PİRHA – EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, “Demokratik Toplum Çağrısı” ardından yeni sürece dair görüşlerini açıkladı. “Bir yerlerden başlamak gerekir. Kamuoyu önünde en azından bu süreci daha iyi yönetebilmesi için Abdullah Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi gerekir” diyen Öztürk, emek hareketine de süreci sahiplenme konusunda çağrıda bulundu.
22 Ekim 2024’te MHP Genel Başkanı Devlet Bahçeli’nin “Yeni döneme giriyoruz” çıkışı ve 27 Şubat’ta Abdullah Öcalan’dan gelen “Asrın Çağrısı” ile Türkiye’de adeta yeni bir iklim oluştu.
PKK’nin 12 Mayıs’ta ilan ettiği kongre kararları ardından Kürt sorununun çözümü noktasında bugüne kadar hiç denenmemiş bir yöntemin adımı atıldı. Cumhuriyet tarihinin en temel sorunu olan Kürt sorunu, 47 yıllık silahlı dönem ardından taraflar arası müzakerelerle çözüme yakın yorumlanıyor.
DEM Parti İmralı Heyeti’nin, Abdullah Öcalan ile temasları devam ederken, Kürt siyasal hareketinden “Süreç, toplumlar tarafından sahiplenildiği oranda olgunlaşacaktır” cümlesinin altı çiziliyor.
“ARTIK BİR YERLERDEN BAŞLAMAK GEREKİR”
Peki demokratik toplum örgütleri sürece nasıl yaklaşıyor; Emekçi Hareket Partisi (EHP) Genel Başkanı Hakan Öztürk ile konuştuk.
“Demokratik Toplum Çağrısı ardından neler yaşandı?” sorumuzla birlikte devlet kanadından yapılması gerekenlere dair Hakan Öztürk, şu yanıtları verdi:
“Sadece bu süreç kapsamında değil, genel olarak Kürt halkı ile ilgili bir bakış açımız var. Yani Kürt halkının uğradığı haksızlıkları kabul etmiyoruz elbette. Sorunlarla ilgili bir değişimin olması gerektiğini yıllar yılı zaten Kürt hareketi nasıl söylüyorsa biz de onun yoldaşı olarak aynısını söylüyor vaziyetteyiz. Haksızlığa uğrayan ulus, kimlik, ne diyorsa o dikkate almaktır. Bu sorunun da çok köklü olduğunu biliyoruz. Hani son zamanlarda işte ‘40 yıldır bu sorunu tartışıyoruz’ deniliyor ancak 200 yıldır bu sorunu tartışıyoruz. Yani Osmanlı İmparatorluğu, imparatorluk olmaktan çıkmaya başladığı koşullarda bunu ister istemez bir nesnel gerçeklik olarak tartışmaya başlamıştı. Aynı konu bir nevi Türkiye Cumhuriyeti’ne de devroldu.
Bu durum ilk kez dünyada bizim karşılaştığımız bir durum değil. Zaten her aşamada biz bu meselenin demokratik ve diyalog yoluyla yürütülmesi gerektiğini, şiddet sarmalını yaratan süreçlerin olmaması gerektiğini her zaman söylemiştik. Ama şimdi gelinen aşamada bir tür yeni süreç söz konusu oldu. Doğal olarak daha önceki tarihi de yaşamış olduğumuz için bir düzeyde deneyimliyiz.
Devlet Bahçeli, DEM Parti heyetiyle Meclis’te tokalaştı ve ‘Dünyada eğer barış için uğraşıyorsak ülkemize de barış için uğraşmalıyız’ dedi. Bu tabii bugüne kadarki reddiyeci tutuma oranla ileri bir cümle sayılır. Çünkü Türkiye’de ‘barış’ bile dediğinizde ‘Ne barışı? Bir terör var’ diyorlardı. Ve Abdullah Öcalan da bir iradeyi ortaya koydu ve ‘Bundan sonraki dönemde bu meseleyi demokrasi, hukuk, siyaset yoluyla çözmek üzere konuyu dikkate almalıyız’ dedi. PKK de topladığı kongrede buna paralel bir tutum ortaya koydu. Bu durum çok önemli bir adımdır. Bu realiteye bağlı olarak koşulların tepeden tırnağa gözden geçirilmesi gerekir. Yani bu durum çok fazla hükümetin veya yöneticilerin inisiyatifine bağlı bir durum da değil. Çünkü hakikaten tarihsel toplumsal bir gerçeklik var. Bunu kamuoyu önünde tartışmışsınız. Kamuoyu önünde el sıkışmışsınız. Kamuoyu önünde Abdullah Öcalan’ın açıklaması okunmuş. Buna bağlı olarak PKK’nin kongresini toplamasını istemişsiniz. Bunların hepsi hayata geçmiş. Bu durumda bir yerlerden başlamak gerekir. Kamuoyu önünde en azından bu süreci daha iyi yönetebilmesi için Abdullah Öcalan’ın koşullarının iyileştirilmesi gerekir. Hasta tutsakların durumu ne olacak? Genel olarak çok sayıda Kürt hareketinden insan cezaevinde bulunuyor, onların konusu ne olacak? Bunlar konusunda bir adım atıldı mı, atılmadı mı? Bu dikkatle takip ediliyor. Ama atılmış olursa da bir başlangıç olacak. Ondan sonra da doğrudan Kürt meselesinin özüne değinen konular gündeme gelecektir.
