Alevi Haber Ajansi

Yazar Ülger: Bizim Yunus’ kitabı gerçek Yunus’u anlatıyor

PİRHA- Araştırmacı-Yazar Ali Haydar Ülger, ‘Bizim Yunus’ adlı kitabı için kaleme aldığı yazısında Yunus Emre’nin “evrensel dünya kardeşliğini/mühendisliğini” ve “sevgi” odaklı düşüncesini irdeleyen/yazan Alevi yazar-çizerlerin sayısının yok denecek kadar az olduğuna dikkat çekti. Ülger, “Gerici çabaya karşın, bu karanlık bataklıktan Yunus’u çekip çıkarmaya çalışan, onun sevgi yüklü düşüncesini, aydınlık yüzünü ortaya koyan önemli bir yapıt” dedi.

Aralık ayında Derlem Yayınlarından, Ali Haki Edna Vakfı (AHEV) Araştırma ve Yayın Kurulu ile ALXAS KOM’un ortak çalışması sonucu yayına hazırlanan ‘Bizim Yunus’ kitabı okuyucularıyla buluştu. Kitapta, ‘Yunus Emre kim? Yunus Emre neden yeniden yazılmalı?’ gibi sorulara cevap aranırken, Yunus Emre ve Hacı Bektaş ilişkisi, Yunus Emre’de Din ve Ehlibeyt inancı gibi başlıklar yer alıyor.

Araştırmacı-Yazar Ali Haydar Ülger, ‘Bizim Yunus’ kitabına dair PİRHA için değerlendirme yazısı kaleme aldı.

Ülger, “Toprağa, aşka, sevgiye bağlı halk bilgesi; “Bizim Yunus” başlıklı yazısında şunları dile getirdi:

“Gönül secde eder dost mihrabına, Yüzün yere koyup kılar münacat”

Ne de güzel ifade eder dosta yakarmayı Yunus. Onun kıblesi dost yüzü, secdesi insanadır/dostadır. İnancı sevgidir Yunus’un. Her ırk, din ve inançtan insan için beslediği kutsal bir değer olan “insan sevgisi”, ona evrensel bir kimlik kazandırmıştır. Bu evrensel kimlik de Aleviliğin insan odaklı düşüncesinden başka bir şey değildir. Toprağa, aşka, dosta ve sevgiye bağlı Yunus Emre; Anadolu topraklarında 13. ve 14.yüzyılda (1240-1334) yaşayan Aleviliğin ilk büyük ulularındandır.

Mansur idim ben ezelde, Onun için geldim bunda, Yak külümü savur göğe.

Ben “Ene’l-Hak” oldum ahi. Ben önceden Mansur idim, onun için geri geldim. Beni yakarak külümü havaya savurdular ama zaten ben “Ene’l-Hak” olmuştum. Yunus; yalnızca Anadolu topraklarının ozanı değil, evrensel düşüncelerinden dolayı Azerbaycan ve Şam taraflarına gittiğini şiirlerinde belirten ozan; Horasanlıdır, İranlıdır, Mezopotamyalı ve felsefesi dünya insanlığıdır. O doğduğu topraklarda bir çiftçi, bir Anadolu köylüsüdür. Yaşamı boyunca köy yaşamının doğal koşulları içinde yetişen, Hakk’ı insanda gören Hallac-ı Mansur’dur, Nesimi’dir, Hacı Bektaş-ı Velidir, Pir Sultan’dır. Sarayın, minberin, haccın yolunu bilmeyen ozandır. O halktır ve halk bilgesidir. O Türk’tür, Kürt’tür, Arap’tır, Acem’dir ve dünya insanıdır.

“YUNUS ŞERİATA BAŞKALDIRMIŞ BİR OZANDIR”

