PİRHA- Varto depremini anlatan ‘KAF KAF’ belgeseli, 10. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel kategorisinde jüri karşısına çıkacak.
Yönetmen Metin Dağ’ın, ilk yönetmenlik denemesi olan ve Muş’un Varto ilçesinde 19 Ağustos 1966’da 2 bin 394 kişinin yaşamını yitirdiği, 1500 kişinin yaralandığı 6,9 büyüklüğündeki depremini anlatan ‘KAF KAF’ belgeseli, 10. İstanbul Film Festivali’nin Ulusal Belgesel kategorisinde jüri karşısına çıkacak.
Prömiyeri 59. Antalya Altın Portakal Film Festivali’nde yapılan belgeselle deprem sonrası insanların çektiği acılar, devamında başlayan göç ve acı hikayeler üzerinden farkındalık oluşturulması amaçlanıyor.
Metin Dağ, ilk yönetmenlik denemesi olan ‘KAF KAF’a ilişkin yaptığı değerlendirmede, depremin yaşattıklarını unutmanın çok zor olduğunu, geride büyük hasarlar ve travmalar bıraktığını belirtiyor.
“ANILARIMIZ, ACILARIMIZDIR” TIPKI HİKAYELERİMİZ GİBİ…”
Yönetmen Metin Dağ, belgeselin hikayesini şöyle aktarıyor:
“Ahmed Arif, ‘Anadolu’ şiirinde “Havva Anan dünkü çocuk sayılır, ben Anadolu’yum” diye boşuna dememiş.
Anadolu’nun oluşumu 300 milyon yıl önceye dayanıyor. Ama dünya için çok uzun bir zaman değil demek ki, hala yerleşmeye çabalıyor yer kabuğu. Fay kırıkları içinde en tehlikeli ve gözü kara olanı Kuzey Anadolu fay hattı. 4 milyon yıldır ara ara yokluyor yeryüzünü. Şehirleri, binaları, hayatları ortadan ikiye ayırıp gidiyor, kükreyen bir yeraltı canavarı gibi.
Sadece gitmek zorunda olanların gittiği Varto gibi uzak kasabaları da, imparatorlukların başkenti METROPOL İstanbul’u da tarih boyunca yaralamaya devam ediyor bu canavar…
Varto’dan bir insan bağırsa, dünyanın en kalabalık şehirlerinden biri olan İstanbul’da duyan olmaz belki. Ama bu fay bir kükredi mi, İstanbul’dan bile duyulur ayak sesleri.
Varto’dan İstanbul’a böyle bir kader ortaklığı var. Ne acı ki, bu kader ortaklığı bir fay hattı üzerinden uzanıyor.
İnsanın kişisel tarihinin rotasının bir fay hattı olması kaderin cilvesi mi, yaşamın mesajı mı bilinmez. Ama benim hayat hikayem biraz böyle.
Kişisel tarihimin kökleri Varto’da. Sinemasal köklerim ise İstanbul’da. Eğitimim, ilk kamera tutuşumun şehri İstanbul. Tıpkı fay hattı gibi yaşam çizgim.
1966’da annemin, babamın, akrabalarımın yaşadığı kasaba Varto’da büyük bir deprem oldu. 19 Ağustos saat 14.22’de olan depremde 2394 kişi hayatını kaybetti.
Koca bir köy toplu mezara dönüyor. Günlerce sesler duyuyorlar mezarlardan. Korkularından duyduklarını sandıkları sesler değil. Öldü sanılan, canlı canlı mezara gömülen anaları, babaları, çocukları, eşleri. Belki mezarda bile enkaz altında olduğunu sanıyorlar, “beni çıkarın” diye haykırıyorlar.
“Bizi deprem değil, cehalet, yoksulluk öldürdü” diyor depremi yaşayan bir amca. Dünya aya ayak basmak için hazırlanırken Varto daha radyoyla bile tanışmamış çünkü. Köyden öte bir dünya olduğunu ancak depremden sonra fark edebiliyorlar. Onları dünyaya bağlayan kapıyı korkunç bir fay kırığı açıyor sanki.
Hani derler ya, ölen kurtulur, asıl acı geride kalanlarındır diye, depremleri de öyle görürüm ben. Depremin ardından yıkılan hayatları… tıpkı enkaz altında durmuş saat gibi durdurur zamanı. Yeni bir hayat yolu seçmen için yapılan tehditkar bir uyarı gibidir.
Deprem göçtür benim için. Kimisini bu dünyadan öte dünyaya göç ettirir, kalanları da başka diyarlara. Yüzlerce aile göç etti bu depremin ardından. Türkiye’nin dört bir tarafına, Avrupa’ya, Amerika’ya… sadece yerin kabuğunu değil, hayatları da ikiye böldü. Aşkları, hayalleri, evlilikleri, umutları…
Bu belgeselde işte bu yolculukları anlatmak istiyorum. Fay hattının izleğindeki o göç yollarını. Tıpkı binalar gibi yıkılıp yeniden yapılan hayatları.
İnsanın canını yakan, tüylerini diken diken eden, dinlemenin de anlatmanın da hiç kolay olmadığı hikayeleri. Depremi yaşayan amca iki kelime ile özetlediği gibi “Anılarımız, acılarımızdır” tıpkı hikayelerimiz gibi…”
(HABER MERKEZİ)
Yoruma kapalı.