PİRHA- HDP eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, Türkiye’de Alevi inancına yönelik baskı, asimilasyon ve inkâr politikalarını eleştirerek, Alevilerin hak ve özgürlüklerinin tanınması konusunda örgütlü mücadelede birlik olunup mücadele etmesi gerektiğinin altını çizdi.
Türkiye’de Alevi inancının ve ibadethanesinin hala devlet tarafından tanınmadığı bir süreç yaşanıyor. Hemen her alana sirayet etmiş olan hükümetin baskı politikaları,i son zamanlarda Aleviler üzerinde daha da yoğunlaşmış durumda.
Yaklaşık 7 yıldır Sincan Cezaevi’nde tutulan Halkların Demokratik Partisi (HDP) eski Eş Genel Başkanı Sebahat Tuncel, bu baskı politikalarına dair Can TV ve PİRHA’nın sorularını yanıtladı.
Tuncel, Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan ÇEDES projesi kapsamında birçok kentte okullara imam ve din görevlisi atanmasına, bu projeye karşı Aleviler, Eğitim-Sen ve Veli Dernekleri’nin ortaklığıyla 16 Eylül Cumartesi günü İzmir’de düzenleyeceği mitinge dair değerlendirmelerde bulundu.
“SİYASİ İKTİDAR ALEVİLERİN VARLIĞINI VE MÜCADELESİNİ ENGELLEMEYE ÇALIŞIYOR”
-Alevi toplumunun zorunlu din dersinin kaldırılması, cemevine ibadethane statüsü verilmesi, eşit yurttaşlığı içeren yeni bir anayasanın yapılması gibi talepleri ortadayken hükümetin Alevilere yönelik faaliyetleri hakkında neler söyleyeceksiniz?
Sebahat Tuncel: Sevgili Can TV ve PİRHA çalışanları öncelikle sizlere, sizler şahsında diğer basın çalışanlarına selam ve sevgilerimi sunuyor, çalışmalarınızda başarılar diliyorum. Cezaevi koşullarında dışarıdaki gelişmeleri takip etmeye çalışsak da muhalif basının cezaevlerine girememesi nedeniyle iktidar medyası aracılığı ile gelişmeleri takip etmeye çalışıyoruz. Çok az sayıdaki muhalif medya ve basın ile toplumsal, ekonomik, siyasal, kültürel gerçekleri özellikle Kürt sorunu çerçevesinde gelişen toplumsal, siyasal gelişmelere yer vermekte yetersizlik yaşıyoruz. Tabii ki bu baskı koşullarında bunu anlamaya çalışsak da bu baskı ve zor ortamından çıkmak; demokrasi, özgürlük barış ve eşitlik için daha cesur risk alan bir tutuma ihtiyaç olduğu her geçen gün daha net açığa çıkmaktadır. Bu bağlamda sizlerin hakikat yolculuğuna cezaevlerine “rehin” olarak tutulan bizlerin de seslerini duyurma girişiminizi anlamlı bulduğumu ifade etmek istiyorum tekrardan tüm Can TV ve PİRHA çalışanlarına selam ve sevgilerimi sunuyorum.
Türkiye’de Alevi inancına yönelik baskı, asimilasyon ve inkâr politikalarının yeni olmadığını biliyoruz. Alevilerin eşit özgür yurttaşlık taleplerini görmezden gelerek, Alevilerin inançlarını tanımayıp cemevlerinin kimi ihtiyaçlarını gidermeyi büyük bir adımmış gibi pazarlamaya çalışan siyasi iktidarın asıl hedefinin Alevi inancını bir yandan Cumhurbaşkanlığına bağlı kurdukları daire başkanlığı aracılığıyla denetim altında tutmak, diğer yandan da Alevilerin birliği ve dayanışmasını engelleyerek bağımsız olarak örgütlenmelerini engellemek olduğunu sanırım Alevi toplumu çok net görmektedir. Anadolu-Mezopatamya Aleviliğinin büyük mücadele direnişi ve yenilgiler yaşadığı bir mücadele deneyimi var. Osmanlı Devleti’nin baskı politikalarına direnişin önemli bir sembolü olan Celali İsyanları’nda 100 bin Alevi katledilmiştir. Osmanlı’nın bakiyesi üzerine kurulan Türkiye Cumhuriyeti’nin 100 yıllık tarihi de ne yazık ki Alevilere yönelik katliamlarla doludur.
Dersim, Maraş, Çorum, Gazi, Sivas Madımak…. Bu yaşanan gerçekliği anlamak için tarihsel gelişmelere bakmak önemli diye düşünüyorum. Cumhuriyetin kuruluşundan itibaren yaşanan direniş isyan sürecini de dikkate aldığımızda Kürt sorununun nedenlerini ve neden çözülmek istenmediğini daha iyi anlıyoruz. Kürtlerin yaşadığına benzer bir süreç Aleviler açısından da yaşanmıştır. Cumhuriyetin kuruluşunda halifelik kaldırılsa da Diyanet İşleri Başkanlığı ile 2. Mahmud sürecindeki Sünni İslam merkezli politika ‘modern’ cumhuriyete de aktarılmış, Sünni-Türk erkek merkezli cumhuriyet bugün Türkiye’de yaşanan kimlik sorunlarının da temelini oluşturmaktadır. 30 Kasım 1925 yılında devletin Alevilere yönelik inkâr ve asimilasyon politikasında yeni bir süreç başlatılmış oldu. Hacı Bektaşi Veli Dergâhı ve diğer tüm Alevi dergâhları kapatıldı, Alevi inancı yasaklandı. Alevilerin böylesi bir şiddet ve yasak döngüsü devlet kuşatması içinde varlığını koruması, Alevi inancının, felsefesinin, kökenlerinin toplumsal yönünün güçlülüğünden ileri gelmektedir. Alevilik inancının gelişiminde, örgütlenmesinde kadınların önemli bir rolünün olduğunun da altını çizmek isterim. Aleviler günümüzde Alevilere dayatılan inkâr, asimilasyona Alevi birliği ve dayanışmasını ortadan kaldırmak isteyen işbirlikçi Aleviler aracılığıyla Alevileri denetim altına almaya çalışan AKP iktidarına karşı yapacakları tek şey; kendi inanç kimliklerini, kültürlerini koruması ve Aleviler arası birlik dayanışmayı güçlendirerek Alevi kimliğinin özgürleşmesi için mücadele etmektir. Sonuç olarak Alevilere yönelik inkâr ve asimilasyon politikaları yeni değil. Bu baskı politikaları Alevilerin varlığını, kimliğini, kültürünü koruma ve özgürlüğünü sağlamasını engellemektedir. Sayısı 20 milyondan fazla olan Alevilere yönelik aşağılayıcı, ayrımcı şiddet politikaları, Alevi inancını inkâr eden politikalara karşı örgütlenmesi ve mücadele etmesi bir seçenekten ziyade zorunluluktur.
“TEK TİPÇİLİĞİ DAYATAN DEVLET, TÜM DİNLERE EŞİT MESAFEDE OLMALI”
-Milli Eğitim Bakanlığı, Gençlik ve Spor Bakanlığı ile Diyanet İşleri Başkanlığı arasında imzalanan ‘Çevreme Duyarlıyım, Değerlerime Sahip Çıkıyorum’ (ÇEDES) projesi kapsamında, birçok kentte okullara imam ve din görevlisi atandı. Bu konuda neler söylemek istersiniz?