HÜKÜMET KANADINDAN DİLE GETİRİLEN ÖNEMLİ DETAY!
E bir antidemokratik uygulama olarak bu kayyumlar… Seçilmiş olanı kabul etmemek herhalde bir tek bizim ülkemizde oluyor. Hiç kabul etmeyeceksen seçim olmasın ama eğer seçim varsa; bu Türkiye’de yani 12 Eylül rejiminden sonra bile olmadı, yani normal seçimler yapılabildi. Ya da şöyle söyleyeyim; eğer bir veto söz konusu oluyorsa en başta hiç seçime girmeden veto söz konusu oluyordu. Biz o kadar hazin bir vaziyetteyiz ki, seçim oluyor, her şey bitiyor, belediye başkanı görevine başlıyor, bir iki ay geçiyor, ondan sonra kayyum uygulaması gündeme geliyor. Bunun kabul edilebilecek bir tarafı yok. Utanç verici bir şey yani. Yani biz bunu başka bir ülkenin yurttaşına anlatmak istesek utanırım şahsen. O açıdan bunun da geri çekilmesi gerekir diye düşünüyorum.
Bu el sıkışma sonrasında Abdullah Öcalan’ın da çağrısının olduğu aşamalarda Devlet Bahçeli, ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes Türktür’ tanımına dair anayasadaki bu kimlik meselesi üzerine ‘Türkiye Cumhuriyeti’ne vatandaşlık bağıyla bağlı olan herkes, eşit hak ve yükümlülüklere sahiptir’ diyerek bir yaz yazdı. Tabii bunu bir sosyalist yazsa dikkat çekici bir tarafı yok ama Devlet Bahçeli yazınca dikkat çekici bir tarafı var. Yoksa bu evrensel hukukun, anayasa prensiplerinin bir gereğidir. Tabii yıllar yılı, Kürt hareketi bunu anlattı. Demek ki dinlemek gerekiyormuş. Bak şimdi çok yakınlaşıldı. Yani bu fikirlerde yakınlaşıldı. Yani Kürt hareketinin dile getirdiği ‘Eşit yurttaş olmak istiyoruz’… 21. yüzyılda bunu dile getirmek zorunda kalıyor! Birçok olumsuz şeyi sayabiliriz ama ben olumlu işaret ne diye bunları anıyorum.”
“BİR YERDEN BAŞLAMAK GEREKİYOR”
EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, süreçle birlikte ilk olarak hasta mahpuslar ve siyasi tutukluların serbest bırakılabileceğine işaret etti. Öztürk, “Önümüzdeki dönem dil konusunun da tartışılması gerekir” diyerek sözlerine şöyle devam etti:
“Bir daha bu kayyumların olmaması için tartışılması gerekir. Ama bunları konuşmaya başladığımızda detayda zaten bir sürü başka konu da çıkacaktır. Bunların hepsi konuşuluyor olacaktır. Türkiye’nin genel olarak demokratikleştirilmesi konusu da konuşuluyor olacaktır.
PKK’nin son açıklamasında gördüğümüz gibi bir nihai hedef olarak sosyalizm hedefini ortaya koymuş. Böyle bir akım, bunları dikkate almaz olur mu diye düşünüyorum. Yani alacaktır ama bu yine de işin başlangıcı sayılmalıdır. Ben o açıdan bir kere bir başlatalım düşüncesindeyim. Bu konuda zaten diğer dünya çapındaki örneklerde de böyle yani; İrlanda’ya da baksanız, İspanya’ya da baksanız, Bask’a da baksanız, Güney Amerika’daki deneyimlere de baksanız böyle. Bir anda her şey çözüme kavuşmuyor. Bir yerde başlamak gerekiyor. Karşılıklı en azından dikkate alınırlık olması gerekiyor. Sonrasında ‘söylediğin söz seni bağladı’ gibi bir hukukun gelişmesi gerekiyor. Yani o açıdan az önce andığım anayasadaki kimlik konusu Devlet Bahçeli’yi bağlamış olmalıdır. Umut hakkı ile ilgili söylediği söz Devlet Bahçeli’yi bağlamış olmalıdır. Bunlardan bir iki tanesine ilişkin adım atıldığında ortam çok daha iyiye gidebilir.
Kürt hareketi belli bir noktaya geldi. Biz şu anda mücadele ile en azından bu seçme seçilme hakkıyla ilgili durumu değiştirmeye çalışıyoruz. Bunları niye söylüyorum? Mücadele edersek, tavır ortaya koyabilirsek gidişatı değiştirebiliriz. ‘Mevcut hükümet ne isterse onu yapabilir, biz onun elindeyiz, çaresiziz yani’ düşüncesinde değilim.”
