir baskıdır. A.K. ve Baş Postacı B.İ. PTT AŞ’de 1. Sınıf Merkez Müdürü olarak görev yapmaktaydı. Ancak bir tayin dönemi bile olmadan, açıkça hak etmedikleri halde başka bir ildeki 4. Sınıf Merkez Müdürlüğü’ne nakledildiler. Her ne kadar Malatya 1. İdare Mahkemesi 2021 yılında hukuka aykırı atamanın iptaline karar vermiş olsa da PTT henüz bu kararı uygulamadı. Aksine Alevi personel üzerindeki baskı artırılmıştır. Yeni iddialar üretilmiş ve tüm iddialar Cumhuriyet Savcısı tarafından tekrar reddedilmiştir. Aynı bölgede, denetim bağlamında her Alevi devlet memuruna disiplin cezaları verilmiş ve bu cezaların hepsi mahkemeler veya savcılar tarafından iptal edilmiştir. Bazıları ise evlilik dışı ilişki gibi asılsız suçlamalara maruz kalmış, bu da boşanmalara varan aile içi anlaşmazlıklara yol açmıştır. Dini inançları nedeniyle nefret söylemlerinin yarattığı sosyal ve kültürel şiddete maruz kalan devlet görevlisi ağır psikolojik ve psikososyal etkiler altında kalmıştır.
Biz sadece ülkenin tek bir bölgesindeki temsili bir vakayı vermek istedik. Diğer birçok sektörde ve yerde devlet çalışanlarına bu veya benzeri baskılar uygulanmaktadır.
SONUÇ
Otoriter siyasetin ivme kazandığı bir çağda Türkiye de bir istisna değildir. Ne yazık ki nefret söylemi, hoşgörüsüz davranış ve ayrımcılığın, köktendinci hükümet koalisyonu ortakları ve onların kurumları tarafından da tetiklenen fiziksel ve psikolojik şiddete yol açtığını gözlemliyoruz. Başta Birleşmiş Milletler olmak üzere uluslararası kurumların, demokratik ilkeleri açıkça çiğneyen ve sadece kendi tercihlerini öngören otoriter devlet davranışlarına karşı tedbirler alacaklarını umuyoruz. Nefret, hoşgörüsüzlük ve ayrımcılığın sadece belirli bir toplumdaki barış ve uyuma zarar vermekle kalmayıp, aynı zamanda SKHyi (Sürdürülebilir Kalkınma Hedefleri) küresel olarak da yaraladığı açıktır. Nefret söylemleri ve bunların etkilerine karşı savunma tedbir ve mekanizmalarının geliştirilmesine her türlü katkıyı sağlamaya hazır olduğumuzu ifade etmek isteriz.
“HAMAS-İSRAİL KRİZİNDEN SONRA TÜRKİYE’DE NEFRET SÖYLEMLERİ HIZLA ARTTI”
Öte yandan, özellikle 7 Ekim 2023 Hamas-İsrail krizinden sonra Türkiye’de nefret söylemi ve hoşgörüsüzlük hızla artmakta, bazı sokak protestoları devam etmektedir, 27 Ekim 2023 tarihinde İZMİR/Türkiye Etz Hatim Sinagogu saldırıya uğramıştır. Nefret söylemi ve hoşgörüsüzlüğün fiziksel olarak daha yıkıcı boyutlara ulaşmasından endişe duyuyor ve BM’nin barış ortamının sağlanması için gerekli tedbirleri almasını bekliyoruz.
Sayın İnsan Hakları Konseyi Yüksek Komiseri’nin son başvuru tarihi 29 Ekim 2023 olan “Din veya İnanca Dayalı Nefrete karşı Savunulma- Dönüştürücü Yanıtlar” başlıklı çağrısına yanıt vermekten onur duyuyoruz.
ADO’NUN BİLDİRİMİ, BM DİN VE İNANÇ ÖZGÜRLÜĞÜ ÖZEL RAPORTÖR RAPORLARINDA YER ALDI
Alevi Düşünce Ocağı’nın (ADO) Ağustos 2023’te ‘Nefret söylemi’ ile ilgili bildirimi, Birleşmiş Milletler (BM) Din veya İnanç Özgürlüğü Özel Raportör raporlarında yer aldı. Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin 55. dönem toplantısı 26 Şubat’ta başlayacak.
BM İNSAN HAKLARI KONSEYİ 55. DÖNEM TOPLANTISI 26 ŞUBAT’TA BAŞLAYACAK
Birleşmiş Milletler İnsan Hakları Yüksek Komiseri’nin, 26 Şubat ‘ta başlayacak İnsan Hakları Konseyi 55. dönem toplantısına sunacağı raporun 45. maddesi şöyle:
“Alevi Düşünce Ocağı, Haziran 2023’te Avrupa Konseyi Bakan Yardımcılarının yetkilileri, Türk eğitim sisteminin Devletin çeşitli din, mezhep ve inançlara karşı tarafsızlık ve yansızlık yükümlülüğünü yerine getirmesini sağlamak için gerekli tedbirleri almaya güçlü bir şekilde teşvik ettiğini kaydetmiştir, çoğulculuk ve objektiflik ilkelerine saygı göstererek, Sünni İslam dışında bir dini veya felsefi inanca sahip ebeveynlerin çocuklarına, öğrencilerin ebeveynleri dini veya felsefi inançlarını açıklamak zorunda kalmadan, zorunlu din eğitiminden vazgeçmeleri için uygun seçenekler sunmuştur.”
Nilgün METE/İSTANBUL
İLGİLİ HABER
BM İnsan Hakları Konseyi’nin 26 Şubattaki toplantısında zorunlu din dersleri de görüşülecek
Yoruma kapalı.