Alevi Haber Ajansi

Yakılan, yasaklanan ve günümüzde özünden koparılan dergahlar!-VİDEO

PİRHA – Anadolu’nun en köklü inançlarından Alevi-Bektaşi toplumuna ait dergahlar, Osmanlı’dan günümüze dek birçok yağma ve yasakla karşılaştı. İstanbul’da, fiziksel anlamda tüm özellikleriyle bugün ayakta kalabilen tek bir dergah bulunmuyor. Tüm dergahların arazileri adeta işgale uğramışçasına bir görüntü veriyor. Bugün kimi dergahın sadece yıkılan taşlarına rastlanırken, kimi yerlerde ise dergah arazisi içerisinde farklı bir dinin görüntüsü çıkıyor. Pir Haber Ajansı, İstanbul’daki Alevi-Bektaşi dergahlarının izini sürdü.

Tekke, zaviye ve türbelerin kapatılmasına dair kanunun 13 Aralık 1925’te yürürlüğe girmesiyle birlikte Alevi-Bektaşi inancı da büyük bir yasaklamayla karşı karşıya kaldı.

Söz konusu kanun Cumhuriyet Halk Partisi (CHP) Konya Milletvekili Refik Koraltan ve beş arkadaşının önerisiyle meclise sunulup kabul edilmişti.

Tekke ve Zaviyeler ile Türbelerin Seddine ve Türbedarlar ile Bazı Unvanların Men ve İlgasına Dair Kanun’un yürürlüğe girmesi ardından Alevilere ait bütün kutsal mekanların kapılarına kilit vuruldu.

1947 Yılına gelindiğinde türbelere dair bir yasa değişikliği önerisi oldu. CHP’nin VII. Kurultayı’nda söz alan Hamdullah Suphi Tanrıöver, gençlere milliyet duygusunun verilmesi için türbelerin tamir edilmesini, açılmasını önerdi. İlgili yasa tasarısı, 21 Ocak 1950’de meclise sunuldu ve geniş bir mutabakatla 5 Mart 1950’de yasalaştı. Sonraki süreçte türbelerin bir bölümünün Millî Eğitim Bakanlığı onayı ile açılmasına olanak sağlandı. Ancak bu türbeler içerisinde Alevi-Bektaşi inancına mensup hiçbir türbe yer almadı.

1990’da çıkan bir başka yasa ile türbelerin açılması için Bakanlar Kurulu onayının alınması şartı ortadan kaldırıldı; Kültür Bakanlığı’nın onayı yeterli görüldü.

YÜZYILLARDIR SÜREGİDEN YASAKLAMALAR!

Osmanlı döneminde; 1826 yılında başlayan dergah-türbe işgali, günümüze dek sürmekte. Alevi inancının önemli ayaklarından birisi olan dergahlar, günümüzde halen yasaklı olmakla beraber, gerçek sahiplerine de teslim edilmiyor. Alevi toplumuna ait dergahların tümü şu an devlet kontrolünde tutulmakta.

Alevi-Bektaşi toplumunun geniş yer edindiği alanlardan birisi de İstanbul. İnancın Balkanlara yayılmasında önemli bir rol oynayan bu kent, aynı zamanda en büyük yıkım ve yasaklamaların da merkezi haline gelmiş. 1826 Yılından günümüze, İstanbul’da Alevi-Bektaşilere ait 14 dergahın 9’u yıkılıp, tarihten silinmesi için adeta büyük bir çaba sarf edilmiş.

Tarihte önemli yer edinen dergahlar, ocağın yeniden canlanması adına günümüzde de büyük rol üstleniyor. Her ne kadar bugün tam anlamıyla dergah gibi işlemese de bu mekanlar, Aleviliği temsil eden kutsal yapılar olarak işaret ediliyor.

DERGAH NEDİR?

Özellikle Bektaşi coğrafyasında yaptığı araştırmalarla tanınan Yazar Ayhan Aydın ile İstanbul’daki dergahların dünü ve bugününü konuştuk. Aydın, genel bir çerçeve çizerek öncelikle ‘Dergah nedir?’ sorusunun yanıtını verdi.