Sebahat Tuncel: Zorunlu din derslerinin kaldırılması, cemevlerinin ibadethane sayılması, Alevi dergâh ve tekkelerinin açılarak Alevi inancının gelecek kuşaklara aktarılması eşit, özgür yurttaş olarak Alevi inanç kimliğinin anayasal güvenceye kavuşması, talepler etrafında örgütlenmek ve talepleri toplumsallaştırarak örgütlü güç haline getirmekle mümkündür. “Hak verilmez alınır” sözü bir slogan olmaktan ziyade tarihsel bir gerçekliliktir. Türkiye’de 2. yüzyıla Kürtsüz, kadınsız, Alevisiz bir anayasa ile girmemelidir. İktidarın anayasa çalışması ittifak kurduğu gerici güçlere bakınca dinci, milliyetçi, cinsiyetçi ve militarist bir karakterde olacağını görmek için kâhin olmaya gerek yok. Aleviler cumhuriyetin 2. yüzyılında tıpkı Kürtler gibi varlığını, inancını korumak ve anayasal güvenceye kavuşması için aktif bir çalışma içinde olmalı.
Ömer Hayyam’ın dediği gibi; Tam işleri dilediği düzene girer, ecel çıkıverir pusudan benim ben, diye. İktidarlar gelip geçicidir, önemli olan halklarımızın barış içinde kardeşçe yaşayacağı onurlu bir gelecek kurmaktır.
Devletin tüm inançlara eşit mesafede olması gerekir. Devletin dini olmaz. Ancak insanlığın başına bela olmuş bugün yaşadığımız ekonomik, siyasi, kültürel, ekolojik krizlerin temelini oluşturan ulus-devletler toplumu insanları denetim altında tutmak için dini bir araç olarak kullanmaktadır. Bugün Türkiye’ye yönelenlerin esas aldığı erkek, Sünni, Türk ulus devleti de Türkiye’deki toplumsal barışın önündeki en temel engeldir. Türkiye’deki farklı inanç ve kimlikleri yok saymakla Türkiye halklarına tek tip elbise giydirmek istemektedir.
16 EYLÜL’DEKİ MİTİNGE GÜÇLÜ KATILIM ÇAĞRISI
-16 Eylül’de İzmir’de okullara imam atanması (ÇEDES) projesinin iptali, laik eğitim ve eşit yurttaşlık talebiyle Aleviler ve Eğitim-Sen’in ortaklığıyla miting gerçekleştirilecek. Mitinge dair görüşlerinizi alabilir miyiz?
Sebahat Tuncel: 16 Eylül’de İzmir’de Alevi kurumları ile Eğitim-Sen’in ortak geliştireceği eşit yurttaşlık, laik eğitim ve ÇEDES projesinin iptali talepleriyle yapılacak olan mitinge İzmir halkımızın güçlü şekilde katılmaya davet ediyorum. Ne yazık ki cezaevinde olmam nedeniyle ben aranızda olamayacağım. Ama Can TV ve PİRHA aracılığı ile sizlerle dayanışma içinde olduğumu; Alevilerin, kadınların, Kürtlerin, Türkiye yoksul emekçilerinin özgür geleceği için dayanışmanın bizi başarıya ulaştıracağının altını çizmek isterim. Elbette basın açıklamaları, mitingler kamuoyu oluşturmak açısından önemlidir ancak yeterli değildir. Yukarıda da ifade etmeye çalıştığım gibi Alevilerin, Kürtlerin inkâr imha ve asimilasyon politikalarına karşı sürekli ve örgütlü bir mücadeleye ihtiyacı vardır. Yine kadınların eşitlik ve özgürlük mücadeleleri de örgütlü olmak dışında devletin tüm olanaklarını kendi iktidarını güçlendirmek için kullanan iktidara karşı örgütlü bir kadın gücü, örgütlü halkın gücü ile mücadele yürütürsek kazanırız.
Bugün iktidardakiler güçlü olduğu için değil, bizler muhalefet, örgütsüz ve dağınık olduğumuz için Türkiye de bu halde. Bu gidişata dur demek ellerimizde, yeter ki gücümüzün ve rolümüzün farkına varalım.
16 Eylül mitingine katılan tüm canlara, dostlara selam ve sevgilerimi sunuyor başarı dileklerimi iletiyorum.
Dilan MORSÜMBÜL/PİRHA
Yoruma kapalı.