PİRHA- Hakkında verilen 21 aylık hapis kararının ‘bir cezalandırma’ olduğunu belirten vicdani retçi Kamil Murat Demir, şiddetin mağduru olan Kürt ve Alevi kimliğinin ‘şiddet aygıtına’ dahil edilmek istenmesini kabul etmediğini söyledi. Demir, “Yoklama kaçağı olarak sürekli cezalandırılmam, aslında sistemin barıştan kaçışıdır. Barış, toplu halde silah bırakmayı talep ederken, bireye zorla silahlanmayı dayatamaz” dedi.
Dersimli olan vicdanı retçi Kamil Murat Demir, devletin varlığını oluşturan, temel dayanağından biri olan askerlik kurumunun hiçbir kademesinde yer almayacağını açıklayarak 2018 yılında vicdani retçi olduğunu kamuoyu ile paylaşmıştı.
Vicdani ret AİHM tarafından din, inanç ve vicdan özgürlüğünün bir kullanımı, temel bir insan hakkı olarak tanındı. Fakat Avrupa Konseyi’nin kurucu üyelerinden olan Türkiye, Konsey’e üye devletler arasında vicdani ret hakkını tanımayan ve hukuki yükümlülüklerini yerine getirmeyen tek ülke olarak kaldı.
Kamil Murat Demir, mesleğinden kaynaklı sürekli seyahat eden birisi olarak defalarca GTB sorgulamasına tabi tutuldu, gözaltına alındı.
Yine Kamil Murat Demir hakkında 2022–2024 yılları arasında üç ayrı dönemde ‘yoklama kaçağı’ sabit görülerek, toplam 21 ay hapis cezasına hükmedildi. Ve cezada bir erteleme olmadı.
“VİCDANİ RET KARARINI, SİSTEMATİK BİR ŞİDDET AYGITINA KARŞI ALDIM”
PİRHA’ya konuşan Kamil Murat Demir, vicdani ret kararının temelini oluşturan coğrafi ve kimliksel arka plandan söz ederek, “Askere gitmemeye çok erken yaşta karar verdim. Tabi büyüdüğüm coğrafyanın bunda çok büyük etkisi var. Kürdistan’da, Dersim’de büyüdüm. Bundan kaynaklı, devletin erken yaşta şiddetine maruz kalmış ve görmüş, şahit olmuş biri olarak, çok erken yaşta askere gitmemeye karar vermiştim. Neden vicdani ret sorusunun cevabı, benim 41 yıllık yaşam özgeçmişimde saklı. Bu kararı, politik bir gündem değişikliğine karşı değil, varlığını çocukluğumdan beri Dersim’de tecrübe ettiğim, sistematik bir şiddet aygıtına karşı aldım” diye belirtti.
“VİCDANİ RET KENDİ ONURUMU KORUMA BİÇİMİMDİR”
Kamil Murat Demir şöyle devam ediyor:
“Vicdanım, Kürt Alevi kimliğimle devletin sistematik katliamlarına, şiddetine maruz kalmış bir gençliğin, büyüdüklerinde o şiddet aygıtının, o ordunun içine ‘zorla’ dâhil edilmeye çalışılması çelişkisini kabul etmedi. Çocuk yaşta oyunlarımıza şiddet karışmış bir coğrafyada büyüdüm. Kolluk kuvvetlerinin şiddetini yaşadım. Benim için bu, sadece bir ‘göreve’ hayır demek değil, varoluşsal bir itirazdı. Kendi sözlerimle ifade etmiştim; ‘Bir başkasının keyfi çıkarı yüzünden bir başkasının kanını dökmek doğru bir şey değil. Vicdani ret, benim bu dayatmayı reddetme ve kendi onurumu koruma biçimimdir.’
‘HAYATIM DAVALARLA İPTAL EDİLDİ”
Kendisine yönelik aralıksız devam eden gözaltı ve dava dosyalarına değinen Kamil Murat Demir, bunun ‘iptal edilen yaşam’ deneyimine dönüştüğü tarifinde bulunarak, “Bir davadan beraat ederken diğerinden ceza alıyorum. ‘Beraat ettikten sonra dava açılmaz’ demişti mahkeme kalemi. Arkasından tekrar dava açıldı. Mahkemeden çıktım, ertesi gece başka bir davadan dolayı göz altına alındım. Bu durum, vicdani retçilerin maruz kaldığı, temel insan hakkı ihlali olan ’sivil ölüm’ halini somutlaştırmakla kalmıyor, sosyal yaşamın iptaline neden oluyor. Haber takibi yaparken dahi yollarda, havalimanlarında ve hatta kaldığım otellerde sürekli GBT kontrolleri ve yaşadığım gözaltılar yaşamın bu alanlarının iptali demek” diye konuştu.