Yeryüzündeki bütün kültür ve inanç yapılarının kendilerine ait mekanları olduğunu söyleyen Aydın, şöyle devam etti:

“Tarih boyunca kutlu insanların türbeleri, ‘enerji merkezleri’ diye anılan, insanları etkileyen manevi yapılar, veyahut da insanların toplandığı alanlar; bunlar kutsal ağaçlardan, dağ başlarına kadar çeşitli mekanlar, insanların bir araya geldiği, ibadetlerini yaptıkları, manevi huzura verdikleri yerler olmuşlardır.

Alevi-Bektaşi toplumunu anlayabilmek için coğrafyaya bakmak lazım. Biz gerçekten Asya’dan, Ortadoğu’dan, Anadolu’dan ve Balkanlardan bağımsız olamayız. Bizden önce gelip geçmiş bütün uygarlıkların izlerini Alevi-Bektaşi öğretisinde görüyoruz. Dolayısıyla da inanç mekanlarında da bu söz konusu. Kalenderilik akımı, Hindistan’dan, İran’dan Anadolu’ya ve Balkanlar’a uzanmış bin yıllık öyküsü olan çok büyük bir tasavvufi akım. Suhilerin sürdürmüş olduğu dervişler topluluğunun yaratmış olduğu bir yapı, bir inanç bir kültür… İşte bu Kalenderi boyları; Torlaklar, Işıklar, kendilerine mekanlar yaratmışlardır. O yüzden Cemalettin Savi, Kudbettin Haydar, birçok kalenderi önderinin mekanının bin yıl öncesinden ziyaret edildiğini, dervişlerin buralarda toplandıklarını görüyoruz.

Kişi kavramı çok önemli bu durum; Alevi-Bektaşiliğe de yansımış. Sonradan Ehlibeyt, Seyitler, pirler, mürşitler, babalar; yani Alevi-Bektaşi toplumunda öncü olan kişilerin türbeleri ya da yaşadıkları alan çevresine baktığımız zaman burada bir mekan oluşumunu rahatlıkla görebiliyoruz. Bir araya gelip ibadet, sohbet ettikleri, yarenleştikleri ve sorunlarını çözdükleri mekanlar zamanla kalıcılaşmış ve kendilerinden sonra etkileri sürmüşse yüzyıllar boyunca yaşayan organizasyonlara dönüşmüş. Zaman geçtikçe fiziki olarak da bir yapı teşekkül etmeye başlamış. Belki ilgili mekanda ilk olarak bir kutlu kişinin, erenin türbesi varken zaman içerisinde insanlar bir araya geldiği için orayı çevreleyip kapatmış ve bir yapı teşekkür etmiş. Bu yapılar birbirine eklene eklene büyümüş. Bunu bütün inanç kollarında görebiliriz. Örneğin Hristiyanlıkta manastırlar doğmuş, İslam coğrafyasına baktığımız zaman da bir cami ile yetinilmemiş, onun yanı sıra külliye ismi ile anılan; yatakhanesi, yemekhanesi, tevhidhanesi gibi birçok yapı iç içe geçmiş. Alevi-Bektaşi kültürü de tümüyle bunlardan ayrı değil.

ANADOLU’DAKİ İLK DERGAH YAPILANMASI!

Alevi-Bektaşi inancında dergahların bin yıl öncesinde var olduklarının altını çizen Ayhan Aydın, günümüzde Suriye, Mısır, İran gibi ülkelerde Kalenderilere ait ilk dergah yapılarının görüldüğünü söyledi. Aydın, şu bilgileri paylaştı:

“Dergahların en eski ve az bilinen olanı Eskişehir Seyit Battal Gazi Dergahıdır. Anadolu’daki en köklü en büyük Kalenderhanedir. Kalenderilik de Alevi Bektaşi öğretisinin temeli olduğuna göre Alevilerin biraz göz ardı ettiği bu yapıya çok iyi bakmamız lazım. Aslında bu yapı içerisinde bir kilise ve caminin de varlığını görebiliyoruz ama bunlar sonradan eklemlenmiştir. Orası bir inançlar mozaiğidir fakat Kalenderiler burada binli yıllardan itibaren Hacı Bektaş Dergahını kurmadan önce buraya gelip ziyaret ettiklerini biliyoruz. Yani Hacı Bektaş dergahından daha eski olan Eskişehir Seyit Battal Gazi dergahıdır. Daha sonra burayı örnek alarak dergahlar çoğalmıştır. Anadolu’daki yüzlerce dergah buradan esinlenmiştir.”

OCAKLARIN ÇEVRESİNDE BÜYÜYEN DERGAHLAR

Yazar Ayhan Aydın, Alevi toplumunun henüz dergah modelini inşa etmeden önceki sürecine de değindi. Aydın, şunları söyledi:

“Türbeler, makamlar kutsal mekanlar vardı. Buralar zamanla gelişirse dergahlaşabiliyordu. Eğer gelişmemiş olursa bu alanlar sadece bir ziyaret makamı olarak kalıyordu. Mesela ocaklar; her şeyin temelinde ocak var. Ocak, Ehlibeyt isminin zikredildiği ve kerametler gösterdiğine inandığımız Ehlibeyt soyundan gelen erenlerin kurmuş olduğu ev hanesidir. Bazı dergahlar, ocakların çevresinde büyümüştür. O yüzden Anadolu insanı ocak ve dergahı birbirine yakın anlamda kullanır ama Bektaşilikte zamanla tekke ve dergah Anadolu Alevisinin algıladığı şekilden biraz daha farklı bir boyuta evrilmiştir.

Dergahlar, insanları bir arada tutma, insanların toplu olarak ibadet etme ihtiyaçlarından kaynaklanmıştır. Bir kişi dağa, güneşe, ağaca elini açarak, yani kutsal bildiği her ne varsa onunla yakınlık kurarak Tanrıya ulaşmada bir vesile görebilir, ibadetini yapıp arınmış olur. Fakat zaman içerisinde birden çok kişi aynı duygular içerisinde olduğu için bir araya gelme, yani kolektif bir inanç sistemi gelişmiş oluyor. Alevilik-Bektaşilik de tümüyle böyle bir inanç sistemidir. Kişinin tanrıyla baş başa kalması ayrı bir şeydir fakat Aleviliği bütün inanç öğretilerinden ayıran, hayat boyu ibadet ve arınmanın ve öğretinin devam etmesi, yaşanılarak tecrübe edilmesi olduğu için ocaklarda bir araya geliniyor. Ocak tam anlamıyla cem olunan, birleşilen yer. O yüzden Alevi inancı seyyidi, talibi, babası, dedesi ve dervişiyle bir ocak merkezinde anlam kazanıyor. Dışarıda herhangi bir insansın ama ocağa ve dergaha geldiğin zaman Alevisin, Bektaşisin. O yüzden ocaksız, dergahsız bir Alevi olmaz. Alevi-Bektaşiyi var eden, kimliğini ona kazandıran, bir ocağa bağlı olup ritüellerini uygulamasıdır. O yüzden de ‘ocağımız kararmasın sönmesin’ deriz. İnsanın aile ocağı kutsaldır. Buradan da kaynaklanarak Alevi inancının ocağı çok kutsaldır. Ocak, yanan bir ateştir, söndürülemez, onun terk edilmesi, sönmesi de bir felakettir.”

DERGAH YAPILANMASI HANGİ UYGARLIKLARDAN ESİNLENDİ?

Dergahların hangi inançtan, neler aldığı konusu da Ayhan Aydın’ın irdelediği bir diğer başlık oldu:

“Zerdüştlükte, Şamanizmde, Hinduizm’de, Budizm’de kutsal değerler var. Bunların hem mekan hem tapınma olarak bütün faktörlerinin iç içe geçerek Alevi-Bektaşiliği oluşturduğuna inanıyorum. Çünkü bir ateş var; bu nur ile özdeşleşiyor. Hak Muhammed Ali nuru… Nur, evrenin sonsuzluğunu ve ışık kaynağını ifade ediyor ama Zerdüştlükten de biz bir şeyler alıyoruz. Şamanizm’de ise doğasal bir tapınım vardır. Yeryüzü ruhlarla doludur, yeraltı ruhları da vardır. İnsan göğe doğru yükselirken şaman onun arınması, içindeki kötülükleri atması için çeşitli müzik aletlerini kullanarak içindeki kötülükleri atar, yani arındırır. Orada Şaman, kutsal bir varlıktır. Bizim Alevi dedelerinin bir bölümü oradan gelmektedir. Dolayısıyla Budizm ve Hinduizm’de de kişinin arınması var. Bizde de çilehaneler var ve bütün Alevi uluları, çilehanelerde arınmış, kendileri ile baş başa kalmışlardır. Sonrasında ise toplumsal görevlerini yerine getirmişlerdir. Yani çerağı yakmışlar ve aydınlık vermişlerdir. İnsanın içindeki kötülükleri müziklerle, nefeslerle kovarak o karanlıktan aydınlık bir yolculuğa doğru gidilmiştir. 12 imamlardan esinlenmiş olsa da 12 hizmet de cem de insanların zikretmesi, Duaz İmam söylemesi, saz çalınması, onları Tevhid aşamasına getirip coşturarak içindeki o karamsarlıkları, kötülükleri arındırıyor ve yedi kat göğe çıkartıyor. Dolayısıyla Şamanizm, Zerdüştlük, Budizm ve Anadolu’daki bütün tapınımlar yani eski Platonculuktan geldiği gibi doğacı anlayışlar, Anadolu’nun bütün uygarlıkları, Balkanlardaki Traklar, bütün bunlar bizi şekillendirmiştir. Ama biz hepsinden ayrılmış ve hepsinden bir şeyler almışız. Ama artık biz Alevi-Bektaşi olmuşuz. Dolayısıyla Aleviliğin-Bektaşiliğin hem ibadeti hem şekil olarak tapınım alanları diğer uygarlıklardan esinlenerek meydana gelmiştir. Hiçbir şekilde tesadüf değildir, Şahkulu Sultan Dergahından önce de yerinde bir mabet vardı. Bütün Bektaşi dergah ve tekkelerine baktığımız zaman bunların diğer inançları, kültürleri yok etmeden onların üzerinde yükseldiğini görüyoruz.

DERGAH YAPILARINDAKİ SİMGELER!

Anadolu Alevi-Bektaşisi, eski uygarlıkların Türk, Kürt ve Anadolu uygarlığının, Zerdüştlüğün, Şamanizmin bütün unsurlarını; yıkıcı değil, onarıcı, birleştirici, yapıcı bir şekilde kendi bünyesinde toparlamış ve böylece Alevi-Bektaşi olmuştur. Ama diğer inançlardan sıyrılmış, ayrılmıştır. Alevilik, köklerini aldıktan sonra kendine ait bir sistemi oluşmuştur. Dergah yapıları da böyledir. Dergahlardaki motifler ve inşaat şekillerine baktığımız zaman örneğin dergahlarda lotus çiçeğini görürüz. Lotus, yaşam çiçeğidir, yaşamın varlığını ifade eder. İç içe geçen üçgen işaretini de görürüz. Kesinlikle bu İsrail ile ilgili değildir. ‘Davut Yıldızı’ deniyor ama bu zaten evrensel bir değerdir. Evrenin dengesini işaret eden, iç içe geçen üçgen her şeyin bir dengede olduğunu gösterir.

Bektaşilikte bir ibadete, muhabbete başlamadan önce tuz alınır. Bektaşiye ‘demden, muhabbetten, cemden önce neden tuz alınır?’ diye sorduğumuzda bunun bir denge unsuru olduğunu, tuzun her şeyi dengeleyici bir unsuru olduğunu söyler. Yani her şey kararında; demi de sohbeti de kararında alacaksın. Dolayısıyla Aleviliğin-Bektaşiliğin özündeki bu unsurların kendinden önceki uygarlıklardan alıntılar olduğunu ve yeni bir kalıba dökülmüş hali olduğunu görüyoruz.

