Alevi Haber Ajansi

Yağma, talan ve yasaklamalar ardından Şahkulu Sultan Dergâhı!-VİDEO

PİRHA – Bizans kültürü üzerinde ‘Ahî ocağı olarak kurulan Şahkulu Sultan Türbesi, yıllar geçtikçe Bektaşi tekkesine dönüştü. Tarih boyunca pek çok badire atlatan tekke, günümüzde ise Alevi toplumunun sahiplenmesi ile İstanbul’daki ender inanç merkezlerinden biri haline geldi. Yasaklar ve saldırılara karşı ayakta kalan Şahkulu Sultan Dergahı’nın dünü ve bugününü aktarıyoruz.

Göztepe İlçesi Merdivenköy Mahallesi’ndeki Şahkulu Sultan Tekkesi, 1329 yılında Orhan Gazi tarafından bir ahî tekkesi olarak kuruldu. Osmanlı döneminde askeri amaçlar sebebiyle de kullanılan tekke, tarih sürecinde birçok yasaklama ve saldırıya da maruz kaldı.

1826 Yılında Yeniçeri Ocağının lağvedilmesi ardından Şahkulu Sultan Tekkesi de diğer birçok Alevi-Bektaşi inanç merkezinde olduğu gibi Nakşibendîlere devredildi. O tarihte dergahta postnişin görevini yürüten Âhir Mehmed Baba ve dört derviş, Tire’ye sürüldü. O tarihten sonra Şahkulu Tekkesi uzun yıllar boyunca Alevi-Bektaşi toplumuna yasaklandı.

Son postnişin olarak Hasan Tahsin Baba’nın hizmetleri ardından 1925 yılında tekke ve zaviyelerin kapatılması kanunu ile Şahkulu Tekkesi yeniden karanlık bir döneme girdi. Öyle ki 1960’lardaki bir yangın sebebiyle geride kalan yapılar da büyük zarar gördü.

Şahkulu Sultan Külliyesi’ni Onarma ve Yaşatma Derneği’nin kurulması ardından tekke yeniden hayat bulmaya başladı. 1980’li yılların sonunda ise ‘Şahkulu Sultan Külliyesi Mehmet Ali Hilmi Dedebaba Araştırma, Eğitim ve Kültür Vakfı’ kuruldu. Bu tarihten sonra dergâhın yıkılan kısımları peyderpey inşa edildi.

HACIBEKTAŞ’TAN SONRAKİ EN BÜYÜK ÖNEME SAHİP DERGAH!

Tarih boyunca yasaklanan, kundaklanan Şahkulu Sultan Dergahından günümüze az sayıda “tarihi” denebilecek yapı kaldı. O yapılar ise dergaha ait aşevi ve meydan evi oldu.

Yazar Ayhan Aydın, Şahkulu Sultan Dergahı’nın, İstanbul’daki en kadim Alevi Bektaşi merkezlerinden birisi olduğunu, hatta dünya ölçeğinde önemli bir yer edindiğinin altını çizdi. Aydın, “Dergahtaki binalar, burada yaşamış olan insanlar ve İstanbul’daki konumu gereği gerçekten Anadolu ile Rumeli’yi birbirine bağlayan ana dergah burasıydı” diye belirtti.

Şahkulu Sultah Tekkesinde halifelik makamı da olduğunu söyleyen Aydın, şu bilgileri paylaştı:

“Bilindiği gibi Bektaşiliğin ana merkezi Hacı Bektaş Dergahıydı. Dünyadaki bütün Bektaşi önderlerinin bir merkezden yönetildiğini, onlarla diyalogların Hacıbektaş’tan olduğunu düşünürsek ‘Dedebaba’ dediğimiz Bektaşi inanç önderi Hacıbektaş’ta yaşıyordu ama onun dışında dünyada 11 halifelik makamı vardı. Yüzlerce dergah, tekke, ocak, türbe ziyaretleri vardı ama onların merkezinde Hacı Bektaş Dergahı bulunuyordu. İşte Hacı Bektaş Dergahından sonra İstanbul’da onun vekaleti diyebileceğimiz, onun adına hizmetleri yürütebilecek ana merkezlerden birisi burasıydı. Halifelik dediğimiz; Bektaşilik’te dervişlik, babalık, halife babalık ve dede babalık var, halife baba, tek başına bugünkü manada bir isimlendirme değil de bir mekanla özdeşleşen kişinin adıydı. Yani bir dergaha hükmeden, oradaki babaların, dervişlerin kendisine bağlı olarak hizmet yürüttükleri İnanç önderi manasındaydı. Dolayısıyla halife babanın bulunmuş olduğu dergah da çok fonksiyonlu bir dergahtı. İşte İstanbul’da en büyük fonksiyona sahip olan dergah da Şahkulu Sultan Dergahıdır.

AHİ OCAĞINDAN BEKTAŞİ TEKKESİNE!

Burası aslında bir Ahi ocağı olarak kurulmuştur. Ahilik Aleviliğin özünde olan temel yapı taşlarından birisidir. Dürüstçe üretmeye ve paylaşmaya namzettir ve Alevi ocağı olarak devam etmiştir, sonradan da Bektaşi tekkesi olmuştur. Ama çok önemli bir unsur olmak üzere Şahkulu’nun birçok dergahtan farkı, geçmişiyle bugünü arasında bağlantı kurabilmesi, kendisini yenileyebilmesi ama geçmişini unutmamasıdır. Yani burada hem Ahilik hem Alevilik hem Bektaşilik hem de aynı zamanda bunlardan ayrı düşünülemeyecek derecede Çelebilik de vardır.

Çelebiler bildiğiniz gibi Hacı Bektaş’ın soyca devamını nitelendirir. Hacı Bektaş’ın evlatlarına ‘Çelebi’ denir. İşte Hacıbektaş’ta hem Bektaşi Babağan kolunun dedebabası otururdu hem de Hacı Bektaş’ın evlatları olarak Çelebiler orada posta birlikte oturup hizmet yürütürlerdi. Anadolu Alevileri üzerinde Çelebilerin çok derin bir etkisi vardır. İç Anadolu, Karadeniz Bölgesi Alevi toplumu ve batı Anadolu’daki Alevi Bektaşi toplumu hala Çelebilere; yani Hacıbektaş Dergahının, ocağının evlatlarına büyük saygı duyarlar. İşte burada da bu bütün yapıları Şahkulu Sultan Dergahı kendi bünyesinde toparlamıştı. Yaklaşık 700 yıldan beri faaliyetini sürdüren dergahımız türlü sıkıntılı devirler geçirmiş olsa bile bugün hala İstanbul’da en çok ziyaret edilen; türbesiyle, aşevi ile meydan evi ile ilgi görür.

Aslında tarihsel olarak ‘Meydan evi’ vardır. Çünkü Bektaşiler, cemevine ‘Meydan evi’ derler. Burada da sonradan yapılmış olsa bile meydan evi olarak isimlendirilen bir yapımız vardır. Ayrıca Bektaşilikte ‘hazire’ kavramı vardır. Hazire, kutsal insanların; babaların, dedelerin, Çelebilerin ve devlet erkanından olan insanların eğer Bektaşiliğe aşk ve muhabbet duyuyorsa onlar da vasiyeti gereği burada yer alabiliyorlar. Yani Derviş Çelebi Dedenin yanı sıra bir de devlet erkanından insanlar var. Peki bu neyi işaret ediyor? Buranın ne kadar kozmopolit, evrensel ve kucaklayıcı ve merkezi bir yer olduğunu da gösteriyor.

Şahkulu büyük bir önder. Tarihte de iki bilinen Şahkulu var. Antalya’da Şah İsmail taraftarı olarak ayaklanan bir Şahkulu var Fakat o 1511 yılında göçüyor şu anda İstanbul Göztepe’de bulunan Şahkulu Sultan Dergahındaki Şahkulu ise Anadolu erenlerinden, Hacı Bektaş dergahında yetiştiğine inanılan, Gözcü Baba ve Karacaahmet Babayla beraber buraya ilk gelen erenlerden birisi olduğuna inandığımız bir ocak eri, bir pir. Buraya geliyor ve Ahi tekkesini derleyip toparlayarak tarihsel olarak Bizans kalıntıları üzerinde yükselen dergahı kurduğuna inandığımız bir ulu önderimizdir.

BİZANS’TAN KALMA KÜPLER, BEKTAŞİ DERGAHINDA GÜVENDE!

Ayhan Aydın, Şahkulu Sultan Dergahının ayakta kalan ‘aşevi’ bölümünü ve döneminde nasıl hizmet verdiğini de anlattı. “İstanbul’da ayakta kalmış en büyük aşevlerinden birisi” diye anlattığı Şahkulu’na dair Aydın şu bilgileri paylaştı:

“Bektaşi dergahlarında yaklaşık 12 tane yapı birimi olurdu. ‘Dergah’ diyoruz ancak aslında ‘Tekke’ ismi de çok yaygın. Ama Alevi Bektaşi toplumu ‘Dergah’ demiş. Örneğin ‘Gönül bir dergahtır’ demişler. Yani inanç merkezini gönüle de benzetmişler. Tarih kayıtlarına baktığımız zaman ‘Bektaşi tekkeleri’ isimlendirmesi daha çok geçer.

Buralardaki 12 birim içerisinde cemlerin yürütüldüğü yer, meydan evi vardı. Tabii ki insanlar buralarda barınıp yaşıyorlardı; derviş odaları da vardı. Buralarda aynı zamanda misafirlerin konakladıkları, mihman evi dediğimiz yerlerde kaldıklarını da görüyoruz. Bir de hiç olmazsa olmaz kilerimiz vardı. 12 ay boyunca yaz kış dergahlarda insanların yemek ihtiyaçları gideriliyordu. Mehmet Ali Hilmi Dedebaba buranın son postnişini. Burada birçok hizmeti, divanı, eserleri olan, Gözcü Baba ve diğer tekkelere de el atmış. Buranın eksiklerini gidermiş büyük bir yol ehli olan Mehmet Ali Hilmi Dedebaba devrinden bize kalan yadigar aşevidir. Çünkü 1826 yılında tekkeler büyük bir kıyıma uğrayıp yıkılıyor. Sonrasında onarmalar oluyor ama maalesef ki bunların çoğuna da izin verilmiyor. Örneğin İstanbul’da gidip görülmesi gereken ana merkezlerden birisi Karyağdı Baba Dergahıdır. 1930’lu yıllardaki elimize geçen bir haritaya baktığımızda bayağı bina kalıntısı olduğunu görüyoruz. 1826’dan sonra bu işin nasıl dönüştüğünü göstermesi açısından elimize önemli bir belge duruyor. Yani birçok birim yerinde. Şu ya da bu nedenden dolayı; bildiğiniz gibi 1925’te tekke ve zaviyeler kapatılıyor ama bakımsızlık, ilgisizlik, sürgün, yokluklar, sonradan ayakta kalanları da yok etmiş. Yani sırf 1826 ile de bu yıkım sınırlı değil. Maalesef ki Bektaşiler sonrasında da çok şey kaybetmişler.

Şahkulu aşevinde yer alan tarihi küpler görülebilir. Bu küpler gıda ve sıvıların depolanması için kullanılıyordu. Bunlar aynı zamanda Bizans döneminden bize yadigardır. Arkeologların ifade ettiğine göre mevcut küpler, Bizans dönemine tarihlendiriliyor. Bu küpler öncesinde Bahçedeydi ve ardından aşevine alındı. İşte bu durum Alevi Bektaşiliğin evrenselliğini, insanlığın birliğini, bütünlüğünü, kültürlerin birbirine etkilemesini de gösteriyor. Tarihten günümüze sadece 2 adet küp gelebilmiş. Sağlam bir şekilde günümüze gelmesini ise mucize olarak değerlendiriyorum. Bu küplere kim bilir belki de binlerce insanın eli değdi, bugüne kadar gelmesi benim açımdan çok kutsaldır.