“HAYATIM BİR YOKLAMA KAÇAĞI KOVALAMACASI”
Kamil Murat Demir, ‘iptal edilen yaşam’ dediği hak ihlallerine dair şunları ekliyor:
“Avrupa Konseyi üyesi olan Türkiye’nin, AİHM kararlarına rağmen vicdani ret hakkını tanımaması ve bu konuda hukuki yükümlülüklerini yerine getirmeyen tek ülke olması, bizim yaşadığımız ‘sivil ölüm’ halinin uluslararası bir kanıtıdır. Yollarda, şehirler arası otobüslerde ve hatta havalimanlarında sürekli GBT denetimlerine takılıyorum. Eskiden 10 dakika süren kontroller, ‘tutanağımız yok’ denilerek yarım saatten fazla bekletilmeye, hatta karakola götürülmeye dönüştü.
Bir keresinde, Çorum katliamının yıldönümü için haber takibine gittiğimde, kaldığım otelde gözaltına alındım. Bu, yalnızca benim kişisel alanıma değil, meslek hayatıma da doğrudan bir tacizdir. Uçak bileti alırken, bir şehirden diğerine giderken, her an alıkonulma riskiyle yaşıyorum.
Bir davada beraat ediyorum, sevinemeden ertesi gün yeni bir soruşturmanın haberi düşüyor. Bu durum, devlete karşı sürekli bir bekleme ve savunma pozisyonunda kalmak demek. Vicdani retçi için hayat; mesleki ve sosyal yaşamın fiilen iptal edildiği, ucu görünmeyen bir ‘yoklama kaçağı’ kovalamacasıdır.”
“SİVİL ÖLÜME RAĞMEN VARIZ, BURADAYIZ”
21 aylık hapis kararını ve ceza ertelemesi yapılmamasının ‘açık bir cezalandırma’ niyeti taşıdığını ifade eden Kamil Murat Demir, “Bu kararı, hukuki bir mesele olarak değil, etik bir paradoksun zorla dayatılması olarak değerlendiriyorum, Devlet bana, “Ya vicdanını hiçe sayıp şiddet aygıtıma dâhil olacaksın ya da temel hakkın olan vicdani reddi kullandığın için hapisle cezalandırılacaksın” diyor. Verilen ceza, paraya çevrilmiş olsa da özü itibarıyla vicdani redde karşı verilen bir hapis cezasıdır. Avrupa Konseyi’nin hukukunu hiçe sayarak, bir bireyin en temel hakkını kullanmasını ‘suç’ olarak tanımlamaya devam ediyorlar. Ancak bu cezalar, benim ve diğer vicdani retçilerin duruşunu asla değiştirmeyecektir. “Biz, sivil ölüme rağmen varız, buradayız.” demeye devam edeceğiz” diye kaydetti.
“SİLAH BIRAK DENİLİYOR; SİLAH ALMAYANLARA HAPİS CEZASI VERİLMESİ ÇELİŞKİ”
Kamil Murat Demir, barış süreci görüşmelerinde yapılan silah bırakma çağrılarını hatırlatarak, eline silah almayanlara yönelik hapis cezalarının çelişki olduğunu dile getirerek, “Dünyanın gözü önünde silahların yakıldığı, silah bırakma çağrılarının yapıldığı bir dönem; diğer yanda ise devletin, bireyleri bu şiddet aygıtına zorla dâhil etme ve buna uymayanı cezalandırma ısrarı. Bu çelişki, barışın varlığına tezat düşen, şiddeti süreklileştirme iradesidir. Bir toplum, bireyin en derin etik inançlarına ve vicdanına saygı duymadan gerçek anlamda bir barış inşa edemez. Barış, toplu halde silah bırakmayı talep ederken, bireye zorla silahlanmayı dayatamaz. Vicdani retçilerin duruşu, bize şunu gösteriyor: Şiddet döngüsünü kırmak isteyen bir toplumda, bireyin vicdanına saygı duymayan bir sistem, barıştan değil, şiddetin zorunlu sürekliliğinden yanadır” şeklinde konuştu.
Ersin ÖZGÜL/İZMİR
Yoruma kapalı.