Arapça, Farsça, Rumca ve Türkçe’yi çok iyi bilen Yunus Emre, aslında çok güçlü bir eğitime sahiptir. O; şeriatı, şeriat inançlı devleti zararlı bulmuş ve ona başkaldıran bir ozandır. Şeriat hükümleriyle birlikte zamanın yönetimlerini, hanlarını, saraylarını ve beylerini hep eleştirmiş, şiirleriyle döneminin düzenine ve yönetimlerine karşı çıkmıştır. Düzenin temelden bozukluğunu, zalimliğini ve kıyıcılığını şiirlerinde dile getirmiş, egemen sisteminin getirdiği ahlak bozukluklarına dikkat çekmiş, dervişlerin yol göstericilik görevlerini yerine getirmediklerinden yakınmıştır. O dönemde Konya ve Karaman’da bilinen dervişlerle birlikte, sahip olduğu Aleviliğin batıni özünü yerine getirmeyen, çevresinde yer alan bazı gezginci dervişleri de kıyasıya eleştirmekten geri kalmamıştır. Eleştirilerine konu olan bu insanların halkı aydınlatma, bilinçlendirme görevini bırakarak, bey olarak çevrelerine Müslümanlıkla korku saldıklarını ve düzenle kaynaştıklarını şiirlerinde üstü kapalı da olsa söylemeye çalışır. Yunus’un seksen yılı aşkın ömründe asla hacca gitmediği, erenlerin/evliyaların, dostlarının eşiğine yüz sürmekle Kâbe’yi tavaf (ziyaret) etmekle aynı tutmuştur. O, Hakk’ı dost yüzünde görendir.  Yunus için bir gönüle girmek, binlerce kez Kâbe’ye gitmekten daha yeğdir/evladır. O, Hakk’ı kendi sıfatında görmüş, bundan da hiçbir kuşkusu olmamıştır. Oruç, namaz, zekât hac, yani şeri tapınmaları birer inanç cinayeti saymıştır. Yunus, kendinde gördüğü Tanrı ile bütünleşmiş ve Hakk ile Hakk olmuştur.

“SÜNNİ AKADEMİSYENLER ÇEŞİTLİ HURAFELERLE YUNUS’UN ŞİİR VE METİNLERİNİ BOZDULAR”

Oruç, namaz, zekât, haç, suç cinayettir, Fakir bundan azat, erenler içinde.

Alevi-Bektaşi yazınının (edebiyat) kökleri Yunus Emre’ye değin uzanır. Bilinmeli ki kuruluşu 14. yüzyılda Kaygusuz Abdal’la olmuştur. Yüzyıllar içinde kimi farklılıklar kazanan Alevi-Bektaşi edebiyatı, bazı önemli farkları yaratarak/kazanarak sahip oldukları inancı sınırlı da olsa yaymağa hizmet eder duruma gelir. Özellikle inançsal ve toplumsal sorunlar, bu süreçte yetişen ozanların şiirlerine yansımaya başlar. Bunun en açık ve en güzel örnekleri ise Pir Sultan Abdal’ın şiirlerinde görülür. Daha sonraki yıllarda Âşık Yunus ve diğer uydurulmuş cümle Yunuslarla Sünni mezhebin yetersiz, kabiliyetsiz, bu felsefeye karşı din eksenli sözde ozan ve akademisyenlerinin bilinçsizce, cahilce, kendince çeşitli hurafelerle, Yunus’un asıl şiir ve metinlerini bozarak kurguladıkları görülür.

“İNSAN VE SEVGİ ODAKLI İNANÇ”

Gayrıdır her milletten, Bu bizim milletimiz. Hiç dinde bulunmadı, Din ü diyanetimiz.

Yunus’un sahip olduğu Alevilik inancı (-ki o yüzyıllarda böyle bir kavram kullanılmamakta) kadimden beri sırrını dışarı vermeyen, kendini ehil olmayan ellere emanet etmeyen, ancak uzun bir eğitim döneminden geçtikten sonra olgunlaşıp hak edenlere kendini açan, gizliliği esas alan kurumsal bir inançtı.  Binlerce yıldan beri kendilerine ağır düşmanlık besleyen, varlıklarına tahammül etmeyen ve canlarına kasteden dinlerin ve mezheplerin hüküm sürdüğü coğrafyalarda, çaresizlikten doğan en doğal haklarını kullanarak, kimliklerini ve asıl inanışlarını saklamak başvurdukları tek yöntemdir. Bu nedenle Alevilik; kendileri için çağlar boyunca en dayanılmaz koşullarda bile vazgeçilmez bir tutku ve sonsuz bir sadakatle birbirlerine bağlandıkları, bin yılların ötesinden gelen bir yoldur. Tarihsel süreçte zamana, bölgeye ve çevresini saran koşullara göre, değişik dış görünüşlere bürünmek durumunda kalırlar. Neden denilecek olunursa; dönemin semavi dinleri Hristiyanlık ve özellikle içinde yaşadıkları Müslümanlık, sarsılmaz bağlarla birbirlerine bağlı Alevileri (-bu toplumun doğacı inancına ve onların yaşam felsefelerine-) asla tahammül göstermediler. Mutlaka yok edilmesi gereken bu inancı kendi inançları için büyük bir tehdit ve tehlike olarak gördüler. İşte bütün bu unsurların devam eden düşmanlıkları, Aleviliğe karşı işlenen insanlık dışı suçların ve kıyımların tek nedeni, semavi dinlerin sahip oldukları inançların çok çok dışında “insan ve sevgi odaklı, Hakk’ı insanda gören” inanç sisteminde yatmakta ve yer almaktadır.

Alevilik tarihinin ve inanışının izlerini sürmek, üzerlerini örten yanıltıcı katmanların gerisine saklanmış Alevi gerçeklerine ulaşmak, büyük çaba gerektiren, çetrefil ve zahmetli bir iştir. İşte Aleviliğin kadim izlerini, halk bilgesi ulu ozan Yunus Emre’nin dizelerinde; inancın özünü/temelini,  hiçbir tereddüde yer vermeyecek berraklıkta, en yalın ve en özgün şekliyle gerçekleri sergilediği görülür. Her şeyin aslına çekeceğine  (rücu)  inanılan Alevilikte, bu durum inançlarının kutsal bir yasasıdır. Yunus, en berrak şekliyle bu durumu “Devri daim olma”yı, gerçek varlıktan ayrılan ruhu; çeşitli aşamalar geçirdikten sonra türlü bedenlerde vücut bulmasıyla, olgunlaşıp kendi kaynağına dönme sürecini 14.yüzyılda yalın bir dille şöyle anlatır:

‘Dünyaya çok gelip gittim, Erenler eteğin tuttum. Ay oldum âleme doğdum, Bulut oldum göğe ağdım. Yağmur oldum yere yağdım, Nur olup güneşe geldim. Emre dilinde Hakk, Olup dile düşe geldim.’

Yunus’un Divanı’na sonradan eklenerek, aslında onun olmayan kimi şiirler; gerek Osmanlı döneminde gerek Cumhuriyet döneminde “Yunus” adıyla resmi ideolojinin ve egemen dinin temsilcileri tarafından “Yunus Emre Divanı’na yerleştirilerek, Yunus’un Sünni Müslüman gösterilmeye çalışıldığı, aslında bu şiirlerin hiç birinin Yunus Divan’ında yer almadığı bilinen bir gerçektir. Özellikle dostlarımın derleyip hazırladığı “Bizim Yunus” adlı eserde yer alan ve yüzyıllarca mevlit olarak okunan şiirlerden biri;

Çıkmış İslam bülbülleri, Öter Allah deyi deyi.

Benzer şiirler dâhil, yine yakarma/yalvarma niteliğindeki “Münacaat”, “Cevab-ı Huda”, “Münacaat-ı Muhammed” adlı eserlerde dile getirilen; bu şiirlerin tamamının sahte olduğu bilinmektedir.

“YUNUS’UN DİNİ, İMANI SEVGİDİR”

Ya Rabbi Settaru’l-uyub, Senden dilerim ümmetim, Ya Hayy u Gaffaru’z-zebun, Senden dilerim ümmetin.

Bu dörtlükte görüldüğü gibi sahte Yunusların yazdıkları, gerçek “Yunus” gibi gösterilmeye çalışılmıştır. İşte “Bizim Yunus”ta da yer alan Yunus’un şiir tarzına, havasına, yaşam ve inanç felsefesine uymayan, hatta onun kullandığı arı ve duru (yalın) dille örtüşmeyen kimi şiir ve “münacaat”ın (yalvarma/yakarma) yer aldığını görüyoruz. O’nun kullandığı dil, kendi döneminde kullanılmayan pek çok sözcüğü cesaretle kullandığı, aynı dönemin şairlerinin kullandığı Arapça, Osmanlıca ve Farsça karşımı ağdalı bir dilden çok çok farklı ve onun ötesinde bir dildir. Bilinmeli ki Yunus’un dini, imanı sevgidir. Ondan başkasına inanmak puta/haça tapmaktır. O din ve iman tanımayan, her şeyin insanda olduğuna inanır.

