PİRHA- Varto’nun İskender Köyü’nde bir ailenin yaşam öyküsünden yola çıkılarak anlatılmaya çalışılan Yazar Adıgüzel Özgüven’in ‘Tutunanlar’ kitabı, roman olarak okunabildiği gibi tanıklığa dayanan saha araştırmasına benzer bilimsel ve belgesel çalışma olarak da değerlendirilebilir. Özgüven, yazma sürecini köy odalarında yapılan sohbetlerden kafasında oluşanları sonraki nesillere aktarmak için yazdığını belirtiyor.
‘Tutunanlar’ bir ailenin yaşam öyküsünden yola çıkan bir kitap. Genelde Muş Varto, özelde İskender köyü tarihinin bir parçasını gerçeklere sadık kalarak anlatıyor. Aslında bu tarihsel süreci Türkiye’nin tarihsel sürecinin bir parçası olarak da okuyabiliriz.
Kitabı okurken birbirlerine komşu olan insanların nasıl birer katile dönüştüklerini veya dönüştürüldüklerini de okuyoruz. Şeyh Sait isyanının Varto boyutunu öğreniyoruz. Jandarma denildiğinde yöre insanını, belki de en çok çocukları bir korku alır. İşte bu durumun neden kaynaklandığını kitap okunduğunda daha iyi anlıyoruz. 1. Dünya Savaşı, Sarıkamış olayının sonuçlarına dair öyküler de can acıtıcı. Yine 2. Dünya savaşı yıllarına da kitap sayesinde tanıklık ediyoruz.
Bu çerçevede bu kitap roman olarak okunabileceği gibi tanıklığa dayanan saha araştırmasına benzer bir bilimsel ve belgesel çalışma olarak da değerlendirilebilir.
“VARTO BÖLGESİNDE YAŞAYANLARIN BİRBİRLERİYLE İLİŞKİLERİNİ ANLATTIM”
‘Tutunanlar’ kitabının yazarı Adıgüzel Özgüven, kitaba ilişkin PİRHA‘ya konuştu. Özgüven, bu kitapla sözlü tarihi yazılı bir tarih haline getirdiğini belirtti.
Olayların geçtiği İskender Köyü’nün bir dağ köyü olduğunu belirterek köy hakkında kısa bilgiler verdi.
“Tabi yaşam şekli, zorlukların, en fazla yaşandığı bir yerdir, İskender bir dağ köyüdür. İlçeye 30-35 km uzaklıktadır ve kışın 8 ay yolu kapalı kalıyor. Dolayısıyla biz de orada doğduğumuz için dolayısıyla acılara çok fazla şahit olduk. 8 ay yoklukla, yoksullukla mücadele eden insanların yaşam şekli. Tabi ilgileniyor ve acıları içimizde hissediyorduk.”
‘Tutunanlar’ romanının mikro bir tarih çalışması olduğunun altını çizen Özgüven, sadece romanda İskender Köyü’nün anlatılmadığını o bölgede bulunan aşiretlerin, Alevilerin, Sünnilerin, Türklerin birbirleriyle olan yaşam şekillerinin, inançlarının ve ibadet şekillerinin tamamının anlatıldığını kaydetti.
“CUMHURİYETLE BERABER BİR DAYATMACI SÜREÇ YAŞANMIŞTIR”
Özgüven, kitabını imkanlar dahilinde gelecekte belgesel yapmayı düşündüğünü de belirtti. Kitabı üç bölümde ele aldığını kaydeden Adıgüzel Özgüven, ilk olarak göçebe toplumdan yerleşik topluma geçildiğini belirterek şöyle açıklıyor:
“Bu aşağı yukarı 1600-1700 yıllara denk geliyor. Bu yaşam şekli 1920’lere kadar toprağa yerleşmekten sofraya oturmaya ve kalkmaktan, ibadet şeklinden, diğer bir toplumsal ilişkilerde birbirinin aynısı 300 400 yıllık bir tarih. Tabii bu tarihi süreç içerisinde çok değişimler olmuş. Mesela toprağa yerleştikten sonra 1700-1800 yüzyıllarda yaşam şekliyle daha sonraki yaşam şekli ufakta olsa bir değişiklik olmuştur. Daha önce toplum göçebe olarak yaşamış, birazda devletle ilişkisinden kaynaklanmış. Dolayısıyla toplumun ikinci dönemi 1920’den 1980’lere kadar olan bölümdür. Burada cumhuriyetin kuruluşu vardır, burada jandarmalı dönem, köylü ile devlet ilişkisi vardır. Giyiminden kuşamına kadar cumhuriyetle beraber bir değişim süreci yaşanmıştır ve bu süreç içerisinde 1980’lerden sonra ayrı bir yaşam şekli dayatılmıştır.”
Göçebe toplumdan 1980’den sonra tekrar bir göçebe toplum haline dönüştürüldüğünü kaydeden Özgüven, kapitalizmin dayatmasıyla bir göçebe toplum haline dönüştürüldüklerini belirtti. Asimilasyon politikalarının var olduğunun altını çizen Özgüven, “insanların etnik yapılar üzerinde bir asimilasyon politikaları vardır. İnançlarda bir asimilasyon politikaları vardır. Ve biz bariz olarak o politikaları da yaşadık. 1930’lardan 1940’lar da sonra şahit olduk onlara. büyüklerimiz, babalarımız şahit oldu” dedi.
“DARBELER SONUCU GÖÇEBE TOPLUM OLMAKTAN ÖTE GİDEMEMİŞİZ”
Yazar Adıgüzel Özgüven, 1960’lı yıllarda dinlediği insanların anlatımlarından beslendiğini bu insanların da 1900’lü yıllardan önce doğduğunu ve bir tarih birikimine sahip olduklarını belirterek, o zamanlarda Rusların bölgeye işgali, Hamidiye alayları dönemi, beylikler döneminin olduğunu, bunların bütün toplum üzerinde bir takım etkiler yarattığını söyledi.
Özgüven, kitabın içeriğinde toplumla devlet ilişkileri, Alevilerin kendi yaşam şekli, devletin Alevilere bakış şeklini anlattığını kaydetti.
“SİSTEM TARAFINDAN BİRBİRİMİZE DÜŞMAN EDİLMİŞİZ”
Adıgüzel Özgüven, Alevilerle Sünnilerin yaşam şekillerinin birbirine yakın olduğunu ancak yönetenlerin çelişkileri ön plana atarak birbirlerine düşman ettiklerini belirtti.
Özgüven, sözlerine şöyle devam etti:
“Mesela bizim yaşadığımız topraklar Ermenilerden, Urartu topraklardır. Urantuların kendisi Ermeni’dir, Ermenilerdir. Ermeniler Urartuların bir devamıdır. Bağlı olduğumuz İskender Köyü Varto ilçesidir. Eski ismi Gımgım’dır. Gımgım kelime anlamı ile atların yarıştığı ve çıkardığı ses olarak adlandırılır. Gımgım ismi oradan geliyor. Peki Varto nerede olmuş? Burada çok çeşitli görüşler var. Varto tarihinde toy kuşlar olduğu için Türkçeleştirmişler, Vartoy demişler ama asıl ismi benim anlayabildiğim kadarıyla Part dilinde Ermenice’de Vart, gül demektir, güllük bir bölge olarak anlıyoruz. Gül bahçesi olarak öyleymiş hakikaten. Büyüklerimiz de anlatıyorlardı. Çok ormanlıklar bölgesiydi biz yaşadık, ormanlarda gölgede yürüyorduk. Fakat ne yazık ki tarihi süreçte hepsi yok olmuş, kıraç topraklara dönüşmüş. Ağaç olarak dayanabilen ardıçların dışında yer yer meşe ağaçları vardı. Onun dışındakiler çoğu heder edilmiş, tarla yapılmış, o bölgede hayvancılık yoğun olduğu için hayvanların otlak yerlerine çevirmişlerdir, mera olarak kullanıyorlar.”
Kitabının akıcı olduğunu kaydeden Özgüven, acılarla dolu, Alevi yol erkanı ve o süreçte Osmanlı ve devletin yapmış olduğu asimilasyon politikasını anlattığını belirtti.
“KÜÇÜK BİR AYDINLIKTAN, TARİHİMİZİ ÇIKARABİLİRİZ”
Adıgüzel Özgüven, “Yeni nesil, biraz acılarımızı bilseler, geleceklerini aslında biraz daha iyi seçerler. Tarih dediğimiz gibi ince noktalardan ibarettir. Mikro dediğimiz olay, “Ufak bir aydınlıktan tarihi ancak çıkarabiliyoruz.” Maalesef bugüne kadar bize anlatılan tarih çok gerçek bir tarih değildir, yaşayan bir tarih değildir. Biz yaşamımızdan ancak tarihimizi reel olarak görüneni anlatabiliyoruz” dedi.
Cebrail ARSLAN/ANKARA
Yoruma kapalı.