“EMEKÇİLERİN DURUMUNU ANLATABİLECEĞİMİZ ÖNEMLİ BİR DÖNEMEÇTEYİZ”
EHP Genel Başkanı Hakan Öztürk, “Demokratik Toplum Çağrısı” ardından önünüze nasıl bir program koydunuz?” sorusuna ise şu yanıtı verdi:
“Sürecin anlatılması meselesi var. Bütün bu demokrasiyi savunan kesimler açısından söylüyorum; biz bunu yeterince ciddiye almadık. Çok kalıplarla gidiyor vaziyette olduk. Anlatmak gibi değil de daha çok deklere etmek gibi tutum içerisinde olduk ama bunun sonuçta Türkiye’deki milyonlara izah edilmesi gerekiyor. Anlatmak konusundaki en kritik konu Öcalan’ın, DEM Parti’nin yaptığı görüşmeler. Anlatmak konusundaki en kritik konu bu konulardaki detaylardır. Çok hassas bir konu olmasından kaynaklı bir olgunlaşma aşamasına kadar taraflarca görüşüldüğüne tanık olabiliriz. Ama ondan sonra topluma ‘biz şu yönde ilerliyoruz’ denilecektir.
“KÜRT HAREKETİ DOĞRU BİR ŞEY ANLATIYORMUŞ”
16 milyonluk İstanbul’un bile kendi kendini yönetmesi mantığının değersiz olduğunu anlatmaya kalkışıyorlar. Ve bütün kamuoyu tarafından bu artık anlaşıldı. Demek ki aslına bakarsanız Kürt hareketi ve Kürt halkı çok doğru bir şey anlatıyormuş. Yani yerel yönetimlerin kuvvetlendirilmesi durduk yere söylenmiş bir şey değilmiş demek ki. Her şeyin merkezle halledilemeyeceğini söylemeleri çok doğruymuş demek ki. O açıdan bunları derinlemesine anlatabileceğimiz fırsatlar var. Sadece bazı detayları bu geçen zamandan bilemiyoruzdan ibaret görmemeliyiz. Bu esnada Kürt meselesini, demokrasi meselesini, Türkiye’deki bu açlıkla, yoksullukla sınanan emekçilerin durumunu anlatabileceğimiz önemli bir dönemeçteyiz. Bunun için çok büyük bir alan açıldı. Genel olarak demokrasiyi anlatacağımız çok önemli bir dönemeçteyiz. Seçme ve seçilme hakkına, İstanbul Belediye Başkanının bile hapse atılacağı düzeyde bir saldırı söz konusuysa, biz demokrasi konusunu çok etraflı bir şekilde anlatabiliriz. Yani buna ihtiyaç var demek istiyorum. Önümüzdeki zamanlar tüm bunları anlatmanın fırsatıdır.”
SOSYALİSTLERE ÇAĞRI!
Hakan Öztürk, son olarak sürece dair emek hareketine çağrıda bulunarak şunları aktardı:
“Emek hareketi demek sosyalizm demektir. Sosyalistlerin de tek konusu işçi sınıfının hakları, işçi sınıfının iktidarı ile ilgili değildir. Uluslar, kadınlar, cinsel yönelimleri nedeniyle haksızlığa uğrayanlar da sosyalistlerin konusudur. Yani kimliklerinden ötürü kim haksızlığa uğruyorsa sosyalistler onları benimser, haklarını dikkate alır. O açıdan, ulusların kendi kaderini tayin hakkı prensibini de dikkate alarak böyle yapmalıydık. Bu konuda eksik kalındıysa en azından bu dönemde eksik kalınmamalıdır.
Bir tür yeni barış sürecinin zeminindeyiz. Bunların açıklıkla konuşuluyor olması lazım. O anlamıyla birincisi biz, bu konuda haksızlığa uğramış halk ne diyor diye dikkat kesilmeliyiz. Onların istekleri ne? Bunları öncelikle dikkate almak zorundayız. Çünkü kim haksızlığa uğruyorsa onu dinlemek gerekir, sosyalist prensibin özü odur.
İkincisi; istenen hak, talep, amaçlar nelerdir diye dinlediğimizde bunu dönüp bütün Türkiye ve dünya kamuoyuna anlatıyor olmamız gerekir. Her yerde dile getirmemiz gereken şey; Kürtçe’nin her alanda kullanılabilmesi, Anayasanın, bütün kimliklerin durumuna göre yeniden düzenlenmesi olmalıdır. Bu temel prensipleri her yerde savunuyor, her yerde bunun mücadelesini veriyor olmalıyız. Burada kritik nokta, DEM Partili ittifakının da gerçekleşiyor olmasıdır. Bu sağlanabilirse önümüzdeki yol daha kolaylıkla açılabilir. Ama diyelim ki böyle bir şey olmadı. Böyle bir durumda bile sosyalistlerin görevi, her durumda ezilen, haksızlığa uğrayan halkı, kimlikleri savunmaktır.”
Eren GÜVEN/İSTANBUL
Yoruma kapalı.