Alevi Haber Ajansi

Reklam

Yazar Bayrak: Alevileri asimile etmek için kimliklerde mezhebini Alevi yazdılar-VİDEO

PİRHA- Araştırmacı- Yazar Mehmet Bayrak bir dönem nüfus cüzdanlarında mezhep kısmına Alevi yazılmasını devletin asimilasyon politikası olarak değerlendirerek, “İttihat Terakki döneminde kimliklere mezhep olarak Alevi yazılıyordu. Din İslam yazılıyordu. Şimdi İslam’ın içinde Alevi demek Şii demektir. Şii Araplara verilen isimdir. Devlet aklı Alevileri asimile etmek için dinini İslam, onun mezhebini de Alevi olarak yazdı” diyor.

Alevilik nasıl tanımlanmalı ya da tanımlanması gerekiyor mu? Alevi inancının kökeni nedir? gibi sorular hala Alevi camiasında tartışılan konular. Bu sorunlar ekseninde Alevilerin kimlik sorunu da ayrı bir tartışma konusu. Bu çerçevede yapılan tartışmalardan biri de Cumhuriyet döneminden kısa bir süre önce ve sonrasında nüfus cüzdanlarında mezhep kısmına yazılan Alevi ibaresi. Kimisi bunu devletin kimlik kabulü olarak değerlendirirken, kimisi ise devletin asimilasyon politikalarının bir parçası olarak görüyor. Hatırlarsanız Dersim’in Hozat ilçesinde 1938 Dersim Katliamı’nda askerler tarafından öldürülen Alevi dedesi Turabi Baran’a ait bir nüfus cüzdanı ortaya çıkmış, cüzdanda mezhep kısmına Alevi yazıldığı görülmüştü.

Araştırmacı-Yazar Mehmet Bayrak ile devletin verdiği bu nüfus cüzdanlarında mezhep kısmında neden Alevi yazıldığını sorduk.

Reklam

Bayrak genel olarak bunu Aleviliğin Şiileştirilmesi politikası olarak görüyor. Temellerini ise İttihat Terakki dönemindeki uygulamaya sokulan politikalara dayandırıyor.

“TEK TİP TOPLUM İÇİN TOPLUMUN TÜRK HANEFİ OLMASINI ÖNGÖRÜYORLARDI”

Bayrak, sorumuzu daha detaylı cevaplıyor ve konuşmasına Aleviliğin tarih içerisindeki adlandırılmalarıyla başlıyor.

“Bugün Alevilik olarak nitelendirdiğimiz, benim doğal felsefi bir din olarak gördüğüm ve değerlendirdiğim bu batıni inanç ve bu inancın kültünün kökleri binlerce yıl geçmişe gidiyor. Fakat en somut kaynaklardan biri olarak Zerdüştiliği görebiliyoruz. Aynı zamanda, Zerdüştiliğin akabinde gelen Mintraizmle benzerlikler görüyoruz. Aynı zamanda Mazdekçilikle, Hurremilikle, Babailikle, daha sonra Kızılbaşlık, Bektaşilik ile keza Doğu ve Güney Kürdistan’daki adlandırması Yaresanlıkla, Kakailikle, Dersim’deki adlandırması Reye Haq ile, Ahle Hak ile ilgili olarak Alevilik geçmişten günümüze birçok isim değiştirmiş. Bu hem dönemsel olarak, hem de bölgesel olarak değişiklik gösteriyor. Ama tümünün özü aynı.”

Bayrak Alevilik isminin tarihte çok eski olmadığını vurguluyor ve devam ediyor:

