PİRHA-Arzu Çekezoğlu DİSK’in ilk kadın genel başkanı. Öğrencilik yıllarında öğrenci dernekleriyle başladığı emek ve demokrasi mücadelesini sırasıyla Tüm Sağlık-Sen, KESK’e bağlı Sağlık Emekçileri Sendikası ve DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İş sendikalarında sürdürdü. OHAL sürecinden DİSK’in de oldukça etkilendiğini söyleyen Çerkezoğlu, AKP’nin ülkeyi yönettiği 16 yıl içerisinde sendikal hakların kullanılamaz hale geldiğini vurguladı.
1969 Artin Şavşat doğumlu Arzu Çerkezoğlu. 12 Eylül 1980 askeri darbesine kadar Şavşat’ta yaşayan yaşayan Çerkezoğlu oradan göç ettikten sonra da bağlarını hiç koparmamış. İstanbul Üniversitesi Tıp Fakültesi mezunu olan Çerkezoğlu, aynı zamanda patoloji uzmanı.
Üniversitedeyken öğrenci derneklerinde emek ve demokrasi mücadelesine başlayan Çerkezoğlu, şimdi DİSK’in ilk kadın genel başkanı. Emek mücadelesine ve Türkiye gündemine ilişkin sorularımızı yanıtlayan Çerkezoğlu, tüm işçileri 24 Haziran seçimlerinde öncelikle demokrasiye sahip çıkmaya çağırdı.
ÖĞRENCİ DERNEKLERİNDEN DİSK GENEL BAŞKANLIĞINA
Emek mücadelesine nasıl başladınız?
Gençlik yıllarımda üniversite öğrencisiyken öğrenci gençlik mücadelesi içerisinde yer aldım. O dönem bizim bir merkezi örgütümüz Öğrenci Dernekleri. İstanbul Öğrenci Dernekleri Federasyonu’nu kurmuştuk. Onun da ilk kurucu genel sekreterliğini yaptım.
Çalışma yaşamına başladığım ilk gün Tüm Sağlık-Sen’e üye oldum. KESK daha kurulmamıştı. Sendikal mücadelem orada başladı. 2001’e kadar bugün ki KESK’e bağlı Sağlık ve Sosyal Hizmet Emekçileri Sendikası’nda uzun yıllar bir mücadele süreci oldu. Üç dönem orada şube başkanlığı yaptım. 2001 yılından itibaren de DİSK’e bağlı Devrimci Sağlık İş çatısı altında mücadele yürütüyorum. İş yeri temsilciliğinden sendikanın genel başkanlığına oradan da DİSK’in genel başkanlığına kadar uzanan bir süreç var.
DİSK’te kaç yıl genel sekreterlik yaptınız?
Nisan 2013’teki kongrede genel sekreter olarak seçildim, 5 yıldır da genel sekreterlik görevini yürütüyordum.
DİSK kurulduğundan beri ilk defa bir kadın genel başkanı oluyor. Ne düşünüyorsunuz bu konuda?
Ne yazık ki öyle. 51 yıldır ilk kez bir kadın genel başkan oldu. Ben genel sekreter seçildiğimde de ilk kadın yönetici ilk kadın genel sekreter olarak görev aldım. Kadınların özellikle işçi sendikaları açısından sendikal örgütlenmede sendikal mekanizmalar içerisindeki yeri maalesef çok sınırlı. Bugün de diğer konfederasyonlar açısından bakıldığında da genel başkan görevini üstlenen ilk kadın olmuş oldum.
Genel itibarıyla aslında sol örgütlenmelerde de kadınları sınırlı görüyoruz. Bununla ilgili ne düşünüyorsunuz?
Evet genel olarak nerede bir mücadele var, direniş var, barikat var hep ön saflarda kadınlar var. Bu emek mücadelesi için de böyle, kent doğa mücadelesinde de böyle. Ama mekanizmalar içinde, örgütsel yapılanmalar içerisinde evet kadınların istenen düzeyde olmadığı çok açık.