Dergahlara baktığımız zaman burada kolektif bir yaşam var. Derviş, baba, pir, ana, bacı müsahipler, konaklayanlar var. Dergahların kapısı kapanmaz. Çünkü içeride türbe vardır. Kim oraya gelip şifa isteyecekse o kişi engellenemez. Dolayısıyla dergahın, türbenin kapısı kapanmaz, böyle bir ilkellik de yeryüzünde bir tek Türkiye’de var. Şimdi türbeleri kapatıp gidiyorlar ve ‘dışarıdan ziyaret edin’ diyorlar. Yani duvar örmüş oluyorlar. Mesela Diyanet İşleri Başkanlığının burada yobazlığını dile getirelim. ‘Çerağı yakılmaz, çaput bağlanmaz’ deyip sonrasında kapıyı kilitliyorlar. Bu durumda içerideki ereni hapsettin ve dışarıdaki insanı da mahrum ettin. Bu yasaklayıcı bir din anlayışıdır. Onların mantığı ‘şu Tanrıya aracı kılıyorsunuz, putperestsiniz, gelip erenlerden bir şey istiyorsunuz, gidin Allah’tan isteyin, namaz kılın, oruç tutun’. Halbuki bu insan doğasına da dinlerin felsefesine de aykırı. İnsan, nerede huzur buluyor, tanrıyı nerede arıyorsa orada bulur.”

“BİZLER, DERGAHLARI, OCAKLARI SÖNDÜRDÜK”

Yazar Ayhan Aydın, günümüzde ayakta olan dergahların durumuna da işaret etti. Toplumun, dergahlara yeteri önemi vermediğini söyleyen Aydın, şöyle devam etti:

“Bugün Alevi-Bektaşi toplumunun bile 800 yıllık hafızasını bilmediğini anlıyoruz. Mısır’da Kaygusuz Abdal Dergahı, Antalya’da Abdal Musa Dergahı, Yunanistan’da Seyit Ali Sultan Dergahı, Bulgaristan’da Demir Baba Dergahı, Budapeşte’de Gül Baba Dergahı’na kadar Anadolu’da, Kerbela’da yüzlerce derken sanki kendi dağ başlarında kapıları kilitli, üç beş derviş bir araya gelmiş, Allah’a zikrediyor ve orada yaşıyorlar sanılıyor. Ama böyle bir şey yok. Okumayan, dinlemeyen bir toplum var. Bugün biz dergahları yaşatmıyoruz. Yaşayan dergahlardı. Anadolu’da, Balkanlarda dergahlar 1000 yıl canlıydı, insanlar orada yaşıyordu. Dergahların aşevi vardı. Orada yaşayan babaların, dedelerin aldığı lokma kadar dışarıdan gelenlere de lokmalar hazırlanırdı. Dervişler burada yatar, barınırdı. Ayrıca dergahların içerisinde at evi vardı. O zamanın temel ulaşım aracı atlar, dolayısıyla atların bağlı olduğu ahırlar vardı. Dergah işlerinde insanların ibadet ettiği meydan evleri vardı. Dolayısıyla buralar kompleks gibi yaşıyor ve canlıydı. Daha da önemlisi bütün dergahlar birbirleri ile haberdardı. İstisnasız bütün dergahlar iletişim halindeydi. Gezgin dervişler, Kalenderiliğin kökeninde olan gezginlik, burada önemli bir fonksiyon işliyor. Bir dergahta bir kitap, bilgi, gelişme varsa o gezgin derviş onu alıyor, haberci derviş gibi; yani o zamanın gazetecisi gibi bilgi yazıp, çoğaltıyor ve diğer dergaha götürüyor. Dervişler ve babaların, diğer dergahları gezmesi zorunluydu. Toplum bunu da bilmiyor. Kutsal mekanları ziyaret etmek Alevilikte bir zorunluluktur. Alevi dedeleri, pirleri, baba sultanlar, Kerbela’ya, Hacı Bektaş Dergahına ve büyük dergahlara giderek oralarda cem yapıp sohbet edip, bilgi alıp bilgi veriyorlardı. Bu çok önemli bir husustu. Yani dergahlar yaşıyordu, ancak bizler bugün bu dergahları, ocakları söndürdük.”

DERGAHLARA DÖNÜK İLK FİZİKİ SALDIRI!

Ayhan Aydın, dergahların tarihte ilk ne zaman ve kimler tarafından saldırıya uğradığını da aktardı. Aydın, şu bilgileri verdi:

“Alevi-Bektaşi toplumu, tarihler boyunca kıyıma uğramıştır. Dolayısıyla bu varlığı hazmedemeyen egemen inanç sistemi, Selçuklu’da, Osmanlı’da Türkiye Cumhuriyeti’nde her daim Alevileri asimile etmek için türlü yol ve yöntemi kullanmışlar. Neden? Çünkü Alevilik-Bektaşilik özgündü, Sünni İslam anlayışına uymuyordu, uymayacaktı. Çünkü Alevilik-Bektaşilik diye bir kavram varsa kendisi olduğu için vardı. Eğer Sünni’ye benzemiş olsaydı hiçbir şeyi konuşmamıza da gerek yoktu. O yüzden devleti yönetenler, kendine ‘din alimi’ diyenler, coğrafyanın her yerinde Alevi-Bektaşi toplumunu baskı, sindirme yoluna gitmiştir. 1239 ve devamındaki yıllarda Anadolu’da Babailer isyanı olmuştu. Babailer isyanı, Baba İlyas’ın ve Baba İshak’ın önderliğinde yapılan büyük bir isyandı. Fakat biz burada şunu görüyoruz, Selçuklu’ya hakim olan zihniyetin, o günkü Alevi düşüncesi olan Baba İlyas, Baba İshak düşüncesini, ayaklanmanın ötesinde aslında onlara baskı yaparak, sürgün ederek, sindirerek yok etmesinden, bu toplum kesiminin üstüne gitmesinden dolayı bu ayaklanma başlamıştır. İlk büyük kıyım ve zulüm burada başlamıştır. Dolayısıyla Türk tarihinin gelmiş geçmiş en kitlesel ayaklanmalardan biridir ve orada Selçuklu, sarsılacak derecede bozguna uğratılmıştır. Şimdi nerede o halk, nerede? Şimdi o halkı arıyoruz. İnancına vurulan darbeye karşı direnen halkı arıyoruz. Varlığını bu yola teslim eden halkı arıyoruz. İşte o yıllarda Alevi toplumunun ocakları basılmış, halk önderleri katledilmiş ve toplu katliamlar yapılmıştır. İlk ocak, dergah ve büyük Alevi katliamı budur. Kerbela’dan beri bu mazlumluk bitmiyor. Sonrasında ise Alevilere nerede baskı yapılmışsa Aleviler tepki gösteriyor. Bugünün resmi tarih yazıcıları şunu ortaya koymaya çalışıyor; Aleviler ayaklanıyor. Sanki Aleviler rahat rahat yaşarken birden dediler ki ‘gelin ayaklanalım’. Sanki Aleviler canını, yurdunu, ocağını hiç sevmiyor, durduğu yerde ayaklanıyor! Zulüm edip, baskı yapıp, inancını yasaklarsan bu toplum ayaklanacaktır.

ÇALDIRAN SAVAŞI SONRASI ARTAN KIZILBAŞ DÜŞMANLIĞI!