TARİHİ AŞEVİ İÇERİSİNDEKİ HAMAMIN İŞLEVİ!

Alevi Bektaşi öğretisinde 4 Kapı 40 Makam vardır. İnsanlar şeriat, tarikat, marifet, sırrı hakikat makamına ulaşacaklardır. Alevilik bir gönül yoludur ve insanlar eğitimden geçip olgunlaşır. Fakat bir de dış kapı, eşikten dışarısı vardır. İnsanın da bedeni ile birlikte iç ve dış dünyası vardır. Dolayısıyla insanoğlu yıkanmak, arınmak zorundadır. Dergahlar, ocaklar manevi yönden arınma merkezleri olduğu kadar sosyal yapılar olması sebebiyle de buralarda birçok iş de yapılıyordu. Buradaki aş evinin içerisinde bir de derin anlamı olan bir hamamla karşılaşıyoruz. Burada insanların sadece yıkanması değil, iş yapılması sebebiyle sıcak suya da gereksinim vardı. Dergahtaki meydan evi aynı zamanda aşevi ve hamam, merkezi bir ısıtma sistemi ile birbirine bağlı. O yüzden bu dergahın kayda değer en güzel yönlerinden birisi hala burada bir hamamın da olmasıdır.

MEYDAN EVİNİN ÖZGÜNLÜĞÜ!

Birçok medeniyetin izleriyle birlikte Aleviliğin derin tarihini günümüze taşıyan mekanlardan birisi de Şahkulu Sultan Dergahı içerisindeki meydan evi. İstanbul’daki en eski Bektaşi yapısı olarak gösterilen bu ibadethane içerisinde günümüzde de cemler yürütülüyor. Tuğla ve taştan yapılmış yapının özelliğine dair yazar Ayhan Aydın şu bilgileri paylaştı:

“Burası Bizans yerleşim birimi üzerinde yükselen bir yapı iken gök kubbeyi andıran yapı içerisinde bir kökün üzerinde dalları görüyoruz. Meydan evi içerisindeki mevcut görüntü bir görüşe göre Tuğba Ağacı’nı nitelendiriyor. Peki ne için Tuğba Ağacı remz edilmiş, örnek alınmış olabilir? Hazreti Muhammed’in, vasisi olan Hz Ali’ye kutsal emanetleri Tuğba Ağacının altında verdiğini biliyoruz. Dolayısıyla Hakk Muhammed Ali çerağının yandığı bir mekan ve bu mekan da 12 dilime ayrılıp 12 imamları simgeliyor. Ve biz gök kubbe altında Tuğba Ağacının içerisinde cem uluyoruz. Yukarıdaki pencereler de göğe açılan birer kapıdır.

Dergah içerisinde bir de çeşmeler var ama bu kesinlikle abdest almak için yapılan çeşmeler değildir. Çünkü gönül abdesti vardır, insanlar Alevi Bektaşi yolunda Yol’a girdiği zaman kurbanını tığlar ve sonrasında dedenin huzuruna çıkarlar. Darda, didarda, cemde insanlar yıkanır. Dolayısıyla her insan temizlenir. Alevi Bektaşi toplumu da zaten yüzyıllardır kendisine kara çalındığı şekliyle temizliğe en fazla önem veren topluluktur. İnsanlar zaten meydan evine temizlenerek gelirler. Buradaki çeşmeler kevser suyunu simgeler. Kevser varlıktır, sonsuzluktur berekettir. Hazreti Fatma Ana, Ehlibeyt kevseridir. Dolayısıyla bu meydan evinde bolluğun, bereketin, sevginin, aynı zamanda saflığın timsali olan nurlar olduğu kadar Kevser suyu da akıtılır. Aynı zamanda Kerbela’da Hazreti Hüseyin, zalimler elinde katledildiği için susuz kalan şehitler aşkına bu çeşmeler vardır. Bu çeşmelerden alınarak insanlara Kerbela suyu dağıtılır. Yoksa abdestle bir ilgisi yoktur.

40 ÇERAĞ YAKMA GELENEĞİ!

Ayrıca burada dedebaba postunun yanında küçük bir ocak görüyoruz. Burada şamdanlar yanar. Çerağ nurdur, aydınlıktır. Bektaşilikteki büyük ibadetlerde 40 adet çerağı yakılır. Kırklar bu öğretinin temellerindendir ve semboliktir. Dünya ve mekan sahipsiz ve boş değildir. O nedenle çerağlar her daim yanar. Nur, yani çerağlar söndürüldüğü zaman kıyamet deryası vardır. O yüzden sonsuza kadar bu dergahlarda çerağlar yanacaktır.”

ANADOLU’DAN GELİP KENDİ İZLERİNİ BULANLARIN MEKANI!

Şahkulu Sultan dergahında dedelik hizmeti yürüten Ali Doğan da dergahların tarihsel süreçteki önemine dikkat çekti. Anadolu’da ocaklar sisteminin geçerli olduğunu belirten Doğan, “Birçok bölgede ocak sistemi ile bu Yol işler ama biraz daha batıya geldiğimizde buralarda tekke ve dergahların daha önde olduğunu görürüz” dedi. Ali Doğan, Şakkulu Sultan Dergahına dair şu bilgileri paylaştı:

“Bu dergahlar Anadolu’dan İstanbul’a göç eden Alevi Bektaşi inancına sahip, veyahut da dönemin Osmanlı hükümdarlığı döneminde şehirde yaşayan Alevi Bektaşi kimliğine sahip canlarımızın hizmet gördüğü; nasıl ki Anadolu’da ocaklar ise batıda da bu dergahlarda Bektaşi inancına sahip canlarımız, erkan açmışlar. Şehir hayatında bu dergahlar hizmet etmiştir. Burası ‘hangah’ olarak geçer. Yani, cümle canların toplandığı, cem olduğu sosyalleştiği, ilim irfan üzere hareket ettiği ocaklardır. Osmanlı döneminde buraların yakılıp yıkılıp, terk edilmesi sonrasında kendi kaderiyle baş başa bırakılması ve daha sonrasında Anadolu’dan gelen Alevilerin buralara yerleştiği zamanlarda kendi izlerini arayarak buldukları bu dergahları küllerinden tekrar inşa edip, Anadolu’daki kendi ocak sistemi gibi bu dergahları meydana getirip hizmetlerini buralarda yapmışlardır.”

DERGAHLARA CAMİ DAYATMASI!

Bektaşi dergahlarının tarihte yakılıp yıkılmasının yanı sıra bir de farklı inançların gölgesinde bırakılma durumu da söz konusu. Günümüzde ayakta kalan ya da yıkılan dergahların arazileri içerisinde camilerin varlığını da görmek mümkün. Dede Ali Doğan, camilerin, dergahlara bu denli dahil edilmesine dair şu değerlendirmeyi yaptı:

“İstanbul, Alevilerin olduğu gibi Sünnilerin de olduğu bir şehir. Burası için böyle bir iyimserliği düşünebiliyoruz ama Anadolu’ya gittiğimiz zaman; örneğin Şahkulu Sultan dergahının yanında bir cami var, diyelim ki burada bir ihtiyaç var! Anadolu’ya gittiğimiz zaman köklü kadim ocak ve türbelerin yanlarında da cami görüyoruz. Komple Alevi olan köylüler, ibadetlerini camide değil cemevinde yapıyor. İstanbul’da bu durumu ironi ile çözümledik ama tamamen Alevi köyü olan bir köyde cami niye yapılır? Burada o insanların asimilasyonu için mi çalışılıyor diye bir düşünce aklımıza geliyor. Ulularımızın, pirlerimizin türbelerinin, veyahut da cemevlerinin yanına birer cami yaptırılmasını maksatlı görüyoruz. Bu yapılanları çok da doğru bulmuyoruz.”

DEVLETTEN BEŞ KURUŞ PARA ALMADAN DERGAH ONARILIYOR!

Alevi toplumunun asimilasyonu için çabalayan iktidarlar, 1925 yanından sonra inanç merkezlerine yönelik baskı politikalarını arttırdı. Tekke ve zaviyelerin yasaklanması ardından Şahkulu Sultan Dergahına dönük bir de kundaklama faaliyeti oldu. 1980’li yıllara dek atıl halde olan Dergah Mehmet Ali Yılmazkaya’nın öncülüğünde adeta yeniden küllerinden doğdu. Şahkulu Sultan Dergahı Yönetim Kurulu Başkanı Hikmet Yılmazkaya, dergahın bugünkü haline nasıl geldiğini şu sözlerle özetledi:

“Babamın vasıtasıyla Şahkulu Dergahını tanıdık. 1970’li yıllarda bir veli, ulu, rahmetli babama Şahkulu’nu işaret ederek ‘burayı Sen İhya edersin’ diyor. O zamanlar burası harabeydi, ne bahçesi ne de duvarları yoktu. Bir tek tarihi cemevi ve aşevi ayaktaydı. Orası da tabii virane biçimdeydi. Babam büyük bir bağla Gültepe’den Göztepe’ye gelir, bizi de getirirdi. Çocukluğumdan beri burayı bilen birisiyim.

Babam, 1970’lerde buraya dernek kurmak istedi fakat o zamanlar Aleviliğini saklayan insanlar bir türlü derneği kuramadılar. 1980 yılında tam dernek kuracaklardı ihtilal oldu. Fakat burayla irtibatı hiç kesmiyorduk, devamlı gelip gidiyorduk. Abdal Musa lokmalarını da burada yapıyorduk. Hatırladığım kadarıyla 1982 yılında Vakıflar Genel Müdürlüğüne askeriyeden bir albay atadılar. Bu yönetici, babama ‘Sen orayı ne yapacaksın?’ diye soruyor. Babam da ‘İhya edeceğim. Biz Aleviyiz. Halkıma burada hizmet edeceğim’ diyor. Bunun üzerine babama, Şahkulu’nu bir buçuk yıllığına veriyorlar. O süre içerisinde tabii babam söylediklerini yapamıyor. Bu süreyi tekrar bir buçuk yıl uzatıyorlar. Ve babam, buranın duvarlarını örüp derneği kurunca dergahı da dernek bünyesine alıyor. 1987’den 1994 yılına kadar burayı dernek idare ediyor. Halkın parasıyla, yani devletten beş kuruş para almadan bu şekilde Mehmet Ali Yılmazkaya’nın önderliğinde Muharrem Taşdemir, Hasan Işık, Makbule Nergis gibi isimler birlikte çalışıyor.

Sonrasında buranın tahsilini istiyorlar ancak derneklere bu tahsis yapılamadığı için bir vakıf kuruluyor. Babam o tahsisi hızlandırmak için 7 kişi ile bir vakıf kurmuştu ve bu kişilerin içerisinde ben de varım. Vakfımız bu şekilde halkımıza hizmet ediyor. Perşembe, Cumartesi ve Pazar burada halka lokma veriyoruz. Ayrıca panellerimiz seminerlerimiz oluyor ve yolu yürütmek için dedemiz pazar günleri cem yapıyor.

Bizden yardım isteyen dernek ve vakıflara da yardım elini uzatmaya çalışıyoruz. Devlet Son bir yıldır bizden sadece kira ve elektrik parası almıyor. Yani burası kendi imkanıyla kavrulan bir dergah. Bana göre işlevini de yapıyor. Daha da iyiye gideceğini umuyorum. Tabii ki insanların vermiş olduğu ufak paralarla buralar yapılmış ve yapılmaya devam ediyor ama halkımız da duyarlı, yardımlarını esirgemiyor.”

ONARIM SIRASI KARYAĞDI BABA TEKKESİ’NDE!

Siyasi iktidarların, Alevi kurumlarının üzerinde baskıları sürse de Şahkulu Sultan Dergahı Vakfı, imc usulüyle halkın taleplerine karşılık buluyor. Dergah, inançsal hizmetlerin yanı sıra eğitim alanına yönelik de üretimlerini sürdürüyor.

2006 yılından günümüze dek Şahkulu Sultan Vakfı yönetiminde yer alan Mimar Rıza Baş, dergahın teknik işlerini üstlenen bir isim. İstanbul genelindeki Alevi Bektaşi dergahlarına dönük olumsuz yaklaşımlara dikkat çeken Rıza Baş şu değerlendirmeyi yaptı:

“Sürekli şekilde burada teknik işlerle; yani inşaat revizyon, restorasyon işleriyle ilgilendim. Şahkulu’nda halktan mum satarak topladığımız paraları, iş adamlarının yardımlarını, halkın yararına sunmak üzere tesisler yapmaya başladık.

Eyüp İlçesinde Pierre Loti’nin üstünde Karyağdı Baba Tekkesi var. O tekkenin alımı konusunda 1990 yılından bu yana başkanımız epey uğraştı ve sonrasında tapusunu alabildik. Şimdi orası metruk bir durumda. Restorasyonu ile ilgili bir çalışmanın da içerisindeyiz. Orayı da hayata kavuşturmak istiyoruz. Şu an birinci hedefimiz, Karyağdı Baba Tekkesini eğer Büyükşehir Belediyesi yapmazsa biz kendimiz yapacağız. Kendi gücümüzü orayı inşa edebiliriz.”

ÇOK SAYIDA ÖNEMLİ ZATIN KABİRLERİ BU HAZİREDE!

Tarih Yazarı Burak Çetintaş ise Şahkulu Sultan Türbesi etrafındaki hazire alanının özelliğine değindi. Burak Çetintaş, “İstanbul’un en zengin Mezarlığı” olarak gösterdiği alana dair şu bilgileri paylaştı:

“Gözcü baba Göztepe Erenköy Kartal gibi önemli makamların kesişiminde olan bir noktadayız şu anda. Yaklaşık 650 senelik bir dergahtan bahsediyoruz. İstanbul’un en önemli en büyük tasavvuf ocaklarından birisi burası.

Bektaşiliğe yakınlık duymuş, burada hizmet görmüş olan kimselerin veya buraya gönülden bağlı olan, imkanlarını dergah için seferber etmiş kimselerin vasiyetleri mucibince defnedildikleri bir mezarlık burası. Aşağı yukarı 60 kadar mezar taşı bulunuyor. En eski tarihliler 16. yüzyıla ait fakat 19. yüzyıla ait taşların daha ağırlıklı olduğunu görüyoruz. Burada önemli zatlar arasında telaffuz edebileceğimiz Mehmet Ali Hilmi Dedebabanın ardılı olan Ahmet Babanın mezarı var. Mısri Meydanını burada uyandıran zatın mezarı var. Önemli devlet bürokratlarının da burada mezarları bulunuyor. Cumhuriyetin ilanından hemen sonra vefat etmiş olan Koyun Babanın mezarı da burada. Dolayısıyla bir araştırmacı buraya geldiği zaman hem tasavvuf tarihi ile ilgili hem geç dönem bürokrasi ile ilgili pek çok önemli zatın kabrini görebilir. İstanbul mezarlıklarında çok fazla rastlamayacağımız çok çeşitli Bektaşi tarih şeriflerini burada görüyoruz. Bu bakımdan İstanbul’un en zengin Mezarlığı Merdivenköy Şahkulu haziresidir diyebiliriz.”

Eren GÜVEN/İSTANBUL

İLGİLİ HABERLER: Yakılan, yasaklanan ve günümüzde özünden koparılan dergahlar!

Bunları da beğenebilirsin

Yoruma kapalı.

Web sitemiz, deneyiminizi daha iyi hale getirmek amacıyla çerezler kullanmaktadır. Bu durumda herhangi bir sıkıntı yaşamayacağınızı düşünüyoruz, ancak isterseniz çerezleri devre dışı bırakma seçeneğiniz her zaman mevcuttur. Kabul ediyorum devre dışı bırak