“Coğrafyamızda, münhasıran kuzey Kürdistan’da, Kuzey Mezopotamya’da, Anadolu’da bu inancın isminin Alevilik olarak belirlenmesinin tarihi oldukça yenidir. Bizim tarihimize İttihat ve Terakki döneminde giriyor. Şunu unutmayalım Osmanlı dönemindeki gelişmeler biliniyor. Kızılbaşlara ve benzeri batıni inançlara nasıl baktıkları biliniyor. Abdülhamit döneminde bu daha sistematize edilerek Osmanlı İslam Belgesi’ne dönüştürüldü. Her dönemde devletin resmi mezhebi Hanefi mezhebi idi. Onu da unutmayacağız. Yani hilafet döneminde de böyle, Selçuklu, Osmanlı döneminde de, İttihat ve Cumhuriyet dönemi de böyle. Abdülhamit bunu Osmanlı İslam Belgesi ile belirlemişti. İttihat Terakki döneminden itibaren Alevi kavramının resmi literatüre girmeye başladığını görüyoruz. Gizli belgelerde, İttihatçı geleneklerden gelen Kemalist araştırmacıların da gizli belgelerinde ifade ettiği üzere, bizim bugün Alevilik olarak nitelendirdiğimiz bu batini inanç esas itibarı ile bir dindir. Fakat İttihatçılar tek tip bir toplum öngördükleri için, Türk-İslam toplumu öngördükleri için, bu coğrafyada yaşayan bütün unsurların Türk ve Hanefi Müslümanı olmasını öngörüyorlardı.

“ASİMİLE ETMEK İÇİN KİMLİKLERDE MEZHEP KISMINA ALEVİ YAZDILAR”

Dolayısıyla bir bütün olarak Kızılbaş olarak nitelendirdiğimiz bu inancı asimile etmek mümkün olamadığı için,- ki bunun geçmişte de denemeleri yapıldı, bir tanesi 2. Mahmut döneminde Bektaşi Dergâhlarına karşı yapılan uygulamalardı- Sünni Arapların, Şii Araplara verdiği isim ikame edilmeye çalışıldı. Nedir bu: Sünni Araplar, Şii Araplara Aleviyum diyorlardı. Şii İslam’a da Aleviye diyorlardı. Yani Ali yandaşlığı, Ali yandaşları anlamında. Bu kavram Arapça’da Şii Araplar için vardı. Fakat İttihatçılar, bugün Alevi diyoruz artık, Kızılbaşları, Reya Haqçıları İslam’a çekebilmek için doğrudan Şiilik kulvarına sokmaya çalıştılar. Alevi önderlerine verilen secereler ile bunlar Ehlibeyt soyuna dayandırıldı. Sadece Alevi pirleri, seyitleri için bu sözkonusu değil, aynı zamanda Şafi mezhebine mensup şeyhler, seydalar için de sözkonusu. Onlar da Ehlibeyte dayandırılıyordu. Daha doğrusu devlet aklı dayandırıyordu. Dolayısıyla Selçuklu aklı, Osmanlı aklı da Ehlibeyt üzerinden Alevileri asimile etmeyi hedeflediği için bu politikanın ideolojik kültürel temellerinin atıldığı İttihat ve Terakki döneminde bunu daha bilinçli olarak hayata geçirmeye çalıştılar. O tarihte daha önce Alevi kavramı yok iken, bakıyorsun İttihat Terakki döneminde kimliklere mezhep olarak Alevi yazılıyordu. Din, İslam yazılıyordu. Şimdi İslam’ın içinde Alevi demek Şii demektir. Şii Araplara verilen isimdir. Devlet aklı Alevileri asimile etmek için dinini İslam, onun mezhebini de Alevi olarak yazdı.

Dersimli Turabi Baran Dede’ye ait nüfus cüzdanı…

Somalı Mehmet Halil’e ait nüfus cüzdanı…

“1920 YILINDAN İTİBAREN TASFİYE OPERASYONLARI DEVAM ETTİ”

Kürtlerin dağ Türkü, Alevilerin de Türk Müslümanı olduğu yolunda ilk planın hazırlandığı dönem İttihatçılar dönemidir. Keza o dönemde bağımsız gibi görünen ama temelde İttihatçı olan çeşitli şahsiyetler bu dönemde kitaplar da yazmaya başladılar. Bunlardan bir tanesi, İsmail Hami Danişmend’in. ‘Türkler niçin Müslüman oldu’ adlı kitabı vardı.”

Bayrak Etnodinsel arındırma temelinde Türk İslam çemberinde olmayan bütün halklara karşı tasfiye politikaları uygulandığını belirtiyor. “Ermeni halkı diye bir bütüncül halk söz konusu değil, Süryani, Keldani, Ezidi, Rumlar  yok edildi. En son Lozan Antlaşması ile birlikte tasfiye edildiler. Yani Türk ve Müslüman olmayan diğer halklar bütünüyle tasfiye edildikten sonra, diğer unsurlara sıra geldi. 1920 yıllardan itibaren başta Kızılbaş Kürtler olmak üzere yeniden bu tasfiye operasyonları devam etti” diye vurguluyor.

İttihat ve Terakki yönetiminin Birinci Dünya Savaşı’nı mukaddes harp olarak ilan ettiklerinin altını çiziyor. Buna yönelik fetvalar çıkarıldığını da hatırlatan Bayrak, fetvaların Hz. Muhammed’in Sancak-ı Şerifi eşliğinde topluma enjekte edildiğini belirtiyor.

“MUSTAFA KEMAL İSLAM DIŞI TOPLUMLARIN DESTEĞİNİ İSTEDİ”

İttihat ve Terakki’nin ardından Mustafa Kemal’in de aynı yolu izlediğini ifade eden Bayrak, “Ankara’da açılan ilk meclisin kapı girişinin bir tarafına Türk bayrağı, diğer tarafına da Hz. Muhammed’in Sancak-ı Şerif’ini astırdığını kaydediyor.

“Keza aynı zihniyet 1920’li yıllarda Rumları tasfiye ederken Hz. Muhammed’in Sancak-ı Şerif’ini açmıştı” diye ekliyor.

Bayrak, Kemalist yönetimin İslam dışı gördükleri toplulukların desteğini nasıl istediğini de şöyle aktarıyor:

“Mustafa Kemal Mevleviler ile görüşüyor ve poz veriyor. Yine Sivas kongresi sonrası Ankara’ya gelirken Hacı Bektaş’a uğruyor. Hacı Bektaşi Postişi Cemalleddin Efendi ile görüşüyor ve desteklerini istiyor. 1925’ten itibaren Şark Islahat Planı’nın gizlice hazırlanıp yürürlüğe konmasından sonra, artık kesin karar verilmiştir. İttihattın temellerini attığı, yarım bıraktığı uygulamaları hayata geçirmek için bir dizi kararlar alındı. Bunlardan bir tanesi Tekke ve Zaviyelerin kapatılması idi. Tekke ve Zaviyelerin kapatılması ile İslam dışı diğer unsurların ibadet yerlerinin kapatılması esas alındı zaten. Alevilere ait ve benzeri inançlara ait tüm dergahlar kapatıldığı gibi Hanefi dışındaki Şafi mezhebine ait tekkeler ve zaviyeler de kapatılıyordu. Hemen akabinde kollar sıvandı. Türklere Kuran’ı Türk-İslam formatında öğretecek bir tehvile girişildi.  Yeni bir Kuran tefsiri için görevlendirme bizzat Mustafa Kemal tarafından yapıldı. 7 madde ile ortaya koyuyor, Diyanet İşleri Teşkilatı’na direktif veriyor.

“PAZARCIK’TA CEM ASKERLER TARAFINDAN BASILDI”

Burada çok açık olarak Mustafa Kemal, ehli sünnet dışı inançlara yer verilmeyeceğini, dolayısıyla Aleviliğe kesinlikle yer verilmeyeceğini, keza Hanefi mezhebi dışındaki diğer Sünni mezheplere yer verilemeyeceğini açıkça belirtiyor. Bununla da bitmiyor o zaman bütün Kemalist rejime yakın duran ne kadar gazete varsa, ne kadar yazar varsa bunlar da kolları sıvıyorlar, Kızılbaşlığın ne kadar kötü bir din, inanç olduğunu sergileyen yazı dizileri çıkarmaya başlıyorlar. Aleviliğin birden bastırılamayacağı bilindiği için, 1930’da bir genelge yayımladılar. Bu genelge ile Aleviliği yürütmeye çalışan, Alevi toplum önderliğini yürütmeye çalışan unsurların tutuklanması, derdest edilmesi, cezalandırılması öngörülüyor. Bir madde var ki ; Aleviler artık kutsal enstrümanları olan bağlamayı taşıyamaz duruma geldiler. Bunun çok somut sonuçları görüldü. Mesela Terolar olarak bildiğimiz köy yakınlarında, bir onbaşı cem erkanı yürütülen evi basıyor. Altmış kişiyi Pazarcık Hapishanesine dolduruyor. Dedeyi ellerinden sırt üstü yatırarak bağlıyor. Sabah tutukluyor. Bir onbaşı yapıyor bunları.”

“ASKER KÖKENLİLER ALEVİ PARTİSİ KURDU”

Alevilerin Cumhuriyet sürecinde CHP’ye yakınlıkları çok tartışıldı. Gerek CHP’nin, gerekse Demokrat Parti’nin Alevileri kazanma çabalarını dile getiren Bayrak, buna yönelik uygulanan politikaları şöyle sıralıyor:

“Aleviler CHP’ye büyük destek verdiler. Atatürk’ün Etnopolitika uzmanı, Şark İlleri Asayiş Müşaviri Hasan Reşit Tankut açık açık, “Laiklik, Şeyhül İslamlığın lav edilmesi gibi konular dolayısıyla Aleviler Cumhuriyet Halk Partisi’ne sıcak bakıyorlar. Kendi dergahlarının, cemlerinin yasaklanması konusunda da rahatsızlar. Buna rağmen Alevi önderleri ile görüşerek onları kendimize bağlayabiliriz” diyor. Bu rahatsızlıklar dolayısıyla 1950 seçimlerinde Aleviler Demokrat Parti’ye yoğun bir destek verdiler. Bu sefer Demokrat Parti Alevileri elden çıkarmamak adına bir takım atraksiyonlara girişti. Onlar ne yaptılar: Alevilere, dini İslam olmakla birlikte mezheplerinin Caferi olduğu yolunda yeni kimlikler verilmeye başlandı. Alevileri CHP’ye kaptırmamak için bir Alevi partisi kuruldu. Çok fazla yayılamadı bu. 1960’tan sonra yeni rejim bu konuda çok daha ciddi, çok daha sıkı atraksiyonlara girişti. Türkiye İşçi Partisi gibi sol eksenli bir partinin kurulması ve Alevilerin ona yoğun bir destek vermesinden sonra, belli bir devlet aklı Birlik Partisi diye bir Alevi partisi kurdurdular. Bunun da üst düzey yöneticilerinin bir çoğu asker kökenliydi.

“ALEVİLERİN EĞİLİMLERİ HEP BARAJLANDI”

Bütün mesele Alevileri bu Birlik Partisi ekseninde toplamak ve yönlendirmekti. 1965’te seçimlere gidildi. Türkiye İşçi Partisi 15 milletvekili ile meclise girince, Alevilerin, İşçi Partisi’ne ilgi gösterdikleri görülünce, o tarihte Adalet Partisi milletvekili olan Hüseyin Doğan’ın devreye girmesi ile Birlik Partisi’nden seçilen 7 milletvekilinin 6’sı Adalet Partisi’ne transfer edildi. Gerçek kimliklerini de ortaya koydular. Bunlardan bir kısmı da Hacı Bektaş soyundan gelenlerdi. Ulusoy, Çelebiler vs. Bunun şöyle bir yararı oldu: Alevi toplumu gördü ki, salt Alevi olmak yetmiyor, siyaseten bunlar çok rahatlıkla yön değiştirebiliyorlar. Bu Alevi toplumunda ciddi bir kırılmaya yol açtı. Aleviler ne zaman CHP’nin olumsuzlukları karşısında yüz büküp yeni bir arayışa yaklaştılar,- söz gelimi sol partilerine, Kürt hareketlerine yaklaştılar- o dönemlerde belli bir devlet aklı Alevilerin bu eğilimini engelleyerek, söz gelimi önce Barış Partisi diye bir parti bünyesinde topladı. Orada dizginlendi. Taşan sular barajlandı. Bu kızgınlık geçtikten sonra parti fes edildi, ortada bırakıldı bu insanlar. Deniz Baykal, Kemal Kılıçdaroğlu operasyonu gerçekleştirildi. Bunlar da bilinçli yapıldı.”

Elif SONZAMANCI/BONN

 

 

Reklam

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak