PİRHA- Yaşamının kırk yılını şiire ayıran Şair Ali Şeker, şiirlerinde işlediği toplumsal olaylar, açılar, sevinçler ve doğayı anadili Kırmancki’de nasıl duyumsayarak işlediğini PİRHA’ya anlattı.
Haberin Videosu
Ali Şeker ömrünün kırk yılını şiire ayıran, çeşitli edebiyat-kültür dergilerinde makaleleri yayınlanan bir yazar-şair. Aynı zamanda bu kırk yıllık şiirli hayatında kendi anadili olan Kırmancki’de de sayısızca eser vermiş. Verdiği eserlerde de toplumsal özünün varolduğu Varto (Gimgim) yöresinin özdeğerlerini de önemli ölçüde içselleştirmiş. Asimilasyonun en yoğun ve etkili olduğu metropol şehri İzmir’de tam 38 yıl emek vermiş.
“Anadilim, 7 yaşındaki hafızamda ne varsa o kadar. Daha anadilimde çiçeklerin, böceklerin ismini öğrenmeden bir asimilasyonun içinde kendimi buluyorum” diyor Ali Şeker. Bir festival için gittiği Varto’da gelen eleştiriler üzerine, “Neden anadilimde yazmıyorum” diyerek dile yoğunlaşmaya başlar ve çıkaracağı bir kitabın ismini ‘Lilik’ yani ‘Gözbebeği’ koyar.
Dilin tılsımının ve tarihinin saklı olduğu annesini kayda alamadığını belirterek, “Mesela benim annem çok lorik (hikaye) söylerdi. Annemin ölümünden sonra kendi kendime çok kızdım çünkü kayda alamamıştım” diye hayıflanıyor Ali Şeker. Makale ve şiirlerinde toplumsal olayları, acıları, sevinçleri ve doğayı işleyen Ali Şeker 8 şiir kitabı ve bir de ‘Yeter Artık Sonbahar’ isimli şiir ve türkü ortak albüm çalışması olmak üzere toplamda 9 eser vermiş.
Kırk yıllık bu serüveni Yazar-Şair Ali Şeker’in ağzından dinleyelim.
Kendinizi biraz tanıtabilir misiniz ?
1978’den beri İzmir Narlıdere’de oturuyorum. Şiirle olan ilişkilerim 1980 12 Eylül darbesinden sonra Türkiye solundan arkadaşlarla tanışmamla oldu. Şiirle ilişkilerim İstanbul’da devam etti ve daha çok arabesk türü şiir yazmaya yöneldim. Ondan sonra 5 senelik sinema serüvenim oldu. Aslında bir noktada başarmıştım ve ondan seks furyasının çıkmasıyla beraber sinema serüvenimi noktaladım. İzmir’de döndükten sonra daha çok toplumsal olaylara değinen, ezilmiş kimlik ve inançlar ile ilgili şiirler yazmaya devam ettim. Muş Varto’nun Acarkent (Zaçex) köyünde dünyaya geldim. 1966 depremi ile birlikte devlet ilk asimilasyonu orada başlattı. Daha ben 7 yaşındayım ve 7 yaşındaki bir çocuğun anadilini nasıl kavrayabildiğini düşünün. Daha anadilimde çiçeklerin, böceklerin ve hayvanların ismini öğrenmeden bir asimilasyonun içinde kendimi buluyorum. 8 senelik yatılı okul süreci var. Liseyi bitirdikten sonra ailecek İzmir’e geldik. Bu asimilasyon bugüne kadar devam etti ve ediyor.
“ANADİLİMDEN ÇOK KOPTUM”
Siz ilk eserlerinizi Türkçe ve daha sonra anadiliniz olan Kırmancki’de verdiniz. Sizi şiire ve buna yönelten sebepler ve etkenler neydi?
Az önce de söyledim. 38 senedir İzmir’de oturuyorum. Tahmin edersem 2000’li yılların başlangıcıydı. Varto-Der’in bir festival düşüncesi vardı ve bu proje hayata geçti. Çalıştığım için 1. Kox Festivali’ne gidemedim. Daha sonraki süreçte 2004’te Varto Festivali’ne gittim ve orada sahne aldım. Oradan sonra neden anadilimde yazmadığıma dair Avrupa’dan gelen dostlarımızın bana çok yoğun bir eleştirisi oldu. Sen Vartolusun, neden anadilini yazmıyorsun ve de neden Varto’ya dair bir Türkçe şiirin yok? Ben anadilimin olduğunun farkındayım fakat 38 senedir dışarıdayım. Yani anadilimden çok koptum. 7 yaşındaki hafızamda ne varsa o kadar. Onun dışında ben dilin gramerini de bilmiyorum, folklorik yapısını da bilmiyorum. O eleştirileri aldım, kabul ettim. Sonraki süreçte 2008’de Türkçe çıkaracağım bir kitabın ismini ‘Lilik’ yani bizim anadilde ‘Gözbebeği’ olan şeklinde yayınevine verdik. O zamandan sonra tekrar lehçemin Varto şivesi ile yazdığım birkaç şiir vardı. Öyle devam ettim.
“NEDEN ANADİLİMDE KİTAP YAZMIYORUM DİYE DÜŞÜNDÜM”
Peki Kırmancki şiirlerinizi bize birkaç dize veya kısa bir şiir ile örneklendirebilir misiniz ?
Kendimi Türkçe eleştirdim ve devam ettim. Anadilimin önemini kavrayan birkaç dize yazdım. Tahmin edersem 2011 olmalıydı ve ben neden anadilimi yazmıyorum, dedim. Çok ilginçtir ki 2009’da UNESCO’nun yaptığı yok olmak üzere olan diller arasında olması tespiti ile başladım. Aklımın bir köşesinde anadilimde yazı yazayım, kitaplaştırayım diye bir projem yoktu. Aynı yine bu balkonda oturuyorum; ben Türkçe şiir yazabiliyorum, kalem oynatabiliyorum neden anadilimde kitap yazmıyorum diye düşündüm. ‘Hayleme Kilama Wayî’ yani rüzgarın türküsü anlamına gelen bir kitabı 1 aylık zaman zarfında çıkardım. Hangi kitapçı, yayınevine, matbaaya gidiyorsam diyorlar ki; Ali bizim başımızı belaya sokma. 2011’de bu tehlike devam ediyordu. Çok sevdiğim bir matbaacı dostum sorumluluk senin üzerinedir diyerek kitabı bastı. Söyleşinin içinde de belirttiğim gibi Kırmancki olarak kendi şivemde birçok şiir yazdım. Kısa birini okumak istiyorum;
Hesretîya to
Pel bi, pel dana rîyê mi ra
Sey awanê memleketî,
Ti zereyê mi de gerîna.
Çend serrî na yê re rave,
Mi ti ca verda
Ez şîya welatê cerî.
Ti hinî kewta mi virî
Sey awa henîye Xizirî.
Bu Varto şivesi ile yazdığım şiirlerden bir tanesi ve daha onlarcası var. Koma Gimgim’da olan rahmetli Serdar ile ‘Zeman’ adlı ortaklaştırdığımız nakaratları ona, sözleri bana ait olan projemizde vardı.
“ANNEMİN ÖLÜMÜNDEN SONRA KENDİME ÇOK KIZDIM”
Eksikte olsa bende sizin şiirlerinizi takip edenlerden biriyim. Gözlemlerimden yola çıkarak şiirlerinizde genelde toplumsal olayları, acıları, sevinçleri ve doğayı işliyorsunuz. Buna dair biraz bilgi verebilir misiniz?
Biz Kürt Alevilerin yoğun yaşadığı bölgelerde arazi ekim alanları çok kısıtlı. Yoksul bir ailedendim ve babam marabalık yapıyordu yani ortaklık. Yeni Ortam gazetesi vardı. Edebiyat öğretmenimiz bize hep bu gazeteyi ve edebiyatı okuttururdu. 78 gençliğinin içerisinde birey olarak hep ezilen kimlikler içerisindeydim. Ne kadar da bir Kürt yurttaş isem de hep kent kültürü ile büyüdüm. 12 Eylül sürecinde liseyi bitirdiğim zaman çok bölüm kazandım ama sözlü mükalatlarda kaybettim. Şu an nasıl ki AKP’nin kendi anlayışı dışındaki insanlara işe girme olanağını sunmuyorsa, ben de onu yaşadım. Bir sözlü sınavında üç (3) Kemal’i okuyor musun diye sordular, evet dedim. Üç kemal diye bahsedilen Yaşar Kemal, Kemal Tahir ve Orhan Kemal.
Ben şuna inanıyorum. Dünyada 7.3 milyar insan yaşıyor. Renk, cins, ırk gözetmeksizin her insanın parmak izi çok farklıdır. Bizler farklı farklı yaratılmışız ve doğa bunu bize veriyor. Eğer doğanın yansımasını alırsak insanlar savaşlar, katliamlar olmadan kardeşçe yaşayabilir. Şunu düşünebiliriz; çam ağaçlarının olduğu yerde çamlar yoğundur ama diğer ağaçlar da yaşamını idame ettirebilir. Dediğim gibi UNESCO’nun yaptığı o belirleme ile hem kendi kimliğimin farkına vardım hem de gelecek kuşaklara anadilde ne aktarabilirim hassasiyeti oluştu. Mesela benim annem çok lorik (hikaye) söylerdi. Annemin ölümünden sonra kendi kendime çok kızdım. Annemin yazdığı lorikleri (hikaye) hiç önemsemedim.
Peki kayda alabildiniz mi?
Bir tanesini kayda aldım. Yazdığım için önemsemedim, kibir de diyebiliriz. Bundan dolayı büyük üzüntü içerisindeyim.
“Yazdığım Kırmancki şiirler bir şekilde toplumda karşılığını bulmuyor” dediniz. Kurumlar, dernekler sizi etkinliklere davet ediyor. En son Diyarbakır Kitap Günleri’ne gidecektiniz ve bir şekilde bu engellendi. Buna dair ne söylebilirsiniz ?
Varto’da üç sefer etkinliğine katıldım. En son Kox festivalinde 3 saatlik bir söyleşim vardı. Kırmancki ve Türkçe sunum yaptım. Sîsperike kitabım ile birlikte Mayıs ayında gidecektim. 15 Temmuz’la birlikteki süreçte bölgedeki bütün belediyelere kayyum atanmasıyla birlikte o proje de malesef son buldu, iptal ettirildi. Şu anki antidemokratik ortamdan dolayı Sîsperike kitabımı götürüp imza etkinliği yapmış değilim.
“KIRMANÇKİ ÇOK TALİHSİZ BİR DİL”
Kırmancki gün geçtikçe unutulmaya yüz tutuyor ve yok olma tehlikesi altında. Ne diyebilirsiniz?
Bizim Kırmancki çok talihsiz bir dil. Kendi içerisinde çelişkileri olan, kendini Kürt olarak değil de Zaza olarak tanımlayan insanlarımız var. Çok dilli, çok kültürlülük diyoruz ama gerçek yaşamda karşılığını bulduğunu zannetmiyorum. Kendi yaşadığım bölgeden bahsedeyim. Bizim Varto’nun en ücra dağ köylerindeki çocuklarımız bile Türkçe konuşuyor. Hemde en değme Türkçe konuşan insandan daha düzgün Türkçe konuşuyor. Türküleri çok önemsiyorum, hem de kendi dilimde olanları. Birkaç eser de ben verdim. Şimdi ise AKP hükümetinin politikaları yüzünden hepimiz suskunluk içerisindeyiz. Dilden uzaklaştık. Köşede kalsın istediğim zaman kullanırım demek ile olmuyor. Gözle görülen ve önemsediğim iki yayınevi var, Roşna ve Wate yayınları. Newede Pel gazetesi var ve yüzüncü sayısını çıkarttı. Ama ne yazık ki imkansızlıktan dolayı yayını durduruyorlar.
Peki gerçek anlamda çalışmalarınız karşılık bulabiliyor mu?
Yok tabi ki bulmuyor. Ben çok kırılıyorum. Bireysel sıkıntılardan dolayı da bir yerlere gidemiyoruz. Dernekler dili sadece türkü, şarkı ile geçiştiriyorlar. Önemli yazılı olan bir materyalin olmasıdır. 1 senedir anadilim üzerine yazılan bir kitabın kapağını açmış değilim. Mesela bir Dersimli ile ortaklaşamamış dil üzerine. Mesela bizim dilimizde 4 lehçe var ve herkes kendi lehçesini kullanabiliyor.
‘Her Dağın Rüzgarı Kendi Dilinde Islık Çalar’ kitabım vardı. Yayınevi düşüncelerimi paylaşmamı istedi. Önsözde Sevgili diye bir deneme kaleme aldım. O dönem Cizre’de katledilen 5 çocuk vardı. O dönem Soma’da yaşanan maden faciası vardı. O dönem demek de değil aslında, Türkiye’de 365 günün her gününe bir katliam giriyor.
“DOĞA İNTİKAM ALIRCASINA HATIRLATIYOR”
Kırmancki’nin unutulmaya yüz tuttuğu bir dönemde siz Kırmancki eserler verdiniz ve vermeye de devam ediyorsunuz. Şiirleriniz içerisinde birçok yaşanmışlıklar var ve sizi en çok etkileyenler nelerdi?
İnsanlar kendini hangi kimlikle, inançla ifade edebiliyorsa bırakın etsin. Senin kutsalın varsa bir başkasının da var. Kutsallık nedir, yani onu yok etmemek, yok saymamak. Sanki bu dünya üzerinde yaşayanlar biz insanlarmışız gibi onlarca börtü böceği yok sayıyoruz. Doğa bunu bize hep hatırlatıyor hem de intikam alırcasına hatırlatıyor.
Orada Fransa İçişleri Bakanı’nın söylediği bir belirleme var. Şöyle diyordu: Ben bu kentte birçok insanın, halkın çığlığını duydum ama Kürt halkının çığlığı beni paramparça etti. Niye yazıyoruz diye soruyoruz? İşte sana dokunan bir şey varsa ve bilgi dağarcığında da varsa, düzenleyebiliyorsan yazabilirsin. Ben de ”Hîre Cenî Azadî” (Üç Azad Kadın) şiirini kaleme aldım. İçişleri Bakanı’nın hatırlattığı o sözleri de şiirin altına koydum. O dönem bu şiir çıkarken Kobani abluka altındaydı ve bütün yolları kapatılmıştı. O kapatılan hali ile Kobani’ye şiir yazdım.
Mesela bizde govend (halay) kültürünün çok önemli yeri vardır. Şimdi gelen kuşakların çıkarabileceği birşey değil. Tarihten geliyor, kültürden geliyor. Şarkı, türkü yapabilirsin, roman yazabilirsin ama bir govendi yeniden yaratma şansına sahip değiliz. Memyane, Yar Yare bunlar müthiş govendlerdir. Aynı kültür, inançtan olman illa ki bu govendeler sende olur mantığı da yanlıştır. Mesela bu govendleri Dersim’de bulamazsın. Evet Erzincan’da da hızlı halay vardır güzeldir ama bulamazsın. Mesela Hakkari’de Şexani denen bir halay var işte onu Urfa’da bulamazsın. Yani çeşit çeşittir. Yağan her kar ve yağmurun ağırlığı, hacmi farklıdır. Farklılıklarımızı göreceğiz.
“TÜRKİYE TOPLUMU KENDİ GERÇEKLERİYLE YÜZLEŞMELİ”
Ulus-devletin yapılanması ile birlikte iki temel kimlik etkendir. Aynı sınırlar içerisinde insanları hapsedecek ve sınırlar içinde kimliği bir olacak, dili bir olacak. Bu çelişkiler çıkmasın, çok rahat sömürsün diye. İşte günümüzde iki öğretmenin bedenini açlığa yatırması gibi. Hepimiz sanki adaleti onlar getirecek gibi bütün yükü Nuriye ve Semih öğretmenin omuzlarına yüklemişiz. Utanmamız gerekiyor. Ama toplumların psikolojisinde şu da var ; her suskunluk dönemi yeni bir kapı aralar. İnsan koşmak istiyor ama birkaç adım geri gitmekten sonra koşmaya başlıyor. Bu çekilmede de Türkiye toplumu kendi gerçekleriyle yüzleşmeli. Türkiye Kürt sorununu çözmedikçe kendi özgürlüklerinden olacak. Gidin bölgedeki OHAL’i görün. Her yer panzerler, akrepler ve beton bariyerler ile dolu. Tüm kurumlara kayyum atanması ve AKP’li olan herkesin kendisini sorumlu görmesi gibi. Hiç kimse Kürtlerin acıları için kendisini malesef kıpırdatmıyor. Tek tipleşme düşünceleri beynimize çivi gibi çakılmış, kurtulamıyoruz.
Dünyada üç semavi din ve 250 bin inanç var. Sen, benim inancım senin inancından kutsaldır diyemezsin. Kırmanc halkıma şunu söylemek istiyorum: Şu an Altay dağları eteklerinde Tau diye bir millet yaşıyor ve bu millet kendi anadilinde konuşuyor. Her şey, dil, bize bir şey katabilir ama kendi dilimizi öğrenirsek daha çok şey katar.
“HER ŞİİR YAZAN ŞAİR DEĞİLDİR”
9’a yakın Türkçe ve Kırmancki eser verdiniz. Bir de ‘Yeter Artık Sonbahar’ adlı bir Kırmancki- Türkçe albüm çıkardınız. Hali hazırda bir projeniz ve çalışmanız var mı? Bu güzel sohbeti sonlandırırken de ben istiyorum ki sizin en beğendiğiniz bir şiiriniz ile sonlandıralım.
2006’da Türkçe şiir ve Kürtçe klamlardan oluşan ortak bir albüm çalışmamız var. Bu albüm tahmin edersem ‘üç isimler’ çıkan albümlerden biridir. Yeter Artık Sonbahar, Kürt Bir Çocuk ve Tija Sodiri. Bireysel çok sıkıntılarım oldu ve çok daraldım. Kendimi şu ana dört-beş kitabın içine gömdüm. Yeni projeler var, denemeler yazıyorum. Bazen anadilden kopuyorum. Kendi anadilimizi konuşan insanların psikolojisi bizi çok etkiliyor. Dilin sadece yazı kısmıyla değil, sözlü sanat kısmıyla ilgileniyor. Tabi ki anadilde gelecek kuşaklara dokunabilecek eserler bırakmak lazım. Ben öyle düşünüyorum ve tabi ki buradan maddi bir çıkar beklentim yok. Kitabımı kim, nereden istediyse ücretsiz de yollamışımdır. Son çalışmalarım daha çok makale-deneme üzerine. Artık çok uzun uzun şiir yazmıyorum. Felsefi düşündüren şiirler yazıyorum. Çoğu yayınevlerinin kitap ile ilgili bir çalışması yok, meta gibi bakıyorlar. Her 2-3 seneye denk düşen kitap çalışmam var. Şiire 1980’de başladım ama tartarak ve önerilerle beraber yayınlama tarihi 2002’dir. Pat diye şiir çıkarayım, aklı bana etik gelmiyor. Belli bir birikimi, gözlemi olmayan insanlar kitap çıkartıyor. Şiir o kadar basite alınacak bir sanat dalı değildir. Şiir sanatlar arasında en zor olanıdır. İşte o yüzden her şiir yazan şair değildir.
Ben de Pir Haber Ajansına, yüreği sevgi ile çarpan, adaletli olan tüm insanlara saygı ve sevgilerimi sunuyorum.
Kitapları:
1 – 2002 ‘ de “ Yarınlarımız İçin Yürü “ Etki Yayınları İzmir
2 – 2004 ‘ te “ Çocuğa Ağıt “ Etki Yayınları İzmir
3 – 2006 é da “ Parmak Çocuğun Tahta Bacağı “ Etki Yayınları İzmir
4 – 2006 ‘ da Dengbej Hasan Karakaya ile birlikte “ Yeter Artık Sonbahar – Kürt Bir Çocuk – Tîjî ya şodirî eşto bonan ser “ isimli şiir ve türkü ortak albüm çalışması.
5 – 2008 ‘ de LİLİK (Gözbebeği) Etki Yayınları İzmir
6 – 2011 ‘ de Kirmanckî – Zazakî Hayleme “ Kilama Vayî “ isimli bir kitap çalışması. Ruba Ofset Matbaacılık İzmir.
7 – 2012 ‘ de “ Her Dağın Rüzgarı Kendi Sesinden Islık Çalar “ isimli 1. Toplu Şiirler Seçkisi. İleri Kitabevi İzmir.
8 – 2015 ‘ de “ Her dağın Rüzgarı Kendi Sesinden Islık Çalar “ İsimli Toplu Şiirler. Etki Yayınları İzmir.
9 – 2016 ‘ da Kirmanckî – Zazakî “ Sîsperike “isimli bir kitap çalışması. Na Kitabevi İzmir.
Ersin ÖZGÜL / İZMİR
Yoruma kapalı.