Neredeyse iki yıldır OHAL ile yönetiliyoruz ve bu OHAL sürecinde sayısız KHK’ler yayınlandı. Bu KHK’lerle onlarca medya kuruluşu kapatıldı gazete, televizyon, dergi vb. Binlerce kamu çalışanı görevlerinden ihraç edildi. DİSK’ten de ihraçlar yaşandı mı bu süreç içerisinde?
Kuşkusuz 20 Temmuz 2016’dan bu yana Türkiye çok açıkça Olağanüstü Hal’in ilanıyla birlikte bütün demokratik mekanizmaların ortadan kaldırıldığı ve aslında 2013’ten bu yana devam eden baskıcı, otoriter bir rejimin OHAL ilanıyla birlikte daha da derinleştirildiğini görüyoruz. Açıkça Türkiye’nin adım adım tek adam rejimine, diktatörlüğe sürüklendiği bir süreç bu. 16 Nisan referandumu da bu sebeple yapıldı zaten. Cumhurbaşkanlığı hükümet sistemi ya da başkanlık sistemi adı altında Türkiye bir tek adam rejimine sürüklenmeye çalışılıyor ve OHAL döneminde çalışma hakkı başta olmak üzere en temel haklar ortadan kaldırıldı. 140 binin üzerinde kamu çalışanı ve işçi arkadaşlarımız sorgusuz sualsiz ihraç edildiler, işsiz kaldılar. Açlıkla baş başa bırakıldılar. Bizim de özellikle kayyum atanan belediyelerdeki Genel İş Sendikamızın yaklaşık iki binin üzerinde üyesi bu anlamda kayyum atanan belediyelerde KHK’lerle işten çıkartıldı ve bu mücadeleyi sürdürüyoruz.
“HER TÜRLÜ HAK ARAMANIN BASKI ALTINA ALINDIĞI BİR İKLİM VAR”
Az önce söylediğiniz gibi DİSK de OHAL sürecinden ve KHK’lerden etkilendi. Bu süreçte sizce DİSK yeterince mücadele verebildi mi? Veremediyse neden?
Tabi Türkiye’de OHAL’in ilanıyla birlikte çok baskıcı ve otoriter bir rejim inşa edilmeye çalışılıyor. OHAL ile birlikte Türkiye’de yaratılan siyasal iklim aslında en basit bir dilekçenin altına imza atmaktan, bir basın açıklamasına katılmaktan alanlara çıkmaya kadar her türlü hak arama yönteminin baskı altına alındığı bir siyasi iklim var bugün Türkiye’de. En temel yasal hakların bile kullanılamadığı yasal ve anayasal bir hak olan grev hakkının çok açık bir biçimde cumhurbaşkanı tarafından defalarca ‘OHAL’den istifade grevleri yasaklıyoruz’ diye övünebildiği yani bir temel yasal ve anayasal hakkı bile bu şekilde açıkça gasp ettikleri bir süreci yaşıyor Türkiye. Dolaysıyla buna karşı mücadele, bütün bu sürece karşı mücadele yani demokrasi mücadelesi bir bütün. Kuşkusuz bu anlamda yani Olağanüstü Hal’in ilanıyla birlikte yaşanan hak kayıplarına karşı verilen mücadelenin Türkiye’de hem DİSK açısından hem daha genel olarak tüm muhalefet örgütleri açısından yeterli olduğunu söylemek mümkün değil. Bu anlamda çok parça parça bir dizi direnişler var, bütünlüklü olarak yürüttüğümüz mücadeleler var. Ama toplumsal muhalefetin bütün örgütleri açısından bu süreci tersine çevirmek noktasında kuşkusuz yetersizlikler var. Ama şu çok açık ki bugün Türkiye’de her türlü baskıya rağmen bütün basının, medyanın kuşatma altına alınmasına rağmen, bu siyasi iktidarı desteklemeyen ona muhalif olan hatta yeterince desteklemeyen herkesin baskı altına alınmasına rağmen bugün Türkiye halkı, işçiler, emekçiler, kadınlar, gençler bir tek adam rejimine bir diktatörlüğe teslim olmuyor. Bu çok açık.
“24 HAZİRAN SEÇİMLERİ DÖNÜM NOKTASI OLACAK”
Önümüzdeki 24 Haziran seçimleri de bu açıdan önemli bir dönem olacak. Bu mücadeleyi hep birlikte sürdürüyoruz ve Türkiye’yi bu karanlıktan kurtaracak bir mücadelenin bu anlamda ortak birleşik emek örgütünden siyasi partisine, çeşitli meclislerden platformlardan kent doğa örgütlerine kadar bu süreçten rahatsız olan herkesin yani gerçek anlamda demokrasiye sahip çıkan herkesin vereceği ortak mücadeleyle bu karanlıktan çıkılacak. Buna inanıyoruz.
“SEÇİM DEDİĞİMİZ ŞEY DEMOKRATİK MEKANİZMAYLA YAPILMALI”
OHAL koşullarında seçime gidiyoruz. Seçime bir aydan az bir zaman kala adayların çalışmaları da sürüyor. Ancak HDP’nin adayı olan Demirtaş cezaevinde. Cezaevinden miting konuşması yapıyor. Ailesine ayırması gereken 10 dakikalık sürenin 7 dakikasında miting konuşması yapıyor. Bunu nasıl değerlendiriyorsunuz?
OHAL koşullarında seçim olmaz her şeyden önce. Yani Olağanüstü Hal demek Türkiye ve dünyaki bütün ülkeler açısından böyle. Bizim anayasamızda da Olağanüstü Hal’in ilan edilmesinin ve onun usulleri belli anayasada, yasalarda. Olağanüstü Hal’i niye ilan ettiler? 15 Temmuz’da bir darbe girişimi yaşandı buna karşı ilan ettiler. Ama biz OHAL ilan edildikten bu yana yani 20 Temmuz 2016’dan bu yana Türkiye’ye yaşattıkları darbeyle darbecilerle ilgisi yok. Örneğin bizim taşeron yasası bile bir OHAL KHK’siyle çıkartıldı. Kadro veriyoruz diye çıkarttıkları yasa. Şimdi taşeron işçilerinin darbeyle, darbecilerle ne ilgisi var?
“KABUL EDİLEBİLECEK BİR ŞEY DEĞİL”
Bütün demokratik mekanizmaların meclis başta olmak üzere ortadan kaldırıldığı bir süreç ve OHAL koşullarında seçime gidiliyor. Bu hiç kabul edilebilecek bir şey değil. Sonuçta seçim dediğiniz şey bir demokratik mekanizmayla yapılmak zorundadır. 16 Nisan’da da bunu yaşadık. Örneğin devletin bütün kurumları, bütün medya, bütün kamusal araçlar her şey ama her şeyin iktidar partisinin kullanımına sunulduğu son derece eşitsiz bir referandum süreciydi 16 Nisan. Bugün bu 24 Haziran seçimleri sürecinde bu daha da açık bir biçimde ortaya çıktı. Zaten seçime yönelik özellikle siyasi iktidarın Adalet ve Kalkınma Partisi’nin genel başkanı ve cumhurbaşkanı olan Recep Tayyip Erdoğan’ın attığı her adım bu eşitsizliği daha da derinleştiren bir biçimde gerçekleşiyor. Örneğin bir ittifak yaptılar Cumhur İttifakı adı altında. Bu, seçimlere karşı kendi avantajını sağlamak ve MHP’yi baraj altı kalmaktan kurtaran bir süreçti.
“HDP’YE BİR BÜTÜN OLARAK BASKILAR VAR”
Cumhurbaşkanının HDP’yi çok açık bir biçimde hedefine alan ve Selahattin Demirtaş’ı hedefine alan söylemleri hala devam ediyor ve cumhurbaşkanı adaylarından biri bugün tutuklu ve tutukluluğuna yapılan itirazlar da reddedildi. Şimdi bu kabul edilebilir bir şey değil. Bunu zaten diğer cumhurbaşkanı adayları da söylüyorlar. Bunu Meral Akşener bunu Muharrem İnce de söylüyor. Dolayısıyla eğer seçimse bu adilce bir yarış olmalıdır ve bir cumhurbaşkanı adayının tutuklu olması asla kabul edilemez. Sadece Selahattin beyin tutuklu olması konusu da değil. HDP’ye bir bütün olarak zaten aylardır var olan baskılar var. Biz birçok HDP’li arkadaşımızın parti yönetimine girdiğini duyuyoruz üç gün sonra tutuklandığını duyuyoruz. Bütün kadrolarının, seçmenlerinin tutuklandığı, seçilmiş belediye başkanlarının, eski eş başkanlarının, milletvekillerinin hapiste olduğu bir siyasi partiden söz ediyoruz. Dolayısıyla yaptığı her faaliyetin kriminalize edilmeye çalışıldığı bir siyasi partiden söz ediyoruz. Bu siyasi parti bu ülkede en son seçimlerde altı buçuk milyon insanın oyunu almış bir siyasi parti ve meclisin üçüncü büyük siyasi partisi. Dolayısıyla zaten var olan bu eşitsiz durum OHAL koşullarında bugün hele de bir cumhurbaşkanlığı seçimi gibi kritik bir seçimde çok daha açık bir biçimde ortaya çıkmış durumda. Bu asla demokrasi kültürü açısından demokratik yarış açısından kabul edilebilecek bir durum değil.
“16 YILDA İŞÇİLER, EMEKÇİLER AÇISINDAN NE OLDU?”
Cumhur İttifakının ortak adayı olan Recep Tayyip Erdoğan meydanlarda çeşitli vaatlerde bulunuyor. İşçilerle emekçilerle ilgili vaatlerini nasıl buluyorsunuz, nasıl değerlendiriyorsunuz? Gerçekçi geliyor mu size?
24 Haziran seçimlerine ilişkin geçtiğimiz hafta basın toplantısı yaptık ve basın toplantısında DİSK’in en önemli karar organı olan Başkanlar Kurulumuzun yaptığı tartışma ve aldığı kararlar ışığında DİSK’in 24 Haziran seçimlerine yönelik tutumunu ve tüm işçi sınıfına çağrısını anlattık. Bunu da araştırma dairemizin hazırladığı bir rapor eşliğinde yaptık. 16 Nisan referandumunda da benzer bir çalışma yapmıştık. Orada şunu sorduk: 16 yıldır bu ülkeyi AKP yönetiyor. Bu 16 yılda işçiler, emekçiler açısından ne oldu? Bu 16 yılda ileriye mi geriye mi gitti? Bu raporda işçi sınıfının ne kadar büyük şeyler kaybettiğini gördük. Bunu kamuoyu ile paylaştık. Bu 16 yıl aynı zamanda neoliberal politikaların o bütün güvencesiz politikaların AKP iktidarı eliyle hayata geçirildiği bir dönem oldu.
“DEMOKRASİ İŞÇİNİN EKMEĞİDİR”
16 yılda en başta demokrasi, en temel katılım mekanizmaları ortadan kalktı. DİSK olarak şunu söyledik: Demokrasi işçinin ekmeğidir. Demokrasinin olmadığı yerde emeğin hakları olmaz. O nedenle demokrasiye sahip çıkmalıyız.
“SENDİKAL HAKLAR KULLANILAMAZ HALE GELDİ”
Çalışma ve yaşam koşulları çok büyük anlamda geriye gitti. Sendikal haklar ve grev hakları kullanılamaz hale geldi. Bugün Türkiye’de her 100 kişiden 10 tanesi sendikalı, 7’si toplu sözleşme kapsamında. Toplu sözleşme kapsamı özel sektörde yüzde 5’e kadar düşüyor. Özel sektörde çalışan her 100 kişiden 95’i sendikal korumadan yoksun Türkiye’de. Bunun doğal bir sonucu olarak, asgari ücret örneğin, sosyal devletin temel göstergelerinden bir tanesidir. Asgari ücret milli gelir karşısında reel olarak yüzde 30 değer kaybetti. Gelir dağılımı eşitsizliği daha da derinleşti. Bugün Türkiye’de en zengin yüzde 20, en yoksul yüzde 20’nin 8 kat daha fazla gelirine sahip. Vergi politikası bu yoksulluğu daha da derinleştiriyor. Dolaylı vergiler dediğimiz, asgari ücretle çalışanla, bir işverenin ya da çok zengin insanın aynı miktara ödediği ÖTV, KDV gibi vergiler, bugün toplam vergi gelirlerinin yüzde 65’i. Dünyanın hiçbir yerinde yok böyle bir şey.
“HER 4 GENÇTEN BİRİ İŞSİZ”
İşsizlik Türkiye’nin temel meselesi haline geldi. Artık Türkiye’de her evde bir işsiz var. Her 4 gençten 1’i işsiz. Bununla birlikte güvencesiz çalıştırma dediğimiz taşeron işçi çalıştırma başta olmak üzere bugün artık son derece yaygınlaştı. Bütün haklar ortadan kaldırıldı. Bugün artık her gün 4-5 işçi arkadaşımızı iş cinayetine kurban veriyoruz. Çalışma hakkı OHAL ile birlikte ortadan kalktı ve 140 bin insan işinden edildi. Emeklilikte yaş yükseltildiği için emeklilikte yaşa takılanlar diye bir mağduriyet oluşturuldu.
“ZORUNLU ARABULUCULUK SİSTEMİ GETİRİLDİ”
İşçilerin mahkemede hak aramasının önüne geçildi. Geçtiğimiz günlerde işveren örgütlerinden biri TOBB’un Başkanı, iş davalarının yüzde 99’unun işçiler lehine sonuçlandığını söyledi. ‘Bunu biz kabul edemeyiz. O nedenle hükümete söyledik. Zorunlu arabuluculuk sistemi getirdi’ dedi. Bu sistemle siz işten atılırsanız ve ücretinizi alamazsanız, doğrudan dava açamıyorsunuz. Zorunlu olarak bir arabulucuya gidip işverenle bir pazarlığa oturmak zorundasınız. Alacağınızın 5’te ya da 3’te birine razı edilmek isteniyorsunuz.
“ÖZELLEŞTİRMENİN YÜZDE 88’İ AKP DÖNEMİNDE YAPILDI”
Özelleştirme sürecini Özal başlattı. Özellikle neoliberalizmin ilk temelleri atıldı. Türkiye’deki özelleştirmenin yüzde 88’i AKP döneminde yapıldı. İşçilerin, emekçilerin, halkın yarattığı birikimlerin hepsi satıldı. Buradan elde edilen 47 milyar liralık bir gelir var. Bu da otoyollara, köprülere aktarıldı. 16 yılda işçiler son derece büyük hak kaybına uğradı.
Buradan işçilere ve emekçilere bir çağrınız var mı?
Tüm işçilerden 24 Haziran’da öncelikle demokrasiye sahip çıkmalarını, barışa, kardeşliğe, emeklerine sahip çıkmalarını istiyoruz. İşçileri, bizi kölece çalışma koşullarına mahkum eden politikalara dur demeye çağırıyoruz.
Suay ABAK/Oktay ASLAN
İSTANBUL
Yoruma kapalı.