Dinim imanım ol durur, Onsuz olursam dünyada, Ne puta, haça taparım, Ne din ü iman tutarım…

Dizeleri 16.yüzyılda Osmanlının kıyım ve katliam fetvacısı, döneminin azılı Şeyhülislamı Ebussuud tarafından “tam dinsizlik ve kâfirlikle” ifade edilerek suçlanır. Fetvaları yalnızca Kızılbaşlar (Alevi) için değil, dünya kardeşliğini ve sevgiyi savunanlar, bu bağlamda şiirler yazan Yunus Emre ve onun şiirlerini okuyanların dahi katledilmesinin “vacip” olduğu adına fetvalar verir. Bu nedenledir ki, bunu söyleyenlerin İslam şeriatına (hukuku) göre öldürülmeleri Allah adına yapılacak en büyük görevdir.

400 KADAR ŞİİR

Gerçekler Hakk’ı bildi, Hakk’ı kendide gördü. Cümle yerde Hakk hazır, Göz gerektir göresi.

Yunus Emre; her dönemde herkes tarafından sahiplenilmiş ve herkes farklı algılayıp onu kendince yorumlamıştır.  Çok doğal gibi görünen bu durum, Yunus Emre’yi bulunduğu inanç ve yer bağlamında onun düşüncesinden uzaklaştırmayı beraberinde getirmiştir. Tıpkı Anadolu’da farklı alanlarda Yunus’a ilişkin birçok mezar alanının gösterilmesi gibi. Gerçek olan şu ki, bunlardan yalnızca bir tanesi bilge ozan Yunus Emre’nin mezarıdır. Bu durum onu sahiplenen, hakkında çeşitli yorum ve değerlendirmelerde bulunanlar için de geçerlidir. Günümüzde bile zaman zaman Yunus’a ait olmayan kimi eserler onunmuş gibi algılanıp, daha da ileri gidilerek Yunus adına yazılan divan, makale ve tez çalışmalarında karşımıza çıkmaktadır. Yunus’un toplamda yazdığı; “Yunus Emre Divanı’nda yer alan şiir sayısı 400 kadar olup, günümüzde gerçeği yansıtmayan kimi kaynaklarda 800 dolayında şiirinin varlığından bahsedilmektedir.

14 ve 15.yüzyıldan günümüze değin Yunus Emre hakkında; onun inanç felsefesine, dünya görüşüne ilişkin yerli ve yabancı yazarlarca binlerle ifade edilen araştırma, inceleme, makale, kitap, komisyon eser, tez, kolektif çalışma, anonim, hatta Yunus Emre Divanı’ndan Seçmeler adı altında çok sayıda eser yazıldı. Özellikle Akdeniz Eğitim Araştırmaları Dergisi’nin (sayı:27, yıl:2019) yaptığı saptamada 1959-2020 yılları arasında; 352 kitap, 112 makale (dergi), 15 kitap bölümü, 8 üniversite tezi, 21 bildiri kitabı, 32 inceleme kitabı, 51 gazete ve rapor kaynaklı 600 dolayında yerli ve yabancı çalışma yapıldığı bilinmektedir. Bu araştırmaları yapan yazar ve akademisyenlerin büyük çoğunluğu resmi ideolojinin ve egemen dinin temsilcileri olup, Yunus’u Müslüman odaklı bir ozan yapma çabasında olan ve onun eserlerini çarpıtan Türk-İslam sentezinin beslemeli yazarlarıdır. Yunus’un evrensel düşüncesini eritme ve benzeşime uğratma çabasında olan bu yazarların sayıları, buraya sığmayacak kadar fazladır. Türk-İslam sentezli bu yazarlardan; Fuad Köprülü, Abdulbaki Gölpınarlı, Ahmet Kabaklı, İbrahim Agâh Çubukçu, Mustafa Necati Bursalı, İskender Pala, Korkut Tankuter, Sezai Karakoç, Filibeli Ahmet Hamdi, M. Necati Sepetçioğlu gibi… Hatta Türk-İslam sentezinin ideologlarından Necip Fazıl Kısakürek; Yunus’u Sünni Müslümanlığın içinde göstererek, Alevi-Bektaşi olmaktan uzaklaştıran, şiirler yazdığı da bilinmektedir.

Yunus’u daha objektif ve onu Alevi-Bektaşi felsefesinin ulu ozanı olarak gören, bilimsel araştırmalarla anlatmaya çalışan kimi aydın yazar ve akademisyenlerden bazıları; Cevdet Kudret, İlhan Başgöz, Sabahattin Eyüboğlu, Hasan Ali Yücel, Cahit Öztelli, Ali Kemal, Muzaffer Uyguner, Mihri Belli, Rıza Süreyya, Yaman Arıkan, Erdem Anılan, Ömür Ceylan ve yabancı yazarlardan; Anemarie Schimmel, Hanri Benazus gibi yazarlardan da bahsetmeden geçmemek gerekir.

Hakikat bir denizdir, Gerçeklerdir gemisi. Çoklar gemiden çıkıp, Denize dalmadılar.

Bütün bunların ışığında Yunus Emre’nin “evrensel dünya kardeşliğini/mühendisliğini” ve “sevgi” odaklı düşüncesini irdeleyen/yazan Alevi yazar-çizerlerin sayısı yok denecek kadar azdır. İşte bizlerden birileri bilge Yunus’u derleyip irdeleyerek, başta AHEV adına araştırma yayın kurulu, inancım o ki; ‘Bizim Yunus’un hazırlanmasında ve onun arka planında yer alan, kitabın omurgasını oluşturan, Değerli Dostum Mahmut Doğan’ı emeklerinden dolayı yürekten kutlamak isterim. İşte bu güne değin Alevilerce ihmal edilen Yunus, bizim Yunus’umuz. Samimiyetine inandığım ve gösterdikleri çabadan dolayı ortaya çıkardıkları yapıt ve verdikleri mesaj yorumu (AHEV yayın kurulu, “Bizim Yunus” s.92), bu konudaki düşüncelerinin berraklığını çok net olarak belirtmektedir. “Bizler bu inanç önderlerinin yol oğulları olarak, pirlerimizin, ozanlarımızın ve bu yolda emeği geçen bütün canların düşüncelerini çalışmalarımızda kendimize kılavuz edeceğiz. Yunus Emre, Kaygusuz Abdal, Nesimi, Anadolu Hatayileri, Pir Sultan, Köroğlu, Karacaoğlan, Harabi, Âşık Veysel, Tacım Dede, Meluli, Mahzuni, İbreti ve daha yüzlercesinin düşüncelerinin yolumuza verdiği ışık doğrultusunda, “Ali Hâki Edna” adı altında oluşturduğumuz vakıfta, bu değerlerimizin tamamını, onlara yakışır bir tarzda düşüncelerimizde ve çalışmalarımızla yaşatacağız.”

‘Erenlerin himmetini, Ben bana yoldaş eyleyim. Her nereye varır isem, Cümle işim hoş eyleyim’

‘Bizim Yunus’ resmi ideolojinin, egemen inancın ve egemen kültürün, hatta Alevi-Bektaşi edebiyatının da kalemşorlarının Yunus için yazdıklarını, büyük bir titizlikle inceleyerek imbikten geçirmiş, gözden kaçan bazı hususlar olmasına karşın, okuyucuya onun özünü, hiçbir dogmatik yere bağlamadan, Aleviliğin en özgün boyutu olan “Hakikatçı öğreti”nin Yunus’u yorumladığı boyutuyla derleyerek inceleyen, bilimsel bir yapıt olmaya aday bir çalışmadır. Yunus Emre’yi bu güne değin yazanlar/inceleyenler İslami referanslı, kimileri suya sabuna dokunmadan göz ardı etmiş, bazıları da Yunus’u kendi kirli inançlarının içinde anlatmaya çalışmış, sahip olduğu insan odaklı inancı (Aleviliği) hep teğet geçmiş ya da Müslümanlığa yamamaya çalışmışlardır. Hatta Yunus adına vakıf kuranlar, aynı gelenekten gelen egemen dinin şovmenleri uluslararası platformlarda ve Unesco tarafından yapılacak sözde anmalarda, büyük bir riyakârlık örneğini sergilenmekten geri kalmışlar ve bunun örnekleri de hep görülmektedir. Bütün bu gerici çabaya karşın, bu karanlık bataklıktan Yunus’u çekip çıkarmaya çalışan, onun sevgi yüklü düşüncesini, aydınlık yüzünü ortaya koyan önemli bir yapıt. “Bizim Yunus”u bizlere kazandıran, emek vererek onu hazırlayanlara Yunusça sevgiler yolluyor, Yunus dostluğuyla selamlıyorum.”

Elif TABAK/İNGİLTERE

İLGİLİ HABER

>‘Bizim Yunus’ adlı kitap raflardaki yerini aldı

 

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak