PİRHA-Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi tarafından düzenlenen Hızırşah Festivali’nde yapılan panelde konuşan Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, “Cumhuriyet dönemi kadroları bize ulusçu, eşitlikçi bir sistem vaat ettiler ama daha 1920’li yıllardan itibaren vaat ettikleri her şeyi unuttular” dedi. Yalçınkaya, mevcut rejimin dinin yaşam formlarını bir deli gömleği gibi topluma dayattığını kaydetti.
Hacı Bektaş Veli Anadolu Kültür Vakfı Datça Şubesi tarafından bu yıl 13’üncüsü düzenlenen Hızırşah Festivali’nde ‘Birlikte Nasıl Yaşarız’ paneline konuşmacı olarak katılan Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya, önemli mesajlar verdi.
Yalçınkaya, “Biz sözüm ona ulusçu bir eşitlikle bir arada tutulduk. Cumhuriyet dönemi kadroları bize bunu vaat etti ama daha 1920’li yıllardan itibaren vaat ettikleri her şeyi unuttular” dedi.
“Mağaralarda insanları boğmak nedir? 1930’larda Dersim’de bu yapıldı. Mermi harcamayın, diye dipçiklerle küçücük çocukları öldürmek nedir?” diyen Yalçınkaya, “Bütün bunlar yapılırken İzmir’in tahtacıları ne yapıyorlardı? Yaşa Mustafa Kemal, reformlar, çağdaşlaşıyoruz, laik devlet…Çorum’dakiler ne yapıyordu? Çorum zaten 600 yıldır savaş görmemişti, kurşun atmayı bilmez. ‘Bana ne ya şuraya gelip bana kurşun sıkmadığı sürece umurumda değil’ diyordu” şeklinde ifade etti.
“ALEVİLER DİYOR Kİ; SEN BİR DİNE BENİM KAYNAKLARIMI HARCAYAMAZSIN!”
Eşitlik üzerine kurulan bu modelin ülkeyi buraya kadar getirdiğini ifade eden Yalçınkaya, “İkinci model ise bugün Alevilerin savunduğu bir model. O da az bela bir model değil. Aleviler devlete diyor ki, eşit yurttaşlık istiyoruz. Bunun açık anlamı nedir? Bunun açık anlamı ‘benim Alevi olduğum seni ırgalamaz, onun Sünni olduğu da seni ırgalamaz.’ Yani sen bir dine, bir topluluğa benim kaynaklarımı harcayamazsın, harcamaya kalkıyorsan benim de payımı vereceksin. Benim dinime, inancıma karışamazsın beni tanımlayamazsın ama onu da tanımlayamazsın” diye belirtti.
Alevilerin ezan okunurken anons yapmaktan korktuğunu söyleyen Yalçınkaya, “Oysa şunu demek lazım: Bir dakika ya bir dakika ne oluyor ki? Siz benim cemimin olduğu gün ezan okumuyor musunuz? Bildiğiniz halde okuyorsunuz. Ben de eşitim, bunu istiyorum. Ben sizin ezanınıza saygı duyayım ama siz de bana saygıyla yükümlüsünüz ve devletin bunu garanti etmesi gerekir” ifadesini kullandı.
“BU REJİM, DİNİN YAŞAM FORMLARINI DELİ GÖMLEĞİ GİBİ TOPLUMA DAYATIYOR”
Ülkenin krizde olduğunu ve Türkiye’de bir siyasal sistem olmadığını belirten Prof. Dr. Yalçınkaya, “Totaliter despotik bir rejimin içinde yaşıyoruz ve bu rejimin en temel özelliği eşitlikçiliğidir, yine aynı şey. Herkes totaliter rejim karşısında itaatle yükümlüdür itaat etmeyenin boynu vurulur itaatsizlik ederse”dedi.
“Rejimin en önemli özelliği yönetici kadrolarını, yönetici elitlerini, dini her neyse, o dini, o dinin yaşam formlarını deli gömleği gibi bütün topluma dayatmasıdır” şeklinde ifade eden Yalçınkaya, şunları kaydetti:
“Burada da eşitiz, türbanlı da artık bizimle eşit. Çünkü o da en az bizim kadar polisten dayak yiyor, o da tacize uğruyor türbanlı da artık mağdur. Önceden mağdur değildi mağduruz diye diye iktidara geldiler ve iktidarın kendilerini nasıl mağdur ettiğini gördüler. Kara çarşaflı da artık mağdur. Örneğin Aleviler olarak bizim türbanlıdan kara çarşaflıdan da korkmamıza ihtiyacımız yok. Neden bir kişi kendi dinini, inancını ibadetle birleştirip bize propaganda edebilir? İmanımız sağlamsa sorun yok!
“DEVLET ŞİDDET YOLUYLA AÇIKÇA BİR DİNİ BİZE GİYDİRİYOR”
Bizim korkmamız gereken şey bir dinin belirli bir yaşam formunun ve inanç kalıplarının silah zoruyla topluluğa giydirilmesidir. Bugün Türkiye’de ne yazık ki şiddet kullanma tekeli devletin elinde olduğuna göre, devlet şiddet yoluyla açıkça bir dini bize giydiriyor.”
“TÜM SİSTEM, ÖZEL ÇIKARLARA GÖRE ŞEKİLLENMİŞ ÇEVRELERE TESLİM EDİLMİŞ DURUMDA”
Diyanet İşleri Başkanlığının Kobani davasına müdahil olduğunu da hatırlatan Prof. Dr. Yalçınkaya “Diyanet İşleri Başkanlığı, Kobani davasına müdahil olmak için fetva veriyor. Kime? Hakimlere. Yani ‘siyasal sistem yok’ dediğimizde neyi ifade ediyoruz? Hukuk sistemi, eğitim sistemi, milli güvenlik sistemi, iç güvenlik sistemi, sağlık sistemi. Bunlar başta olmak üzere tümü aslında, belirli özel çıkarlara göre şekillenmiş çevrelere teslim edilmiş durumda” dedi.
“BİZ BU DEVLETİN YURTTAŞLARI DEĞİL KÖLELERİYİZ ASLINDA”
Yalçınkaya, şöyle devam etti:
“Devlet özel çıkarlara göre şekillenmeye başladığı anda biz o devletin kölesi haline geliriz. Bugün de tam da öyleyiz. Biz bu devletin yurttaşları değiliz köleleriyiz aslında. Çünkü bu devlet aslında çok güçlü göründüğü anda çok zayıf. Niye zayıf? Hâkim karar vermeye korkuyor, ya yukarıdan telefon gelirse, Diyanet İşleri Başkanı zaten başkasının ağzına bakıyor. Öğretmenler zaten ağzını bile açamıyor, okullarda imamlar fink atıyor, sağlık personeli menzile (menzil tarikatı) emanet, içişleri personeli başka bir yere emanet. Bu güçlü devlet işareti değildir. Bu, devletin ne kadar zayıfladığını gösteriyor aslında. Tam da bu noktada hepimiz birlikte yaşamak isterken, kaçınılmaz olarak nereye savruluyoruz?”
“İLETİŞİMİ KESMİŞİZ”
Hızlı dönüşümler geçiren, 20 yılda bir dönüştürülen toplulukların geleceği kurgulayamayacağını vurgulayan Yalçınkaya, “Özellikle toplulukların kapasitesi köreltilir. Çünkü totaliter rejim kendini var edebilsin diye. Geleceği kurgulayamadığımız için kaçınılmaz olarak geçmişe saplanıyoruz. Yani tıpkı o eski Atatürkçü teyzeler gibi ‘bizim zamanımızda Alevi Sünni kim, bilmezdik. Ermeni komşularımızın bayramına giderdik, ne güzeldi. Araplar hımız yapar biz de yerdik. Peki Ermenice Günaydın ne demek biliyor muyuz? Bilmiyoruz. Gerçekten utanç verici bir şey. Ermenileri katlettik gönderdik. Kürtlerle birlikte yaşıyoruz. Bildiğim iki sözcük var. Rojbaş bir de Heval. Ayıp. Bu ne demek? Bu şu demek. Biz farklı kültürler arasında iletişimi kurmamışız, onları belli adalara kapatmışız. Tıpkı Almanların Türk mahallesi kurması gibi. Şimdi İngiltere’nin mülteciler için okyanusun ortasında gemi kurması gibi, kapatmışız, iletişimi kesmişiz” dedi.
Bunun kesinlikle birlikte yaşamak olmadığını belirten Prof. Dr. Ayhan Yalçınkaya konuşmasını şu cümlelerle tamamladı:
“Bu birlikte yaşamak değil, kesinlikle değil. Birlikte yaşama dediğimiz şeylerin bunlarla en ufak alakası yok. Birlikte yaşamak en başta kültürlerin kendi özel varlıklarını kabul ederek, kültürlerin kendini geliştirme haklarını kabul ederek ve eğer azınlık kültürse, Ermenilik eğer Türkiye’nin kaybolan bir kültür ise…Örneğin ilkokullara gerekirse Ermenice, Kürtçe ders koyarak. Türk çocukları Ermenice bilmeli, Kürtçe’yi bilmeli. Resmi dil yine Türkçe olsun hiçbir engel yok. Ermeni çocuk gene Türkçe’yi öğrensin, Kürt çocuk resmi olarak Türkçe’yi gene öğrensin hiçbir engel yok ama Kürt çocuk Kürtçeyi de bilecek, Türkçeyi de bilecek. Bölgede Süryaniler varsa Süryanice de bilecek ki iletişim kursun, onu anlayabilsin. Onu anlayamadığımız sürece birlikte yaşamaktan nasıl söz edebilirsiniz ki?”
Cebrail ARSLAN/MUĞLA
Yoruma kapalı.