PİRHA- Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy, acı üzerine yazdığı yazıda, acının yasa dönüşümünün bir nevi insanın acıyı paylaşma ve ona ortak olma biçimi olduğunu belirterek, “Bu biçimin vücut bulduğu yer ise insanın vicdanıdır” dedi. Ulusoy, “Bizler yetmiş iki fırkaya bir nazar ile baktığımız içindir ki ötekimiz de yoktur” ifadesini kullandı.
Hacı Bektaş Veli Dergahı Postnişini Veliyettin Ulusoy, Serçeşme Dergisi’nin 47. sayısında da yayınlanan acı üzerine yazdığı yazıda, “Acının yasa, yasın da sevgi ve ibadete dönüşümüne ait olan sırlar kendi içinde saklıdır” dedi.
İmam Zeynel Abidin’in, “Hz. Yakup Peygamber idi, on iki oğlundan birisi kayboldu. Onun hayatta olduğunu bildiği halde hasretine dayanayım o kadar ağladı ki gözlerine ak indi. Ben ise babamın, kardeşimin, amcamın ve ailemden olan on yedi kişinin etrafımda katledilmiş bedenlerini gördüm. Benim gamım, üzüntüm nasıl son bulabilir ki” şeklindeki sözlerini hatırlatan Ulusoy, şöyle devam etti:
“Acı sosyal ve kültürel bir olgudur. Sadece fizyolojik değildir, insan olmaklığımız ile ilgili olarak onur ve ruhsal bir durumdan öte kendimize olan saygının bir simgesidir. En basit haliyle insan bir makine değildir acı da bir mekanizma değildir! Ve bu nedenledir ki yaşanılan ya da yaşatılan acı insana, asla yapamayacağını sandığın şeyleri yapar veya söylemek istemediğin şeyleri söyler. Bu yapılanlardan ve söylenenlerden insan bir süre sonra pişmanlık dahi duyabilir fakat bedenin ve bilincin acısı geçer ama vicdanın acısı asla. Çünkü insanın çektiği acıların sınırı yoktur ve bu nedenledir ki insanı yaşadığı dünyanın dışına atar; insanı kendisinden koparır ve sınırları ile yüz yüze getirir. İnsanın, insan olmaklığından kaynaklı olarak yüz yüze geldiği bu noktada acı yasa dönüşür ve kutsal bir yara olarak insanın vicdanında yer edinir ve hatta bazen insanın vicdanında sır olur.
Ulusoy, acının yasa dönüşümünün bir nevi insanın acıyı paylaşma ve ona ortak olma biçimi olduğunu belirterek, “Bu biçimin vücut bulduğu yer ise insanın vicdanıdır. Öyle bir vicdandır ki insanın imanı gibi acı ve buna bağlı olarak yaşanılan yası sevgi ve ibadete dönüştürür. Acının yasa, yasın da sevgi ve ibadete dönüşümüne ait olan sırlar kendi içinde saklıdır” dedi.
Ulusoy şöyle devam etti:
“Beşeri manadaki karşılığı toplumlar içinde yaşadıkları evrene yani toplumun kültürel ve sosyal sınırları dahilinde anlam ve biçim verirler. Fakat söz konusu Kerbela olduğunda hakikat meydanı kurulur. Yani kul ve beşer olmamızdan öte insan olmaklığımız ile olarak vicdanımız, olgunluğumuz, kamilliğimiz, merhametimiz, duyarlılık eşiğimiz bu hakikat meydanında dile gelir. Aksi halde beşeri anlamda yapılan yorumlar sıkıntı ve anlayışsızlığa neden olur. Ki bu da hamlık ve kabalık üretmekten öte hiçbir yaraya merhem olmaz.”
“SÖZ KONUSU KERBELA OLDUĞUNDA NEDEN Mİ HAKİKAT MEYDANI KURULU?
Kerbela Katliamı’nın acısına değinen Ulusoy, İmam Hüseyin’in atı Zülcenah üzerinden hissedilen acıyı anlattı.
“Zülcenah başını yere eğdi, alnını Şahı şehidi Kerbela’nın kanına sürdü, gözlerinden yaş akarken kadınların bulunduğu çadıra yöneldi ve başını yas içinde eğdi. Hüseyin’in kanı yetmiş iki Kerbela Şehidinin kanı gökyüzüne doğru aktı ve bir daha da asla yere düşmedi. Hüseyin, iyi ile kötünün arasında devam eden sonsuz savaşta tahrip edilmiş bütün değerlerin, yine terkedilmiş bütün ideallerin simgesi olurken kendisini adalet tapınağının eşiğinde kurban etmişti. Bu kurban ediliş biçimi insanlığın gözyaşında, yüreği burkan, sonsuza dek unutulmaz ve silinmez bir oyuk açmıştı.
“ÖLÜME TESLİM OLMAMA HALİ İNSANLIK İÇİN KURTULUŞUN SİMGESİ”
“Hüseyin’in ordusu, askeri, süvarisi, organize edilmiş bir savaşçı grubu yoktu ama hak ve adaletin güçten üstün gelebileceğine inanmıştı” diyen Veliyettin Ulusoy, “Bu cesur, asil ve fedakar tutum; ölüme teslim olmama hali insanlık için belki de kurtuluşun simgesi olacaktı. Bir tanıklık etme, tanık olmayı kanıtlama ve devamında bir vicdani duruşu canı pahasına insanlığa sunma biçimine dönüşürken, zalimin alnında bir utanç abidesi ve sonsuza dek silinemeyecek bir kara lekeye dönüşecekti” ifadelerini kullandı.
“KILIÇ VE HANÇERLER ZALİMLERİN YANİ YEZİT’İN EMRİNDEYDİ”
Ulusoy, “Kuşkusuzu ki, Hüseyin, terk edenlerin kendisine karşı savaşabileceğini biliyordu çünkü kalpler ve gönüller kendisi ile beraber olsa da kılıç ve hançerler zalimlerin yani Yezit’in emrindeydi” diyerek şöyle devam etti:
“Bu terk ediliş trajik bir çatlağın başlangıcı olacaktı ama Hüseyin, kendisinden emin, kederli, hüzünlü ve imkânsız bir sabır ile üzerine gelen karanlığa karşı yazgısının sonsuz ışığı ile yürüdü. Çünkü Hüseyin ve yetmiş iki Kerbela Şehidi, her yaşta insan ve her nesil için, yeniden dirilme üzerine adaletin tapınağında yazgılarına boyun eğip, baş vermişlerdi. Bu şekilde bir baş verme biçimi kimileri için tarih olarak kabul görürken, kimileri için ise kutsal bir tarih, zaman, mekan ve barış adına imkansız bir sabrın mihenk taşı oldu.”
“ÖTEKİSİ OLMAYAN BİR İNANCIN MENSUPLARIYIZ”
“Matem Orucu, kimi süreklerde On İki İmamların Orucu, Kerbela ve buna bağlı olarak tutulan yaslar, pişirilen aşurelerin ritüel ve ayinlerinin kurucusu ve tayin makamları bizler değiliz tutulan oruç ve yası da biz kaldıralım. Böyle bir durumun Şahı Şehidi Kerbela İmam Hüseyin yazılan davet mektubu ile kendisine salınan kılıçların aynı eller olmasından hiçbir farkı olmaz” ifadelerin kullanan Ulusoy yazısını şöyle tamamladı:
“Bizler “yetmiş iki fırkayı bir nazar ile görmeyen halka müderris olsa hakikatte asidir” düsturu ile hareket eden bir inancın mensupları ve hizmetkarlarıyız. Yetmiş iki fırkaya bir nazar ile baktığımız içindir ki ötekimiz de yoktur. Ötekisi olmayan bir inancın mensupları da insanları dili, dini, rengi, milliyetine göre ayırmaz. Başta Hüseyin-i Kerbela, On İki İmamlar ve onların yolunu sürüp, hakka yürüyenler bugün bedenen aramızda olmayabilir ve dilleri de beşeri manada dönmüyor. Ama onlar hak aşkına canlarını verdi ve hak ile hak oldular. Bize düşen görev ve ahlaki sorumluluk onların hak aşkına verdiği mücadeleye saygı göstermektir.
PİRHA / İSTANBUL
Yoruma kapalı.