Osmanlı, Alevi ocak ve dergahlarına zulüm tarihidir. İlk kuruluşta Anadolu erenlerini yanına çekmek için bilinçli bir politika izlemiştir. Dergahların kurulmasına da maddi kaynak ayırmıştır. Abdal Musa 1326 yılında Bursa’nın fethine katılmıştır. Osmanlı ona mükafat da vermiştir. Seyit Ali Sultan 1354 yılında Yunanistan’a göçtüğü zaman orada kendisine arazi verilmiştir. Osmanlı, 1402 yılında resmen Seyit Ali Sultan Dergahına araziler vererek oranın vakıf olarak yaşamasını da sağlamıştır. Bunlar olumlu şeyler fakat daha sonra Aleviler güçlenip varlıkları ortaya çıktıkça Osmanlı’daki merkeziyetçi yapı, yani Şah İsmail ile Osmanlı Devleti arasındaki 1514 yılındaki Çaldıran Savaşı’ndan sonra Kızılbaş düşmanlığı yoğuruluyor. Kanuni Sultan Süleyman 46 yıl boyunca Sünni İslam anlayışını merkezileştirmek için devletin bütün olanaklarını kullanmıştır. Osmanlı tarihinde en çok cami onun zamanında yapılmıştır. En çok Alevi, Kızılbaş, Bektaşi sürgünü de Kanuni Sultan Süleyman zamanında yapılmıştır. Bu topluma baskı ve zulüm onun zamanında çok olduğu için örneğin Pir Sultan Abdal’ a yönelik baskı ve zulüm de o döneme denk gelmektedir. Dolayısıyla Yavuz Sultan Selim ile başlayan, Kanuni Sultan Süleyman ile taçlanan o yüzyıllık dönemde Osmanlı’nın yükselişi, fetihçi anlayışı diye bizlere yutturulan, tamamen Osmanlı asimilasyoncu bir hareketle Alevi-Bektaşi-Kızılbaş topluluklarını ezmek için en ciddi yolları kullanmıştır. Bu böyle devam ederken 1826 yılında tarihi kırılma noktalarından bir tanesi yaşanmıştır. 8 Temmuz 1826’da 2. Mahmut, Yeniçeri askeri birliğini kaldırmak ve onun yerine sözüm ona daha modern askeri birlik getirmek için Bektaşiliği hedef almıştır. Tarikat şeyhlerinin, Nakşibendi şeyhlerinin de etkisiyle Bektaşiliği yasaklamak için bir düzen kurulmuştur. Devletin resmi kararıyla Bektaşilik resmen yasaklandığı gibi Bektaşi tekkeleri yıkılmış, babalar sürgün edilmiş, Üsküdar’da Kıncı Baba gibi kimi babalar da katledilmiştir. Bektaşiliğe en ölümcül darbe 1826’da vurulmuştur. 25 Kasım 1925’te devrim yasası adı altında tekke ve zaviyelerin kapatılması çerçevesinde cumhuriyet döneminde kalan dergahların tümü kapatılmıştır. ‘Alevilik, pir, dede’ gibi lafların kullanılması da kanunla yasaklanmıştır. Hayatlarını bir umut kaynağı olarak baktıkları cumhuriyete adayan bu toplum, büyük bir hayal kırıklığı yaşamıştır. Dolayısıyla inancından, köklerinden kopan Alevi toplumu, cumhuriyetin getirmiş olduğu bu devrimi maalesef kendi lehlerinde yaşayamamıştır. ‘100 yıllık Cumhuriyet, Alevi-Bektaşi toplumuna ne verdi?’ diye sormak gerekir? Aynı zamanda son 20 yılda yeni bir kurnazlıkla, Aleviler, Osmanlı’da olduğu gibi yeni, büyük bir tezgahla asimilasyon gayreti ile baş başa kalıyor.”

“MÜCADELE BİLİNCİ AZALDI”

Ayhan Aydın, dergahlara dönük yaklaşımın AKP hükümeti döneminde nasıl şekillendiğini de anlattı. Aydın, dergahların neden sahiplenilemediğine de açıklık getirerek şunları söyledi:

“Dergahlar şu anda halen yasaklı. Onun yerine Aleviler 40 yıldır örgütlenip dernek, vakıf kurup cemevi açtılar. Dolayısıyla bu, Alevilerin kendilerini dışa vurumuydu. Cemevlerinin ortaya çıkması, derneklerin kurulması ‘Biz de varız’ demeleriydi. Cumhuriyet dönemi boyunca kısmen yaşadıkları özgürlükleri aslında tam anlamıyla alamadıklarının da bir tepkisiydi. Bu durum, zamanın getirmiş olduğu bir yapıydı. Şimdi İslam anlayışı var, camiler var, Diyanet var, TRT var. Alevi-Bektaşi toplumu ise bakıyor, kendisi yok. Aleviler kamuda, toplumda, televizyonda hiçbir yerde yok. işte 1990’lı yıllardan sonra büyüyen bu hareketin temelinde bu tepki var. Dolayısıyla dernekleri, vakıfları, cemevlerini namuslu, dürüst Alevi-Bektaşi canlar kurdu. Ben onlara ‘Cumhuriyet döneminde Alevilerin haklarını almaya çalışan öncüler’ diyorum. Şimdi günümüzde bildiğimiz manada dergah sistemi kanunen yok ama hala canlı olan dergahlarımız var. Bunlar da dernek, vakıf, cemevi adı altında işlev yürütüyor. Tarihsel olarak Şahkulu, Erikli Baba, Karacaahmet, Karaağaç, Garip Dede gibi şu anda hala cemevi olarak da hizmet veren, bu dergah yapısını hala devam ettirme gayretinde olan yapılar var. Dergahlar artık farklı bir yapı ve isimle yaşıyor. Maalesef 40 yıllık süreç içerisinde Aleviler büyük bir aşkla bu yola sarıldılar ama ben son 10 yılı maalesef üzülerek söylemek gerekirse çok iyi görmedim. Çünkü o aşk, heyecan, mücadele bilinci azaldı. Bunda sosyal, ekonomik nedenler, kentleşme, asimilasyon gayretleri, Aleviler arasındaki tartışmaların örgütlenmeye verdiği zararlar, kurumların başında bulunanların yanlışları, dedelerin bazı hataları, insanların duyarsızlıkları, cemevi ve dergahlara yeteri kadar sahip çıkılmaması ve ‘Alevi aydını’ dediğimiz zümrenin de bu kurumlara hizmet edecek tarzda çalışmamaları sonucunda şu anda dergahlar, ocaklar Anadolu’da, Balkanlarda maalesef çok ciddi kan kaybıyla karşı karşıya.

“ARTIK ALEVİLERİN UYANMA ZAMANIDIR”

Bir kere buralara gelen insan sayısı çok azaldı. İnsanların buralardan beklentileri çok değişti. Buraların etki gücü de çok azaldı. Siyasi iktidar, partiler, sivil toplum kuruluşları ve Alevi olmayan topluluklar üzerinde Alevi kurumlarının 10 yıldır etkilerini bugün göremiyoruz. Bunun sebebi de toplumun kendisidir. Uzağa gitmemize gerek yok, özümüzü dara çekmemiz gerekiyor. Bütün insanlar kendilerine bakacak ve ‘biz neden bu haldeyiz?’ diye soracak. Maalesef bir de ülkemizde despot, yıkıcı, ayrıştırıcı, nefret dilini kullanan, kendisinden olmayana şiddetli baskılarla kendisine benzetmenin binbir türlü yolunu kullanmak için örgütlenmiş bir yapı var. Bugünkü iktidar, Türkiye’nin bütün demokratik, çağdaş yapılarını kendi içine çekip, kemiklerini birbirinden ayırarak yeniden şekillendirme; bir kanser gibi düşünüyorum. Az çok işleyen bütün yapıların içerisine girip, oraları bozup, kendisine benzeterek çürütmek ve çürüyen yapının da üzerine çökmek gibi bir amacı olan sistemle karşı karşıyayız. O yüzden Türkiye’yi yöneten bu zihniyetin, Alevi-Bektaşi toplumu üzerinde de oyunları vardı ve bu oyunlar devam ediyor.

Maalesef Alevi-Bektaşi kurumlarının da çok büyük desteği ile hızla yol alan, duyarsızlıklar, bilinçsizlikler, korkaklıklar yüzünden büyük boy atmış olan bu Alevi Bektaşi Kültür ve Cemevi Başkanlığı, şimdi tehdidin en büyüğü. Yani Türkiye’de el atmadıkları yer kalmadığı gibi Aleviliğe de el attılar. Kendi Alevisini yaratma; işte ‘Devletimiz sizin haklarınızı verecektir’ adı altında en son yaşadığımız gibi Ardahan’da bir köy muhtarına da kayyum atadılar. Dolayısıyla bugünkü iktidar, bu yapıyı asimile etmek, sindirmek için devletin bütün olanaklarını kullanıyor. Devlet, Alevi-Bektaşi kimliğinden soyutlanmış, çıkarını düşünen, kişiliğini satabilen insanları yanına çekmekte. Örneğin Kerbela’ya, Kazakistan’a, Balkanlar’a turistik gezi gibi devletin parası ile gidenler var. Alevi-Bektaşi toplumunun sözde gönlünü almak için bazı dede, dernek başkanı adı altında insanları el üstünde tutarak sarayın soytarısı yapıyorlar. Bu oyuna gelenler bin yıldır bu topraklarda İmam Hüseyin adıyla cemler yürütmüş olduğu halde atalarının kemiklerini sızlatanlar, çok ucuza satılanlar sizleri tarih yazacaktır. Sırf bir uçağa binip, zıkkımlanmak için geziler içerisinde olmak için bu Yol’u ucuza satanlar, sizleri tarih yargılayacaktır. Artık Alevilerin uyanma zamanıdır. Yok oluş bundan sonra başlayacaktır.”

Eren GÜVEN/İSTANBUL

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak